> Engeloji

Translate

9 Eylül 2018 Pazar

GÜZELLİK ALGISINI DEĞİŞTİREN MODEL



Victoria's Secret'ın adını ve modellerinin ününü duymayan var mı bilmem. Ünlü iç giyim firması her yıl adından uzun süre bahsedilen bir şov yapıyor. Bu şovda Victoria's Secret Melekleri olarak bilinen modeller boy gösteriyor. Bu modellerin güzelliği dillere destan... Victoria's Secret Meleği olmak hiç kolay değil. Bu yılda merakla beklenen yeni yıl modelleri belirlendi. Winnie Harlow'da bunlardan biri... Vitiligo hastalığı ile tanınan model Victoria's Secret meleği olacak.

Winnie Harlow, hakkında daha önce bir yazı yazmıştım. Çünkü ilgimi çekiyor. Vitiligo hastalığı nedeniyle derisi lekeli, siyah ve beyaz karışık bir tene sahip... Görünce önce şaşırıyorsunuz, sonra gözünüze güzel geliyor. Ünlü model, görünüşü nedeniyle kendisini dış dünyaya kapatmamış. Vücudundaki lekeleri her fırsatta çekinmeden gösteriyor. Bu konuda oldukça cesur. Kendini seviyor. Kendisiyle barışık ve öz güveni yüksek biri...

1994 doğumlu Kanadalı model, Chantelle Brown-Young ve Chantelle Winnie isimleriyle de tanınıyor. Winnie Harlow'un vitiligo olduğu 4 yaşında teşhis edilmiş. Küçükken görünüşünden dolayı daima aşağılanmış ve dışlanmış... Hatta onunla "inek" diye dalga geçmişler. Bu yüzden büyük bir üzüntü yaşamış ve depresyona girmiş. Defalarca okul değiştirmiş. Eğitimini bile yarım bırakmış... Çok zor bir çocukluk geçirmiş.


Büyüdükçe güzel fiziği sayesinde kendine güveni gelen Harlow, fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmaya başlamış. Farklı özelliği sayesinde hemen dikkat çekmiş. 2014 yılında America's Next Top Model yarışmasına katılıyor. Burada büyük ilgi görünce, moda dünyası onu kabul ediyor. Desigual, Diesel, Swarovski gibi pek çok ünlü markanın yüzü oluyor ve ünlü dergilerin kapaklarını süsledi. Artık tüm markalar onun peşinde ve hepsi onu podyuma çıkarmak için uğraşıyorlar. Victoria's Secret de bunlardan biri olmalı ki ünlü şovlarına onu da dahil etmişler.

Winnie Harlow "Bana vitiligolu demekten vazgeçin. Ben bir modelim..." dese de, moda dünyasında böyle tanındı. Küçükken görünüşünden dolayı daima aşağılanıp ve dışlanmışken, "inek" diye dalga geçerlerken, şimdi dünyanın en önemli defilesinde yer alacak olması oldukça ilginç değil mi? O, durumundan güçlenerek çıktı. Kusur gibi görünen durum onun için bir avantaj oldu. Nereden nereye...

Victoria's Secret defilesinin yapımcısı Monica Mitro verdiği bir röportajda model seçimleriyle ilgili olarak "Orantılı görünen bir vücuda, güzel bir tene, harika bir kişiliğe sahip mankenler arıyoruz" diyordu. Bu demektir ki Winnie Harlow'un tenini güzel bulmuşlar. Bulmuşlar ki bu özel defileye onu da almışlar... Çocukken hayatını zindan eden ve onu çok üzen bu farklılığı şimdi onun için büyük şans olmuş. Winnie Harlow, güzellik kurallarını yıkıp geçti, güzellik algısını değiştirdi.


ALİYE YÜCEL

2 Eylül 2018 Pazar

SESSİZ ÇIĞLIK BİSİKLET TURU



Uluslararası Barikat Film Festivali'ni takip ediyorum. Festival kapsamında çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Çeşitli ülkelere yapılan bisiklet turu da bunlardan biri... Engellilerin sorunlarına dikkat çekmek ve duyarlılık oluşturmak için Türkiye'den Hollanda'ya "Sessiz Çığlık Bisiklet Turu" düzenlendi. Tur, 15 Temmuz tarihinde İstanbul Hollanda Başkonsolosluğu önünde yapılan bir törenle başladı. 49 gün sonra 1 Eylül tarihinde Dünya Barış Günü'nde Lahey Yüksek Adalet Divanı önünde de sona erdi.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ile Bisikletliler Derneği tarafından desteklenen bu tura; görme, işitme ve ortopedik engellilerden oluşan 15 kişilik bisikletli grup katıldı. "Barikatları Yıkmak İçin Pedallamaya Hazırız" sloganı ile yola çıkan grup, 10 Avrupa ülkesinde 4 bin 521 kilometre yaptılar. Grup; Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya, Almanya, İsviçre, Fransa, Lüksemburg, Belçika ve son olarak Hollanda'ya pedal çevirdiler.

Uzun soluklu bir etkinlik olduğu  için hemen her etabında konu ile ilgili pek çok haber yapıldı. "Sessiz Çığlık Bisiklet Turu Üyeleri Fransa'da", "Sessiz Çığlık Bisiklet Turu Üyeleri  Almanya'da" gibi... Gittikleri her ülkede uluslararası kuruluşların önünde basın açıklamaları yaptılar. Sessiz Çığlık Bisiklet Turu'nun spor etkinliği veya yarış olmadığını, engelliler için yola çıktıklarını belirttiler. Böylece karar alma mekanizmalarının ve kamuoyunun dikkatini çektiler. Sosyal medyadan yaptıkları paylaşımlarla gündemde oldular.


Bu etkinlik kapsamında; Cenevre'de Birleşmiş Milletlere üye ülkelerin engelli hakları ve onların sanat ile buluşması için alınması gereken önlemler üzerinde duruldu. Film yapımcılarına; sesli betimleme, alt yazı, dublaj, işaret dili betimlemesi ile filmlerin üretilmesi istendi. UEFA ve FIFA tüm spor dallarındaki sunucu ve spor yorumcularının görme ve işitme engellilerin göreceği, duyacağı, anlayacağı şekilde bir eğitim alarak sertifika almaları, bu şekilde sunuculuk ve yorumculuk yapmaları gerekliliği belirtildi.
 
Grup adına konuşan Hüseyin Nacar: "Çığlığımız, bisikletin tekeri ne kadarsa o kadar... Strazburg'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önüne geçip engellilerin mahkemelerde müşteki, sanık ya da kovuşturma aşamasında ne durumda olursa olsun talepte bulunmaksızın işaret dili tercümanı, pedagog, psikolog, psikiyatr ve sosyal hizmet danışmanı bulundurma yükümlülüğü yönünde bir çağrımız oldu..." diye açıklıyor.

