> Engeloji : 1.08.2012 - 1.09.2012

Translate

26 Ağustos 2012 Pazar

EN BÜYÜK GİTARİST



Yaşamakta olan en büyük gitaristtin hiç görmediğini biliyor muydunuz? Müzik otoriteleri tarafından yaşayan en iyi gitarist olarak kabul edilen Jose Feliciano, görme engelli… Feliciano, 1945 yılında Porto Riko’da görme engelli olarak doğmuş… Ailesi onu küçük yaşta müziğe yönlendirmiş… Çok da iyi yapmış ki böylelikle bir müzik dehası kazanılmış…
Jose, üç yaşında eline müzik aleti almış… Kendi kendine akordeon ve gitar çalmayı öğrenmiş… İnanılması güç ama yedi yaşında beste yapmış… 17 yaşında ailesini geçindirmek için okuldan ayrılıp, çeşitli yerlerde sahne almaya başlamış… Müzik hayatına da gitarla devam etmiş…
Jose Feliciano, “Yaşayan En Büyük Gitarist”, “En İyi Pop Gitaristi”, ”En İyi Caz ve Rock Gitaristi” unvanlarını elinde tutuyor. Ayrıca sekiz Grammy Ödülü, on altı Grammy Adaylığı ve dünya çapında pek çok ödül kazanmış…
Yaklaşık yetmişin üzerinde albüme imza atan şarkıcı ve gitarist olan Jose Feliciano, geçtiğimiz ay Çeşme ve Bodrum’da olmak üzere iki konser verdi. Daha önce de defalarca Türkiye’ye gelen ve ülkemizde sevilen sanatçının konserlerinin çok etkileyici olduğunu anlıyoruz. İzleyenleri büyülüyor ve müzik ziyafeti yaşatıyor. Türk insanını ve müziğini seven Feliciano, bir önceki gelişinde ud satın almış ve çalmasını da öğrenmiş…
 
Farklı parçalarda farklı gitar çalan Jose Feliciano, tam bir konser sanatçısı… Konserine gidip sahne performansını görmeyi isterdim… Olmadı… Merak edip; The Gypsy (Semiramis Pekkan’ın seslendirdiği “Bana Yalan Söylediler” şarkısının orijinali), Rain, Malaguena ve California Dramin şarkılarının videolarını izledim. Besteci ve söz yazarı olan Jose Feliciano’nun çok iyi de bir sesi var. İnsan bir müzik aletini bu kadar güzel mi çalar ve bir şarkıyı bu kadar güzel mi söyler?
Müzisyen ve müzik sever herkesin bu adamı tanıması, en az bir şarkısını dinlemesi gerekiyor sanki... Bir duyu organının kaybının bir başka duyu organını güçlendirdiği bir gerçek! Bu kadar güzel çalabilmek için görmemek mi gerekiyor? Diye düşünüyor insan!
Efsane sanatçı verdiği bir röportajında “Dua ederken de hiç bir şey istemiyorum. Çünkü Tanrı neye ihtiyaç duyduğumu biliyor. Bazı şeyleri bilerek vermedi ve bununla nasıl baş etmemiz gerektiğini bilmemizi istediği için…” diyerek görmese de büyük bir teslimiyetle, kendisiyle barışık ve hayatından memnun olduğunu ortaya koyuyor.
Bu yazıyı yazarken bir taraftan da yine onu dinliyorum… O kadar içten çalıp söylüyor ki bu insana geçiyor… Sesi ve konuşturduğu gitarı insanın içine hoş ve güzel duygular uyandırıyor. Galiba ilham için böyle insanlara ihtiyacımız var… Engelli, engelsiz hepimizin…
 
ALİYE YÜCEL

 

19 Ağustos 2012 Pazar

O VE ZAHİR...


