> Engeloji

Translate

15 Kasım 2015 Pazar

DADA VE CODA!


Okan Bayülgen'in programının başlayacağını okuduğumda hiç tereddüt etmeden yine işitme engelliler için bir tercüman olacağını düşündüm. Ve yanılmadım. Dada, geçtiğimiz hafta başladı. Yeni başlayan programda da ekranın sağ alt köşesinde işaret dili tercümanı bulunuyor. Program sırasında tüm konuşmalar işaret dili bilen bir tercüman tarafından işitme engelliler için anında çevriliyor. Programın işaret dili tercümanı ise Neslihan Kurt.

Neslihan Kurt, bir koda (Coda)! Coda; İngilizce "Children Of Deaf Adults"ın kısaltılmışı... Anne ve babası işitme engelli olup, kendisi işitme engelli olmayan çocuklara böyle deniyor. Onların iki dili oluyor. İşitme engelli olmadıkları için normal dillerini konuşurken diğer taraftan ebeveynleriyle de işaret dili ile konuşuyorlar. Neslihan Kurt da küçük yaştan beri işaret dilini kullanıyor. O nedenle de bu kadar başarılı...

Neslihan Kurt, çevirileri yaparken öyle içten ve samimi ki yaptığı işi ne kadar çok sevdiğini anlıyoruz. Sular seller gibi konuşuyor! Bıkmadan usanmadan çeviriyor. Mimiklerini çok güzel kullanıyor. Devamlı gülümsüyor. Pozitif enerji saçıyor. Herkesin sempatisini kazandığını tahmin ediyorum. İşaret diline ihtiyaç duymayanları bile kendine baktırıyor. Eminim, onu seyredenlerin bir çoğunda işaret dilini öğrenmek isteği doğuyordur. Sayesinde işaret dili öğrenenler olmuştur.


Okan Bayülgen'in programları entelektüel düzeyi yüksek programlar... Farklı konu ve konuklar oluyor. Bu nedenle Neslihan Kurt'un işi oldukça zor. İnsan seyrederken bazı kelimeleri duyunca bunu nasıl çevirebildi, nasıl anlatabildi diye düşünmeden edemiyor. Özellikle de soyut ve felsefi kavramları... Ama o her şeyi anlatmanın bir yolunu buluyor. Nasıl da dikkatli... Bir cümle bile atlamıyor. Okan Bayülgen'in ve konuklarının her söylediğini işaret diliyle anlatabiliyor. Hatta şarkı sözlerini bile çeviriyor.

Okan Bayülgen'in yaptığı programlarda işaret dili bilen tercüman bulundurması çok önemli... Onun bu duyarlılığı çok değerli... İşitme engellileri düşünen tek programcı olduğunu söylersek yanlış olmaz sanırım. Programlarında zaman zaman engelli sorunlarını da ele alan Bayülgen, bu alandaki eksikliği iyi ki görmüş. İyi ki programlarında işitme engellilere de seslenmek için bir tercüman bulunduruyor. Böylece işitme engelliler farklı konularda bilgi sahibi oluyorlar, kültürleri artıyor ve gelişiyorlar.

Televizyon hayatımızda önemli bir yere sahip. Ancak işitme engeliyseniz bundan mahrum kalıyorsunuz. İşitme engellilerin sayısı oldukça fazla... Ancak işitme engellilerin izleyebileceği program sayısı yok denecek kadar az. Televizyon ile onlar arasında büyük bir engel var. Maalesef onlar bu kadar önemli bir iletişim aracından mahrum kalıyorlar. Belki her program için bir işaret dili tercümanı bulundurmak zor olabilir. Ancak hiç olmazsa her kanal işitme engelliler için bir kaç program yapmalı... Ekranlarda daha çok işaret dili  tercümanı görmek dileğiyle...

ALİYE YÜCEL

8 Kasım 2015 Pazar

KOLTUK DEĞNEKLİ DAĞCI


Bu yıl Cumhuriyetimizin 92. yıldönümünü kutladık. Bu nedenle Türkiye genelinde çok çeşitli etkinlikler yapıldı. Bursa Valiliği'nin de 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle farklı bir etkinliği vardı. Uludağ Dağcılık Kulübü, Uludağ'ın zirvesine bir tırmanış düzenledi. 40 dağcı tam 13 saat süren bir zirve yürüyüşü gerçekleştirdi. Dağcılar karlarla kaplı zirveye çıkınca Türk Bayrağı'nı açtılar ve İstiklal Marşı'mızı okudular. Bu dağcılar arasında farklı bir dağcı vardı. O da koltuk değneğiyle dağa tırmanan Mustafa Kılıçarslan.

54 yaşındaki Mustafa Kılıçarslan, 4 aylık iken çocuk felci geçirmiş ve sağ bacağı felçli... Bacağı felçli olduğu için dağlara koltuk değneklerinin yardımıyla çıkıyor. Kılıçarslan, Kayseri'de yaşıyor. Sporla, özellikle de doğa sporlarıyla ilgilenen Kılıçarslan'ın asıl mesleği avukatlık. Engelli dağcı, önceleri doğa yürüyüşleri yapmaya başlamış, bu yürüyüşler ona iyi gelmiş. Kendini iyi hissedince yürümeye devam etmiş, yürümek ona yetmeyince de dağlara çıkmaya başlamış...

Mustafa Kılıçarslan'ın Uludağ'ın zirvesine ilk çıkışı... Ancak başta Ağrı Dağı (2 defa) ve Erciyes Dağı (13 defa) olmak üzere Aladağlar, Bolkarlar, Hasan Dağı, Antalya Bey Dağları gibi otuza yakın dağa tırmanmış... Normal hayatında koltuk değneklerine çok fazla ihtiyaç duymasa da uzun mesafelerde ve dağlara çıkmak için koltuk değneği kullanıyor. Dağlara tırmanmak için koltuk değneklerini kromdan özel olarak yaptırıyormuş... Kılıçarslan, dağcılığın yanı sıra maraton koşularına da katılıyor. Yıllarca sigara içen Kılıçarslan, doğa yürüyüşlerine başladıktan sonra sigarayı da bırakmış...


Bir tırmanışından sonra verdiği röportajda bu konuda "Sonra gördüm ki benim engelim sigara bağımlılığıymış... Engelim sakat bacağımda değil, sigaradaymış. Bu nedenle sigara içenleri biraz engelli gibi görüyorum. Çünkü sigara içenler dağlara çıkamıyorlar. Ama ben çıkabiliyorum..." diyor. Ve şöyle devam ediyor: "Her şeyden önce sağlıklı olmak için dağlara tırmanıyorum. Tırmandıkça kendimi daha güçlü hissediyorum. Günlük hayatta da daha rahat hareket ediyorum. Beni engelli bacağımla ve koltuk değnekle dağlara tırmandığımı görenler özeniyor..."

Bir hastalığı olmadığı sürece ömrü yettiği kadar doğa yürüyüşlerine ve dağ tırmanışlarına devam edeceğini belirten Mustafa Kılıçarslan, yaptıklarıyla örnek olmuş, pek çok kişinin de sigarayı bırakmasına ve sağlıklı yaşam yürüyüşüne başlamasına da sebep olmuş... Engelli dağcı yaptıkları ve söyledikleriyle çok güzel mesajlar veriyor. Bize azmin önemini gösteriyor. Onun başarısıyla bir kez daha görüyoruz ki insan bir şeyi çok isterse engeller kalkıyor.