Hüseyin Nacar ayrıca: "Biz Anadolu'dan yola çıktık. İnsanlar 7-8 saat ayaklarını uzatarak televizyon izleyemezken, 9 saat pedal çeviren insanlar var aramızda. Buradan çağrımız Avrupa Parlamentosu'na. Demokrasi ve insan hakları sadece Avrupa'dan ibaret değil. Dünyanın farklı noktalarında hak mahrumiyetleri var..." diyor. Farklı bir farkındalık çabası gösteren Sessiz Çığlık Bisiklet Turu üyeleri umarız çığlıklarını duyurmuşlardır.
                                                                                                                                   
ALİYE YÜCEL

26 Ağustos 2018 Pazar

BİR İYİ FİLM



Bu hafta vizyona giren filmler arasında dikkatimi çeken bir film oldu. "İki İyi Çocuk" filminin fragmanını seyredince bir engelli hikayesi olduğunu anlıyorsunuz. Filmde; zihinsel engelli bir genç ile onunla yakından ilgilenen polisin dostluğunun hikayesi anlatılıyor. Zihinsel engellileri konu alan filmler dünya sinemasında ve Türkiye'de defalarca ele alındı. Bu filmi henüz seyredemedim. Filmde, zihinsel engelli genç nasıl aktarılmış çok merak ediyorum.

Yapımcılığını Koz Yapım yaptığı filmin yönetmeni Mehmet Demir Yılmaz. Komedi - dram türündeki filmin senaryosu Mehmet Demir Yılmaz ve Sertaç Yaşar'a ait. Başrollerinde Sarp Levendoğlu, Kazım Karakadıoğlu ve Sevcan Yaşar'ın oynadığı filmin diğer rollerinde; Devrim Özder Akın, Murat Serezli, Mehmet Ulusoy, Şeyda Terzioğlu, Hakan Güven, Mesut Kurt, Çağlar Deniz, Bülent Yıldıran oynuyor. Günay Karacaoğlu ve Hamdi Alkan da konuk oyuncu olarak yer alıyorlar. Filmin müziği Yeni Türkü grubunun solisti Derya Köroğlu tarafından yapılmış...

İki İyi Çocuk filminin konusu şöyle: Ercan (Kazım Karakadıoğlu) zihinsel engelli bir gençtir. Çocukken babasını bir trafik kazasında kaybetmiştir. Annesi ile Antakya'da yaşarlar. Ercan, kendi dünyasında kurduğu bir hayalle mutlu olmaktadır. Hayal dünyasında kendini polis olarak görür. Başarılı bir polis olduğuna, herkesin onu sevdiğine, şehirdeki herkesin kendine saygı duyduğuna inanmaktadır. Bu hayali sayesinde şehre yeni atanan başkomiser Serdar  (Sarp Levendoğlu) ile aralarında bir güçlü bağ oluşur.


Başkomiser Serdar, Ercan'a kol kanat gerer, onunla yakından ilgilenir, ona kardeşi gibi davranır. Ercan, Serdar sayesinde polis üniforması bile giyer ve onunla gezer. Ancak, hiç bir planı tutmayan beceriksiz defineciler kaçakçılık planlarına Ercan'ı da dahil edince işler karışır. Serdar bir yanda onu beladan kurtarmaya çalışırken, bir yandan da şehirde görüp aşık olduğu Defne (Sevcan Yaşar) ile bir araya gelmenin yollarını aramaktadır... Gerisini filmi seyredip göreceğiz.

Fragman ve verilen özetlerden anlıyoruz ki; çevresindekilerin ve özellikle de başkomiser Serdar'ın zihinsel engelli Ercan'a yaklaşımları çok doğru... Ercan, kendini polis gibi tanıtıyor ve çevresindekiler de bunu kabul etmiş gibi yapıp ona uyuyorlar. Serdar da Ercan'ı küçümsemek ve ona acımak yerine onu olduğu gibi kabul ediyor. Onunla iletişimde sabırlı ve anlayışlı davranıyor. Ona sevgi ve şefkat ile yaklaşıyor. Bir şeyler yapması için şans ve fırsat veriyor. Olması gereken de bu... Zihinsel engellilerle iletişimimiz böyle olmalı...

Zihinsel engellilerle iletişimi maalesef bilemiyoruz. Onlarla iletişim kurarken anlayışlı ve sabırlı olamıyoruz. Onlara sabır ve şefkatle yaklaşamıyoruz. Onları dinlemiyoruz, konuşmalarına ilgisiz kalıyoruz. Onları ya küçümsüyoruz, ya acıyor ya da görmezden geliyoruz. İki iyi Çocuk'ta zihinsel engellilerle iletişimin doğru anlatıldığını düşünüyorum. Gerçek bir hayattan esinlenilip yapılan filmin tamamında Ercan'ın çevresindekilerle ilişkisi nasıl aktarılmış izleyip görelim...

ALİYE YÜCEL

19 Ağustos 2018 Pazar

TEK BİR CÜMLE



Avrupa Paralimpik Yüzme Şampiyonası 13-19 Ağustos tarihleri arasında İrlanda'nın başkenti Dublin'de yapıldı. Şampiyonada 15 yaşındaki yüzücümüz Sümeyye Boyacı, kadınlar S5 kategorisi 50 metre sırtüstü finalinde yarıştı. Milli yüzücümüz Avrupa Şampiyonu oldu ve altın madalya kazandı. Ülkemiz şampiyonaya 14 sporcu ile katıldı. İlk madalya da Sümeyye Boyacı'dan geldi. Sümeyye'nin başarısı çok ilgi çekti. Pek çok yerde haber oldu. Çünkü bu sıradan bir başarı değildi...

Evet... Sümeyye'nin başarısı sıradan bir başarı değil. Sümeyye'nin doğuştan her iki kolu da yok. Ama o kolları olan yüzücülerle yarıştı. Yani kulaç atanlarla birlikte yüzdü ve birinci oldu. Ne kadar şaşırtıcı ve nasıl da göz yaşartıcı değil mi? Sümeyye'nin haberlerini okurken; azmine, çabasına ve özgüvenine hayran kaldım. Onun hakkında yazılanlar arasında ilginç bir detaya rastladım. Eskişehir Anadolu Gazetesi'nden Cihan Yıldırım, Sümeyye'nin başarısına giden yolu çok güzel anlatmış...

