> Engeloji : Resim

Translate

Resim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Resim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2018 Pazar

376 YIL SONRA KONULAN TEŞHİS



Operatör Doktor Kadir Abul, ünlü İspanyol Ressam Jusepe de Ribera'nın "Çarpık Ayak" isimli yağlıboya tablosunu inceledi. Ribera bu resmi 1642 yılında yapmıştı. Dr. Abul, resimde yer alan dilenci çocuğun hastalığının "Çarpık Ayak" değil, o dönemde henüz adı bile konulmamış "Çocuk Felci" (poliomiyelit) hastalığı olduğunu belirledi. Doktorumuz tam 376 yıl sonra bu teşhisi koydu. Böylece tablonun sırrını çözdü.

Jusepe de Ribera (ya da Jose Ribera) 1591 yılında doğmuş, 1652 yılında Napoli'de ölmüştür. Ribera, 20 yaşında iken İtalya'ya gitmiş bir daha ülkesine dönmemiştir. Caravaggio ve Corregio gibi İtalyan ressamların etkisinde kalsa da İspanyol resminin özelliklerini de bırakmamıştır. Dini motifleri kullansa da acılı olayların ve umutsuzluğun ressamı olarak anılır. Acıyı bayağılığa kaçan gerçekçilikte anlatmıştır. "Çarpık Ayak" (bazı yerlerde "Topal"  diye de geçiyor) yani söz konusu  tablo da bunlardan biridir. 

Jusepe de Ribera'nın sağ ayağı sakat bir dilenci çocuğu resmettiği tablosu önceleri "Cüce" diye anılmış, daha sonra çocuğun engelinin "Çarpık Ayak" olduğu değerlendirilmiş ve bu  isim verilmiş. Eser, Paris'te bulunan ünlü Louvre Müzesi'nde bulunuyor. Dr. Kadir Abul, bu tabloyu bir arkadaşının sosyal medya paylaşımında görüyor. İlgisini çekiyor ve bu eseri inceliyor. Yaptığı analizde çocuğun hastalığının "Çarpık Ayak" değil de o dönemde henüz adı konmamış "Çocuk Felci" olduğunu belirliyor.
 
Dr. Abul, tabloyu incelemeye başladığında, çocuğun elinde tuttuğu bir kağıt ve sol omzunda tuttuğu  sopa dikkatini çekiyor. Bu sopanın bir koltuk değneği olabileceğini düşünüyor. Çünkü "Çarpık Ayak" hastalarının koltuk değneğine ihtiyaç duymadığını bildiği için heyecana kapılıyor. Hemen bilgisayarda sopanın boyunu ölçüyor. Değneği hizaladığında tam koltuk altı seviyesine geldiğini görüyor. Değnek düz değil de bir seviyeden sonra eğri duruyor. Çocuğun boynunun tam önüne gelen kısmı aşınmış ve eğrilmişti. Buraya bir bası geliyor olmalıydı. İşte bu aşınma ve eğilme, çocuğun dizi kilitlemek için, değneğini dizin hemen üzerine ve ön kısmına bastırarak kullandığını gösteriyordu. Bu  yürüme şekli "çocuk felci" hastalığının karakterine uyuyordu.


Çocuğun neden elini dizinin üstüne bastırarak yürümek yerine koltuk değneği kullandığını düşündü. Bu sorunun cevabı da çocuğun elinde tuttuğu kağıtta gizliydi. Kağıtta Latince "Da mihi elimo/sinam propter/amorem dei! (Allah aşkına bana sadaka verin!) yazıyordu. Bu kağıt o dönemde hükümetten alınan dilencilik belgesiydi. Bu belge olmadan dilenince hırsız olarak kabul edilir dilenemezdi. Belge sayesinde hem dilenme hakkını elde ediyor. Hem de koltuk değneğini dizine yaslayıp kilitleyerek yürüyünce kendisini daha aciz ve acınır durumda gösterip para alma şansını arttırıyordu. 

Doktorumuz, çalışmasını ilk olarak Türk Milli Ortopedi Kongresi'nde sunuyor. Çalışma daha sonra Op. Dr. Fettah Büyük ve Op. Dr. Adbulhamit Mısır'ın katkılarıyla bilimsel bir makale haline getiriliyor. Yazışmalar sonrası Louvre Müzesi'nden telif hakları alınıyor ve Amerika'nın ünlü tıp dergisi Clinical Orthopaedics and Related Research'de yayınlanıyor. Makale, derginin ana editörlerinin ilgisini çekiyor. Derginin, Mayıs 2018 sayısının kapağında yer alıyor. Dr. Kadir Abul ve meslektaşları şimdi, tablonun adını değiştirmek için Louvre Müzesi'ne başvuracaklar.

Op. Dr. Kadir Abul, teşhisini "Tablonun çizildiği sene 1642, çocuk felci hastalığının tanımlanması 1789 senesi. Arada 150 yıl gibi bir süre var. Ressam çiziyor ama hangi hastalığı çizdiği belli değil. Tabii bizim iddiamız çocuk felci yönünde, elimizde bunu net kanıtlayacak MRI veya EMG gibi tetkiklerimiz de yok. O yüzden tablodaki gizli ayrıntıların analizi önem kazanıyor. Bizim yaptığımız tam da bu oldu" diye açıklıyor.

