> Engeloji

Translate

13 Temmuz 2014 Pazar

SERDAR ORTAÇ'IN HASTALIĞI MS


Hep MS (Multiple Skleroz) hastalığı ile ilgili bir yazı yazmak istedim. Çünkü başta sunucu Oya Seymen olmak üzere, bu hastalığa yakalanan bir çok kişiyi yakından tanıdım. Hepsinin yaşadıkları ve hastalık hikayeleri ayrı ayrıydı. Ancak yazmak Serdar Ortaç'ın da bu hastalığa yakalandığını öğrenince kısmet oldu. Pek çok kişi bu hastalığın adını duysa da tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Serdar Ortaç'ın ünlü olması nedeniyle herkes bu hastalığın ne olduğunu ve nelere yol açtığını da öğrendi. Serdar Ortaç tam da evlendiği sırada sevenlerini üzdü.

Sağır Sultanın bile duyduğu Serdar Ortaç'ın hastalığı Multiple Skleroz yani kısaca MS; beyin ve omurilikteki sinir sisteminde meydana gelen bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. MS merkezi sistemini tahrip ettiği için, beyinden sinirlere verilen mesajlar ya iletilemez ya da yanlış bölgeye gider. Böylece beyindeki; görme, yürüme, konuşma gibi çeşitli vücut fonksiyonları kontrol edilemez hale gelir. Çok çeşitli belirtileri vardır. Belirtileri kişiden kişiye değişir. Kişiler bazen bazı belirtileri önemsemez doktora da gitmez. Bu nedenle de çoğu zaman da geç teşhis edilir.

MS hastalığının sebebi bilinmemektedir. Tıbbın bu kadar ilerlediği günümüzde hastalık hala sırrını korumaktadır. Sebepler arasında virüsler ve bağışıklık sistemi gösterilir. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Kimin yakalanacağı da bilinmez. Hastalık genellikle 20 ile 40 yaşları arasında ortaya çıkar. Yani hastalığa yakalanan kişiler hayatlarının en verimli çağlarındadır. Hastalık 15 yaşında önce ve 50 yaşından sonra da pek az görülür. Kadınlar arasında çok daha yaygındır.


Duyan pek çok kimse Serdar Ortaç'ın MS'e yakalandığına inanmadı, inanmak istemedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, tatilde güneşin altında görünce ben de inanamadım. "Galiba hastalığı MS değil" diye düşündüm. Çünkü bildiğim kadarıyla güneş bu hastalığın en büyük düşmanlarından biridir. Sonra bir magazin programında doktorunun açıklamalarına rastladım. Doktoru da Ortaç'ın MS olduğunu ve güneşte kalmasının sakıncalı olduğunu vurguluyordu.

Maalesef ki MS, önlenebilir ve tamamen tedavi edilen bir hastalık değildir. Bu hastalığa yakalanan kişilerin yapması gerekenler; genel olarak sağlıklarının korumak, beslenmelerine dikkat etmek, ilaçlarını kullanmak, morallerini yüksek tutmak, güneşten korunmaktır. Bu sayede hastalığın seyrini yavaşlatmak mümkündür. Zaman zaman ataklar gösterir. Tüm dünyada ve ülkemizde hastalıkla ilgili çeşitli deneyler ve araştırmalar yapılıyor. Günün birinde MS belki önlenebilecek, kolayca teşhis edilebilecek ve tedavisi tam olarak yapılabilecektir. Böylece korkulan bir hastalık olmaktan da çıkacaktır.

"Kadere bir yemin ettim, bana karışmaya korkar,
Aşkımla tarihe geçtim, bizi unutmayacaklar."

Serdar Ortaç bu şarkı sözlerini neler düşünerek yazdı bilinmez! Ama kader bu işte... Boynumuz kıldan ince... Unutmayalım, hastalık ve sakatlık her zaman, her yaşta ve herkesin başına gelebilir. Bundan kaçmak mümkün değildir. Serdar Ortaç ve tüm MS hastalarına şifalar dileğiyle...

ALİYE YÜCEL

6 Temmuz 2014 Pazar

ENGELLİLERE KİŞİSEL BİLGİLER


Üç dört ay kadar oluyor. Yüz yüze hiç görüşmediğim ancak yaptığı çalışmalardan ve aynı kurumdan olmamız nedeniyle tanıdığım Türkiye Beyazay Derneği Ege Bölge Koordinatörü Ali Rıza Soyaslan aradı. Bir kitap çalışması olduğunu ve bunu bana ulaştırmak istediğini söyledi. Bir kaç gün sonra da "Engellilere Kişisel Bilgiler" kitabı elime geçti. O günden beri bu çalışmadan bahsetmek istiyordum. Bir türlü olmadı.

