> Engeloji

Translate

7 Nisan 2013 Pazar

ÖZÜRLÜ MÜ? ENGELLİ Mİ?




“Özürlü mü?” yoksa “Engelli mi?”, bu iki kavram yıllardır tartışılıp durdu. Kimi engelliyi uygun gördü, kimi de özürlüyü… Devletimizce kabul edilen de özürlüydü. Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS), Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi… Ben hep engelliyi daha doğru buldum. Sonunda devletimizde engelliyi doğru buldu ve yanlış düzeltildi. Böylece bazı isimler de değişti. Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS): Engelli Memur Seçme Sınavı (EMSS) oldu. Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü: Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oldu.

Sakat, özürlü, engelli… Aslında tabir ne olursa olsun. Alay, küçümseme ve hakaret olarak söylenmesin yeter… Ama özürlü kelimesi de hiç uygun değildi. Türk Dil Kurumu’nda “Özür” kelimesinin anlamına bakarsak: 1- Bir kusurun hoş görülmesini gerektiren sebep, mazeret. 2- Bir kusurun, bir suçun elde olmadan yapıldığını ileri sürme, mazeret. 3- Sakatlık, bozukluk, eksiklik veya elverişsizlik. 4- Kusur, defo. Görüldüğü gibi hep olumsuz anlamlar taşıyor. Aşağılayıcı, suçlayıcı, küçümseyici…

Halk arasında özürlü kelimesinin hakaret anlamında kullanıldığı ve aşağılayıcı bir anlam taşıdığı bir gerçek… Bir kelimeyi hakaret anlamında kullanıp, sonra da bir kısım insana sıfat olarak kullanırsak, maalesef çok iyi niyetli gibi görünmüyor! Mutlaka herkes bu anlamda kullanmıyor ve pek çok kişi de kötü niyetli değil… Ancak, bir düşüncesizlik olduğu ve söz konusu kişiyi ikinci sınıfa düşürdüğü de ortada…



Özürlü diyerek bir kusur aranıyormuş gibi kullanılan kavram yerine engelli olarak tanımlanmak daha doğru… Engelli terimi ilk bakışta kişide kusur olduğunu da düşündürmüyor. Sadece bir nedenle engel taşıdığını anlatıyor. Çünkü herkes herhangi bir sebepten dolayı engelli olabilir. Bulunduğu durum ve çevre kişiyi engelli veya engelsiz yapabilir.

Ne ilginçtir ki İngilizce’de de engelliler için “Disabled” veya “Handicapped” terimleri olsa da onların yerine “Differently Abled” tanımlaması kullanılabiliyor. Yani aynı tartışma orada da sürüyor. Çünkü “Differently Abled”;“Disabled” veya “Handicapped” terimlerine göre daha olumlu bir anlam taşıyor. Onlar gibi aşağılayıcı, suçlayıcı, küçümseyici bir anlam yüklemiyor. Bu nedenle tercih edilebiliyor.

Bu konu da yazılacak çok şey var. Ancak, sonuç olarak; engeli olan kişinin görmeye, yürümeye, konuşmaya, duymaya ya da düşünmeye engel olan bir durumu vardır. Bu nedenle, engelli terimi özürlü teriminden daha uygundur. Ayrıca var olan engele çözümler getirmeyi çağrıştırdığı ve kolaylaştırdığı için daha doğrudur! Böylece; engel durumlarının ortadan kaldırılmasına yapılan çalışmalara da yön verebilir… Engellerin kalkması için bir şeyler yapılabilir… Engelliler için daha yaşanılabilir bir hayat sağlanabilir…


ALİYE YÜCEL

31 Mart 2013 Pazar

HALİT ERGENÇ VE KARDEŞİ




“Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Kanuni Sultan Süleyman karakterini canlandıran oyuncu Halit Ergenç Türkiye Beyazay Derneği Ankara Şubesi’nin “21 Mart Dünya Down Sendromu Günü” dolayısıyla düzenlediği programa katıldı. “Dünyanın Melek Yüzleri” adı verilen programda “Benim kardeşim zihinsel engelli… Down Sendromluların 21. kromozomlarında bir tane daha fazlası var. Onlar hayatı bizim görmediğimiz, yaşayamadığımız tarafından görüyorlar. Yakınlarında olan insanlara da aslında oradan görebilmeyi ve hayatın değerini anlayabilmeyi öğretiyorlar…” diye açıklama yaptı.

Halit Ergenç’in “Benim kardeşim zihinsel engelli…” diyerek bir açıklama yapmasından çok etkilendim… Çünkü genelde engelliler çevreden saklanıyor… Yakın çevresi hariç kaç kişi biliyordu bu gerçeği? Çok az… O hiç çekinmeden, her türlü olumsuz eleştiriyi hiçe sayarak bunu söyledi. Onun bu yaklaşımı pek çok engelli yakınının içine su serpmiş ve yalnız olmadıklarını hissettirmiştir. Bundan eminim...

Ünlü oyuncu Halit Ergenç’in bu açıklaması medyanın da dikkatini çekti. Muhteşem Yüzyıl’ın, muhteşem oyuncusunun engelliye bu yaklaşımı büyük ilgi gördü. Engellilerin saklandığı bir ülkede ünlü bir sanatçının bunu açıklaması, çekinmeden söylemesi ilginç geldi. Çünkü bu gerçekten alışılagelmemiş bir açıklamaydı. Hayatında saklı kalan bu gerçeği onun ağzından duymak etkileyiciydi. Bu nedenle herkesi şaşırttı.


Engelliyi dışlamak, küçük görmek sadece belli çevrelerde rastlanmıyor. Hemen hemen her çevrede bu tür tutumlara rastlanıyor. Engelliler sosyal olarak dışlandıkları için yakınları da bunu gizlemek durumunda kalıyorlar. Aileler engelli çocuklarını, engelli yakınlarını çevreden saklıyorlar. Dışarıya çıkarmaktan bile çekiniyorlar… Engelliler toplumun bu tutumu yüzünden eve hapsedilebiliyor.

Neden aileler çocukları engelli (özellikle de zihinsel ve psikolojik engelli) olduğunda onlardan utanırlar ve onları saklamak durumunda kalırlar? Kendilerini suçlarlar? Sanki bu bir suçmuş gibi… Sanki kendileri de suçluymuş gibi… Böyle hissedip, böyle davranılınca; ünlü ve başarılı birinin çıkıp “Benim kardeşim zihinsel engelli…” diye açıklama yapması ne büyük bir değer kazanıyor!