Anadolu Üniversitesi Konservatuarı Öğretim Üyesi Amine Aygistova, daha üç-dört yaşlarında iken Sümeyye ve ailesini yolda görüyor. Bu iki kolu olmayan kız  çocuğu onun ilgisini çekiyor. Yanlarına gidiyor onlarla tanışıyor. Bu kıza yardım etmek istiyor. Aygistova, daha sonra bir gün küçük kızı ziyarete gidiyor. Giderken Sümeyye için bir hediye almayı düşünüyor. Hediye olarak kavanozda bir balık alıyor. Hediyesini ona verirken de Sümeyye'ye başarı getiren sihirli cümleyi ona söylüyor: "Bak balıkların da kolları yok. Ama yüzüyorlar, mutlular..." diyor.


Amine Aygistova, o günden sonra Sümeyye ile yakından ilgileniyor. Onu çeşitli etkinliklere teşvik ediyor. Biyonik protez kol için uğraşıyor. Ama çok faydalı olmadığı düşünülen biyonik koldan vazgeçiliyor. Sümeyye'ye mutlaka bir uğraş kazandırmak istiyor. Resme yönlendiriyor. Küçük kız ayaklarını elleri gibi kullanıyor. Ayaklarıyla resim yapmaya başlıyor. Resimleri Eskişehir ve Moskova'da sergileniyor. Sonra okul hayati için yardımcı oluyor. Ebru sanatı ile ilgilenmesini sağlıyor. Küçük kız ebrularını da sergiliyor.

Eğitim, resim, ebru derken sıra yüzmeğe geliyor. Amine Aygistova, yüzme konusunda da Sümeyye'ye destek oluyor. Küçük kız çok kısa sürede yüzmeyi öğreniyor. Yüzmeyi çok seviyor ve önemsiyor. Böylece bugünlere geliyor. Büyük başarılara imza atıyor. Sümeyye Boyacı, röportajlarında "Yüzmek için kollara ihtiyaç yok, balıkların da kolları yok..." diyor. Küçük yaşında duyduğu bir cümlenin ona ne büyük bir özgüven aşılamış olduğunu görüyoruz.

"Bak balıkların da kolları yok. Ama yüzüyorlar, mutlular..." kolları olmayan küçük kızı mutlu etmek için söylenen bir cümle... Ancak Sümeyye'nin çocuk ruhunda ne kadar güzel bir etki bırakmış... Başarısında da ne büyük bir katkısı olmuş... İşte olması gereken de bu... İnanıyorum ki, başarılı olan herkesin çocuk iken duyduğu teşvik edici bir cümle vardır. İşte bu sihirli ve teşvik edici cümleyi bulup, onlara söyleyebilmek ne kadar önemli... Her çocuk böyle bir cümle duymalı... Ama en çok da engelli çocukların buna ihtiyacı var.

ALİYE YÜCEL


12 Ağustos 2018 Pazar

DERS KİTAPLARINDA ENGELLİ ALGISI



Prof. Dr. Ziya Selçuk'un Milli Eğitim Bakanı olarak göreve getirilmesi çeşitli çevrelerce olumlu karşılandı. Kendisi de eğitimi eleştiren bakan herkese eğitimle ilgili güzel gelişmelerin olacağını düşündürdü. Görüyoruz ki; eğitimcilerin, velilerin ve öğrencilerin yeni bakandan çeşitli beklentileri var. Benim de bakanımızdan bir beklentim var. Ders kitaplarında engelli algısının değişmesi...

"Eğitime Eşit Katılım" projesi kapsamında "Ders Kitaplarında Engellilik" konulu araştırmalar yapılıyor. Bu araştırmaların sonucunda ders kitaplarında engellilerin yanlış tanıtıldığı ortaya konulmuştu. Engellilik; güçsüz, düşkün, kusurlu, eksik, hasta, yaşlı, yetim, yoksul gibi kavramlar arasında yer almıştı. Bu durumda da engelliler zavallı, aciz ve bakıma muhtaç bireyler olarak kabul edilmişti. Engelliye destek olmak, onlara yardım etmek, onları topluma kazandırmak gibi ifadeler kullanılmış ve muhtaç olma hali vurgulanmıştı.
 
Bununla da kalmamış... Kitaplarda engellilerin; kusur ve eksiklikleriyle kabul edilmesi gerektiği, yardım edilmeli, acımak gerektiği, hatta bazen görmezden gelinmesi gerektiği gibi olumsuz sunumlarla anlatılmıştı. Sağlıklı kişi - hasta kişi kavramlarından yola çıkılıp, engellilik hastalık olarak görülmüştü. Kör, sağır, dilsiz diye adlandırılanlara da "iyi insan" olarak yer verilmişti "Sakatlar, ama onlarda aslında iyi insanlar!" denilerek sosyal dışlama en açık şekilde ortaya konulmuştu.


Bu araştırmalar; İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEÇBİR), Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği (TOHAD), Eğitim Reformu Girişimi (ERG) ortaklığında yürütülmüştü. Sabancı Vakfı Toplumsal Gelişme ve Hibe Programları "Eğitime Eşit Katılım Projesi" kapsamında desteklenmişti. Araştırmada bir çok ders kitabı ele alınmış ve incelenmişti. Toplumun genelinde var olan ön yargı, yanlış bakış, ayrımcılık, ötekileştirme, engelliyi küçük gören ve rencide eden tutumlar kitaplarda da görülmüştü.

"Ders Kitaplarında Engellilik" araştırması "Durum Analizi" ve "Tavsiyeler Raporu" olmak üzere iki bölüm halinde hazırlanmıştı. Bu araştırma da yapılan çeşitli tespitlerle beraber yanlışlara ve eksikliklere çözüm önerileri sunulmuş, ders kitapları için tavsiyeler hazırlanmıştı. 2018-2019 yılı Eğitim-Öğretim Yılı'nda okutulacak ders kitapları belli oldu. Yeni kitaplarda durum nedir bilinmez. Ama kitaplarda aynı yanlışlar varsa bir sonraki yıl mutlaka değişiklikler olmalı...

Şimdi yazıyı okuyanlar "Eğitim sisteminin bunca sorunu varken senin de derdine bak!" diyebilirler. Ama madem ki eğitimde önemli değişiklikler olacak. Ders kitaplarındaki engelli ve engellilik kavramları da değişmeli... Prof. Dr. Ziya Selçuk, yeni dönemle ilgili yaptığı açıklamada "Ben bakan değil, gören olmaya çalışacağım..." demişti. Umarız ders kitaplarındaki engellilere yönelik yanlış anlatımlar görülür ve bunlar düzeltilir. Böylece geleceğin büyükleri olan çocuklarımızdaki engelli algısı olumluya çevrilir. 