Felçli olarak yürümek hatta bazen bir basamak bile çıkmak oldukça zordur bunu biliyoruz. Bunda bile zorlanan bir kişi için bir dağa tırmanmak, hem de dağın zirvesine çıkmak gerçekten büyük bir başarı değil de nedir? Dağcılık en zor sporlardan biridir. Bacakları sağlam olan kimseler için bile dağa tırmanmak zor bir sporken, onun koltuk değneği ile dağa tırmanması engelli, engelsiz herkese bir ibret olmalı...


ALİYE YÜCEL

1 Kasım 2015 Pazar

SEÇİM VE BİZ


İşte bir seçim daha... Dilerim ülkemiz açısından hayırlı olur. Yeni milletvekillerimiz belli olacak. Hangi parti kaç millet vekili çıkaracak henüz net değil. Ama yine çok istediğim bir şey var. Engelli milletvekillerinin meclise girebilmesi.. Belki pek çok kişi; hangi parti önde, hangi parti kaç milletvekili çıkaracak ve sonuç ne olacak diye merak ediyor. Bütün bunları ben de merak ediyorum. Ancak ben bütün bunların yanı sıra kaç engelli milletvekilinin de meclise gireceğini merak ediyorum.

Engelli sorunları ve çözümü açısından her partiye eşit mesafede olmak durumundayım. Hangi partiden olursa olsun engelliyi temsil edecek birilerinin mecliste olması gerektiğine inanıyorum. Maalesef meclisteki engellilerin sayısı oran olarak çok az... 9 milyon engelliyi temsil etmek için bir elin parmakları kadar bile olmayan milletvekili sayısı olur mu? Bu hiç iyi bir gösterge değil. Üstelik bu seçimlerde de engelli aday sayısı yine çok az...

Mecliste daha önceki dönemlerde engellileri temsil eden engelli milletvekilleri vardı. En çok tanınanları, ilk engelli milletvekili olan AK Parti Milletvekili Lokman Ayva ve CHP Milletvekili Şafak Pavey gibi...  Biri görme engellileri, diğeri ise bedensel engellileri temsil ediyordu. Bundan başka de engelli vekillerimiz oldu. 7 Haziran seçimlerinde ise iki engelli milletvekili seçildi. AK Parti'den Bennur Karaburun ve CHP'den Şafak Pavey. Yani sayı hep azdı. Maalesef bu kez de yine bu sayı çok olmayacak gibi görünüyor.


Son yıllarda engellilerle ilgili önemli çalışmalar yapıldı. 2005 yılında Engelliler Yasası çıkarıldı. 2010 yılında da engellilere çeşitli haklar verildi. Ama bunlar yeterli değil... Pek çok eksik nokta ve yapılması gereken çok şey var. Yeni dönemde bunların değişmesi, tamamlanmasını gerekiyor. Partilerin tüzüğünde engelliler için planlanan neler var acaba? Tam olarak bilemiyoruz. Ama yapılacak çalışmalar engelliler açısından büyük önem taşıyor.

Engellilerin sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda hayata katılmalarını sağlayacak önlemler almalı, bu yönde çalışmalar yapmalı. Ülkemize engellilerin yaşam kalitesini yükseltmek için çalışmalar yapan milletvekilleri gerekli. Gönül ister ki her engelli grubunu temsil edecek milletvekilleri olsun. Görme, işitme, bedensel engelli ve zihinsel engelli yakını gibi... Üstelik bu sayı bir veya birkaç milletvekili ile sınırlı olmamalı. Sayıları çok daha fazla olmalı...

Bilinen bir gerçek var ki sorunların büyük bir bölümünün çözümü siyasetten geçiyor. Engelli sorunlarının çözümü için engeli olmayan birinin başarılı olacağına inanamıyorum. İşte bu yüzden engelliler siyasette ve Türkiye Büyük Millet Meclisi sıralarında daha çok yer almalı... Engelli olmasa bile bu konuda  çok duyarlı ve farkındalığa sahip milletvekilleri yok mudur? Tabii ki vardır. Ancak engelli birinin sorununu ancak engelli biri anlayabilir, bilebilir. Bu nedenle çözümünü de en iyi o sunar. Yani, bu noktada empati yeterli olmayabilir. Damdan düşmek gerekir!

ALİYE YÜCEL

25 Ekim 2015 Pazar

TUUBA İLE EMİN


Blogu açtığımdan beri "Mutlaka yazmalıyım..." dediğim ama bir türlü yazamadığım bir film var. Geçenlerde, "Sinema Tarihinin Hiçbir Zaman Unutulmayacak Efsanevi Sahneleri" arasında bu filmin de adını görünce yazmak istedim. Vizontele Tuuba'dan bahsedeceğim. Vizontele ve Vizontele Tuuba filmlerini seyretmeyen kalmamıştır. Her iki filmde yerli sinemamız adına çok başarılı filmlerdi.  Ancak Vizontele Tuuba'nın çok önemli bir misyonu daha vardı. Film, belki de engelli karakterin olumlu sunulduğu ilk yerli filmlerden biridir.

Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı, yönettiği ve oynadığı filmin diğer başrollerinde; Tuba Ünsal, Demet Akbağ, Tarık Akan ve Altan Erkekli oynuyordu. Hatırlatmak için, Vizontele filminin devam filmi olan Vizontele Tuuba'nın konusu ise kısaca şöyle: 1980'li yıllarda bir öğretmen (Tarık Akan) Güneydoğu'da kütüphanesi bile olmayan bir kasabaya Kütüphane Müdürü olarak tayin edilir. Gelen aile ile kasabalıların hayatları renklenir. Öğretmenin engelli kızı Tuuba ile köyün ilginç karakteri Deli Emin çok iyi anlaşırlar ve birbirlerini severler...

Tuuba karakteri; filmde acınacak, zavallı, alay edilen ve dışlanan bir karakter değildi. Bu yüzden seyrettiğimde çok etkilenmiştim. Tuuba, bir trafik kazası sonucu engelli hale gelmiş... Engelli ve tekerlekli sandalyede olmasına rağmen durumunu (pek çok engelli gibi) kabullenmiş durumdaydı. Bize de "Madem bu durumdayım. Öyleyse böyle yaşamak zorundayım..." mesajını veriyordu. İşte bu çok önemli... Kim bilir? Belki de Yılmaz Erdoğan, böyle bir kız tanımıştır. Engelli olmasına rağmen ağlatmayan ve tebessüm ettiren...


Evet Tuuba'nın içinde bulunduğu psikolojik durumu çok önemli... Ama bence filmle ilgili daha önemli bir olgu var. Bu da Deli Emin karakterinin Tuuba'ya olan yaklaşımı... Emin, lakabı Deli olmasına rağmen pek çok aklı başında insandan çok doğal ve normal davranıyor. Tuuba'yı görünce ona engeliyle ilgili farklı bir yaklaşımda bulunmuyor. Ne negatif ne de pozitif... Her engellinin isteyeceği gibi, doğru bir yaklaşım sergiliyor. Engelini hiç önemsemeden ondan bir şeyler yapmasını isteyebiliyor.

Deli Emin ise gerçekte ve bazı filmlerde gördüğümüz psikolojik yada zihinsel engelli olduğu için "Köyün Delisi" adı verilen bir karakter... Deli Emin, Vizontele filmlerinin en önemli ve başrol  karakteri... Aslında farklı fikirleri ve hazırcevaplığı ile belki de bir dahi... Ona karşı acıma, alay, küçümseme gibi olumsuz duygular taşımak imkansız. Güzel yüreği, iyimserliği ve insan verdiği değerle çok özel bir karakter... Belki Emin de ayrı bir yazı konusu...