Toplum engellilere farklı yaklaşıyor. Engelliler küçük görülüyor, istenmiyor ve dışlanıyor. Böyle bir gerçek ve bir toplum baskısı var maalesef… Ancak bu tabuyu yıkmak gerekiyor. Muhteşem Süleyman’da olsan, muhteşem bir hayatın olsa da engellilik hayatın bir gerçeği… Bundan kaçamayız. Siz engelli olmayabilirsiniz. Ama çocuğunuz, eşiniz, kardeşiniz veya bir yakınınız engelli olabilir. Bunu asla unutmayalım…


ALİYE YÜCEL 

24 Mart 2013 Pazar

ŞÜKRÜ SÜRMEN’İ RAHMETLE ANARKEN…



İki yıl önce Mart ayında kaybetmiştik Şükrü Ağabey’i… Hayatta bazı insanlar için iyi ki tanımışım diye düşünürsünüz ya…  İşte Şükrü Sürmen’de benim için öyle biriydi… Efendi, kibar, mütevazı, samimi, hoşsohbet biriydi. Candan bir dosttu. Onu en son Herkes İçin Erişilebilir İstanbul kapsamındaki bir toplantıda görmüştüm. Vefatını duyduğumda bir dost kaybetmenin acısı içime işlemişti.

66 yaşında aramızdan ayrılan Şükrü Sürmen, 1945 yılında Trabzon’da doğmuştu. 19 yaşında iken ailesiyle birlikte bir trafik kazası geçirmişti. İşte bu kazada annesini ve babasını kaybetmiş, kendisi de engelli hale gelmişti. O günden sonra hayatını tekerlekli sandalyede sürdürdü. Kaza geçirdikleri yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümü birinci sınıf öğrencisiydi. Kaza sonrasında eğitimine uzun bir süre ara verse de daha sonra tekerlekli sandalyede eğitimini tamamlamış, İTÜ Mimarlık bölümünden mezun olmuştu.

Yüksek Mimar Şükrü Sürmen, Karayolları İdaresi’nde uzun yıllar kontrol mimarı olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nde teknik mimarlık yaptı. Yine İTÜ’de Özürlü ve Yaşlılar İçin Çevre Tasarımı dersleri verdi. Oradan emekli oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin özürlüler ile ilgili projelerinde de danışman olarak görev yaptı. Ömrünü engelsiz bir Türkiye ve engelsiz bir İstanbul için harcayan Sürmen’e, TBMM Üstün Hizmet Ödülü verildi. Son olarak Bakırköy Belediyesi’nde çevre standartlarının yükselmesi ve projelerin engellilere uygunluğu konusunda danışmanlık yapıyordu. Vefatından sonra Bakırköy Belediyesi, Şenlikköy’deki bir parka onun adını verdi.



Çok uzun yıllar tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren Sürmen, engellilerin çektiği sıkıntıları bizzat yaşıyor ve çok iyi biliyordu. Engelliler ve yaşlılarla ilgili mimari düzenlemeler, yaşlı yurtları, rehabilitasyon merkezleri ve hastaneler üzerine araştırmalar yapmıştı. Kamu projelerinin mimari açıdan engellilere uygun olup olmadığı konusunda danışmanlık yapıyordu. Caddelerde, sokaklarda ve ulaşımda ve sosyal hayatta yaşadığı sorunları fotoğraflı raporlarla yetkililere iletiyordu.

Engelliler ve yaşlıların hayatını kolaylaştıran şehir ve mimari çalışmalarıyla tanınan Mimar Şükrü Sürmen; Tekerlekli Koltuktaki İnsanların, Postacıyı Beklerken, Yaşlılar ve Yaşlılık Üzerine Dağınık Notlar, Tasarım Üzerine Söyleşiler ve Karışık Yazılar isimli kitapları yazmıştı. Ayrıca çeşitli yayın organlarında makale, inceleme ve araştırma yazıları bulunan Sürmen, Mimarist Dergisi danışma kurulu üyesiydi.

Şükrü Ağabey’in ibretlik bir hayat hikayesi olduğunu düşünürdüm. Mimarlık bölümü öğrencisi iken mimari engellere maruz kalması, bana ilginç gelirdi. Tekerlekli sandalyede mimarlık eğitimi görmek ve mimar olmak… Böylece en iyi o anladı bedensel engelli birinin mimari engeller yüzünden neler çektiğini… Çözümünü de o buldu. Yıllarca çalışmaları hep bu yönde idi... Engellilerin sorunlarına onların gözüyle baktı. Engelliler için modern standartların uygulanması en büyük çabasıydı. Son yıllarda engelliler adına önemli adımlar atılsa da yapılması gereken çok şey olduğunu söylerdi.

Sürmen, kitabında “Ölüme ise birçok insandan daha fazla hazır olduğumu sanıyorum. Demek ki bazı sakatlar için asıl korkutucu olan yeni ve daha ileri bir sakatlıktır…” yazmıştı. Ama korktuğu olmadı… Hasta olup yatmadan, yolda giderken aniden kalp krizinden aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin… Nur içinde yatsın.

ALİYE YÜCEL

17 Mart 2013 Pazar

İŞİTME ENGELLİLERİ DUYUN!



Turkcell’in işitme engellilere yönelik ve hikayesi gerçek hayattan alınan reklam filmi çok etkileyici… Turkcell, kayınvalidesi işitme engelli olduğu için işaret dili öğrenen bir çalışanının; bunu gelen müşterilerle iletişim kurmak için kullandığını öğrenince, çalışanlarının işaret dili öğrenmeleri gerektiğini düşünüp, bunu bir proje halinde uygulamaya koymuş…
Reklamda gelin-kaynana ilişkisi hoş bir şekilde anlatılmış… İşitme engelli bir kayınvalide ve işaret dili bilen bir gelin var. Bir gelinin kayınvalidesi için işaret dili öğrenmesi çok şaşırtıcı ve ayrıca takdir edilmesi gereken bir durum… Bazıları aynı dili konuşurken bile anlaşamazken, bir gelinin kayınvalidesiyle anlaşmak için işaret dilini öğrenmiş olması insanı hayrete düşürüyor… “Demek ki önemli olan anlaşmayı istemekmiş…” diye düşündürüyor.
Yayınlanan reklam filminde işitme engelli birinin Turkcell İletişim Merkezi’ne geldiğinde isteğini anlatmaya çalışırken yaşadığı zorluklar anlatılıyor. İşte Turkcell bu zorlukları görüp, çözüm için “Turkcell’in Parmakları Konuşuyor” projesini gerçekleştiriyor. Türkiye İşitme Engelliler Federasyonu ile işbirliğiyle hayata geçirilen projede önce işitme engelli müşterilerin ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak için ürün ve servislerin tanınmasını sağlayan bir müfredat oluşturuluyor. Bu daha sonra işaret diline çevriliyor.
 
