> Engeloji : 1.03.2015 - 1.04.2015

Translate

29 Mart 2015 Pazar

ÇİZMEYE ENGEL YOK


“Birlikte Daha Güzel” projesi kapsamında daha önce Yazarlık Atölyesi, Birlikte Yarışıyoruz, Birlikte Yemek Yapıyoruz ve Türkiye Yemek Yarışması gibi çeşitli etkinliklere imza atan Bağcılar Belediyesi bu defa da “Türkiye’nin Yeni Çizerleri - Çizer Atölyesi” projesini hayata geçirdi. Projenin sonuna gelindi ve Bağcılar Belediyesi Engelliler Sarayı’nda düzenlenen “Türkiye’nin Yeni Çizerleri” projesinde ödüller dün düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu.

Açılışında Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı bulunduğu ve ilk çizimini kendisinin yaptığı “Türkiye’nin Yeni Çizerleri – Çizer Atölyesi” projesinde sona gelindi. Dereceye giren kursiyerler düzenlenen programda sertifika ve ödüllerini aldı. Katılımın yoğun olduğu ödül programının açılışın konuşmasını Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı, sunuculuğunu ise Özge Uzun yaptı. 

Lokman Çağırıcı, “Birlikte Daha Güzel” projesi kapsamında gerçekleştirdikleri projelerden bahsederek: “Engelli kardeşlerimiz ve yakınları için hizmete sunduğumuz Engelliler Sarayı’nda sosyal ve kültürel projeleri hayata geçiriyoruz. Değişik branşlardaki kurslarımıza katılan kursiyerlerimiz meslek öğreniyor ve iş sahibi oluyor. Türkiye’nin Yeni Çizerleri projemizi de başarıyla tamamladık. Hasan Kaçan ve Salih Memecan gibi usta çizerlerden ders alan başarılı kursiyerlerimize ödüllerini vermekten dolayı ayrı bir mutluluk duyuyorum. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Kursiyerlerimize bundan sonraki hayatlarında da başarılar diliyorum” dedi.


“Türkiye’nin Yeni Çizerleri” projesine görme, işitme, bedensel, zihinsel engelli, engelli yakını ve engeli olmayan çizerlik atölyesine 26 kursiyer katıldı. Atölyede; çizim teknikleri, çizimin gerçekleştirilebilmesi için gerekli olanlar ve uygulamaları anlatıldı. Kursiyerlere ünlü karikatüristler Hasan Kaçan ve Salih Memecan’ın da aralarında bulunduğu usta çizerler tecrübe paylaşımında bulundu.

Sloganı “Resimler Böyle Daha Güzel” olan Türkiye’nin Yeni Çizerleri - Çizer Atölyesi kursiyerleri arasında doğuştan iki kolu olmayan ve ayaklarıyla resim yapan Muhammet Uğur’da vardı. Resim yapmayı çok seven Muhammet, bu kursa katılarak yeteneğini geliştirdi. Yaptığı resimlerle davetlilerin takdirini toplayan ve ilgi odağı olan Muhammet, birinciliği de paylaştı.

Türkiye’nin Yeni Çizerleri, engellilerin yeteneklerinin ortaya çıkması, topluma kazandırılması ve farkındalık oluşturmak adına yapılmış farklı bir sosyal sorumluluk projesi… Çizmeye, resme ve sanata verilen bu destek çok değerli… Başta Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı olmak üzere bu projeye emeği geçen herkese çok teşekkürler… 


ALİYE YÜCEL

22 Mart 2015 Pazar

GAZZELİ ÖĞRETMEN


Reuters Haber Ajansı’nın Gazze’deki engelli öğretmenin fotoğraflarını dünya medyasına sunmasıyla Ahmed Savaferi’yi tanıdık. Ahmed Savaferi, 2008 yılında İsrail’in hava saldırısı sonucu her iki bacağını ve sol kolunu kaybetmiş… Tekerlekli sandalyede hayatını sürdürüyor. 25 yaşındaki Savaferi, öğretmen ve şimdi bir ilkokulda görev yapıyor. Tekerlekli sandalyesinde okula gidiyor ve öğrencilerine ders veriyor. Aynı zamanda da üniversitede eğitimine devam eden Savaferi, haziran ayında İslam çalışmalarıyla ilgili lisans diploması da alacak…

Gazze’deki çatışma ve bombardımanlarda pek çok kişi yaralanıyor. Bunun sonucu bazıları engelli hale geliyor. Bu nedenle Gazze pek çok engelli hikayesi barındırıyor. İşte iki çocuk babası Ahmed Savaferi de bunlardan biri… Reuters Haber Ajansı, onu bulup, bir gününü fotoğraflamış… Foto muhabiri Suayb Salem, çok güzel bir iş çıkarmış… Örnek bir hayatı, bir başarı hikayesini bu fotoğraflar sayesinde bütün dünya da öğrenmiş oldu. Fotoğrafların hepsi birbirinden çarpıcı ve etkileyici… Buraya koymak için seçimde zorlandım.