Engellileri konu alırken en büyük yol göstericinin onlara bakışını bilmeden, görmeden olmaz… Peygamberimizin engelliye bakışı tam da olması gereken gibi… Her şeyi mükemmel olan bunu da öyle yapmaz mı? O; acımadan, incitmeden, küçümsemeden, eksikliklerini görerek ama artılarını ön plana çıkaran bir davranış sergilemiş…
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) döneminde engellilerin sayısı fazlaydı. Çünkü o dönemde hastalıklar ve savaşlar sebebiyle el, kol, ayak, bacak ve göz gibi organlarını kaybedenler çoktu. Hz. Muhammed (S.A.V) toplum içinde sosyal statüye sahip olmayan ve aşağılanan engelli sahabelere şefkatle yaklaşmış, sosyal hayata katılmalarını sağlamış, istihdam alanında imkan vermiş ve onları topluma kazandırmıştı.
Hadis-i Şerif’lerde engelli sahabelere ait pek çok örnek görüyoruz. Ancak beni en çok Peygamberimizin Zahir isimli sahabeyle ilişkisi etkiledi! Zahir (R.A) bedensel kusurları olduğu için toplum içine çıkmak istemeyen “Herkes bana bakıyor!” düşüncesiyle tedirgin olan ve bu yüzden çölde yaşamayı seçen bir sahabeydi. Peygamberimiz onun bu psikolojik problemini biliyor ve onunla iletişimini kesmiyordu. Zahir, bu ilgiden çok memnun oluyor ve Peygamberimiz sevgisini kazanmış olmak ona bütün problemlerini unutturuyordu.
Peygamberimiz Zahir’e; çölden bazı bitkileri toplayıp, Medine pazarına getirip beraberce satmayı önermiş ve ayrıca ona bazı siparişler de vermişti. Peygamberimizin bunlara ihtiyacı olmasa da, yaptığı Zahir’i topluma kazandırmak ve ekonomik yönden bağımsız hale getirmek için ne harika bir yaklaşımdı! Pazardaki alışverişlerde Zahir’e yardımcı olan Peygamberimiz “Zahir bizim çölümüzdür (Çölde yaşayanımızı temsil eder). Biz de onun şehriyiz (Şehirde yaşayanını temsil ederiz).” diyerek iltifatlarda bulunmuştu.  
Bir gün Hz. Zahir, en kalabalık olduğu saatte Medine pazarına geldi, tenha bir köşede Hz. Muhammed (S.A.V)’i beklerken; Peygamberimiz ona sessizce arkasından yaklaştı ve Zahir’in gözlerini kapatarak şakalaştı… Zahir önce tanıyamayıp “Bırak beni…” dedi, sonra anlayınca Peygamberimize yaslandı. Peygamberimizin o güne kadar hiç kimseye bu kadar samimi davranmadığını bilen çevredekiler bu ilginç duruma şaşkınlıkla baktılar. Peygamberimiz bunu fırsat bilip; tebessüm ederek yüksek bir sesle çevreye: “Bir kölem var! Satıyorum. Onu benden kim alır?” diyerek şakaya devam etti…
Bunun üzerine Zahir, ömrü boyunca yaşadığı kompleksin etkisiyle Peygamberimizin şakasına hüzünle karışık bir şakayla “Yemin olsun ki Ey Allah’ın Elçisi, beş para etmez, sakat bir köleyi satmaya çalışıyorsun! Onu kim alır?” deyince Peygamberimiz birden şakayı bitirdi! Mizahı gerçeğe dönüştürdü ve bütün ciddiyetiyle etrafını sarmış kalabalığa şöyle seslendi: “Hayır! Ey Zahir! And olsun ki Allah ve Resulü katında senin değerin paha biçilmez! Bunun için biz de seni seviyoruz…”
Peygamberimiz böyle davranıp, böyle diyerek ne güzel manevi ve sosyal bir mesaj vermişti. Zahir’i her yönüyle rehabilite etmenin fırsatını yakalamıştı. Herkesin içinde sıkılarak, çekinerek dolaşan Zahir’e öyle bir terapi uygulamıştı ki; o günden sonra Zahir hiç kimse karşısında en küçük bir sıkıntı hissetmeden, rahat ve özgüvenle yaşadı... Bu olaydan sonra çevredeki herkes engellilerle olan ilişkilerini yeniden gözden geçirerek, onlara nasıl bakmaları gerektiğini anladı!