Son yıllarda sinemamızda engelli karakterlerin başrol oynadığı ve olumlu sunulduğu filmlere rastlıyoruz. Başka Dilde Aşk, Benim Dünyam, Tamam mıyız?, Sadece Sen ve Mucize gibi... Ama Vizontele Tuuba 2003 yapımı bir film. O yıllarda böyle bir engelli filmi görmek çok etkileyiciydi. Filmin siyasi, sosyal pek çok mesaj verdiği biliyoruz. Ancak engelliye bakışı, ona yaklaşımı açısından da ayrı ve önemli bir mesaj daha veriyor. O da engelinin takınması gereken ruh hali ve engelliye yaklaşım şeklimiz...  


ALİYE YÜCEL

18 Ekim 2015 Pazar

2. SAYI ÇIKTI!


Türkiye’nin ilk engelli ve engelsiz birlikte yaşama kültürü dergisi Birlikte Daha Güzel'in 2. sayısı çıktı! Dergi, engellilerle birlikte yaşama kültürünü yaygınlaştırmak amacıyla Bağcılar Belediyesi koordinatörlüğünde; bakanlıklar, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör işbirliğiyle yürütülen “Birlikte Daha Güzel Kampanyası” kapsamında çıkıyor. 3 ayda bir çıkan derginin kadrosu “Türkiye’nin Yeni Yazarları” isimli Yazarlık Atölyesi’ne katılan ve mezun olan kursiyerlerden meydana geliyor.

Derginin bu sayısında; Dr. Sare Davutoğlu yazısı, Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı’nın takdim yazısı, ilk çizimini Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı'nın yaptığı Türkiye'nin Yeni Çizerleri haberi, Türkiye’nin Yeni Yazarları projesinin kursiyerlerinden Talha Yıldız'ın yazdığı "Paşalar Divanı" kitabının tanıtımı, Engelsiz Türkiye Ödülleri haberi, Yönetmen Hakan Yonat ile yapılan röportaj, Türkiye Yemek Yarışması ve Altın Tencere Ödülleri haberleri, Engelsiz Teknolojiler, Oku-yorum, Doğal ve Sağlıklı Hayat ve Bilgi Kutusu gibi birbirinden farklı içerikler yer alıyor.

Büyük ilgi gören ilk sayının sunuş yazısı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılmıştı. 2. sayının konuğu ise Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun eşi Dr. Sare Davutoğlu oldu. Davutoğlu, "Her türlü engeli aşabilmemizin sırrı birlikteliğimizdir" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Dr. Sare Davutoğlu yazısında, engelli insanların elinden tutmanın kendisi için önemini belirtiyor. Yazısında ayrıca engelliler için hayata geçirilen çeşitli projelerden de bahsediyor.


Bağcılar Belediye Başkanı Lokman Çağırıcı dergideki yazısında "Birlikte daha kolay başarıyoruz... Hep söylüyoruz. Bizim engellilere bakış açımız, yardım etmekten çok kendi ayakları üzerinde durmalarına katkı sağlamaktır..." diyerek engelliler için yaptıkları Engelliler Sarayı ve diğer tesisler sayesinde engellilerin hayata tutunmakla kalmayıp, meslek sahibi olduklarını, sosyal ve ekonomik açıdan güçlendiklerini belirtiyor.
 
Birlikte Daha Güzel dergisi;  yazılı ve görsel baskı, görme engelliler için Braille (Kabartma Yazı) baskı, web için flash animasyonlu format, indirilebilir PDF formatı, görme engelliler için ekran okuyucu uyumlu metin formatı olmak üzere 5 ayrı versiyonda hazırlanıyor. Dergiyi almak isteyenler; birliktedahaguzel.org web sitesinden, Bağcılar Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü ve Bağcılar Engelliler Sarayı’ndan temin edebilir. 

İnsanın emeğinin bulunduğu bir şeyi eline alması çok güzel... Bu derginin projesinin içinde olmaktan ve dergiye yazı yazmaktan dolayı mutluyum. Derginin 3. sayısının çalışmaları da bitmek üzere... Ben de yeni yazımı gönderdim. Birlikte Daha Güzel dergisinin engelli ve engelsiz herkesin birlikte yaşama kültürüne büyük katkılar sağladığına ve sağlayacağına inanıyorum. Dergimize emeği geçen herkese teşekkür eder, yayın hayatının uzun yıllar sürmesini dilerim...

ALİYE YÜCEL

11 Ekim 2015 Pazar

KİTABIM 1 YAŞINDA...


Geçen hafta blogumun 4. yaş günüydü. Ne ilginç ki dün de kitabım Engeloji'nin yaş günüydü. Kitabım 1 yaşında... Engeloji, 10 Ekim 2014 günü satışa çıkmıştı. Güzel bir duyguydu. Sağlık problemlerim yüzünden bu sevincime gölge düşse de "Bunda da bir hayır vardır" diye düşünmüştüm. İstediğim tanıtımın olmadığına inanıyorum. Bu kesin...  Ama yine de medyada yer aldı. Hem de övgü ile bahsedildi. Okuyan herkes beğendiğini iletti. Bu da beni çok mutlu etti. Bir yazar ne ister ki? Anlaşılmak, beğenilmek...

Engeloji'den bahsedenleri daha önce blogumda yazmıştım. Milliyet Gazetesi Ali Eyüboğlu, ATV Müge Anlı, Fox TV İsmail Küçükkaya (Çalar Saat), 24 TV Murat Çiçek (Günün Manşeti), Akşam Pazar Eki, Yeni Akit Gazetesi, Yazar Ümit Şimsek, Kadınlar Arası, Hürriyet Sosyal Ayşe Baykal, Türkiye Gazetesi, Posta Gazetesi, Millet Gazetesi, Fikir Haber, Fatih Gazetesi, Küçük Kırmızı Pabuçlar, Engelliler.web, Olumlu Haber, Varide, Yaşadıkça, Özürlüler Gazetesi, Dünya Bizim, Milliyet Blog, Duyabilirsin, Engelsiz Dostlar, Ne Okuyabilirim gibi bir çok medyada yer almıştı. Bunlar bulabildiklerim, rast geldiklerimdi.


Bu arada Instagram, Facebook ve Twitter’da da çok güzel paylaşımlar yer aldı. Okuyanlar görüşlerini yazdı. Kitabım olduğu için diye söylemiyorum. Engeloji, nesne olarak da güzel oldu. Kapak tasarımı da çok beğenildi. İlk gördüğümde benim içime sinmişti. Herkes tarafından da çok beğenildi. Tanıdığım, tanımadığım pek çok kişi tarafından fotoğrafları çekildi. Sosyal medyada yayınlandı. Öyle güzel ve ilginç fotoğraflar vardı ki... Görülmeye değerdi. Çok beğendim ve mutlu oldum. Bazılarını da bloguma koydum.

Kitabın hazırlık sürecinde isminin böyle etkili olacağını düşünmemiştim. Adı ilk bulduğumda arama motorunda sorgulayınca, arama motoru yakın bir kelime yazıp "Yine de girdiğiniz şu sorguyu mu aramak istiyorsunuz?" yazdı. Benim de istediğim buydu! Hiç kullanılmamıştı, farklıydı ve anlamlıydı. Bulduğum an "İşte bu..." demiştim. Engelli ve engelliyi doğru anlamak bir bilimdi!  Engeloji de bunu anlatıyordu. Zamanla da Engeloji ismini daha çok benimsedim ve sevdim.