Ali Rıza Soyaslan'ın "Engellilere Kişisel Bilgiler" kitabı Tavşanlı Ticaret ve Sanayi Odası öncülüğünde ücretsiz dağıtılmak üzere çıktı. Ali Rıza Soyaslan, ailesinde engelli kişiler olsa da, kendisi engelli değil. İşte bu nedenle engelliler için yaptığı bu ve diğer çalışmalarını çok daha değerli buluyorum. Engelli sorunlarını dikkate almak, empati kurabilmek ve bu konuda bir şeyler yapabilmek çok önemli...

Kitabın önsözü Türkiye Beyazay Derneği Genel Başkanı Lokman Ayva tarafından yazılmış. Ayva, kitaptan beklentinin engellilerle ilgili konuların tekrar bir  değerlendirme, düşünme, müzakere etme imkanının meydana gelmesi olduğun belirtip, "... Bu kitapta kendimizi de buluruz. Zafiyetlerimizi, kaygılarımızı, çıkmazları ve onlara karşı önerileri. Çare olacak yöntemler her zaman değişebilir. Siz de yöntemler bulabilirsiniz. Ali Rıza Soyaslan Bey engelliliğin psikolojik boyutlarına, inançla ilgili kısımlarına pek çok konuyu açık yüreklilikle tartışıyor. Hepimiz kendimize has fikir ve hissiyatı geliştirdiğimiz yaklaşım ve yöntemlerle genişletebiliriz..." diye devam ediyor.


Ali Rıza Soyaslan kitapta yazdığı sunumda; engelli ve engellilik konularındaki görüşlerini ve bu konudaki duyarlığını çok güzel bir şekilde ortaya koymuş. Soyaslan, "Engelli kardeşlerimize yönelik kişisel gelişim adında bir kitap çalışmasına başladım. İki yıl çalıştım. Şu ilginç sonuca vardım: Dünyada engelli olmayan insanlara kişisel gelişim eğitimlerinde hep engellilerin başarı hikayeleri anlatılıyordu..." diyerek bu  konuda da çok çarpıcı bir tespiti ortaya koyuyor.

Engellilere Kişisel Bilgiler, çeşitli bölümlerden meydana geliyor. Ali Rıza Soyaslan, engelli ve engellilik konularını pek çok açıdan ele almış. İmtihan Farkındalığı, Neden Sen?, Mananın Avucundaki Engelliler, Kuran'ın Engellilere Mesajı, Yıldızlar Geçidi, İnternet Dünyasından Engelsiz Paylaşımlar kitabın bölümlerinden bazıları... Kitapta tüm engel grupları ele alınmış. Engellilerle ilgili pek çok önemli bilgi ve detaylar yer alıyor.

Engellilere Kişisel Bilgiler kitabı, internet sitelerinde ücretsiz olarak yayınlandı. Ulaşmak isteyenler; www.mobidik.com, wwwekitapdownload.com, www.engellilerkisiselgelisiyor.blogspot.com.tr ve google.books adreslerinden indirebilirler. Ayrıca kitap, görme engellilere sesli kitap olarak yine ücretsiz yayınlandı. www.you.tube.com , www.audiomack.com internet adreslerinden kitabı ücretsiz olarak dinleyebilirler. Ali Rıza Soyaslan'ın bu çalışmasından hiç bir maddi beklentisi yok, istediği sadece bir dua...


ALİYE YÜCEL

29 Haziran 2014 Pazar

MAHSUN KIRMIZIGÜL'DEN "MUCİZE"


Geçtiğimiz haftalarda medyada "Mahsun Kırmızıgül’ün yeni filmi görücüye çıktı" haberleri yer aldı. Görünce bir an, "Acaba bu filminde de bir engelli hikayesi var mıdır?" sorusu aklımdan geçti. Çünkü Kırmızıgül, sosyal konuları çeşitli açılardan ele alıyor. Engellilik olgusunu da film ve dizilerinde yansıtıyor. Bu da dikkatimi çekiyor.