Türkiye’nin çeşitli Turkcell İletişim Merkezleri’nde çalışan 225 kişi de işaret dilini öğreniyor. Proje ilk olarak İstanbul’daki üç Turkcell İletişim Merkezi’nde başlatılıyor. İşaret dili öğrenen personel buralarda hizmet veriyor. Daha sonra da 125 Turkcell İletişim Merkezi’nde hizmet verilmeye başlanıyor.  Verilen bilgiye göre bu uygulamanın tüm yurtta yaygınlaştırılması planlanıyor…
Parmaklar konuşmaya başlayınca Turkcell’e gelen işitme engelli ziyaretçi sayısı da artmış… Bu beklenen bir durum… Hizmeti nasıl ve nereden alabiliyorsak orada olmamız çok doğal… Karşında seni anlayan, iletişim kurabileceğin birilerinin bulunduğu yerden hizmet almayı kim istemez?
Turkcell, işitme engelli müşterilerine işaret diliyle hizmet sunmak için gerçekleştirdiği bu projesiyle Dünya Perakende Ödülleri’nde dev markalarla yarışmış… “Turkcell’in Parmakları Konuşuyor” projesi çok büyük ilgi görmüş ve “Yılın En Sorumlu Perakendecisi” kategorisinde 6 finalistten biri olmuş…
İşitme engellilere yapılan bu tür hizmetlerin yaygınlaşması gerektiğine inanıyorum. Aslında tüm büyük şirketler bu duyarlılığı göstermeli ve işitme engellilerle iletişimini kolaylaştıran projeler yapmalı… Buna gerçekten çok ihtiyaç var. Hayat aynı dili paylaşınca güzel! İşitme engelliler de kendini anlatabilmeli, işitme engellileri de birileri duymalı!
 
ALİYE YÜCEL

10 Mart 2013 Pazar

FATİ İLE BİRLİKTE YÜRÜYORUZ



Engellileri ilgilendiren ama engelli olmayan bireylere hitap eden bir kampanya başladı. “Birlikte Yürüyoruz” engelli olmayan bireylere (öncelikli olarak ilk ve orta öğretim öğrencilerine) engellilerle birlikte yaşama kültürünü arttırmak amaçlı olarak başlatıldı. Türkiye Beyazay Derneği tarafından yürütülen ve 3 yıl sürmesi planlanan kampanya geçtiğimiz Kasım ayında başladı.
Kampanya öncesi ülke genelinde yapılan araştırmalarda çıkan sonuçlara göre göre; toplum olarak engelliyi tanımıyor, tanınmadığımız için anlamıyor ve anlamadığı için de doğru bakış açısına sahip olamıyoruz. Böyle olunca da birlikte yürüyemiyoruz. İşte bu kampanya ile engelliyi daha yakından tanıyacağız, aynı dili konuşacağız ve hep birlikte yürüyebileceğiz.
Birlikte Yürüyoruz kampanyasının en farklı ve ilginç yanı kampanya yüzünün “Fati” isimli bir çizgi karakter olması… Fati, elinde beyaz bastonu, gözünde siyah gözlük olan görme engelli çok sevimli bir çocuk… Karanlıkta kitap okuyabilen, top oynayan, bilgisayar kullanabilen, satranç oynayan, sorumluluk sahibi, akıllı, özgüveni yüksek, yetenekli, esprili ve cesur bir kahraman...
Neden Fati ismini aldığını sorduğumuz da Türkiye Beyazay Derneği Genel Başkanı Lokman Ayva “Fati’nin her harfi farklı bir anlam ifade ediyor. F: Farkındalık, A: Akıl, T: Tatbikat, İ: İrticalen (İstem dışı). Fati, öğrenmenin gerçekleştiği süreçtir. Bu kavram ve aşamalar "öğrenmek" işlemidir. Zira öğrenmek davranışlardaki değişikliklerdir.” diyor. Şöyle açıklıyor:
 
F: Farkındalık: Buna, bilmediğini bilmemekten kurtulmak da diyebiliriz. İnsan bilmediğini bilirse araştırır ve doğrusunu bilmeye çalışır. Otomobil kullanmayı bilmediğimizi biliyorsak, ilk aşamayı geçeriz. Pek çok insan engelli ile ilgili doğruları bildiğini sanır ve ilk aşamayı bir türlü geçemezler!
A: Akıl: Akılla öğrenmek… Otomobili kullanmayı bilmediğimizi biliyorsak ve bilmeye çalışıyorsak, otomobili akılla kullanmayı öğretirler. Şurası vites, geri vitesi şöyle yaparsın, ileriye böyle yaparsın diye anlatılınca akılla bu işi yaparsınız. Ama öğrenme tam gerçekleşmemiştir. Zira bu kişi otomobile binse hareket ettiremez. Engellilikle ilgili olarak da böyledir. Engellilerin eğitim görebileceğini, çalışabileceğini, sosyal hayata katılması gerektiğini bilirsiniz. Ama nasıl eğitim gördüğünü veya ona bir şey öğretme konusunu bilmezsiniz.
T: Tatbikat: Bu aşamada, bilmediğinizi fark etmiş, akılla o işi yapabilir duruma gelmişsinizdir ve akılla bildiklerinizi uygulamaya geçersiniz. Otomobile oturmuş, tedirgin ve dikkatlice otomobili hareket ettirmiş, frenle durdurmayı başarmışsınızdır. Henüz vücudunuz aklınızdan habersiz bu işleri yapamaz. Engellilerle ilgili olarak da engelli biriyle eğitim görmeye başlamışsınızdır. Ya da ona eğitim veriyorsunuzdur. Ama hala kör birine işaretle, resimle anlatmaya çalışıyorsunuzdur. Beraber pikniğe gitmişsinizdir ama hala evlenmeyi aklınızın ucundan bile getirememişsinizdir. İçinizden geldiği gibi davranmıyorsunuzdur. Kızamıyor, suçlayamıyorsunuzdur…
İ: İrticalen (İstem dışı): Bu aşamada o kadar çok tatbikat yapmışsınızdır ki artık otomobili kullanırken siz farkında olmadan ayağınız gaza, debriyaja basar, eliniz vitesi değiştirir. Yanınızdaki ile sohbet bile edebilirsiniz. Engellilikle ilgili olarak da yanınızdaki engelli mi değil mi fark etmezsiniz bile. İçinizden nasıl geliyorsa öyle davranırsınız. Onun engelli olup olmadığı çok önemli değildir. Böylelikle öğrenme tamamlanmış ve davranış değişikliği gerçekleşmiş olur”.
Lokman Ayva’nın anlattıklarından anlıyoruz ki Fati, yaşadığı maceralarla pek bilinmeyen engelli dünyasına ışık tutacak… Yaptıklarıyla engellilerin yaşam tarzını öğrenmek için çocuklara olduğu kadar, yetişkinlere de yardımcı olacak… Bu kampanya ile toplum onu tanıyacak, bu sayede görme engelli bireylerin farkında olacak... Fati‘yi ve Fati ile bir engelliyi tanımak isteyen herkes pilot il olan İstanbul’un üç ilçesi Başakşehir, Esenler ve Üsküdar’da başlayan ama tüm Türkiye’ye ve hatta yurt dışına da yayılacak Birlikte Yürüyoruz kampanyasına katılabilir.
 
ALİYE YÜCEL

3 Mart 2013 Pazar

TÜRK HAWKING KİMDİR?