Bu arada alıp okuyanların kitap hakkındaki düşüncesi "Başladım, hiç sıkılmadan okudum...", "Elime aldım okumaya başladım, bırakmak istemedim...", "Engelliyi tanımıyormuşuz okuyunca anladım...", "İkincisi ne zaman gelecek?", "Yenisini bekliyoruz...", "Engeloji 2 ne zaman çıkacak?" oluyor. Bu sözler de beni mutlu ediyor. Engeloji’yi okuyan, bahseden herkese söyledikleri övgü dolu çok sözler için çok teşekkür ediyorum. Engeloji 2 de gelebilir belki...
                                                                                               


ALİYE YÜCEL

4 Ekim 2015 Pazar

BLOGUM 4 YAŞINDA...


Bugün 4 Ekim. Blogum, bugün tam 4 yaşında... Bu nedenle bu konuda yazmak istedim. Blogumu 4 Ekim 2011 günü Engelsiz e-Ticaret projesi kapsamındaki eğitimde deneme amaçlı kurmuştum. O gün bloga başlarken yıllarca yazacağımı, beğenileceğini ve ciddi bir okuyucu kitlesine ulaşacağımı düşünebilir miydim? Hayır... Blogumu "Engelli Hikayeleri" adıyla başlamıştım.  Daha sonra kitabım sayesinde değişti "Engeloji" oldu!

Engelli ve engellilik hakkında kişisel olarak ve çevremde gözlemlediklerimden bir fikrim vardı. Engellilik yanlış biliniyor, engelliler yanlış tanınıyordu. Hep "Bunu doğru anlatmalıyım..." diye düşünüyordum. İşte deneme amaçlı açtığım blogum bunu anlatmamı sağladı. Farklı farklı konularla hep engelliyi ve engelliliği anlattım. Yazılarımın beğenilmesini tabii ki isterim. Kim istemez? Ama asıl isteğim engelliyi doğru tanımlayıp bir farkındalık ortaya koymaktı. Sanırım bunu başardım.

İki elim kanda olsa bile mutlaka her hafta yazmaya çalıştım. Her hafta (genellikle pazar günleri) bir post yayınladım. Hiç aksatmadım. Bir işim çıktığında ya da bir yere gidileceği zaman ailemin "Bu hafta da yazı koyma... Ne olur ki? Kalsın..." demelerine "Yok! Olmaz..." deyip mutlaka bir yazı koymaya çalıştım. Çünkü biraz ihmal etsem, bir aksasa, belki de yazma hevesim kaçacak, bir daha yazmak istemeyecektim.


4 yıldır emek verdim. Bir görev disiplini ile yazdım, yazdım, yazdım... Yazmaktan hiç vazgeçmedim. Hep aynı heyecan ve istekle yazmaya devam ettim. Bu süre içinde 200'ün üstünde post yayınladım. Engelli ve engelsiz herkese seslenmek istedim. Bu nedenle konularımı araştırarak, özenle ve günceli yakalayarak seçmeye çalıştım. Konu bulmanın sıkıntısını, bulmanın sevincini, yayınladıktan sonraki rahatlamayı, beğenilmesinin sevincini ve ziyaretçi sayısının artmasının mutluluğunu yaşadım.

4 yıl az bir zaman değil. Bu zaman içinde neler neler oldu. Çok şey değişti. Hayat bu... Üzücü, kaygılı, umutlu, sevinçli, mutlu, mutsuz; pek çok an, saat, gün, hafta, ay ve  yıl geçti. Her yazıda farklı ruh hali içindeydim. Yayınladığım her yazı bana da bir şeyler kattı. Blogum bana çok şey verdi. Sayesinde çok şey öğrendim. Güzel insanlarla tanıştım. En önemlisi de bir yayınevi tarafından fark edildim... Ve pek çok blog yazarı gibi bir kitap sahibi oldum.

Bugünden sonra da yazmaya devam edeceğim. Blogumun; düzenli, özenli, seçtiğim fotoğrafların konu ile alakalı ve niş (niche) bir blog olduğunu söyleyenleri hiç yanıltmamak istiyorum. 4 yıl boyunca okuyan, takip eden, beğenen, paylaşan, eleştiren, yorum yazan, ziyaret eden ve beni motive eden herkese, arkadaşlarıma ve aileme çok çok  teşekkür ediyorum. Diğer yazılarda görüşmek dileğiyle... Nice yıllara...

                                                                  
ALİYE YÜCEL    

27 Eylül 2015 Pazar

ALBİNO MODEL


Bembeyaz porselen gibi teni, açık renk saçları ve etkileyici gözleri ile çok dikkat çekici bir model Thando Hopa. Sıra dışı, farklı, etkileyici... O, adını "Albino Model" olarak duyurdu. Thando Hopa; hukuk eğitimi almış, asıl mesleği de savcılık. Modelliği ise yarı zamanlı olarak yapıyor. Güzel model, kalıtsal bir hastalık taşıyor. Bir albinizm hastası (albino)... Modelliğe albinizme karşı var olan önyargıları yıkmak için başlamış. Modellik, albinizm algısını değiştirmek için bir fırsat olmuş...

Albinizm, cilde, saça ve gözlere renk veren melanin pigmentinin vücutta hiç bulunmaması ya da az bulunmasına deniyor.  Albinizm (Albino) genetik bir metabolizma hastalığı... Albinizm olan kişiler bazı problemler yaşıyorlar. Derimiz güneşten korunmak için pigmente ihtiyaç duyar. Bu nedenle albinizmli kişiler güneşte kolay yanar. Güneşten korunmazlarsa deri kanserine yakalanma ihtimalleri yüksektir. Gözümüz de görmek için melanin pigmentine ihtiyaç duyar. Albinizm olan kişilerde göz gelişimi sırasında, normal miktarda melanin pigmenti bulunmadığı için görme problemi yaşarlar.

Albinizm, hastalık olmasına hastalık... Ancak bu hastalığa dair kötü bir önyargı var. Bazı Afrika ülkelerinde özellikle de Tanzanya'da bu hastalığı taşıyan kişilerin lanetli olduğuna inanılıyor ve bu yüzden katlediliyorlar. Albino avcıları onları öldürerek tanrının gazabından ve albinoların kötü ruhlarından kurtulduklarına inanıyorlar. Ayrıca albinoların organlarının çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inandıkları için öldürdükten sonra el, ayak, parmak ve kulak gibi organlarını keserek büyücülere satıyorlar. Büyücüler de bunları çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inandıkları büyülerde, şans ve uğursuzluk büyülerinde kullanıyorlar. Ne büyük bir vahşet!


Albinizm, Afrika'da daha fazla görülüyor. Açık tenli insanların yaşadığı yerlerde bile dikkat çeken albinolar, zencilerin olduğu yerde ne kadar dikkat çekici olur bir düşünün. İşte Thando Hopa Güney Afrika'da böyle bir ortamda doğan bir kız çocuğu... Zenci anne babadan doğan beyaz bir çocuk... Büyüdükçe çevresindekilerden farklı olduğunu  ve lanetli sayıldığını anlamış. Albinizmli kişilerin yaşadığı görme problemini o da yaşamış. Okulda çok zorluk çekmiş. Gözlük ve büyüteç kullanmış. Güneşten hep kaçmış, gölgede büyümüş. Arkadaşları onunla dalga geçmiş. Zor günler yaşamış. Ama ailesinden daima büyük destek görmüş.