Bu nedenle yeni filmi Mucize'nin fragmanını, "Küçük de olsa bir engelli var mı?" diye dikkat ve merakla izledim. Evet vardı. Konusunu da okuyunca anladım ki küçük değil, filmde başlı başına bir engelli hikayesi vardı. Mucize, bir öğretmen ve engelli bir çocuğun başından geçenleri anlatıyordu. Filmin başrollerinde Talat Bulut, Mert Turak, Şenay Gürler, Sinan Bengier ve Mahsun Kırmızıgül var.

Mucize'de öğretmeni usta oyuncu Talat Bulut canlandırıyor. Engelliyi canlandıran Mert Turak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncusu. Mert Turak, ikişer kez Afife Tiyatro Ödülü ve Sadri Alışık Tiyatro Ödülü ve Vasfi Rıza Zobu Tiyatro Özel Ödülü almış. Bu filmde de farklı bir karakteri canlandıran oyuncunun çok başarılı olduğuna hiç kuşku yok. Kim bilir belki bir ödülde buradan gelir.


Mahsun Kırmızıgül, hem senaryosunu yazdığı hem de yönettiği Mucize'nin müzikleri de kendisine ait... Film, 1960'lı yıllarda Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu yansıtıyor. Darbe döneminde, Egeli bir öğretmenin Anadolu'nun ücra bir köşesine sürgün edilişi ve orada yaşadıklarını anlatıyor. Foça'dan gelen idealist öğretmen, engelli bir genç, yoksulluğun içinde öğretmen ve okumayı bekleyen çocukların hikayesi pek çok izleyicinin ilgisini çekecek gibi görünüyor.

Boyut Film ve Murat Tokat'ın yapımcılığını yaptığı Mucize'nin çekimleri farklı yerlerde; İzmir, Foça, Uşak, Kars ve Kağızman'ın bir köyünde yapılmış. Mahsun Kırmızıgül, sosyal medyaya yaptığı bir açıklamada bu filmin yaşanmış gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yazıldığını söylemiş. Ayrıca; "Bu film benim için çok değerli, insanlığa umut aşılayacak. Sadece şu kadarını söyleyebilirim; Mucize, izleyiciyi daha önce hiçbir yerde görmediği bir dünya ile tanıştıracak"  diye açıklama yapmış.

Film hakkında öğrenebildiklerimiz bu kadar... Mucize, 2015 yılı 1 Ocak tarihinde gösterime girecek. İlginç hikayesi ve başarılı oyunculukları ile Mahsun Kırmızıgül'ün diğer filmleri gibi seyirciyi sinemaya taşıyacak gibi görünüyor. Seyretmeyi büyük bir merakla beklediğim film; acaba engelliyi hangi açıdan ele alıyor, engelliliği hangi yönüyle anlatıyor. Bakalım bize hangi mucizeyi gösterecek! 

ALİYE YÜCEL

22 Haziran 2014 Pazar

ENGELLİ DOSTU MÜGE ANLI


Engelliler hakkında bir şeyler yazıp bu programdan bahsetmemek olmazdı. Müge Anlı ile Tatlı Sert. Çok sevdiğim ve ilgiyle izlediğim Müge Anlı'nın programı geçtiğimiz cuma günü sezon finali yaptı. İnanın üzüldüm. Çünkü sabahlarıma anlam ve heyecan katıyordu. Programda kayıplar bulunuyor, cinayetler çözülüyor, hasretler kavuşuyor, yardımlar yapılıyor.

Müge Anlı'yı çok başarılı buluyorum. Nasıl bir muhakeme yeteneği varsa... Bir dedektif bile ancak bu kadar olur. Programı çok güzel idare ediyor. Hedefe de öyle ustalıkla ulaşıyor ki... Zekası, feraseti, sağduyusuyla takdir etmemek elde değil. Böyle bir programı yapabilecek yegane kişi diye düşünüyorum. Ayrıca güzellik ve zarafetinden de bahsetmeden olmaz.

Müge Anlı; Avukat Rahmi Özkan, Prof. Dr. Arif Verimli, Prof. Dr. Şevki Sözen ve ekibiyle çok başarılı bir iş çıkarıyor. Başarısı, seviyesi, faydası asla tartışılamayacak bir program. Yazdıklarım Müge Anlı ve ekibi için az bile... 15 yıl bir televizyon kanalında çalışmış biri olarak; böyle bir program yapmayı, böyle bir programda çalışmayı çok isterdim.