Prof. Dr. Onur Güntürkün tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren çok başarılı bir bilim adamı… Bu nedenle bilim çevrelerince “Türk Hawking” adını almış… Güntürkün, insan beyninin çok önemli bir sırrını çözüp; beynin iki yarısının farklı çalıştığını kanıtlayarak, geçtiğimiz Aralık ayında Almanya’nın en büyük ödülü Leibniz Bilim Ödülü’nü kazandı. Böylece Nobel adayları arasına girdi.
1958 yılında doğan Onur Güntürkün engelli olma hikayesi 4 yaşında iken o yıllarda çok yaygın olan çocuk felci geçirmesiyle başlıyor. Bir gece ateşleniyor ve tüm vücudu tutmaz hale geliyor. Görüyor, anlıyor, konuşuyor. Fakat hareket edemiyor. O günden sonra da hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Ama başardıklarını görünce bu durumun onun hayatını asla olumsuz etkilemediğini anlıyoruz.
Güntürkün tedavisi için Almanya’ya gidiyor. Tedavisi yapılırken bir yandan da eğitimini sürdürüyor.  Okulundaki tek engelli ve tek Türk öğrenci olan Güntürkün küçük yaşlarda bilime ilgi duyuyor. Arkadaşları koşup oynarken o zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiriyor. Hayvanlar üzerine çeşitli deneyler yapıyor. Ortaokulu Almanya’da bitiriyor, oturma izinleri bitince Türkiye’ye dönüyorlar. Liseyi İzmir’de okuyor. Lise son sınıfta TÜBİTAK’ın Bilimsel deneyler yarışmasında balıkların siyah beyaz gördüğünü kanıtlayarak finale kalıyor. Liseyi birincilikle bitirip üniversite eğitimi için tekrar Almanya’ya dönüyor.
 
Lisans eğitimini Psikoloji üzerine yapıyor. Ancak bitirme tezinin konusu “Beyin” olarak seçiyor. Çünkü en merak ettiği konu insan beyninin nasıl çalıştığı oluyor. Bu konudaki her türlü yayını okuyor. İnsan beynine benzeyen güvercin beyni üzerine çeşitli çalışmalar yaparak öğrenme ve davranışlarda beynin sağ ve sol yarısını farklı çalıştığını buluyor. Üniversiteyi pekiyi derece ile bitirip yardımcı araştırmacı olarak doktoraya başlıyor.
Onur Güntürkün, 35 yaşında Almanya’nın en genç profesörü oluyor. 39 yaşında ise mesleğinin zirvesine yükseliyor ordinaryüs profesör oluyor. Şu anda ise Almanya RUB Üniversite’sinde Psikoloji bölümünde dekan olarak görev yapıyor. Üniversitenin sayfasındaki kariyer basamaklarına baktığınızda inanamıyorsunuz. Bu kadar yıla sığdırılamayacak kadar başarı… Birçok önemli buluş, pek çok ödül…
Türk Hawking, çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor. İnsanı tanımaya ve hafızayı anlamaya çalışıyor. Unutkanlığı tarih yapmak için uğraşıyor. Sadece kariyer yapmakla kalmayan Prof. Dr. Güntürkün mutlu bir aile babası… İş dışında bütün vaktini eşi ve çocuklarıyla geçiriyor.
Prof. Dr. Güntürkün’ün bilim tutkusunun engelinden mi kaynaklı olduğunu düşünüyor insan… O da bunu düşünmüş ve bu soruyu kendine sormuş, cevap olarak “Bu durumda olmasam da bilimle ilgilenirdim” diyor. Engelini ve tüm engelleri aşarak büyük bir başarı hikayesinin mimarı oluyor. Başarının hangi şartlarda olursa olsun, istenirse nasıl elde edilebileceğinin en canlı örneği oluyor. Kim bilir belki de bir gün Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan ilk Türk olacak…
 
ALİYE YÜCEL

24 Şubat 2013 Pazar

OSCAR’A VEDA


2012 Londra Olimpiyatları’nın efsane ismi, Atletizm Erkekler 400 metre elemelerinde yarışan ilk ampute atlet Oscar Pistorius yine tarih yazdı! Bu kez bir cinayete imza atarak… Başarılarıyla birçok engellinin örnek aldığı Oscar, sevgilisini öldürdü. Oscar Pistorius’un güzeller güzeli sevgilisi Reeva Steenkamp’ı öldürmesi medyada çok yer aldı. Cinayetle ilgili pek çok haber yapıldı. Önce kaza denildi. Pek çok ayrıntı yazıldı. Sonra tutuksuz yargılanmak üzere kefaretle serbest bırakıldı.
Topluma mal olmuş kişilerin yaptıkları hatalar çok dikkat çeker. Ampute atlet Oscar, kimi öldürseydi suçu da cezası da aynı olacaktı ve çok dikkat çekecekti. Ama sevgilisinin ünlü model Reeva Steenkamp olması ve onu sevgililer gününde öldürmesi ayrı bir dikkat çekti. Oscar Pistorius, kendisini az ya da çok tanıyan herkesi şoka sokan bir olayın kahramanı oldu.
Oscar Pistorius, yarışırken stadyumda ve televizyon başında izleyenlere hissettirdikleri kelimelerle anlatılır gibi değildi. Bacakları olmayan bir insanın olimpiyatlarda yarışması ne müthiş bir olaydı. Olimpiyatlarda “Engelli Atlet yarı finalde…” cümlesini duyduk. Böylece onunla gurur duyduk. Yargılanması henüz bitmedi ve cezası kesinleşmedi ama şimdi de “Engelli Atlet hapishanede…” cümlesini duyacağız. Bu hiç olmadı… Kötü… Hem de çok kötü…
 
Oscar Pistorius’un işlediği suç dünyada olan binlerce suçtan biri tek farkı bu suçu başarılı ve bedensel engelli birinin işlemesi… Bu yüzden de daha fazla dikkat çeken bir haber olduğu… Sosyal medyada ve bazı yorumlarda işlediği bu büyük suç üzerine maalesef Oscar Pistorius’un engeliyle ilgili hakaret içeren cümleler ve aşağılamalar da yer alıyor. Ancak bunlar onu bu yolla, yani engeliyle ilgili aşağılamak çok yanlış ve hiç etik değil… Başarılı olmak nasıl insanı insan yapmıyorsa! Engelli olması da suç işlemesine neden olmaz! Bunu asla unutmayalım!
Onunla ilgili haberler hep ilgimi çekti. Hiç unutamadığım “Yapabileceklerim yapamayacaklarımdan çok daha fazla…” sözü olmuştu. Bu sözü ben başarılarının devamlı olacağı olarak algılamıştım. O da bu amaçla söylemişti eminim… Ama yapacağı şeyin böyle bir cinayet olacağı, bir gün sevgilisini öldüreceğini kim bilebilirdi. Böylesine büyük bir başarı hikayesine yakışmayan bir son oldu… Ne büyük bir trajedi…
Sen küçük yaştan beri her türlü zorluğa rağmen engelleri yen… Sebebi her ne olursa olsun öfkeni yeneme… Olay çok üzücü, çok çarpıcı… Bu olaydan önce de Oscar’ın hayatı film olsa, Oscar’a koşar diye düşünüyordum. Ama artık eminim ki başarılarıyla olmasa da işlediği bu cinayetten sonra hayatı film olacak ve bu film belki bir çok dalda da Oscar alacak…  Oscar Pistorius, keşke hep başarılarıyla adından söz ettirmeyi başarsaydı. Ona böyle veda etmeseydik…
 