Bedensel (ortopedik) engellilerin özellikle de tekerlekli sandalye kullananların yaşadığı için en büyük zorluk merdivenler Ahmed Savaferi için de sorun olmuş… Tekerlekli sandalye ile her gün okuluna giden öğretmenin yaşadığı tek problem merdivenler… Üst katlara çıkıp, inebilmek için merdivenlerde öğretmen arkadaşları ya da okul görevlileri ona yardım ediyorlar. Tekerlekli sandalyesiyle birlikte onu çıkarıp, indiriyorlar. Objektiflere yansıyan böyle bir fotoğraf da var.

Gazze denilince akla savaş, çatışma ve karışıklık gibi ortamlar geliyor maalesef… Ancak hayat orada da devam ediyor. Bu yüzden eğitim de gerekli… Tahmin ediyoruz ki Gazze de öğretmen olmak zor, hele de engelli olarak öğretmenlik yapmak çok daha zor. Ama genç öğretmen bunu başarıyor. Objektife yansıyanlara göre Savaferi, öğrencilerini bahçeye çıkararak spor bile yaptırıyor. Her şeye rağmen eğitime, öğretmeye yönelik çabası çok değerli. Ahmed Savaferi engel tanımıyor. Bu yüzden ayrı bir takdiri hak ediyor.

Gazze’den gelen hep kötü haberlerin yanında böyle azim, umut ve başarı hikayesi insana çok iyi geliyor. Öğretmenlik başlı başına bir fedakarlık gerektiren bir meslek, bir de bu şartlarda yapabilmek gerçekten çok daha önemli. İnsan istedikten sonra yapamayacağı, her şartta başaramayacağı şey yok. Bunu bir kez daha görüyoruz. İşte Ahmed Savaferi de öğretmenlik yapıyor. Hem de bal gibi yapıyor…


ALİYE YÜCEL  


15 Mart 2015 Pazar

BASTON YAPAN PADİŞAH


Yürürken dayanmaya yarayan bir araç olan baston; ağaç, metal gibi çeşitli maddelerden yapılır. Baston, tarih boyunca dini, siyasi ve idari alanlarda güç simgesi olmuştur. Çok çeşitli şekilde kullanılmıştır. Ancak esas görevi ve en önemli işlevi çeşitli sebeplerden dolayı yürümede zorluk çekenler ve dengesiz yürüyüşler için yürüme desteğidir.

Baston, Fransızca “Sağlamlaşmış Mevki” anlamına gelen “Bastion” kelimesinden gelmiştir. Önceden aksesuar olarak çok yaygın olarak kullanılan baston; engelliler, yaşlılar ve kırık, burkulma gibi sebeplerle geçici olarak engelli olanlar için çok gerekli bir araçtır. Aksesuar olarak ise daha çok erkekler tarafından kullanılmıştır. Kadınlar ise ancak gerektiği zamanlarda kullanmışlardır.

Asıl anlatmak istediğim konuya gelince... Biliyoruz ki her Osmanlı padişahının farklı farklı hobileri varmış. Padişah Sultan 2. Abdülhamit Han da marangozluğa meraklıymış ve usta bir marangozmuş. Yıldız Sarayı’nda bir marangoz atölyesi varmış. Devlet işlerinden yorulduğunda dinlenmek için bu atölyeye gelir, iş tulumunu giyer ve atölyesinde saatlerce çalışırmış. Çeşitli ahşap eşyalar yaparmış. Bu yaptıklarının her biri de sanat eseri sayılacak nitelikteymiş…

1897 Osmanlı – Yunan Savaşı zaferle sonuçlanmış. Sultan 2. Abdülhamit büyük sevinç içindeymiş. Savaşta yaralanan gazilerin hepsini İstanbul’a getirtmiş. Bu gaziler Gümüşsuyu Hastanesi ve yeni yaptırdığı Şişli Etfal Hastanesi’ne yatırılmış. Padişah, yaralıların durumlarını öğrenmek için her gün bu hastanelere görevliler gönderiyormuş. Görevliler her gazinin durumunu padişaha bildiriyormuş...