Programda olanlar inanılır gibi değil. Bir filmde olsa "yok artık" diyebiliriz. Ama oluyor işte. Bunu görmek programı daha ilginç ve seyredilir hale getiriyor. Evde olduğumda mutlaka seyrettiğim, üç saatin nasıl geçtiğini anlamadığım bir program... Evde yoksam da anneme ve babama bin bir tembihle seyretmelerini söylediğim. Gelir gelmez de "Bugün Müge Anlı'da neler oldu?" diye sorup; önemli bir gelişme olması durumunda da internetten izlediğim, herhangi bir diziden çok daha ilgiyle takip ettiğim tek program.


Seyredilen, beğeniler, başarılı olan her programın benzerini yapmaya kalkan diğer kanallar böyle bir program yapamadı. Benzerleri oldu, başladı. Ancak böylesi yapılamadı. Program için olumsuz düşüncede olanların bu programı baştan sona izlemediğine inanıyorum. Büyük bir ön yargı var. Hayatı boyunca hiç kimseye bir tek yardımı olmayan kişilerin, bu programı küçümsemelerine de gülmemek elde değil!

Müge Anlı'yı engellilere yardım ettiği ve tekerlekli sandalye dağıttığı için engelli dostu bulmuyorum. Bu yardımı maddi imkanı olan pek çok kişi yapar, maddi imkanı yoksa da çeşitli şekilde yardımcı olabilirler. Böyle bir yardımı da küçümsemiyorum. Tabii ki önemli... Yapanlardan da Allah razı olsun. Müge Anlı'nın dediği gibi "Allah vermek isteyenlere de vermek nasip etsin"... Ama bunu yapmak çok zor da değil...

Şimdi gelelim "Engelli Dostu" olarak görmemdeki esas nedene: Programa çoğu zaman katılan iki stüdyo seyircisi var. Her ikisi de zihinsel engelli. Biri annesi, biri de ablasıyla birlikte stüdyoya geliyor. Müge Anlı'nın onlara yaptığı muamele; gösterdiği ilgi, sevgi ve yakınlık öyle etkileyici ki... Onlara değer veriyor, gelmedikleri zaman nerede olduklarını soruyor. Pek çok kişi onların yüzüne bile bakmazken ya da acıma duygusuyla bakarken, hatta canlı yayın stüdyosuna bile istemezken Müge Anlı'nın onlara bu yaklaşımı bence çok değerli... Bu çocukların bu sayede rehabilite olması, ailelerinin de mutlu olması ne kadar önemli... İşte böyle bir sosyal mesaj verdiği için "Engelli Dostu". Tüm Yıldızlar ve Mehmetler adına teşekkürler Müge Anlı.


ALİYE YÜCEL

15 Haziran 2014 Pazar

ENGELLİ ÇOCUK BABASI OLMAK


Çocuklar dünya gelirler; bazısı doğuştan, bazısı da sonradan engelli hale gelir. Engelli çocuk büyütmek, normal bir çocuk büyütmekten çok daha fazla fedakarlık ister. Aile için kolay bir durum değildir. Bu durumun sosyal, psikolojik, maddi ve manevi her türlü zorluğuna katlanmak gerekir. Özellikle de her şeyin bir imtihan vesilesi olduğunu idrak edemeyenler için çok daha zor, çok daha katlanılmaz gelir.

Ebeveyn olmak hiç kolay değil... Bir çocuğu büyütmek büyük bir çaba ve fedakarlık ister. Engelli çocuğa bakmak ve onu büyütmek çok daha fazla özen gerektirir. Her engel grubunun da farklı zorlukları vardır. Çocuk görmüyorsa gözü, duymuyorsa kulağı olmak, tutmayan eli ayağı olmak, uzun yıllar kucağında veya sırtında taşırmak gerekir. Eğer çocuk zihinsel engelli ise daha büyük  zorlukları vardır. Üzüntüsü de ayrı bir konudur. Bu nokta da anne ve babalara çok büyük görev düşer. Ancak maalesef ki, bazı babalar engelli olan çocuğuna gereken ilgiyi göstermez. Bu noktada sınıfta kalır. Bu durumda da bütün sorumluluk anneye kalır.