Thando Hopa, hukuk eğitimini bitirmiş ve savcılık yapmaya başlamış. Farklı olduğu için çok dikkat çekmiş. İlk kez 2013 yılında Forbes dergisinin kapak yüzü  olarak tanınmış. Moda tasarımcısı Gert-Johan Coetzee onun olağanüstü duruşundan etkilenmiş ve modellik teklif etmiş. Böylece modelliğe adım atmış. İlk podyuma çıktığında görme problemi yüzünden düşmekten çok korkmuş, hem yürümüş, hem de dualar etmiş. Dünyaca ünlü kozmetik markası Vichy'nin yüzü olmuş... O, görselliği ön planda olan bir alanda dünyaya kendini kabul ettirmiş...

Güzel model, albinizm algısını yıkmak ve albinoların hakları için modelliğe başlamış. Lanetlenmiş bir durumdan bu noktaya gelmiş... Aynı durumda olanlar için bir rol model olmuş. Ne iddialı ve etkileyici bir baş kaldırış. Nereden nereye... Önyargıya karşı yapmış olduğu modellik medyada ilgi görünce tüm dünya onu tanımış oldu. Eğer sadece bir hukukçu olarak kalsaydı, moda dünyasına girmeseydi Thando Hopa adını duymuş olabilir miydik? Haklı davasında bu kadar etkili olabilir miydi?

ALİYE YÜCEL                      



                           

20 Eylül 2015 Pazar

HAWKING'İN YAZILIMI


Gazetede okuduğum günden beri yazmak istediğim bir konu var. Haberde, dünyaca ünlü evrenbilimci Stephen Hawking'in dünya ile iletişimini sağlayan yazılımın artık herkes tarafından ücretsiz olarak kullanılabileceğini yazıyordu. Buradan anlıyoruz ki bu yazılım Hawking için özel olarak üretilmiş... Ünlü fizikçi bu yazılım sayesinde konuşuyor, yazıyor ve kendisini ifade ediyor. ACAT (Assistive Context - Aware Toolkit) isimli yazılım ünlü teknoloji firması Intel tarafından hazırlanmış... Bu yazılım standart bilgisayar ara yüzünün kullanılması mümkün olmadığı durumlarda bilgisayarların kullanılmasını sağlıyor.

1942 doğumlu Hawking, 21 yaşında ALS (motor nöron) hastalığına yakalanıyor. ALS, sinir sistemini felç eden bir hastalık... Merkezi sinir sisteminde hücrelerin kaybı ile ortaya çıkıyor. Bu nedenle kaslarda güçsüzlük başlıyor. Kasların zayıflığı önce ellerde başlıyor. Sonra sıra bacaklara, ağza ve dile kadar geliyor. Ve en sonunda da tüm vücut etkileniyor. ALS sinir sistemini felç etse de beynin zihinsel faaliyetlerine zarar vermeyen bir hastalık... ALS sebebiyle Hawking de vücudunu yönetemiyor. Hareket edemez ve konuşamaz bir halde... İletişimini ve  konuşmasını makineye bağlı olarak gerçekleştirebiliyor.

ACAT ile neler yapıldığını ve nasıl çalıştığını merak etmemek elde değil... Yazılım, Hawking ile Intel'in yıllardır yaptıkları işbirliği ile tasarlanmış. Bir yapay zeka ses sistemi... Yazılım önceleri el ile kontrol ediliyormuş... Şimdi ise yüzdeki kaslarla harfleri seçmeyi sağlıyor. Hawking, yanağında çalışabilen bir kaç kası kullanarak harfleri seçiyor. Gözlüğünde bulunan kızılötesi sensör ve sandalyesindeki tablete sayesinde  söylemek istediklerini tahmin ediyor ve sese dönüştürüyor. Bu, akıllı telefonlardaki yazım tahmin özelliğine benzer şekilde çalışan bir yazılım...


Hawking, iletişim teknolojilerini en erken deneyen kişilerde biri... Çünkü, bu sistemlerle daha hızlı konuşmayı ve yazmayı istiyor. Bilgisayarında normal konuşabilen kişilerin kullandığı kelimelerden daha fazla kelime var. Duygu ve düşüncelerini ifade etmekte sıkıntı çekmiyor. Yazdıkları robotik bir sese dönüşüyor. Sesi robotik olsa da Stephen Hawking bundan çok memnun. Sesinin imzası olduğunu düşünüyor. Yeni güncellemelerle daha doğal bir sese sahip olabilecekken bunu istemiyor.

Teknolojinin önemini bir kez daha görüyoruz. Hawking kariyerinin zirvesinde iken bu hastalığa yakalanıyor. Ancak teknoloji sayesinde dünya ile iletişimi kesilmiyor. Bu yazılım sayesinde konuşuyor, bilgilerini aktarıyor, çalışmalarını sürdürüyor. Unutmayalım, ateist iken  "Evrenin oluşumu bilimsel gerçekliğe dayanır ve bu Tanrı olmadığı anlamına gelmez..." diyerek Allah inancını da bu ses ile aktarmıştı! Aslında ne dediği değil, bir engelli olarak neler yapabildikleri bizi ilgilendirmeli...

İlginç olan şu ki; bu yazılım (bugünkü kadar gelişmiş olmasa bile) yıllardır var. Şimdi ücretsiz hale gelmesi garip değil mi? Öyle ya Hawking'in durumunda olan binlerce hasta bundan daha önce yararlanabilirdi. Böylece bir çok kişinin hayat standardı değişebilirdi. Üstelik kullananlar sayesinde sistem daha da gelişebilirdi... Neyse ki artık ücretsiz, bundan sonra ihtiyacı olan herkes bu teknolojiden ücretsiz olarak yararlanabilecek. Ne diyelim buna da şükür...

ALİYE YÜCEL

13 Eylül 2015 Pazar

YENİ BİR STANDART: EURECERT


"Eurecert" adını hiç duydunuz mu? Eurecert, bir ekonomi terimi değil! Bir erişebilirlik terimi, bir standart. Bu terimi yapılan bir yapılan Erişilebilirlik Sertifika Projesi sayesinde duydum. Eurecert, başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde "Engelleri Aşan Hizmetler" için verilen kalite sertifikasının adı. Bağcılar Belediyesi ile Türkiye Beyazay Derneği Avrupa'da faaliyet gösteren Eukoba Derneği ile birlikte erişilebilirlik eğitimi verdiler.

Bağcılar Belediyesi Engelliler Sarayı'nda sekiz gün süren bu eğitimde 27 katılımcı eğitim aldı. Bu eğitim hem teorik hem de pratik olarak verildi. Bu projenin en ilginç yönü katılımcıların engelli hale gelmesiydi. Uygulamalı olarak engelli oldular. Yani empati yeterli olmadı. Nasrettin Hoca'nın dediği gibi damdan düşerek, damdan düşenin halini anladılar. Katılımcılar, özel bir kıyafet (engel simülatörü) giyerek engelli hale geldiler. Böylece; bedensel engelli, görme engelli, işitme engelli oldular. Eğer bir engelli varsa da ikinci bir engeli yaşadılar.