ALİYE YÜCEL




12 Ağustos 2012 Pazar

OSCAR KOŞUYOR...


“Engelli Atlet yarı finalde…” cümlesini duyduğumda ekrana kilitlendim. Protez bacaklarıyla koşan biri… Bu engelliler olimpiyatı da değildi. Nasıl olur diye çok şaşırdım. Tüm engelliler adına büyük bir gurur duydum. İşte olması gereken bu diye düşündüm.
2012 Londra Olimpiyatları sona erdi. Atletizm Erkekler 400 metre elemelerinde yarışan ilk ampute atlet Oscar Pistorius ise tarih yazdı. Güney Afrikalı engelli atlet 45,44’lük derecesiyle serisinde 2. oldu ve yarı finalde koşmaya hak kazandı. Sonra başarılı olamadı ve madalya alamadı… Ama benim gözümde sanki tüm madalyaları o aldı!
Oscar, 1986 yılında Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde doğdu. Ailesinin sevinci buruktu, çünkü her iki fibula (baldır) kemikleri olmadan dünyaya gelmişti. Bu nedenle 11 aylık iken her iki bacağı kesildi. Oscar küçük yaşta spor yapmaya başladı ve engelleri böyle aştı. Protez bacaklarıyla sutopu, tenis, kriket ve rugby yaptı. Dizindeki problem nedeniyle rugbyyi bıraktı ve atletizme başladı.
Oscar, gerekli yeteneği ve performansı olduğuna inanıyordu. “Yapabileceklerim yapamayacaklarımdan çok daha fazla…” diyerek pistlere koştu. Küçükken nasıl protez bacaklarıyla normal arkadaşlarını geçiyorsa, şimdi de herkesle yarışabilirdi. Öyle de yaptı. Bacaklarındaki karbon fiberden yapılan protezlerle koşuyor, yarışıyor, dereceler yapıyordu.
Oscar Pistorius, adından söz ettirmeyi başardı. Atletizmde ilk başarısını 2004 Atina Paralimpik Oyunları’nda 200 metrede altın, 100 metrede bronz madalya alarak kazandı. Fakat sonra karşısına büyük bir engel çıktı. 2007 yılında Uluslararası Atletizm Federasyonu (IAAF) “Avantaj sağlayan her hangi bir ekipmana sahip bir sporcu olimpiyat oyunlarında yarışamaz” diye bir kural koydu. IAAF, Oscar’ın protezleriyle testler yaptı. Sonucunda bacaklarını kullanan atletlere kıyasla daha az enerji harcadığı ve bunun kendisine avantaj sağladığı kararına varıldı.

Pekin Paralimpik Oyunları’nda 100, 200 ve 400 metrede altın madalya kazanan Oscar’ın 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları hayali ne olacaktı? Oscar vazgeçmedi ve Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi’ne (CAS) başvurdu. Testlerde avantajlar ölçülmüş, dezavantajlar ölçülmemişti. Aslında protezler Oscar’a avantaj sağlamıyordu. Böylece CAS, IAAF’ın yasağını kaldırdı.
2011 yılında Daegu’da yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası’nda ilk kez paralimpik olmayan büyük bir şampiyonada bayrak yarışında gümüş madalya kazanan Oscar, 2012 Londra Olimpiyatları’na iki farklı kategoride koştu. Bu arada Oscar Pistorius’u olimpiyatlara gönderen Güney Afrika’yı çok takdir ve tebrik etmek lazım… Kaç ülke bunu yapardı acaba?
“Bacakları olmayan en hızlı şey” diye bilinen Oscar Pistorius, kurumsallaşmış spor endüstrisinin koyduğu katı normları da kırmış oldu. Çünkü spor örgütleri herkesi sporun içine çekiyor gibi görünürken, bir taraftan da insanlara belli normlara göre roller biçiyor. Bu rollerin dışına çıkmalarını da engelliyor. Örneğin, “normal atletler” normal yarışlarda, “engelli atletler” de paralimpik yarışlarda yarışabilir gibi…
Bacakları olmayan bir insanın olimpiyatlarda yarışması ne müthiş bir olay… 2012 Londra Olimpiyatları denildiğinde akıllara gelen ilk isim olacak… Kendisini stadyumda ve televizyon başında izleyenlere hissettirdikleri kelimelerle anlatılır gibi değil… Belki de bundan sonra farklı engelleri olan sporcuları da izleyebileceğiz olimpiyatlarda… Bunu Oscar’a borçlu olacağız…
“Küçükken annem bana ve kardeşime seslenirken şöyle derdi: Carlos ayakkabılarını giy ve dışarı çık, Oscar sen de protezlerini giy ve çık… Bu yüzden hiç bir zaman bir engelim olduğunu düşünmedim... Hep farklı bir ayakkabılarım olduğunu düşündüm…” diyen Oscar’ın hayatı film olsa Oscar, belki de Oscar’a koşardı…