ALİYE YÜCEL


5 Ağustos 2018 Pazar

SADE SODA DERGİSİ RÖPORTAJI



Geçtiğimiz yıl bir mail aldım. Mail, Sade Soda Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hilal Furkan Hanım'dan geliyordu. Bir araştırma sırasında bloguma rastladığını "Uzun zamandır ilk defa engellilik ve engelliler ile ilgili doğru kurulmuş cümleler okudum..." diye yazmıştı. Blogum ve yazdıklarımla ilgili çok güzel cümlelerle dolu bir maildi. Farkındalık için röportaj ya da bir yazı talebinde bulunuyordu. Cevap olarak, ilgileri için sevindiğimi; isterlerse yazı, isterlerse de röportaj olabileceğini yazdım.

Sade Soda Dergisi, ÖNDER İmam Hatipliler Derneği tarafından lise ve üniversite öğrencileri için çıkarılıyor. Bir süre sonra da Hilal Furkan Hanım'ın adaşı Hilal Mısırlı Hanım'dan röportaj isteğiyle ilgili bir mail geldi. O günlerde şartlarım nedeniyle yüz yüze röportaj yerine soruları göndermelerini ve cevaplayıp göndereceğimi yazdım. Bir süre sonra sorular geldi. Sorular güzel hazırlanmıştı. Ben de samimiyetle cevapladım. Bu arada Hilal Mısırlı ile birbirimize defalarca mail gönderdik. Derginin üç ayda bir çıktığını röportajın yaz sayısında çıkacağını öğrendim. Röportaj derginin 6. sayısında yayınlanacaktı.

Dergiyi ve verdiğim röportajı merakla beklerken önce ÖNDER'in internet sitesinde daha sonrada bir çok yerde dergiden alıntı yapılarak hazırlanan haberlere rastladım. ÖNDER'in internet sitesinde "Engellerden Kavram Çıkardı" diye manşet atılmıştı. Sonra söyle devam ediyordu: "Kendisi de engelli bir isim olan Aliye Yücel, engelliler üzerine kafa yorarken "Kör Topal Giden Bilim Dalı: Engeloji" kavramını ortaya koydu. Genç kardeşlerimiz Yücel'le kavram üzerine konuştu. Gençlik dergimiz Sade Soda'da..."


Bir çok haber sitesi de "Engellerden Kavram Çıkardı" başlığını kullandı. Gaste 24 ise "Üniversiteler İçin Yeni Bir Bilim Dalı Doğdu: Engeloji" başlığını kullandı. Ondan fazla sayıda internet haber sitesi de röportajdan farklı başlıklarla konuyu ele almıştı. Yani dergiyi görmeden yansımalarını gördüm. Bu beni mutlu etti. Bir kaç gün sonra gönderilen Sade Soda Dergisi elime geçti. Her türlü dergiyi çok severim, okurum ve dikkatlice incelerim. Sade Soda Dergisi'ni de elime alınca çok beğendim. Dergi; konuları, içeriği, baskısı, kağıdı hatta ebatları ile çok başarılı ve farklı bir dergi...

Röportajın manşeti "Özgüvende Kadere İman Saklı" olarak yazılmıştı. Hilal Mısırlı "Bugüne kadar duymadıysanız "farkında" bir birey olmaya niyet etmek için güzel bir vesile olacağına inandığımız Aliye Hanım'ı tanımaya ve literatürümüze kazandırdığı "Kör Topal Giden Bilim Dalı: Engeloji"nin üniversitelerde anabilim dalı olarak okutulacağı günlere hazır olun" diyerek röportaja başlamış. Güzel ve içime sinen bir röportaj... Engeloji"nin üniversitelerde anabilim dalı olarak okutulacağı fikri ise beni gülümsetti.

Kitabım çıktığı zaman ve daha sonra da bir çok röportaj verdim. Ama Sade Soda Dergisi'ne verdiğim röportaj çok farklı oldu. Çok ses getirdi ve ilgi gördü. Röportajın bilmecedeki gibi bir etkisi oldu: Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane... Bu da bize derginin etki alanının ne kadar geniş olduğunu gösteriyor. Başta Hilal Furkan ve Hilal Mısırlı olmak üzere dergiye emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. 6. sayısı çıkan derginin yayın hayatının uzun yıllar sürmesini diliyorum.
                                                                                                                        
ALİYE YÜCEL

29 Temmuz 2018 Pazar

OTİZMLİ YÜZÜCÜ



Medyada Can Demirci'nin barajı geçip yarışmaya hak kazandığı halde otizmli olduğu için Samsung Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışı'na katılmasının engellendiği yazıldı. Bu bir skandal olarak değerlendirildi. Sadece Can'ın değil, onun gibi otizmli Melih Onur Şırlak'ın da yarışmaya giremeyeceği bildirilmişti. Daha sonra sosyal medyadan gelen büyük destek üzerine son gün katılmasına izin verilen Can Demirci ve Melih Onur Şırlak büyük başarı göstererek birincilik ve ikinciliği paylaştılar.

Otizmli Can Demirci'nin yarışmaya alınmayacağı sosyal medyada büyük tepki gördü. #canötekilestirmesinyarışakatılsın hashtagı ile bir kampanya başlatıldı. Ünlü oyuncu Ceyda Düvenci de çektiği vido ile Can Demirci'ye destek oldu. Ceyda Düvenci'nin engel ve engellilik konularında çok hassas olduğunu biliyoruz. Düvenci, bir video ile herkese şöyle seslendi: "Can lütfen ötekileştirmesin. Sosyal medyanın gücünü hep birlikte görelim..." Ben de bu konuyu Ceyda Düvenci'nin videosunu seyredince öğrendim. Sonucunu merak ve takip ettim.

Kamuoyunda büyük tepki çeken olayla ilgili, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) internet sitesinden bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamaya göre yüzücülerin gerekli başvuruları yapmadıkları gerekçesiyle yarışmaya alınmayacağı bildirildi. Can ve Onur'un isimlerinin Türkiye Bedensel Engelliler Futbol Federasyonu'nun (TBESF) listesinde olmadığını bu nedenle yarışa dahil edilmedikleri açıklandı. TMOK ise bedensel engelliler ve özel sporcuların başvurularının muhatabı TBESF ve Türkiye Engelliler Spor Federasyonu (TESF) olduğunu açıkladı.


Ceyda Düvenci, sadece video ile kamuoyunun dikkatini çekmekle kalmayıp Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi yetkililerine Can için ricada bulundu. Dilekçeyi de paylaşarak başvuruların yapıldığını anlatan bir paylaşım yaptı. Eşi Bülent Şakrak'ta yapılan başvuru belgesini sosyal medyada yayınladı. Bütün bunlar çok dikkat çekti ve ses getirdi. Bunun üzerine Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu devreye girdi ve konuyla ilgilendi. Böylece Can ve Onur yüzme yarışlarına kabul edildiler.