ALİYE YÜCEL

17 Şubat 2013 Pazar

BAL GİBİ OLUR


 
“Engelli öğretmen…”, “Engelli öğretmen atamaları…” cümlelerini duyunca hep içim sızlar. Engelli olduğu için öğretmen olamayanlardan biri de benim… Fakülteyi bitirdiğim yıllarda engellilere öğretmenlik hakkı verilmemişti. Gerekçe olarak “Öğrencilerin psikolojisi bozulur ve alay ederler…” gibi söylentiler vardı. Gerekçeler için neden böyle deniliyordu ve ne derece doğrudur bilemem ama engellilere öğretmenlik yapma hakkı verilmiyordu.
Yıllar boyu hep mesleğimi, nerede çalıştığımı ve ne iş yaptığımı soranlara şöyle bir cümle ile başlıyordum “Aslında öğretmenlik yapmam lazımdı. Ama benim mezun olduğum yıllarda engellilere öğretmenlik hakkı tanınmıyordu. Bu yüzden öğretmenlik yapamadım ve dergide çalışmaya başladım…”
İlginç değil mi? Üstelik fakülteden diploma almak için bir okulda staj yapmak gerekiyordu. Hatta öğretmenlik yapamayacağımı bildiğim için staj yapmasam olur mu diye fakülte yönetimine sormuşum. Ama mümkün olmadığını diplomayı almak için mutlaka stajyer öğretmenlik yapmam gerektiğini söylediler. Yaptım da… Çok güzel bir stajyer öğretmenlik dönemi geçirdim.
Hiç unutamadığım bir anımda staj yaptığım okulun müdürünün “Keşke öğretmen olabilseydiniz. Öğrenciler çok şey kaybedecek…” demesi olmuştu. Öğrenciler ne kaybetti bilemem ama ben çok şey kaybettim bundan eminim... Eğitimini aldığım dalda öğretmen olsaydım. Mesleğimi icra ederek öğrencilere bildiklerimi, öğrendiklerimi aktarsaydım, kendimi bu konuda ne kadar çok geliştirecektim. Ne güzel bir hayatım olacaktı.
 
Öğretmenlik yapamadım ve medyada çalıştım. Bu sektörde de severek çalıştım. Zaten bu alanda çalışmak için çaba gösterdim. Şansım da yaver gitti çalışabildim. Ama öğretmen olup, öğretmenlik yapabileceğini bilip yapamamak hep içimde bir ukde oldu. Belki bu ukde kendi adıma da değil. Bütün engelliler adınaydı…
Engellisin öğretmen olamıyorsun. Sebep öğrencilerin psikolojisi bozulur! Bu nasıl bir psikoloji? Hayatlarında hiç mi engelli birini görmüyorlar ya da ömür boyu hiç mi görmeyecekler? Bu engelli kişi onların öğretmenleri olsa ne olur? Belki de sanılanın aksine çok olumlu bir etki bırakır... Örnek olur…
Engellisin öğretmen olamıyorsun. Sebep alay ederler! Öğrencilerin birçoğu öğretmenleriyle alay etmeye ve lakap takmaya meyillidir. Bu bilinen bir gerçek… Hiçbir engeli ve kusuru olmayan öğretmenlere bile lakap takıp, alay ederler. Varsın engelli öğretmenlere de topal, sağır, kör desinler! Kime ne? Engelli öğretmenler bundan kaçmaz ki… Yıllarca bunları duymaya öyle alışkınlar olurlar ki bir de öğrencilerden duymaları onları çok etkilemez!
Engellilerin öğretmenlik yapmasına eğer koşullar engelse bunu düzeltmekte mümkün… Engelleri kaldırmak için çeşitli düzenlemeler yapılabilir. Engel grubuna göre mimari düzenlemeler ve uygun donanımlar olabilir. Bütün bunlardan sonra engellilerde öğretmenlik yapar. Engellilerden de öğretmen olur. Hem de bal gibi olur!
 
ALİYE YÜCEL

10 Şubat 2013 Pazar

İÇİMDE DANS EDİYORUM


Engelli filmleriyle ilgili en merak ettiğim şey bir engellinin engeliyle nasıl baş ettiği, engeline rağmen neyi başardığı ve bunun nasıl anlatıldığı olmuştur. “İçimdeki Dans" filminde dayanışmanın ve tüm engellere rağmen bağımlı olmadan yaşamayı başarmanın önemi anlatılmış… Film ülkemizde İçimdeki Dans, ismiyle gösterime girmiş, ancak “İçimde Dans Ediyorum” çok daha uygun… Dans etmesi mümkün olmayan birinin, hayalinde dans etmesi ancak böyle anlatılır. Ama seyredince anlıyoruz ki, kahramanlar içlerinde dans etmekten çok daha fazlasını yapıyorlar!

İçimdeki Dans, engelli iki arkadaş Michael (Steven Robertson) ile Rory’nin (James McAvoy) hikayesi… Michael, engelliler için özel olarak yapılan bir bakımevinde kalmaktadır. Bir gün kısa bir süre orada kalmak için Rory gelir. Asi ruhlu Rory ile Michael arasında bir dostluk başlar ve o günden sonra ayrılmazlar. Hatta bakımevinden ayrılıp beraberce bir eve çıkmanın yollarını arar ve bulurlar…
Michael ile Rory yollarına birlikte devam etseler de çok zıt karakterde iki gençtir.  Her ikisinin de farklı hayat deneyimleri vardır. Aslında tek ortak özellikleri engelli olmalarıdır. Michael, sakin, durumunu kabullenmiş ve uyumlu biridir. Rory ise deli dolu, kurallara uymayı sevmeyen ve özgür ruhludur. Olumsuz özellikleri olsa da; ağır engeline rağmen Rory’nin özgüvene imrenmemek elde değil…
Engellerine gelince; Michael beyin felci geçirmiştir. Tekerlerli sandalyede yaşamaktadır. Kol ve ellerini zor hareket ettirmektedir. Konuşması zor anlaşılmakta daha doğrusu anlaşılmamaktadır! Söylemek istediği kelimeyi ancak harfleri tek tek göstererek anlatabilmektedir. Hiç kimsenin anlayamadığı konuşmalarını Rory anlayabilmiş ve bir anlamda onun tercümanı olmuştur. Rory ise kas erimesi hastasıdır. Vücudunu hareket hiç ettirememektedir. O da tekerlekli sandalye de yaşamaktadır. Sadece başı ve bir elinin iki parmağı hareket edebilmektedir. Rahat konuşabilmektedir. Her ikisinin de zeka problemi yoktur.
Filmde engelliler dünyasından çarpıcı tespitler ve çok etkileyici sahneler var. Michael’in onu engelli olduğu için terk eden babasını buldukları sahne çok çarpıcı… Ev ararken emlakçının onları merdivenli bir eve götürmesiyle; engelli birinin durumunun nasıl dikkate alınmadığı ve neye gereksinimi olduğu bilinmediği çok güzel anlatılmış… Kendi başına yaşama izni ve ödeneği için başvuru sırasında yaşananlar, engellilere nasıl bakıldığını gösteriyor. Michael’in bakıcı kıza duyduğunun aşk mı, minnet mi olduğu tartışılır. Ama bu duygu yüklü sahnelerden etkilenmemek elde değil.
Engelli kişilerin dünyasını ve engellilik konusunu eğlenceli bir dille anlatan filmin oyuncuları da çok başarılı… Oyuncuların gerçek hayatta da engelli olduğunu düşünenler olmuştur. Engelli olmayan kişileri nasıl etkiler bilemem ama seyredilmeye değer bir film olduğu kesin… Bu film, belki de engellilere bakış açınızı değiştirmenize yardımcı olabilir.