ALİYE YÜCEL




5 Ağustos 2012 Pazar

HEPSİ İMTİHAN...


Hayat bir imtihan dünyasıdır. Bu dünyada bir imtihandayız. Varlığımızla, yokluğumuzla; eksiğimizle, fazlamızla… Herkes farklı farklı bir imtihan geçiriyor. Bunu böyle algılamamız gerekir… İnancımız bunu gerektirir! Unutmayalım ki; denenmeden ve sınanmadan da bu dünyadan da ayrılamayacağız…

Bazı şeylerden yoksun olmak büyük bir imtihandır. Engelliler de hayatlarında çeşitli zorluklarla karşılaşıp imtihan olurlar… Bedensel engelli farklı, görme engelli farklı diğer engelliler daha farklı bir imtihan geçirir. Kimi günlük hayatta, kimi sosyal hayatta zorlanır. Kimi de hepsinde… Engelli için günlük yaşantı zorlaşır, eğitim zorlaşır, iş ve eş bulmak zorlaşır… Bunların hepsi birer imtihandır…

Engellilerin geçirdiği en büyük imtihanlardan biri de bakışlardaki acıma ve alaydır. Onları her iki bakış türü de incitir. Bu bakışlarla pek çok yerde ve pek çok kez karşılaşırlar. Görme engelliler bu tür bakışları görmedikleri için belki de şanslıdır!

Skolyoz, kambur, cüce, ağır yanıkları ve şekil bozuklukları olanlar da engellidir. Onlar günlük yaşantılarında kendilerini zorlayan büyük bir engelleri olmasa da çevredekilerin kimi acıyan, kimi alay eden bakışları nedeniyle farklı bir imtihan geçirirler.

Engelliler bu imtihanlardan geçerken yakınları ve toplumun diğer fertleri de onlarla imtihan edilirler… Engellinin ailesi ve yakınları (özellikle de zihinsel engellinin) engelliye bakımı ve sabrıyla toplumdaki diğer insanlarda engellilere karşı davranışları ve duyarlılıklarıyla imtihan edilirler. Yani engelliler, yakınları ve toplum için birer imtihan sebebidir.

İnsanlar iyi-kötü, acı-tatlı çeşitli olaylarla karşılaşabilirler… Yaşadığımız hayatın her anının imtihan olduğuna inanınca, zorluklar ve sıkıntılarda sabırla aşılabilir. Gelen her türlü belaya, hastalığa, sakatlığa isyan etmemek ve bu şekilde hayata devam etmek imtihanımız için en büyük kazançtır!

Hiçbir şey boşu boşuna yaratılmış değildir. Yaratılışımızdaki hikmeti anlamamız gerekir. Bunda suçumuz ne diyemeyiz? Dememeliyiz! Bunda bizim artımız nedir? Ne olabilir? Demeliyiz! Bunu anlayıp, isyan etmeden bir hayat sürmek ne güzel bir imtihandır. Allah hepimizi imtihanlardan rahat geçenlerden eylesin…



ALİYE YÜCEL