Bu yıl 30. su yapılan yarışma geçtiğimiz hafta 22 Temmuz Pazar günü gerçekleşti. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi'nin geleneksel olarak düzenlediği Samsung Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışı, Anadolu Yakası'nda Kanlıca'dan başlıyor ve Avrupa Yakası'nda Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkı'nda son buluyor. Yerli ve yabancı toplam 2 bin 400 yüzücünün katıldığı yarışta kendi kategorilerinde Can Demirci birinci olurken, Melih Onur Şırlak da ikinci oldu.

Medyada otizmli oldukları gerekçesiyle yarışlara alınmayacakları söylense de bunun böyle olamayacağını düşündüm. Bir kişinin otizmli olduğu için yüzme yarışmasına alınmaması nasıl bir durum anlamak çok zor. İnsan sadece otizmli diye yarışmasına izin verilmediklerine inanmak istemiyor. Bu konuyu tam olarak anlayabilmiş değilim. Eğer böyle ise durum gerçekten çok vahim. Biz bu engelleri nasıl aşacağız? Engel olunmasın ki yüzebilsinler, engel olunmasın ki başarsınlar, engel olunmasın ki şampiyon olabilsinler.

ALİYE YÜCEL   

22 Temmuz 2018 Pazar

İTİNAYLA BEDEN OLUMLAMA



Beden Olumlama Hareketi (Body Positive Movement) ile ilgili yazıları ilgi ile okuyorum. Bu yeni moda bir akım gibi görünse de bana göre yüzyıllardır var. En azından biz engelliler için... Biz bunu zaten yapıyorduk ama böyle dillendiremiyorduk galiba. Şişmanlar (obezler) buna öncülük etti. Beden  olumlama, önce şişman kişiler için başlasa da; daha sonra uzuvlarını kaybetmiş, bedeninde bir engeli olan yada görüntüsü ile normalin dışında olan insanlar için bir hareket haline geldi.

Beden olumlama hareketi, kişiyi mutlu etme amacıyla bedenlerindeki kusurları kabullenmesini sağlamaya çalışma hareketidir. Temelde bedenin her türlü halinin belli bir standardı olmadan herkes tarafından kabul görmesini  istemektir. Şişman, zayıf, uzun, kısa, kolu olmayan, bacağı olmayan, orantısız vücutlu, bedeninde deformasyon olan, cildi problemli kısaca her şekil ve tipte olan bedenleri olduğu gibi kabul etmek gerektiğini ifade ediyor. Bizlere diretilen güzellik algısına karşı koyup bedenini kimseyle kıyaslamamak gerekiyor.

Sosyal medyada beden olumlama hareketinin sadece "şişman kadınlar" için olduğu gibi yanlış bir algı var. Halbuki kişinin kendi bedeniyle mutlu olması gerektiği savunan bir hareket olduğu için; her cinsiyeti, her türlü ten rengini ve bedensel engelliler gibi kabul görmek isteyen herkesi ilgilendiriyor. Bu akım çok hızla büyüyor. Sosyal medyada da çok yer alıyor. Ülkemizde ve dünyada bir çok kişi dayatılan güzellik anlayışının tersine çok çeşitli fotoğraflar paylaşıyor.


Bir insan bedeninden dolayı suçlanabilir mi? Dış görünüş bu kadar önemli mi? Kişinin bedeniyle ilgili kusur kimi ilgilendirir? Kişi bedenini her haliyle kabul etmesi gerekmez mi? Her beden güzel olmak zorunda mı? İnsanın değeri bedenin mükemmelliği ile ölçülür mü? gibi pek çok soru akla geliyor. Bedenin mükemmelliği insanın elinde olan bir şey değil. Öyle ise, değiştiremeyeceğimiz şeyleri dert etmenin de bir anlamı yok. İşte bu noktada beden olumlama devreye giriyor.

Skolyoz (omurga eğriliği) olan bir arkadaşıma bir tanıdığı "Ben saçımın bir yanı bile istediğim gibi olmazsa dışarı çıkamıyorum. Sen bu halinle nasıl dışarıya çıkıp dolaşabiliyorsun?" demiş... Soruya bakar mısınız? Arkadaşım bunu bana anlattığında çok şaşırmıştım. Nasıl mı çıkıp dolaşıyoruz? Biz engelliler kendimizi olduğu gibi kabul ediyoruz. Kimsenin bedeniyle kendimizi kıyaslamıyoruz. İşte bu kadar... Yani beden olumlamayı  şişmanlardan önce engelliler zaten yapıyordu.

Bedensel engelliler, dayatılan ideal vücut algısına karşı çıkmak durumundalar. Toplum tarafından ötekileşmeye karşı çıkıyorlar. Onlara önyargı ile yaklaşanları umursamamayı mecburen öğreniyorlar. Ayrıca, engelli bir bedenle de mutlu olabilirsin. Ama vücudu güzel olduğu halde, boyu biraz kısa olduğu için dert edinip, mutsuz olan kişiler var. Bu nasıl göründüğünden çok ne hissettiğinle ilgili... Bu akımın amacı kendiyle barışık olma durumu ise engelliler bunu pekala başarıyor.
  
ALİYE YÜCEL

15 Temmuz 2018 Pazar

TEKERLEKLİ SANDALYE DÜNYA ESKRİM ŞAMPİYONASI



Zaman zaman engelli sporlarını yazıyorum. Bugün de tekerlekli sandalye eskriminden bahsedeceğim. Dünya 17 ve 23 Yaş Altı Tekerlekli Sandalye Eskrim Şampiyonası 9-15 Temmuz tarihleri arasında Polonya'da yapıldı. Başkent Varşova'da yapılan şampiyonaya ülkemizden de milli eskrimcilerimiz katıldı. Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu'nun yaptığı açıklamaya göre eskrimcilerimiz toplamda 6 madalya kazandı.

Tekerlekli sandalyedeki engelliler için eskrim ilk olarak Sir Ludwig Guttman tarafından uygulanmıştır. Nörolog Doktor Guttman Stoke Mandeville Hastanesi'nde felçli genç gazilere bakarken, onların rehabilitasyonunda sporun önemli olacağını düşünmüştür. Guttman, The Stoke Mandeville Hastanesi'nde, tekerlekli sandalyedeki engellilerin rehabilitasyonu için çeşitli sportif aktiviteler düzenlemiştir. Tekerlekli sandalye eskrimi sporu da bunlardan biridir. Tekerlekli sandalye eskrimi ilk defa Roma'da 1960 yılında Paralimpik Oyunları'nda sunulmuştur.,

Tekerlekli sandalye eskrim sporunun en dikkat çekici tarafı sporcuların yere bağlanmış tekerlekli sandalye üzerinde yarışmalarıdır. Bu sandalyeler sayesinde sporculara bedenlerinin üstünü rahatça hareket ettirirler. Bu nedenle oyun engelsizlerin oynadığı eskrim yarışlarındaki kadar hızlı olur. Ampute, spinal yaralanma ve serebral palsili engelliler bu sporu yapabilirler. Tekerlekli sandalye eskrimde sporcular arasında sabitlenmiş mesafe bulunur.