Ortaklaşa gerçekleştirilen bu projede ilk kez erişilebilirlik kalite sertifikalandırma çalışması kapsamında görev alabilecek kişiler yetişti. Bu eğitim sonrası katılımcılar, Belgelendirme Yetki Sertifikası aldılar. Engelli olup; engelli gibi hareket ederek, engelli gibi hissederek mekanların engellilere uygunluğunu incelediler. Böylece bir mekanın engelliye uygun olup olmadığını anlayacak, eksikliklerin neler olduğunu, nasıl giderileceğini tespit edecek ve ona göre yönlendirecek... Erişilebilirliğini kontrol edip belgelendirme yapabilecekler.


Eurecert, Avrupa'daki tek bağımsız kalite kontrol kuruluşu. Eurecert Sertifikası; kanuni, tarafsız, bağımsız ve kendi içinde özel bir hukuk ile organize edilmiş sistem. Her alanda aranılan kaliteli, güvenilir hizmetlere; ürün ve yapılara ulaşmak için bu sertifika çok önemli. Eurecert kriterlerine göre incelenen mekanlar kanunların kriterlerine uygun oluyorlar. Yaptıkları hizmetlerin kalitesini Eurecert Sertifikası ile belgelendiren kurumlar da farklı ve rakiplerinin önünde oluyorlar.

Eurecert'in düşünce mimarı ve Eukoba (Avrupa Erişilebilirlik Yetki Merkezi) Genel Başkanı Patrick Dohmen yapılan bir röportajda şöyle diyor: "Eurecert, bir çok marka ve standardın birleştiği yerdir. Yani, kafa karıştıran bir çok standardı bir noktada birleştirdik ve ortak bir standart oluşturduk. Engelliler, çocuklar ve yaşlı insanlar için dünyayı öyle tasarlamalıyız ki, engelli engelsiz yaşanabilir ve kendilerinin karar verebileceği bir yaşamları olsun..."

Erişebilirlik denildiğinde akla hemen engelliler geliyor. Oysa herkes için kullanılabilecek bir kavram... Örneğin; yüksek bir basamak, bir engelli için olduğu kadar yaşlı, çocuk ve bebek arabası kullanan bir yetişkin için de sorun olabilir. Erişilebilirlik herkes için çok önemli... Ancak engelliler için ayrı bir önem taşıyor. Erişilebilirlik adına yapılan bazı uygulamalar engeli kaldırmaktan çok uzak... Örneğin; tekerlekli sandalye için yapılan bir rampa inip, çıkmak için hiç uygun olmayabiliyor. Biliyoruz ki erişilebilirlik tam anlamıyla anlaşılan bir kavram değil. Dileriz bu örnek çalışma ile bilinmeyen ve anlaşılamayan yönler tespit edilir. Sonra da yapılması gerekenler yapılır. Bu projede emeği geçen herkese teşekkürler...


ALİYE YÜCEL         


6 Eylül 2015 Pazar

BENİM GİBİ OYUNCAK


Sosyal medyadan change.org'u biliyorsunuzdur. Orada çok etkili kampanyalar başlatılıyor. Bunlardan biri de "Toy Like Me". İngiltere'de yaşayan üç anne, engelli çocuklarına onlara benzer oyuncak almak istiyorlar. Ancak istedikleri oyuncakları bulamayınca, "Benim Gibi Oyuncak" (Toy Like Me) adı altında bu ilginç projeyi başlatıyorlar. Anneler, engelli oyuncak bebekler tasarlayıp bunu  internette paylaşıyorlar. Yaptıkları oldukça ilginç değil mi? Oysa kolu, bacağı kopan oyuncak bebekler çöpe atılır!

Kızı tekerlekli sandalyede yaşayan işitme engelli gazeteci Melissa Mostyn, işitme engelli ve gözlerinde bozukluk olan gazeteci Rebecca Atkinson ve oğlu görme engelli olan eski oyun danışmanı Karen Newell bu etkili kampanyayı başlatan anneler... Onlar, ilk olarak işitme cihazı (Koklear İmplant) kullanan bir bebek tasarlayıp, bunu  internette paylaşıyorlar. Bu kampanya çok beğeniliyor ve ilgi görüyor.

Bu üç annenin bir amacı da; ayrımcılık ve dışlamaya karşı çıkmak... Bu proje ile oyuncak üreticilerine daha farklı ve kapsayıcı oyuncaklara da ihtiyaç olduğunu anlatmak istiyorlar. Yaptıkları beğenilip yayılınca da butik işler yapan bir oyuncak firması onlara destek veriyor. Engelli çocukları olan ebeveynler de sosyal medyada "toylikeme" etiketiyle tasarımlar paylaşıyorlar. Ailelerin seslerini duyan İngiliz oyuncak firması bunun üzerine engelli oyuncaklar üretmeye başladı.


Ünlü Barbie bebeklerinin yapım firması Mattel 1997 yılında Barbie'nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky'yi yapmıştı. Ancak bu bebekler çok çeşitli ve farklı formlarda... Bebeklerin hepsi birbirinden ilginç... Hemen hemen her engel türü var. Görmeniz gerekir. Solunum cihazıyla yaşayan, işitme cihazlı, protez bacaklı, tavşan dudaklı, tekerlekli sandalyeli, wolker ile yürüyen, kolu olmayan, saçları dökülmüş, kılavuz köpekle gezen, beyaz bastonla yürüyen ve hatta yüzünde doğum lekesi olan bebek bile yapılmış...

"Benim Gibi Oyuncak" kampanyası engellinin sunumuyla ilgili oldukça etkili... Farklı bir farkındalık şekli... Engelli çocuklar; daima kusursuz bebekleri görüp, kendilerini dışlanmış ve yalnız hissedebiliyorlar. Oysa oyuncak bebekler de engelli olabilir. Neden olmasın? Engelli ve kendine benzeyen bebeklerle oynayan çocuklar kendini daha iyi hissettirecektir. Bu oyuncaklar onları mutlu edecektir. Aslında engellisi ve engelsizi her çocuk bu tür oyuncaklarla oynamalı...

"Bu kampanya güzel, bu fikir iyi... Ama ben böyle bir bebeği çocuğuma almam derseniz..." diyecek bir şey yok! Saygı duymaktan başka... Kimseye zorla alın diyemeyiz. Bu bir tercih meselesi... Ancak hiç olmazsa kolu ve bacağı çıkıp, kaybolan bebekleri atmayalım. Çocukları bunlarla oynamaya teşvik edelim. Bununla oynamaya alışan çocuklar, çevresinde engelli birini gördüğünde onları dışlamasın!


ALİYE YÜCEL

30 Ağustos 2015 Pazar

ONLAR AVRUPA ŞAMPİYONU


22-29 Ağustos 2015 tarihleri arasında İngiltere'nin Hereford şehrinde düzenlenen Görme Engelliler Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılan Türkiye Görme Engelli Futbol Takımı Avrupa Şampiyonu oldu. B1 Görme Engelli Futbol takımımız finalde Rusya'yı mağlup ederek bu şampiyonluğu elde etti. Onlar Avrupa'nın en büyüğü oldular. Daha ne olsun? Bu bizim çok önemli bir başarı... Bunu görmezden gelmemek gerekir.

Maçlarının sonucunu merakla takip ettiğim B1 Görme Engelli Futbol takımımız, Avrupa Şampiyonasında ilk olarak Almanya ile karşılaştı ve bu maçta golsüz berabere  kaldı. İkinci maçında Polonya'yı 6-0 mağlup etti. Üçüncü maçında da İtalya ile karşılaştı ve 3-0 kazandı. Sonra İngiltere'ye 2-1 mağlup oldu ve 7 puanla grubunda ikinci oldu. Yarı finalde ise İspanya'yı penaltı atışları sonucu 2-0 mağlup ederek final oynamaya hak kazandı. Son maçında ise Rusya ile karşılaşan millilerimiz onları 1-0 mağlup ederek şampiyon oldu.