Haberi önce Show TV'de gördüm. Sonra da Hürriyet Gazetesi'nde okudum. Araştırmak için baktığımda bir çok yerde haberinin yapıldığını gördüm. Çok dikkatimi çeken bir haber oldu. Belki de çocuk felci olması daha da ilgimi çekti. Gerçekten de ilginç bir haber... Her şey iyi güzel. Ancak engelli çocuğun dilenci olma ihtimali oldukça çok can sıkıcı... Engelliler dilenci değil ki... Engellilere acımak ve sadaka vermek yanlış bir davranış. Onlara maddi değil, manevi destek verilmesi gerekir. Sevgi, anlayış, empati gibi...

ALİYE YÜCEL

22 Ocak 2012 Pazar

TAHTA BACAK FRİDA! DEVAM...


(Lütfen önce “Tahta Bacak Frida!” yazısını okuyun…)
… Ve kazadan sonra aylarca yatakta yatmış… Acılarını unutmak için hep resim yapmış... Çektiği acıları, yaşadıklarını, yaşayıp isteyip yaşayamadıklarını hep resimlerinde anlatmış… Neyse ki iki yıl sonra ayaklanmış… Uzun süre alçılar ve korseler içinde hayatına devam etse de aktif siyaset hayatından bile geri durmamış… Ülkesindeki insanların devrimci mücadelesini desteklemiş... New York ve Paris’te açtığı sergiler ise sanat dünyasında büyük etki yapmış…
Artık ünlü bir ressammış ve Meksika’nın ünlü ressamı Diego Rivera ile tanışmış… Ona aşık olmuş ve evlenmişler… Ailesi bu evliliği hiç istememiş… Düğüne ailesinden sadece babası gelmiş ve damada “Kızımın hasta olduğunu ve hayatı boyunca sağlık sorunları olacağını unutmayın. Akıllıdır ama güzel değildir! Bunu aklınızdan çıkarmayın. Her şeye rağmen onunla evlenmek istiyorsanız, rıza gösteriyorum” demeyi ihmal etmemiş! Diego’yla fırtınalı bir evlilik yaşamış… Çok istediği halde çocuk doğuramamış... Üstelik kocası onu kız kardeşiyle aldatmış… Boşanmışlar ve bir yıl sonra tekrar evlenmişler… Frida, kocasının hayatına etkisini  “Başıma gelen en kötü olay, yaşadığım kaza ve Diego!” diyerek anlatmıştır.
40 yaşından sonra omurgasındaki sıkıntılardan dolayı hastaneye yatmış ve 9 ay boyunca seri ameliyat geçirmiş... Açtığı sergiye doktorların yasağına rağmen hasta yatağından kalkıp gitmiş… Bu ihmali yüzünden de bacağı kangren olmuş ve kesilmiş… 1954’te yakalandığı akciğer hastalığı yüzünden de ölmüş… Öldüğünde geriye 150 kadar eser bırakmış… Son tablosunun adı da “Yaşasın Hayat”mış!
Dünyanın en büyük ressamlarından biri kabul edilen Frida Kahlo’nun hayat hikayesi işte böyle… “Bu kadar şey bu kısa hayata nasıl sığmış? Sağlam olsa kim bilir ne yapardı?” dememeli! Çünkü, o zaman Frida Kahlo olmazdı!

Frida Kahlo, kendisiyle barışık bir kadın ve hayata bakışı çok farklı… Sakatlığını, kalın kaşlarını ve bıyıklarını sorun etmemiş… Toplumun değerleri yerine içinden geldiğince yaşamış... Çektiği bedensel ve ruhi acıya rağmen hayata karşı direnmiş... “Ayaklar, uçmak için kanatlarım (!) varken, sizi neden arayayım?” diyerek ne kadar güçlü iç zenginliğine sahip olduğunu anlatmış… Belki de hiç kimse acılarını, acındırmadan (!) onun kadar güzel anlatamaz.
Frida “Ben aşkın, acının ve devrimin kadınıyım” diyerek hayatını anlamlı ve sade bir şekilde özetlemiştir. Yaptığı resimler kadar yazdıkları da çok etkileyici… Yaşadığı acılarla tuttuğu günlüğünde öyle güzel cümleler var ki… “Nehir akıyor diye kıyılarının sıkıntı çektiğine, yağmur yağıyor diye dünyanın sıkıntı çektiğine, enerjisini salarken atomun sıkıntı çektiğine inanmıyorum! Benim için her şeyin doğal bir telafisi vardır. Üstlendiğim zor ve anlaşılması güç rolde ödülüm, kırmızı bir yığın içinde yeşil bir noktadır. Dengedir benim ödülüm…” demiştir.
İsmini duyunca gözümün önüne anlamlı yüzü ve rengarenk görüntüler geliyor. Resimlerindeki karmaşa ve renklilik hayatın tüm zorluğuna rağmen ne kadar da güzel olduğunu anlatıyor. Her şeye rağmen ayakta kalmak gerektiğini gösteriyor!

ALİYE YÜCEL