Tekerlekli sandalye eskriminde çeşitli kategorileri vardır. Foil ve Sabre yarışlarında hedef engelsiz yarışlarıyla aynıdır. Epe, yarışlarında bel üstündeki her yer hedeftir. Bel altında giyilen bir korucu ise teması önler. Ayaklar ayaklıkta, sporcu ise oturarak kalmalıdır. Sandalye, ana bara 110 derecelik bir açıyla sabitlenmelidir. Temel amaç engelsiz yarışlarıyla aynıdır. Foil ve Epe yarışlarında kadınlar ve erkekler için bireysel ya da takım halinde yarışlar vardır. Sabre de ise sadece erkekler yarışırlar.

Sporcunun, kalıcı bir engeli olduğu için ayakta eskrim yapamıyor olması tekerlekli sandalye eskrimine elverişli olması demektir. Sporcuların kolları esnek, hareketleri oldukça hızlı olmalıdır. Bunun dışında ani ataklar için her zaman hazır olmalıdırlar. Spor; oturma dengesinin olup olmamasına, kolunun ve elinin engel durumuna göre çeşitli sınıflara ayrılır. Bunlar; Klas 1A, Klas 1B, Klas 2, Klas 3, Klas 4'tür.

Dünya 17 ve 23 Yaş Altı Tekerlekli Sandalye Eskrim Şampiyonası'na dönersek; şampiyona Uluslararası Tekerlekli Sandalye ve Ampute Spor Federasyonu (IWAS) tarafından düzenleniyor. Bu yıl şampiyonaya milli sporcularımız Elke Lale Van Achterberg ve  Hakan Akkaya katıldılar. Elke Lale Van Achterberg, şampiyonayı 17 yaş altı flöre kategorisinde altın, 23 yaş altı flörede bronz, 17 yaş altı epede gümüş, 23 yaş altı epede bronz madalya alarak toplamda 4 madalyayla tamamladı. Hakan Akkaya ise 23 yaş altı flörede gümüş, 23 yaş altı epede bronz madalya kazanarak turnuvadan 2 madalya ile ayrıldı.

Milli sporcumuz Elke Lale Van Achterberg, Türk bir anne ile Hollandalı bir babanın kızı. Elke Lale, annesi için ay-yıldızlı formayı tercih etmiş. 2020 Tokyo Paralimpik Oyunları'nda altın madalya kazanmayı hedefliyor. Daha önce dünya şampiyonu olan Hakan Akkaya da 2020 Tokyo Paralimpik Oyunları'nda altın madalya kazanmak istiyor. Her iki sporcumuzu da tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.


ALİYE YÜCEL

8 Temmuz 2018 Pazar

MAYA'NIN HİKAYESİ



Suriyeli küçük bir kızın bacakları olmadığı için babasının PVC boru ve konserve kutusundan yaptığı protez bacaklarla gezdiğinin haberini okumuştum. 8 yaşındaki Maya Merhi ve ailesi Halep'in güneyinden kaçıp İdlib'te bir kampa sığınmıştı. Türkiye sınırına yakın Ser Ceble kampında yardım kuruluşlarının dağıttığı çadırda yaşıyorlardı. Maya, bacakları olmadan doğmuştu. Doğuştan bacaklarının dizden aşağısı olmadığı için babası ona PVC boru ve konserve kutusundan protez yapmıştı. Onlara yürüyor ve okula gidiyordu.

Haberde Maya'nın okula çamur ve toz içinde sürünmeden protez bacaklarla gideceği günü hayal ettiği yazıyordu. Okuduğumda "Maya, eğer Türkiye'de olsaydı. Şimdi protezlere sahip olur ve daha kolay yürürdü... " diye aklımdan geçirdim. Onu, PVC boru ve konserve kutusundan bacaklarla zorluk ve acı ile yürüdüğünü görenler dayanamamış olacak ki "Sosyal medyadan çok sayıda doktor ve hayırsever protez bacak yapmak için Maya'yı arıyor..." haberleri yapıldı.

Anadolu Ajansı'nın yaptığı haberleri ve sosyal medyada paylaşımları görenler hemen harekete geçtiler ve "Suriyeli Maya protez bacaklar için Türk Kızılay'ı tarafından İstanbul'da..." haberleri geldi. Protez Uzmanı Mehmet Zeki Çulcu'nun Maya'nın protezlerini yapmayı istemesi üzerine, Türk Kızılayı Başkanı Dr. Kerem Kınık harekete geçti ve Maya protezlerinin yapılması için İstanbul'a getirildi. Küçük kız İstanbul'a babasıyla beraber geldi.


Ali Merhi de kızı gibi konjenital bozukluk (doğumsal anomali) nedeniyle engelli... Bundan anlıyoruz ki Maya'nın engeli genetik... Merhi, "Kızım birilerinin yardımı olmadan bir şey yapamıyor. Bu durum beni çok mutsuz ediyor. Onu kimseye muhtaç olmadan okula giderken, ihtiyaçlarını giderirken görmek istiyorum" diyor. Savaş nedeniyle Suriye'de protez yaptıramadıklarını kızının durumuna üzüldüğünü ve yürüyebilmesi için PVC boru ve ton balığının konserve kutusundan protez yapma fikri aklına geldiğini anlatıyor.

Protez Uzmanı Mehmet Zeki Çulcu, sadece Maya'ya değil, babasına da protez yapmak istiyor. Her ikisinin de protezlerini üstlenen Çulcu, küçük kızın durumunu görüp çok etkilendiğini "Her ne kadar Maya doğumsal problemli bir kızımız olsa da benzer durumda, bu savaşın ortaya çıkardığı parçalanmış hayatlara bir örnek. Maya gerçekten bayrak bir çocuk oldu, simge bir çocuk oldu. Bunun gibi çokça çocuğumuz var..." diyerek Suriye'de onun durumunda olanlara dikkat çekiyor.

Maya'nın muayenesi yapıldı. Ölçüleri alındı ve protezleri yapıldı. Şimdi yeni yapılan protez bacaklarla yürümeye çalışıyor. Protezleriyle ayakta durma ve denge çalışması yapıyor. Protezlerine alışıyor. Onu öyle görmek çok etkileyici... Maya'nın önceki hali ile bir çok fotoğrafları yayınlandı. Bir boru ve konserve kutusuyla yürümeye çalışmak oldukça zor olmalı... Üstelik canı nasıl da yanmıştır. Nereden nereye... Maya'yı yeni protezleriyle adım atarken görmek çok etkileyici... O, artık daha kolay yürüyebilecek, okuluna rahatça gidebilecek... Maya'nın hikayesini haber yapanlara, onu İstanbul'a getiren Türk Kızılayı'na ve protezlerini yapan Mehmet Zeki Çulcu'ya ne kadar teşekkürler etsek azdır. Küçük bir kızın hayatını böyle değiştirdikleri için...