ALİYE YÜCEL

3 Şubat 2013 Pazar

SESİ GÖRMEK!


Hiç duymayan biri için sesin ne ifade ettiğini hep merak etmişimdir. Bir olgu var. İnsanlar bunu biliyor. Onun yardımıyla anlaşıyor. Pek çok şeyi onunla algılıyor… Siz işitme engelliyseniz bu olgudan asla haberdar olamıyorsunuz!  Ses sizin için ne ifade eder? Sesi nasıl algılarsınız? Bunu Christine Sun Kim’le ilgili yazıyı okuduğum ve kısa filmi izlediğimde anladım. The Selby projesiyle bilinen Todd Selby Christine’in ilginç çalışmalarını kısa film haline getirmiş…
İşitme engelli olan Christine Sun Kim, Amerika’da yaşayan Asyalı bir performans sanatçısı… Christine, hep “Sese sahip olmak nedir?” sorusunu düşünerek büyümüş… “Doğal olarak duyabilen insanlar sesi sahipleniyor ve onun hakkında konuşma hakkına da sahip oluyor. Neyin doğru ses olduğuna dair bir sürü geleneksel fikir vardı, etrafta… Bana sessiz olmamı söylerlerdi. Geğirme, ayağını sürüme, yüksek sesler çıkarma gibi… Onların seslerine saygı duymayı öğrendim. Sesi onların tekelinde görüyordum…”diyor.
Christine, küçükken ailesiyle kurduğu iletişim çoğu zaman onun kafasını karıştırmış… Ailesi aynı anda hem İngilizce hem de işaret dili öğrenmeye çalışıyormuş. Çünkü farklı dillerden ve dilbilgisi kurallarından parçalar öğreniyormuş. Kafası bu yüzden çok karışmış... İfade etmek istediği fikirleri varmış ama ifade edemiyormuş. Bu onu çok yıpratmış… Sesinin boğulduğunu hissediyormuş ve sanki gerçekten boğuluyormuş gibi oluyormuş… Kendi dil kısıtlamalarının içinde hapsolmuş. O anlatırken ne kadar zorluk çektiğini anlıyorsunuz.
 
İşitme engelli Christine, ses dünyasının dışında kalmak istemediğinden, ses ile başka bağlantılar kurmanın yollarını aramış... Şimdi ise yaptığı performans çalışmalarıyla ses üzerinde hak iddia ediyor. Sesi anlamak, sesi tanımak, sesi keşfetmek için yaptığı çalışma çok ilginç… Christine Sun Kim, “Sesin fiziksel biçimlerini” keşfetmek için yola çıkıyor. Bir kayıt aletiyle sokağın sesini, gelip geçenlerin konuşmalarını, araç ve korna seslerini kaydediyor. Sonra da stüdyosunda kayıt aletinden çıkan bu seslerin etkisini başka nesneler üzerinde deniyor.
Performansı ile ilgili olarak “Benim çalışmalarım sesin fiziksel haliyle ilgili… Sesin kabaca başka bir biçime çevrilmesi, aynı zamanda performans da içeriyor. Sesin ne olduğunu bir şey aracılığıyla, yorumlamadan sesi keşfetmek istiyorum. Sesin anlamını kendi deneyimlerimle bulmak istiyorum. Daha büyük kitlelerle bağlantı kurmak ve onlara ulaşmak için sesi bir vasıta olarak kullanmak istedim. Benim misyonum buydu” diyor.
Performans alanında çok özgür olduğunu söyleyen Christine, “Performans sırasında her şey bedenimin içinde başlıyor, organik ve ham… Bazen etkisi şiddetli ve sert oluyor. Bu da titreşimleri bedenimde hissetmeme yol açıyor. Fiziksel bir şey oluyor. Bedenimi hareket ettiriyor. İşaret dilinin aksine ses titreşimleri organları etkileyebiliyor ve içsel işaret dili ise kinetik nedeniyle daha dışsal ve mekânsal. Sadece kulaklarımızla değil, gözlerimizle de duyalım! Asıl o ideal olur. Büyük resme bakalım…” diyor. Böylece sesi duymuyor belki ama yaptığı performanslarla sesi görüyor!

27 Ocak 2013 Pazar

VİCDANLAR ENGELLİ OLURSA…


Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan “Bakıma muhtaç engellileri köle gibi alıp satıyorlar” haberi duyan herkesi çok etkiledi. Nevşehir’de bir bakım merkezinde meydana gelen bu talihsiz olay gerçekten çok üzücü… Engellilerin mal gibi, köle gibi alınıp satılması insanı dehşete düşürüyor. Bu nasıl bir insanlık anlamak mümkün değil. İnsanlık nereye gidiyor diye düşünmemek elde değil… Üstelik bu bize yansıyan bir bölümü… Belki bilmediğimiz kayıt altına alınamayan bunun gibi yüzlerce vaka vardır.
2006 yılından bu yana devlet engellinin ailesine ya da kaldığı bakım merkezine maddi destekte bulunuyor. Özel bakım merkezleri her hasta için devletten asgari ücretin iki katı para alıyor. Böyle olunca da bu insani uygulama kısa sürede sadece maddi menfaat peşinde koşan kişiler tarafından istismar edilmeye başladı. Bakıma muhtaç engelliler rant kaynağı haline geldi. Engelliye İnsan gözüyle bakılmıyor, para gözüyle bakılıyor!
Haberden sonra gelen tepkilerden dolayı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olaya el koydu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, bu görüntülerin üç yıl öncesine ait olduğunu ve kurumun o görüntüler nedeniyle kapatıldığını açıkladı. Bakanlık ayrıca, bu merkezlere yüksek standartlar getiren, sıkı denetim ve yaptırımlar öngören yeni bir yönetmeliğin hazırlandığı, yönetmelik yayınlanıncaya kadar da yeni merkez açılmaması konusunda karar alındığını belirtti.
 