Şampiyon olmakla kalmayan millilerimiz bu başarı ile aynı zamanda 2016 yılında Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinde düzenlenecek Paralimpik Oyunlarına yani Engelli Olimpiyatları'na da doğrudan katılmaya hak kazandı. Turkcell'in ana sponsorluğunu yaptığı Görme Engelli Futbol Milli takımımıza Türkiye Futbol Federasyonu'nu da "Türkiye Futbol Oynuyor" projesi kapsamında destek veriyor.


Görme engelliler futbolunun nasıl olduğuna gelince; Çıngıraklı top ile oynanan futbolda sporcular görme derecelerine göre B1, B2 ve B3 olarak sınıflandırılıyorlar. B1 sınıfı hiç görmeyen, B2 ve B3 grubu ise kısmen görmeyen oyunculardan oluşuyor. Karşılaşmalar tamamen görme engelli olan B1 grubundaki ya da kısmen görme engelli olan B2 ve B3 grubundaki oyuncular arasında oynanıyor.

B1 grubu (tamamen görme engelliler) için kurallar şöyle; Karşılaşmalar düz bir zeminde oynanır. Her bir takım 4 oyuncu ve bir gören kaleciden oluşur. Ofsayt kuralı yoktur. Oyunda kullanılan futbol topunun içerisinde zil (çıngırak) vardır. Top hareket ederken ses çıkartır. Böylece sporcular, bu sesi duyarak futbol oynayabilirler. Karşılaşmalar, sessizlik esasına göre oynanır. Az gören B2 ve B3 grubunun kurallar da B1 kategorisi ile aynıdır. Tek fark onlarda zilli top ile oynama mecburiyeti yoktur.

Bu yazıyı millilerimiz şampiyon olmasaydı yine de yazacaktım. Çünkü final maçı oynayacaklar, mağlup olsalar bile Avrupa 2.'sı olacaklardı. Bu bile çok önemli bir başarı... Peki bu başarıdan ve şampiyonluktan kaç kişinin haberi oluyor? Kaç kişi bunu biliyor? Maalesef çok az... Futbolun çok önemli olduğu ülkemizde engelli futbolu da her türlü ilgi ve desteği görmeli... Dileriz Ay-yıldızlı takımımız bu başarısını 2016 Paralimpik Oyunlarında da sürdürür ve olimpiyat şampiyonu olur. Biz de onlarla bir kez daha gurur duyarız.

ALİYE YÜCEL

23 Ağustos 2015 Pazar

ENGELSİZ TÜRKİYE PLATFORMU


Engelliler için pek çok önemli proje hayata geçiriliyor. Bunlardan biri de "Engelsiz Türkiye Platformu"... Engelsiz Türkiye Platformu, öncelikle engelliler olmak üzere bütün dezavantajlı gruplarla birlikte yaşama kültürünü hem Türkiye'de hem de yurt dışında yaygınlaştırmak amacıyla kurulan bir sivil toplum örgütü. Kısa adı ETP olan Engelsiz Türkiye Platformu, geçtiğimiz mayıs ayında Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ve eşi Sare Davutoğlu'nun yaptığı sergi açılışıyla hayata geçirildi.

Platformun; üniversiteler, konfederasyonlar, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, özel kuruluşlar ve bunlara bağlı 314 dernek ve 1.100.000 üyeden meydana gelen oldukça geniş bir yapısı var. Bunlar;
Sivil Toplum Kuruluşları: Türk Kızılayı, Türkiye Ortopedik Engelliler Federasyonu (TOEF), Türkiye Basım Yayın Meslek Birliği (TBYM), Türkiye Aşçılar ve Pastacılar Konfederasyonu (TAŞPAKON), Yeni Dünya Vakfı
Yerel Yönetimler: Bağcılar Belediyesi
Üniversiteler: İstanbul Aydın Üniversitesi, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi
Özel Sektör: GENAR Araştırma, Nakkaş Akademi ve VEFA Yayın Yapım Grubu'dur.


Farkındalık oluşmuş bir topluluk ve dünya için var olmak misyonuyla yola çıkan platform, bütün dezavantajlı gruplarla birlikte yaşama kültürü konusunda farkındalığı yaygınlaştırma vizyonunu hedef alıyor. Engelsiz Türkiye Platformu; farklılıkları kabul edip aynı zaman birleştirici olmayı, başkalarını ötekileştirmemeyi, herkese güven vermeyi, toparlayıcı ve birleştirici olmayı, sahip olduğumuz insani değerleri muhafaza etmeyi ve  herkesin değerlerine saygılı olmayı ilke ediniyor.

Platform; başta engelliler olmak üzere yaşlılar, yetim çocuklar ve kadınlar için çeşitli faaliyetler yapmayı amaçlıyor. Ayrıca, bünyesinde bulunan sivil toplum kuruluşları arasındaki tanışma, dayanışma ve müzakere olanaklarını geliştirmek, yurt ve dünyadaki olaylara ortak tepki vermek, sahip olduğumuz değerlere topluma aktarmak için çaba göstermek amaçlarından bazıları... Bu amaçları gerçekleştirmek için gerekli eğitim, bilinçlendirme, sosyal ve kültürel etkinlikler için çalışmalarını sürdürecek...

Engelsiz Türkiye Platformu'nun faaliyet alanlarının çok geniş olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Birlikte yaşama kültürünün gelişmesi için yapılan her adım çok önemli ve değerli... Yapacakları faaliyetlerin, olaylara verilecekleri tepkilerin, eğitim çalışmalarının, oluşturacakları lobilerin, yapacakları seminer, panel ve kampanyaların, her türlü etkinliklerin örnek olmasını diliyor, başta Engelsiz Türkiye Platformu Başkanı Kenan Yabanigül olmak üzere tüm kurucuları ve yönetim kurulu üyelerini kutluyorum.


ALİYE YÜCEL  

16 Ağustos 2015 Pazar

İLGİNÇ DÖVME


Engelleri kaldıran önemli buluşlardan biri de biyonik kulak (koklear implant). Biyonik kulak, iç kulakta meydana gelen sorunları gidermeye yani iç kulağın fonksiyonunu yerine getirmeye yarayan tıbbı bir cihaz. Koklear implant, diğer işitme cihazları gibi seslerin şiddetini yükseltmek yerine beyne ses sinyallerini sağlayan iç kulağın görevini yapıyor. Koklear implant ameliyatı, 2-4 saat süren ağrısız bir işlem. Genel anestezi ile kulak arkasından hasarlı olan iç kulağa delik açılarak takılıyor. İç ve dış olmak üzere iki parçadan oluşuyor.

Koklear implant takılan kişiler sesleri duyabiliyor. İşitince anlıyor ve konuşabiliyor. Böylece engeller kalkıyor. İşitme kaybı yaşayanlar için çok önemli bir cihaz... Ancak bunu kullanan küçük çocuklar için oldukça zor bir süreç... Çevresindeki kimsede olmadığını gören bir çok çocuk bunu takmak istemiyor. İşte bu nedenle Yeni Zellanda'da yaşayan bir baba, işitme engelli kızını yalnız bırakmamak için ona takılan biyonik kulağın aynısını başına dövme olarak yaptırmış... Böylece kızına büyük bir destek olmuş... Baba kızın yayınlanan fotoğrafları insanı gülümsetiyor.