ALİYE YÜCEL

1 Temmuz 2018 Pazar

EL FENERLERİ ÇOĞALMALI



TRT Çocuk kanalı çok önemli bir projeye imza atıyor. Kanalda yayınlanacak yeni bir çizgi film 0-5 yaşındaki çocuklara işaret dili öğretecek. "El Feneri" isimli bu çizgi film işitme engelli çocuklar için ışık olacak. Bu çizgi film hem sesli olacak, hem de işaret dilinde bir anlatıcısı olacak. El Feneri programı, yeni yayın döneminde Eylül ayında TRT Çocuk ekranlarında yayınlanmaya başlayacak.

Bu proje, dünyada ve Türkiye'de 0-5 yaş arası işitme engelli çocuklara çizgi film ile işaret dili öğreten ilk proje olma özelliği taşıyor. El Feneri'ni dünyadaki benzerlerinden ayıran bir özelliği de bilimsel verilere dayanması... 0-5 yaş arası işitme engelli çocukların hangi kelimeleri öğrendiği, hangi kelimeleri hangi yaşlarda kullanmaya başladığı araştırılmış. Buna dayanarak bu çizgi filmin serisi oluşturulmuş.

"El Feneri" sadece bir çizgi film değil. Tamamen işaret dilini öğretmeye yönelik bir proje... Çocukların dikkatini dağıtmadan, eğlendirici bir şekilde bilgiyi onlara aktarıyor. Proje için büyük özen gösterilmiş. Ayrıca; işaret dili bilmeyen çocukların yanı sıra onların ebeveynleri ve işitme engelli olmayıp işaret dili öğrenmek isteyenler için de çok faydalı olacak bir proje. Çizgi film, tek hedefi sadece işitme engelli çocuklar değil. Yapılan açıklamalara göre; bu çizgi film ile çocukların ebeveynlerinde farkındalık artacak. Belki de en önemlisi çocuklarda bir farkındalık meydana gelecek. Çocuklar, işaret dili ile konuşan birini gördüğünde şaşırmayacaklar.


Bu çizgi film Türk İşaret dilinde anlatılıyor ve aynı zamanda görsel olarak sunuluyor. İşitme engelliler için bugüne kadar yapılan her çalışma bu çocukların işaret dili bildiği düşünülerek yapılmıştır. Bu çizgi film hedef kitlesi ise işaret dili bilmeyen çocuklar. El Feneri için 30 kişilik bir ekip çalışmış. El Feneri, ilk önce 30 bölümde 150 kelimeyi öğretmeyi amaçlıyor. Daha sonra çizgi filmde 300 kelimeye ulaşılması planlanıyor.

Çizgi filmin yapımcılığını Filmix Yapım üstleniyor. Projenin baş danışmanlığını Beyza Sümer yapıyor. Sümer; Türk İşaret Dili'nin işitme engelliler okullarında birinci, ikinci ve üçüncü sınıfların eğitim müfredatında yer aldığını, Türk İşaret Dili'ni öğretecek bir eğitim kadrosunun olmadığını ve işitme engelli çocuklara işaret dilini öğretecek eğitim materyallerinin olmadığı belirtiyor. Sümer ayrıca; Türk İşaret Dili eğitimi eksikliğinin, okul derslerinde; özellikle okuma-yazma alanında başarısızlığa, sosyal hayatta uyum zorluğuna ve psikolojik bozukluğa yol açabileceği konusuna dikkat çekiyor.

İşitme engelliler için işaret dilinin önemini söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Hayattaki iletişimlerini sağlayan en önemli unsur. İşte bu yüzden bu çizgi film sosyal sorumluluk alanında çok önemli bir proje olduğu görülüyor. El Feneri, medya alanı için de önemli ve öncü bir proje... İşaret dili için teknoloji ve medya uygulamalarının gelecekteki çalışmaları için de büyük bir esin kaynağı olacak. El fenerleri çoğalacak...

ALİYE YÜCEL

24 Haziran 2018 Pazar

BİR TANE BİZDEN ÇIKSA



Belçika'da ekim ayında yerel seçimler yapılacak. Yeşiller Partisi (Groen) bu seçimler için Brugge kentinde down sendromlu bir genci aday olarak gösterdi. 18 yaşındaki Tane Depuyt, eğer seçilirse Belçika'nın ilk down sendromlu belediye meclisi üyesi olacak. Tane Depuyt, Yeşiller Partisi gençlik örgütünde aktif olarak çalışıyor. Aday olmayı da kendisinin istediği belirtiliyor.

Medyadaki haberlere göre; Tane Depuyt, babası da politikacı olduğu için politikacı olmak istiyor. Politikayı ciddiye alıyor ve aktif olarak çalışıyor. Çok iddialı ve planlı çalışan Depuyt, kampanyanın web sitesini, afişlerini ve posterlerini de kendi hazırlamış. Listede 16. sırada yer alan down sendromlu gencin hedefi tercih oyları ile seçilmek.  "Neden Yeşiller Partisi'ni seçtin?" sorusunu ise; "Çünkü daha fazla doğaya ihtiyacımız var" diyerek açıklıyor.

Yeşiller Partisi Brugge kenti örgütü, Tane Depuyt'un adaylığı kamuoyunun ilgisini çekmek için yapılmış göstermelik bir adaylık olmadığını belirtiyor. Partinin Brugge sorumlusu Marleen Ryelandt'in açıklamasına göre, down sendromlu aday aynı sorunlara sahip olsun ya da olmasın diğer gençlerin de sosyal olarak topluma katılmasını istiyor.


Marleen Ryelandt ayrıca, Yeşiller Partisi listesinin toplumu kucaklayacak şekilde hazırlandığını söylüor. Down sendromlu Tane Depuyt'un dışında tekerlekli sandalyeli ve konuşamayan iki engelli adayları daha olduğunu belirtiyor. Partinin Brugge sorumlusu Ryelandt, konuşma engelli adayın bilgisayarda çok başarılı işler yaptığını ve onlara çok önemli fikirler verdiğini açıklıyor.

Down sendromu genetik bir farklılık... Normal bir insanda 46 kromozom bulunurken, down sendromlularda 47 kromozom bulunuyor. Down sendromluların karakteristik bazı özellikleri var. Yavaş öğrenirler. Problem çözmede ve karar vermede zorlanabilirler. Özel eğitim görmeleri gerekebilir. Ancak, günlük yaşantılarını sürdürmek için gereken pek çok şeyi öğrenebilirler. Down sendromluların çeşitli yetenekleri vardır. Pek çok işi başarabilirler. İşte Tane Depuyt, bunlardan biri...