Bakanlık, bu konuda çok hassas… Bu tür bakım merkezleri için yeni standartlar getirileceğini ve çok sıkı denetime tabi tutulacaklarını bildirmişler... Bu konuda nasıl sağlıklı bir denetim yapılır bilemiyorum. Keşke olabilse… Ama zor, çok zor… Denetimden ziyade bu kurumlarda çalışanların insani değerlere sahip olması her şeyden daha önemli… Kendi normal çocuğuna bile tahammül gösteremeyen ebeveynler var. “Olur mu? Öyle şey…” demeyin oluyor! Bunun yanında yedi kat yabancı birine şefkatle yaklaşan kişiler olabiliyor. Bakım merkezlerinde çalışanların empati yeteneği yüksek, şefkatli, sabırlı, merhametli, öfke kontrolünü yapabilen ve vicdanlı kimseler olması gerekir. Yoksa bu tür vakalara daha pek çok yerde rastlanır.
Bu konu çok hassas bir konu… Bu konu kanayan bir yara… Engellilerin çoğu derdini anlatacak ve kendisine yapılanı şikayet edecek durumda da değil. Muhtaç haldeler… İnsanlıktan çıkmış davranışlarla karşılaşabiliyorlar… Yani suistimale çok açık bir alan… Böyle olunca da her şey vicdanlara kalıyor. Vicdanlar engelliyse maalesef yapılacak bir şey yok.
Kabul edelim ki engelli, hasta, yaşlı veya bakıma muhtaç kimselere hizmet vermek güçtür. Bunu dikkate almak gerekir. Denetimden ziyade bu tür yerlerde çalışanlar çok özenle seçilmeli… Bu seçme nasıl bir yöntemle olur ve nasıl bir sertifika almaları gerekir bilemem… Ama bu merkezlerde çalışacak personel mutlaka sosyal hizmet uzmanı, psikolog, pedagog, psikiyatr gibi kişilerin bulunduğu bir grup uzman tarafından ve çeşitli mülakatların yapıldığı bir dizi eleme sonucunda seçilmelidir. Seçilebilir mi? Evet seçilebilir… Bu seçim çok önemli…
 
ALİYE YÜCEL

20 Ocak 2013 Pazar

“MEHMET ALİ BİRAND” OLMAK



Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden Mehmet Ali Birand’ın engelli olduğunu pek çok kişinin bilmediğini tahmin ediyorum. Hakkında pek dile getirilmeyen, kendisini sadece televizyonlardan tanıyanların bilmediği bir durum engelli olduğu… Ben de çok geç öğrendim. Ayşe Arman geçtiğimiz ay Mehmet Ali Birand’la yaptığı röportajında merak ettiğim bu konuyu onun ağzından yazmış… Ayşe Arman bu konunun hikayesini Can Dündar’ın Mehmet Ali Birand’ın hayatını yazdığı “Birand - Bir Ömür, Ardına Bakmadan” isimli biyografiden okuyor.  
Öğreniyoruz ki, Mehmet Ali Birand’ın bacağının sakatlığı iki yaşında küçük bir çocukken olmuş… Pek çok engelli birey gibi bunun bedensel ve ruhsal sıkıntılarını çekmiş… Ayşe Arman “Hayatınızdaki dönüm noktalarından biri bacağınızdaki yara.” O kazanın hikayesini bir de sizden dinleyelim.” diyor. Mehmet Ali Birand bacağının nasıl sakatlandığını şöyle anlatıyor:
“Erenköy’de ahşap bir köşk… Kömür sobası iyice ısıtılmış. Üzerinde bakır bir güğüm içinde fokur fokur su kaynıyor. Annem, suyu leğene alıyor, birazdan soğuk suyla ılıştıracak, daha yapmamış sonra abimle beni yıkayacak. Ben de acayip yaramazım, yürümeyi yeni öğrenmişim, arkadan anneme doğru koşup sırtına atlayıveriyorum. Annem, “Amaaan! demeye kalmadan, sol ayağım kaynar suyun içine dalıyor. Annemin çığlıklarıyla benimki birbirine karışıyor. Üzerimde pazen bir pijama var, zor bela çıkarıyorlar. Pijamayla birlikte, bacak derim sıyrılıyor…”
 
Sadece sol bacağı yanıyor ama anlattığından büyük bir hayati tehlike atlattığı anlaşılıyor. Ateşi çıkıyor, bir türlü düşmüyor. Serum veriliyor. Ölümden dönüyor. Sonra da yıllarca sürecek hastane maceralarına başlıyor. Bir yılını hastanede geçiriyor. Hayatını etkileyen beş önemli ameliyat oluyor. Yanlış tedavi ve bacak kemiğinin kendi kendini onaramayışı Birand’ı “aksak” yapıyor.
Ayşe Arman’ın “Kendinize neyi ispat ettiniz?” sorusuna “Benden de bir şey olabilirmiş! O topal, sıradan, vasat ve obez çocuktan…” diye cevap vermesi ne çok şey anlatıyor. Kendine önceki bakışı ile şimdiki bakışı arasındaki fark ve geldiği nokta çok çarpıcı…
Engelli olmasıyla ilgili en vurucu soruyu Ayşe Arman şöyle soruyor: “Sizdeki başarma arzusunun sebebi bu kaza mı?” Mehmet Ali Birand bu soruyu da şöyle cevaplıyor: “Evet muazzam kamçıladı beni! Bacağımın kısalığını kapatabilmenin yolu başarmaktı. Hayatım boyunca bunun için uğraştım. O “Topal” lakabından kurtulmalıydım.” Bunu Mehmet Ali Birand'ın ağzından duymak çok etkileyici… Bazı lakapların engelliyi nasıl incittiğini anlamak hiç de zor değil! Hırsını, azmini, başarma isteğini bacağının durumundan almış… O, topal lakabından kurtulmak için, ona topal denilmesin diye, “Mehmet Ali Birand” olmuş…

ALİYE YÜCEL

13 Ocak 2013 Pazar

BU GOL KIZIM İÇİN…

 

“Brezilyalı ünlü futbolcu Romario kızı için milletvekili oldu.” haberini duyduğumda bir an şaşkınlık yaşadım. Bir baba kızı için neden milletvekili olur ki? Eğer çocuğu engelliyse; bir şeyler yapmanın ve bazı şeyleri değiştirmenin gereğini görürse olur. İşte efsane golcü Romario de Souza Faria da bu yüzden siyasete atılmış ve milletvekili olmuş… Kızı için farklı bir sahada kendini göstermek istemiş!
Ünlü futbolcu Romario, 2005 yılında altıncı çocuğu Ivy’nin Down Sendromlu olarak doğmasından sonra çaresiz kalıyor. Ama çabuk toparlanıyor. Önce Brezilya’dan Amerika’ya transfer oluyor. Kızını daha iyi tedavi ettirmek için… Ama bazen para bile yetmez olur. Para ile elde edilemeyecek şeyler olur. Çünkü bir yerde tıkanır ve “Nasıl bir çare bulabilirim?” noktasından “Neleri nasıl değiştirebilirim?” noktasına gelir. Bunlara bir çare, bir yol bulmak gerekir. Romario böyle yapmış... Politikanın uygun bir yol olabileceğini düşünmüş… Brezilya Sosyalist Partisi’ne girmiş ve 2010 yılında Rio de Janerio milletvekili olarak kongreye seçilmiş… Tüm bunları Down Sendromlu kızı için yapmış…
Bilmeyenler için; Down Sendromu genetik bir farklılıktır. Vücut hücrelerinin 46 yerine fazladan bir kromozoma yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Down Sendromlular farklı bir yüz görünümüne sahiptirler. Hepsi birbirine benzer. Çok sevimlidirler. Down Sendromlu çocuklar yavaş büyürler, yavaş öğrenirler. Zeka sorunları vardır. Problem çözmede ve karar vermede çok zorlanırlar. Özel eğitim ve fizik tedavi görmeleri gerekir. Ancak böylece günlük yaşantılarını sürdürmek için gereken bazı şeyleri öğrenebilirler.  
 