2. Abdülhamit, bir gün bir şeylerle uğraşıp, dinlenmek için marangoz atölyesine gitmiş. Kapıda onu marangoz Mehmet Usta karşılamış. Sultan 2. Abdülhamit ustaya:
“Hadi bakalım Mehmet Usta! 150 tane baston ağacı kes…” demiş.
Mehmet Usta şaşırmış ve bunun üzerine sormuş:
“Ferman padişahımızındır. Lakin merakımı mazur görün efendim, bu kadar baston ağacı ne olacak?”
Padişah ustanın bu sorusu üzerine:
“Mehmet Usta, araştırdım. Gazilerimizin 150 kadarının bacaklarından yaralı olduğunu öğrendim. Bunlar iyi olsalar da yürümek için bir asaya (baston) muhtaç kalacaklar. Hepsine birer baston yapacağım ve hastaneden çıkıp memleketlerine gidecekleri zaman kendilerine hediye edeceğim…”
Mehmet Usta, 2. Abdülhamit’in bu ulvi düşüncesine ve insan sevgisine hayran kalarak hemen işe koyulur ve kısa zamanda bastonları yaparlar. Bitirilen bastonlar gazilere ulaştırılır.

Bu hikayeyi okuduğumda Sultan 2. Abdülhamit’in bu duyarlılığından çok etkilenmiştim. O konumda gazileri düşünmesi ve bastonları bizzat kendinin yapması insanı düşündürüyor. Baston, kol değneği gibi nesnelerin engelli biri için önemini anlatmaya gerek var mı bilmiyorum? Yürüme engelli biri için baston çok değerlidir. Buna muhtaç olmayan kişiler tam olarak anlayamasa da, biraz empati yapmak yeterli olur. Bir de gazileri düşünelim; en çok ihtiyaç duydukları bu nesne bir de padişahları tarafından yapılıp, hediye edilirse değerine paha biçilebilir mi?

Kaynak: Türkiye Gazetesi - Vehbi Tülek (24.3.2004)

ALİYE YÜCEL

8 Mart 2015 Pazar

EUROVİSİON ADAYI ENGELLİ GRUP


Eurovision Şarkı Yarışması, çok ilgi çeken ve adından çok söz ettiren bir etkinlik… Her yıl katılanlar arasında dikkat çekici adaylar oluyor. Bu yıl yapılacak yarışmada da en dikkat çekici adaylardan biri Finlandiya’nın göndereceği aday olacak. Kısa adı PKN olan Pertti Kurikan Nimipaivat adlı punk grubunun üyeleri engelli. Dört kişilik grup, down sendromlu ve otizmli sanatçılardan oluşuyor.

PKN yarışmaya Fince bir parça ile katılıyor. Aina Mun Pitaa (Ne zaman Zorunda Kalsam) isimli şarkı; günlük hayattaki sağlık, beslenme ve temizlik gibi zorunlulukların sıkıcılığından bahsediyor. Parçanın süresi oldukça kısa. 1 dakika 25 saniye (01:25) ve bu nedenle Eurovision Şarkı Yarışması tarihinin şimdiye kadar katılan en kısa şarkısı.

Altı yıldır birlikte müzik yapan PKN, 2009 yılında bir yardım kuruluşunun atölye çalışması sırasında kurulmuş. Grup, 2012 yapımı The Punk Syndrome (Punk Sendromu) isimli belgesele konu olmuş. Öğrenme güçlüğü yaşayanlara yönelik farkındalığı arttırmayı amaçlayan PKN dünyanın da gündeminde. Engelleri aşmanın en güzel örneğini veren grubu, bahis şirketleri de güçlü bir aday olarak görüyor.


Grup; Sami Helle (Bas), Kari Aalto (Solist), Pertii Kurikka (Gitar) ve Toni Valitalo’dan (Vurmalı) oluşuyor. Pertti Kurikan Nimipaivat, Eurovision Şarkı Yarışması’na down sendromu ve otizme geniş çapta dikkat çekmek için katılıyor. Böylece, down sendromu ve otizm konusunda bir farkındalık oluşturmak ve toplumu bilinçlendiren projelere daha çok destek olunmasını sağlamak istiyorlar. 
   
Grubun solisti Kari Aalto, “Engelliler daha cesur olmalı” diyor. Grubun basçısı Sami Helle; yaptıkları sahne çalışmalarıyla, toplumda down sendromlu ve otizmli kişilere bakışı değiştirdiklerini, söylüyor. Helle “Biz diğerlerinden çok da farklı insanlar değiliz, sadece zihinsel engelleri olan kişileri olan normal kişileriz” diyor. En önemlisi de, yarışmada kendilerine acıdıkları için oy verilmesini asla istemiyorlar.