Yeşiller Partisi, Brugge Belediye Meclisi'nde şimdilik üç sandalyeye sahip. Parti, sonbaharda yapılacak seçimlerde en az beş üyelik almayı hedefliyor. Umarız hedeflerine ulaşırlar. Tane Depuyt ve diğer engelli adaylar da belediye meclisi üyesi olabilirler. Seçildikten sonra çok başarılı ve örnek çalışmalar yapacaklarından hiç kuşkum yok. Dileğim bizden de bir "Tane" çıkması... 

ALİYE YÜCEL

17 Haziran 2018 Pazar

376 YIL SONRA KONULAN TEŞHİS



Operatör Doktor Kadir Abul, ünlü İspanyol Ressam Jusepe de Ribera'nın "Çarpık Ayak" isimli yağlıboya tablosunu inceledi. Ribera bu resmi 1642 yılında yapmıştı. Dr. Abul, resimde yer alan dilenci çocuğun hastalığının "Çarpık Ayak" değil, o dönemde henüz adı bile konulmamış "Çocuk Felci" (poliomiyelit) hastalığı olduğunu belirledi. Doktorumuz tam 376 yıl sonra bu teşhisi koydu. Böylece tablonun sırrını çözdü.

Jusepe de Ribera (ya da Jose Ribera) 1591 yılında doğmuş, 1652 yılında Napoli'de ölmüştür. Ribera, 20 yaşında iken İtalya'ya gitmiş bir daha ülkesine dönmemiştir. Caravaggio ve Corregio gibi İtalyan ressamların etkisinde kalsa da İspanyol resminin özelliklerini de bırakmamıştır. Dini motifleri kullansa da acılı olayların ve umutsuzluğun ressamı olarak anılır. Acıyı bayağılığa kaçan gerçekçilikte anlatmıştır. "Çarpık Ayak" (bazı yerlerde "Topal"  diye de geçiyor) yani söz konusu  tablo da bunlardan biridir. 

Jusepe de Ribera'nın sağ ayağı sakat bir dilenci çocuğu resmettiği tablosu önceleri "Cüce" diye anılmış, daha sonra çocuğun engelinin "Çarpık Ayak" olduğu değerlendirilmiş ve bu  isim verilmiş. Eser, Paris'te bulunan ünlü Louvre Müzesi'nde bulunuyor. Dr. Kadir Abul, bu tabloyu bir arkadaşının sosyal medya paylaşımında görüyor. İlgisini çekiyor ve bu eseri inceliyor. Yaptığı analizde çocuğun hastalığının "Çarpık Ayak" değil de o dönemde henüz adı konmamış "Çocuk Felci" olduğunu belirliyor.
 
Dr. Abul, tabloyu incelemeye başladığında, çocuğun elinde tuttuğu bir kağıt ve sol omzunda tuttuğu  sopa dikkatini çekiyor. Bu sopanın bir koltuk değneği olabileceğini düşünüyor. Çünkü "Çarpık Ayak" hastalarının koltuk değneğine ihtiyaç duymadığını bildiği için heyecana kapılıyor. Hemen bilgisayarda sopanın boyunu ölçüyor. Değneği hizaladığında tam koltuk altı seviyesine geldiğini görüyor. Değnek düz değil de bir seviyeden sonra eğri duruyor. Çocuğun boynunun tam önüne gelen kısmı aşınmış ve eğrilmişti. Buraya bir bası geliyor olmalıydı. İşte bu aşınma ve eğilme, çocuğun dizi kilitlemek için, değneğini dizin hemen üzerine ve ön kısmına bastırarak kullandığını gösteriyordu. Bu  yürüme şekli "çocuk felci" hastalığının karakterine uyuyordu.


Çocuğun neden elini dizinin üstüne bastırarak yürümek yerine koltuk değneği kullandığını düşündü. Bu sorunun cevabı da çocuğun elinde tuttuğu kağıtta gizliydi. Kağıtta Latince "Da mihi elimo/sinam propter/amorem dei! (Allah aşkına bana sadaka verin!) yazıyordu. Bu kağıt o dönemde hükümetten alınan dilencilik belgesiydi. Bu belge olmadan dilenince hırsız olarak kabul edilir dilenemezdi. Belge sayesinde hem dilenme hakkını elde ediyor. Hem de koltuk değneğini dizine yaslayıp kilitleyerek yürüyünce kendisini daha aciz ve acınır durumda gösterip para alma şansını arttırıyordu. 

Doktorumuz, çalışmasını ilk olarak Türk Milli Ortopedi Kongresi'nde sunuyor. Çalışma daha sonra Op. Dr. Fettah Büyük ve Op. Dr. Adbulhamit Mısır'ın katkılarıyla bilimsel bir makale haline getiriliyor. Yazışmalar sonrası Louvre Müzesi'nden telif hakları alınıyor ve Amerika'nın ünlü tıp dergisi Clinical Orthopaedics and Related Research'de yayınlanıyor. Makale, derginin ana editörlerinin ilgisini çekiyor. Derginin, Mayıs 2018 sayısının kapağında yer alıyor. Dr. Kadir Abul ve meslektaşları şimdi, tablonun adını değiştirmek için Louvre Müzesi'ne başvuracaklar.

Op. Dr. Kadir Abul, teşhisini "Tablonun çizildiği sene 1642, çocuk felci hastalığının tanımlanması 1789 senesi. Arada 150 yıl gibi bir süre var. Ressam çiziyor ama hangi hastalığı çizdiği belli değil. Tabii bizim iddiamız çocuk felci yönünde, elimizde bunu net kanıtlayacak MRI veya EMG gibi tetkiklerimiz de yok. O yüzden tablodaki gizli ayrıntıların analizi önem kazanıyor. Bizim yaptığımız tam da bu oldu" diye açıklıyor.

Haberi önce Show TV'de gördüm. Sonra da Hürriyet Gazetesi'nde okudum. Araştırmak için baktığımda bir çok yerde haberinin yapıldığını gördüm. Çok dikkatimi çeken bir haber oldu. Belki de çocuk felci olması daha da ilgimi çekti. Gerçekten de ilginç bir haber... Her şey iyi güzel. Ancak engelli çocuğun dilenci olma ihtimali oldukça çok can sıkıcı... Engelliler dilenci değil ki... Engellilere acımak ve sadaka vermek yanlış bir davranış. Onlara maddi değil, manevi destek verilmesi gerekir. Sevgi, anlayış, empati gibi...

ALİYE YÜCEL