Toplumumuzda babanın çocuğuna karşı görevleri çok sınırlıdır. Çocuk bakımına yardım eden baba sayısı maalesef azdır. Çoğu baba işten geldiğinde çocuğunu şöyle bir sever, biraz ilgilenir. Bu onlar için yeterli gelir. Fakat çocuğu engelli ise bundan bile kaçınır. Uzaktan bakmakla yetinir. Babaya daha büyük görev düşerken bundan kaçmaları, anneye ne büyük bir yük bindirir. Oysa ki tam tersi olmalıdır. Böyle bir evladı olan ebeveyn tam bir paylaşım içinde olmalı, bir iş bölümü yapılmalıdır. Belki en az bir anne kadar fedakarlık yapan babalar da yok değildir. Onların hakkını da yemeyelim. Ancak sayıları azdır.


Babalar bazen de engelli bir çocuğu kabullenemez. Kendi çocuğunun engelli olamayacağını düşünür.  Çocuk için hep anneyi suçlar. Hatta hakaret eder. Böyle durumlarda ise annenin üzüntüsü çok daha da artar. Engelli çocuk babaları çoğu zaman karısına hiç yardımcı olmaz. Evden kaçar gider, içkiye düşer, kaba davranır, şiddet gösterir ve boşanmaya kadar gidebilir. Bazen de sadece maddi katkı sağlar. Eşine, çocuğuna ilgi ve alaka göstermez. Bu noktada mücadele yine anneye kalır. Onlar bir destek beklerken, bu tutum ne kadar inciticidir.

Oysa ki çocukların gelişiminde babaların ne büyük rolü vardır. Engelli olan çocuğun bu ilgiden mahrum kalması, onda daha da olumsuz bir etki bırakır. Engelli çocuklar, bu dünyaya böyle gelmek istemediler. Bu onların da ve annelerinin de suçu değildir. Çocuğun ve annenin çok daha fazla desteğe ihtiyacı vardır. Babaların  bunu hiç unutmaması gerekir. Her konuda onlara yardımcı olmaya çalışmalı; hiç bir şey yapamıyorlarsa eşlerine anlayışlı ve sevecen davranmalıdır. Duyarsız olmamalı; kaba, ilgisiz, sorumsuz davranarak onların yükünü daha da arttırmamalıdır. Anneler bir de çocuğunun babasıyla uğraşmak zorunda kalmamalı; anne, baba ve çocuk engelleri hep birlikte aşmalıdır. Engelli bir çocuğu engellinden çok, engelli nedeniyle istenmemek üzer. Hele de bu aile fertlerinden biriyse... Engelli çocuk babaları, bu durumu onlara yaşatmamalıdır. Engelli çocuk da, engelsiz çocukla aynı ilgi ve sevgiyi hak eder. Onlara da "canım oğlum", "canım kızım", "canım yavrum" demenize bir engel yok ki...

ALİYE YÜCEL



8 Haziran 2014 Pazar

TEKERLEKLİ SANDALYE VE ÖZGÜRLÜK


Tekerlekli sandalye, olumsuz bir klişe gibi görülse de, kullananlar için asla böyle değil. Onu kullananlar için tekerlekli sandalye özgürlüktür. Bunun böyle olduğunu çevremdeki tekerlekli sandalye kullanıcılarından biliyordum. Ancak Sue Austin'in videosunu izleyince iyice emin oldum. Sue Austin, sürekli ilerleyen bir hastalık nedeniyle, yıllar önce tekerlekli sandalye kullanmaya başlamış. Şimdi ise tekerlekli sandalyeyle su altına tüplü dalış yapıyor. Su altında bale yapıyor.

Sue Austin, deneyimlerini anlattığı bir konuşmasında: "Burada olmak, yolculuğum hakkında konuşmak, tekerlekli sandalyem hakkında konuşmak ve onun bana getirdiği özgürlük hakkında konuşabilmek muhteşem..." diye sözüne başlıyor. Tekerlekli sandalye kullanması onun dünyaya olan erişimini tamamen değiştirmiş. Tekerlekli sandalyeyi kullanmaya başlamak onun için yeni ve muazzam bir özgürlük olmuş...

Sue Austin tekerlekli sandalye hakkındaki düşüncelerini "Hayatımın sınırlandığını ve ellerimden kaydığını düşünürdüm. Devasa bir oyuncağa sahip olmuş gibiydim. Tekerleklerin "Vınnn" sesini duyar, rüzgarı yüzünde hissederdim. Sokağın dışına çıkmak bile başlı başına neşelendiriciydi. Bu yeni oyuncağımı ve özgürlüğümü bulmama rağmen,  insanların bana davranışları tamamen değişmişti. İnsanlarla aramıza görünmez bir perde inmişti ve beni artık görmüyor gibi davranıyorlardı. Beni kendi varsayımlarıyla algılayıp, tekerlekli sandalyede onlar ne görmek istiyorsa öyle olmam gerektiği yönünde davranıyor gibiydiler. İnsanlara soruyordum. "Tekerlekli sandalye sana neyi çağrıştırıyor?" Cevaplar genelde şöyleydi: "Sınırlama", "Korku", "Acıma", "Kısıtlanma"..." diye açıklıyor.