Alistair Campbell, oldukça duyarlı baba... Şu an 6 yaşındaki olan Charlotte'ın genetik bir hastalık sebebiyle iç kulağında hasar var. Bu nedenle ağır bir işitme kaybı yaşıyor. 4 yaşından itibaren devamlı koklear implant kullanmak zorunda kalmış. O yaştaki bir çocuk için bunu kullanmak önemli bir problem... Charlotte'ın biyonik kulaktan rahatsız olduğunun gören babası, acıyı göze alarak başına dövme yaptırıyor. Acıyı diyorum. Çünkü dövme yapan ve yaptıranların ortak kanısına göre baş bölgesi en çok acı hissedilen yer...


Charlotte'nin hastalığı kalıtımsal. Annesi ve erkek kardeşinde de işitme kaybı var. Alistair Campbell, kızının yanında olmak ve ona destek olmak için bir dövme yaptırmaya karar veriyor. Önce saçlarını sıfır numara kazıtıyor. Sonra titreşim ve sesi saniye saniye hissederek  45 dakika süren bir zamanda kızının kullandığı gibi bir koklear implantı başına dövme olarak yaptırıyor. Böylece kızının biyonik kulağı taşıdığı gibi o da bu dövmeyi ömür boyu taşıyacak...

Yapılan bu dövme büyük ilgi görüyor. Alistair Campbell, yaptığının bu kadar ilgi göreceğini düşünmediği belirterek "Her şeyi kızıma olan sevgim nedeniyle, kızıma destek olmak için yaptım..." diyor. Acı hissedip hissetmediği sorulduğunda ise "45 dakikalık süreç biraz zordu. Acı hissettim. Ama bu başa çıkılmayacak bir şey değildi..." diyor. Yeni Zellanda'da "Kahraman Baba" olarak anılan Campbell, saçı uzadığında dövme görülmeyeceği için saçını tekrar kestireceğini söylüyor. Fedakar baba, bu zorlu yolculukta kızını yalnız bırakmamaya kararlı görünüyor. 

Aile olmak, ebeveyn olmak böyle bir şey... Bir baba, kızının kendini toplumdan dışlanmış hissetmemesi için onun başındaki gibi bir biyonik kulak dövmesi yaptırıyor. Ne ilginç ve etkili bir empati yöntemi... Belki Charlotte çok küçük olduğu için babasının yaptığı bu fedakarlığın değerini şimdi anlayamıyor. Ancak büyüdüğünde yapılanın ne kadar değerli olduğunu anlayıp, babasıyla gurur duyacaktır. Çünkü babası engeline çare olamasa da ilginç dövmesiyle ona büyük bir moral veriyor.


ALİYE YÜCEL

9 Ağustos 2015 Pazar

BEN BİTKİ DEĞİLİM


Hayat Çok Güzel (Life Feels Good) Polonya yapımı bir film. Orijinal adı Chce Sie Zyc, Lehçe "Yaşamak İstiyorum" anlamına geliyormuş. Film, beyin felci (Cerebral Palsy) geçiren ve dünya ile bağlantı kurmadan büyüyen Mateusz'un hikayesini anlatıyor. Konusu gerçek bir hayat hikayesinden alınmış. Bu etkiyi arttırıyor. Daha ilk sahnede bir engelli filmi olduğunu anlıyorsunuz. "O zaman seyretmek istemem.." derseniz, inanın çok şey kaçırmış olacaksınız. Bu filmi izledikten sonra "İyi ki blogum var. Film hakkında düşündüklerimi yazabileceğim..." dedim. 

Filmin konusu şöyle: Doğuştan, beyin felci geçirmiş olan Mateusz'a zekasında bir problem olmadığı halde zeka geriliği teşhisi konmuştur. Ailesinin ilgilenmesine rağmen yetişkin olunca  zihinsel engelliler kliniğine yatırılır.  Çevresinde olan biten her şeyin farkındadır. Ama kendini ifade edememektedir. Mateusz, kendini ispat etme çabası içindedir. "Bir bitki olduğunuzda sizi kimse anlamaz..." diyen Mateusz tam 25 yıl sonra zekasında bir problem olmadığını anlatmayı başarır...

Hayat Çok Güzel çok etkileyici bir film. Film, Mateusz'un gözünden hayata bakışı konu alıyor. Onun iç sesiyle anlattığı duygularını anlamaya çalışıyor, dünyayı onun gözüyle görüyoruz. Mateusz'un çocukluğunu Kamil Tkacz, yetişkinliğini Dawid Ogrodnik canlandırıyor.  Oyunculuklar muhteşem. Filmin yönetmeni Maciej Pieprzyca. Oldukça başarılı bir film ortaya koymuş. Biraz durağan bir film ancak Mateusz'un gelişimini merak ettiğiniz için sıkılmıyorsunuz. Ya da ben hiç sıkılmadan izledim. Hüzün ve espri bir arada... Ayrıca kurgusu çok iyi ve sahneler sıkmayacak uzunlukta... Uluslararası festivallerde aldığı ödülleri hak etmiş...


Film dokunaklı sahnelerle dolu... Sosyal hizmet uzmanının "Bir bitkiden farkı yok" dediğinde annenin ümitsizliğini görmeniz gerekir. Kız kardeşinin annesine "Sen de ondan utanıyorsun değil mi?" diye sorduğu soru pek çok engellinin evinde yüksek sesle söylenmese de akıllardan geçmiştir. Anne ve babasıyla paylaştığı bir çok sahnede boğazınıza bir yumruk oturuyor. Gönüllü olarak gelen kızın "Bana tepki veriyor" demesi... Buna itiraz eden görevliye de "Kelimelere ihtiyacın yok. Gözdeki bir bakış yeter..." dediği sahnede anlaşılmanın bir insan için önemini kavrıyorsunuz.

Filmin pek çok yerinde engellinin yaşadığı gerçeklerle karşılaşıyorsunuz. Annesi, babası, kardeşleriyle yaşadığı ilişki ve ilgi farklılıkları... Büyüdükçe ihtiyaçlarının artması gerçeği... Durumunu anlayamayan kişiler tarafından (geri zekalı muamelesi yapılıyor) gördüğü muamele... Sosyalleşme sürecinde yaşadığı zorluklar... Annesinin yaşlanması ve ona bakmakta zorlanması.... Her şeye rağmen hayatı sevmesi ve vazgeçmemesi gibi...

Film, engelliye nasıl bakıldığını ve engelli sorunlarına ne kadar ilkel bir yaklaşım içinde olduğumuzu bir kez daha ortaya koyuyor. Engelli olmanın en zor yanı kendini ispat zorunda olmaktır. Bu filmde bu çok güzel anlatılmış... İletişim herkes için ne kadar  önemli ve değerli... Engelliysen bu daha da önem kazanıyor. Mateusz, bu durumda bile "Hayat güzel, yaşamak istiyorum..." diyorsa, hayatının yolunda gitmediğini düşünenler bakış açısını değiştirmeli...

Not:

Sahne aralarında çeşitli semboller kullanılıyor. Bunların ne olduğunu merak ediyor. Öğrenince çok etkileniyorsunuz.

Film "Bitti..." deyip bırakmayın. Jeneriğin aktığı sahneyi  sakın kaçırmayın. Çok şey anlatıyor!


ALİYE YÜCEL