Her engelli gurubunda olduğu gibi Down Sendromlu çocukların da sağlık, bakım, eğitim ve çalışma gibi alanlarda çeşitli sorunları olur. Tüm bunlara çözüm bulmak için Down Sendromlu bireyler ve aileleri büyük mücadele vermeleri gerekir. Bu dünyanın her yerinde böyle olduğu için Romario da kızı Ivy için neler yapabileceğini düşünüyor sonra siyasete atılmanın gerekli ve anlamlı olduğuna karar veriyor.
Futbolcuyken antrenmanlara bile devamda zorluk çeken Romario, Brezilya parlamentosunda hiç devamsızlık yapmamış! Parlamentonun en çalışkan, en açık sözlü milletvekillerinden biri ve engelli haklarının savunucusu olmuş… Pele’den sonra dünyanın en çok gol atan ikinci futbolcusu ve Altın Ayakkabı sahibi Romario kızı için, “Bu bana bir hediye! Ben daha mutlu, daha sabırlı ve daha hoşgörülü bir adam oldum. Kızım bana siyaset için bir amaç sunarak, olgunlaşmama yardım etti” diyor.
Engelli haklarına odaklanan Romario, adını kısmen kızından alan bir yasanın onaylanmasında çok önemli rol oynuyor. Bu yasa ile engellilere özel devlet yardımı sağlanıyor. Bu yasanın çıkması için çalışmalar yaparken milletvekili arkadaşlarının ağırdan almasından dolayı çok zorlanan Romario, yasanın çıktığı gün çok mutlu oluyor. “Şimdiye kadar binin üzerinde gol attım. Ama bugün attığım golü hiçbirine değişmem!” diyor. Farklı sahadaki bu golü kızı ve tüm engelliler için atıyor…
 
ALİYE YÜCEL
 
 

 

6 Ocak 2013 Pazar

AŞK HER DİLDE AYNI…



Uzun zamandır “Başka Dilde Aşk” filmini yazmak istiyordum. Yani, bu yazı biraz geç kalmış bir yazı… Film, engelli duyarlılığı adına yapılan en güzel Türk filmlerinden biri… İşitme engelli bir genç adamla, hiçbir engeli olmayan bir genç kızın hikayesi… Film, konuşmadan anlaşmak mümkün müdür? Sorusunu soruyor ve cevaplıyor.
Filmin konusuna gelince: İşitme engelli Onur, bir kütüphanede çalışmaktadır. Babası, Onur küçükken onu ve annesini terk etmiştir. Onur, bundan kendini sorumlu tutmuş ve konuşmayı öğrendiği halde konuşmamıştır. Galatasaray kürek takımında olan Onur takım arkadaşının nişan partisinde Zeynep’le tanışır. Hiç konuşmadan geçen gecenin sonunda Zeynep Onur’un işitme engelli olduğunu öğrenir. Ancak yine de ondan vazgeçmez... Bir çağrı merkezinde çalışan ve hiç tanımadığı kişilerle devamlı konuşmak zorunda kalan Zeynep, konuşmadan anlaştığı Onur’la çok mutludur…
Filmde Onur’u Mert Fırat canlandırıyor. Nasıl başarılı anlatılmaz, görmek lazım. Oynamamış, yaşamış sanki… Filmi seyredip daha sonra Mert Fırat’ı konuşurken görürseniz bir an şaşkınlığa uğrayabilirsiniz!  Aaa! Bu adam konuşuyormuş diye! Aynı zaman da senaryo da ona ait. Kafasında işitme engelli birinin hikayesi varmış ve bunu filmin yönetmeni İlksen Başarır’a anlatmış senaryo haline getirmişler ve çok güzel bir iş başarmışlar… Mert Fırat, bu senaryoyu yazarken bir arkadaşından etkilenmiş… Zaten rolünü bu kadar güzel oynamasını bir işitme engelliyi tanımasına bağlıyorsunuz. Başka türlü nasıl bu denli gerçekçi olabilir ki… 
Mert Fırat, Saadet Işıl Aksoy ve Lale Mansur bu film için işaret dili öğrenmişler… Mert Fırat’ın dışında başta Zeynep rolündeki Saadet Işıl Aksoy ve Onur’un annesini canlandıran Lale Mansur olmak üzere diğer oyuncular da çok başarılı… Saadet Işıl Aksoy çok doğal… Lale Mansur’a gelince engelli birinin annesi nasıl olursa aynen öyle…
Film, engelliye toplumumuzda nasıl bakıldığının örneklerini ve mahalle baskısını gösteriyor. Zeynep’in arkadaşları “Aslında sağır olmasa yakışıklı çocukmuş…” ve “Annen, baban Onur’un halini öğrenince ne olacak?”, Zeynep’in babası ise “Neyini eksik ettik ki, eksik bir adamla birliktesin?” diyebiliyor! Onur’un annesi Zeynep’in engelli olmadığını öğrenince ilişkilerini onaylamayıp oğluna “Ben seni düşünüyorum, üzülmemen için…” diyor. Onur ise tüm bunlar için annesine “Babam utandığı için… Sen korktuğun için…” diyerek engellilere bakışlardaki yanlışlığı dile getiriyor.
Filmde çok etkileyici sahneler var. Ama birkaç sahne var ki… Sadece bunlar için bile bu film seyredilir. Zeynep ve Onur’un ağladıkları sahne, Onur’un annesiyle tartıştığı sahne,  bir de psikolojik engelli komşularına jest yaptıkları sahne… Öyle sarsıcı ki… Öyle duygu yüklü ki… Etkilenmemek mümkün değil.
Film, romantik komedi ama çok önemli sosyal mesajlar veriyor, hem de insanın gözüne sokmadan ve duygu sömürüsü yapmadan… İşitme engellilerin dünyasını da çok güzel ayrıntılarla (çalar saat işlevini gören sallanan yatak gibi) anlatmış… Filmin alt yazılı olarak yayınlanması ve böylece işitme engellilere de ulaşması çok yerinde… Sonuç olarak hala seyretmemiş olanlar varsa mutlaka seyretmeli…
ALİYE YÜCEL