Eurovision bu yıl 19-21 tarihleri arasında Avusturya’nın başkenti Viana’da yapılacak. Ülkemiz daha önce katıldığı halde son iki yıldır oylama ve kura sistemini uygun görmediği katılmıyordu. Bu yıl da katılmıyoruz. Finlandiya, Eurovision’u bir kez kazanmış… PKN kazanır mı? Ne kadar oy alır bilinmez. Ancak isimlerini duyurdukları ve farkındalık sağladıkları ortada… Öyle ya hiçbir ülkenin adayı bilmezken Finlandiya’nın yarışmacılarını tanımış olduk. Bu arada unutmayalım, Finlandiya da bu gruba destek verdiği için ayrı bir takdiri hak ediyor.

ALİYE YÜCEL

1 Mart 2015 Pazar

GERİ NEYİ KALIR Kİ?


Tarkan’ın Filli Boya reklam filmini izlemeyen ve beğenmeyen kaldı mı bilmem? Filli Boya, bu reklamın farklı versiyonlarını 2012 ve 2013 yıllarında da yapmıştı. Ünlü besteci ve piyanist Fahir Atakoğlu piyanonun başındaydı. Kendisine eşlik eden ünlülere bu sloganı söyletiyordu. Şimdi yine Fahir Atakoğlu piyanonun başında ve bu kez Tarkan söylüyor. Çok da güzel söylüyor. İki farklı versiyonu yapılmış.  Alaturka ve pop… Her ikisi de birbirinden güzel… “Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?”

Daha önceki versiyonlarında da melodi çok hoş gelmişti. Ama sloganı beni rahatsız etmişti ve yazma gereği duymuştum. Sonra reklam filmi bir süre sonra yayınlanmayınca, tepki aldı bu nedeniyle diye düşünmüştüm. Ama demek ki öyle değilmiş… Belki tekrar bir yazı gibi olacak ama madem onlar tekrar etti. Üstelik çok daha etkili bir biçimde… Ben de tekrar yazacağım.

Şimdi slogana dikkat edelim! “Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?” Gerçekten; renk giderse hayattan geriye bir şey kalmaz mı? Hayat sadece renk midir? Hayatı böyle görmek anlamsız… Görme engelliler için renk kavramı olmadığına göre; onlar için geriye hiç bir şey kalmıyor, diye mi düşüneceğiz? Biraz empati yapmak gerekiyor. Görme engelli biri olsanız, bu sloganı duyunca ne hissederdiniz? İşte bu açıdan bakınca oldukça talihsiz bir slogan…


Renk, bir boya reklamı için en önemli unsur. Bunu vurgulamak istediklerini anlıyoruz. Boya için renk, tamam. Ama hayat için bu asla söylenemez. Bunu vurgularken bir kesimi, görme engellileri hiç düşünmemişler. Eminim ki pek çok görme engelli bunu duyunca, komik bulmuş ve saçma olduğunu düşünmüştür. Hiç birinin bu sloganı duyduğunda “Eyvah! Renk olmayınca geriye bir şey kalmıyormuş! Şimdi ne yapacağım?” dediğini sanmıyorum. Ancak sonuç ne olursa olsun. Bir reklam filmi hazırlanıyor ve görme engelliler hiç dikkate alınmıyor.

Görme engelliler hayatta yokmuş gibi ya da görme engellilerin hayatı yokmuş gibi davranmak büyük bir yanılgı. “Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?” dediklerine ve böyle bir reklam filmi hazırladıklarına göre, görme engellilerin hayatının renksiz olduğunu da düşünüyorlar demek ki... Oysaki hayatı ve renkleri görmeden yaşayanlar var. Renkler olmasa bile görme engellilerin hayatları öyle renkli ki… Renk olmasa da hayat var ve hayat onlar için devam ediyor. Onlar; görmediği halde kitap yazıyor, beste yapıyor, hatta hatta resim yapıyor.

“Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?” Ne mi kalır? Ses kalır, koku kalır, his kalır… Daha pek çok şey kalır. Yani vurgulanmak istenildiği gibi renkler olmadan hayat bir şey ifade etmez, geriye hiç bir şey kalmaz demek doğru değil. Bahsettiğim reklam filmi de; bol ışıklı, ışıltılı ve çok renkli falan ama sonunda pek çok kişiyi de, beni de etkileyen melodisi ve Tarkan’ın sesi oldu. Demek ki hayatta rengin önüne geçen şeyler var… Ve hayat, renkler olmadan da sürüyor!

Bu konudaki bir diğer yazım:
Hayattan Rengi Alın
http://aliyeyucel.blogspot.com.tr/2012/04/hayattan-rengi-alin.html

ALİYE YÜCEL