Sue Austin, bunun üzerine kendini başkalarının gözüyle ve onların bakış açısıyla gördüğünü tespit edip, bunun yanlış olduğunun farkına varıp, kimliğini yeniden oluşturmaya ve kendi hikayesini yazmaya karar veriyor. Bunun üzerine tekerlekli sandalye ile denizaltına dalıyor. Videonun devamında; tekerlekli sandalye ile denizaltında yaptığı gösteriyi görenlerin fikrinin nasıl değiştiğini uzun uzun anlatıyor.

Tamamını burada yazamayacağım sözlerinin bir bölümü şöyle: "... İşte bu anda bu insanların beni tekerlekli sandalye ile bunları yapabilirken gördüğü anda, artık tekerlekli sandalyeyle ilişkin önceki yargıları kalmıyor... Benim için bu, diğer insanların farklılıkların değerini, getirdiği eğlenceyi, görmelerini sağlamak, insanların fiziksel kayıplarına ve sınırlamalarına odaklanmak yerine dünyayı yepyeni heyecanlandırıcı bakış açılarıyla keşfetmenin getirdiği gücü ve neşeyi göreceğimiz anlamına geliyor. Benim için tekerlekli sandalye dönüşümün bir aracı. Hatta artık tekerlekli sandalyeye ben "portal" diyorum. Çünkü beni yepyeni bir varoluşa, yepyeni alanlara, yepyeni bir bilince taşıyor. Diğer bir noktada kimsenin daha önce su altı tekerlekli sandalyeyi görmemiş olması, yepyeni bakış açıları, varoluşlar, bilişler yaratıyor..."

Sue Austin'in, konuşmasının her cümlesi altı çizilecek kadar anlamlı ve deneyim dolu... Engelli, engelsiz herkes 10 dakikasını ayırıp, Sue Austin'in deniz altına dalış görüntüleriyle süslü videosunu mutlaka izlemeli... Seyreden herkes o andan sonra; eğer bu yapılabiliyorsa, çok şey yapılabilir diye düşünüp, hayata farklı bakacak... Tekerlekli sandalyeyle hareket etme özgürlüğünü görenlerin, tekerlekli sandalyeyle ilgili ön yargıları ortadan kalkacak...


ALİYE YÜCEL

1 Haziran 2014 Pazar

DERS KİTAPLARINDAKİ SAKATLIK


"Ders Kitaplarında Engellilik" konulu bir araştırma yapılmış. Bu araştırma İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEÇBİR) ile Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği (TOHAD) tarafından ortak bir çalışma ile gerçekleşmiş. İlköğretimde okutulan ders kitaplarıyla ilgili bu araştırma, Sabancı Vakfı Toplumsal Gelişme ve Hibe Programı tarafından desteklenmiş.

Sonuçları çok çarpıcı olan bu araştırma ile ilgili pek çok haber yapılmış. Bu haberlerdeki ortak nokta: Ders kitaplarında engellilerin yanlış tanıtıldığı. Engelli kavramı; güçsüz, düşkün, kusurlu, eksik, hasta, yaşlı, yetim, yoksul gibi kavramlar arasında yer almış... Böyle olunca da engelliler; aciz, bakıma ve yardıma muhtaç bireyler olarak görülmüş. Toplumun engelliye bakışındaki ön yargı ve ayrımcılık kitaplara da yansımış...

Bu proje kapsamındaki araştırmada 68 adet ders kitabı taranmış; Türkçe, Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Sağlık Bilgisi, Sosyoloji, Vatandaşlık ve İnsan Hakları kitapları tek tek incelenmiş. Araştırmanın sonucuna göre de çocukların eğitim aldığı ders kitaplarında engellilik olumlu bir şekilde sunulmamış, engellilerin yardıma muhtaç oldukları vurgusu ön planda yer almış... Engelliye destek, onlara yardım, onları topluma kazandırma gibi ifadelerle muhtaç olma hali vurgulanmış.

Kitaplarda engellilik farklılık olarak ele alınmış; onları kusur ve eksiklikleriyle kabul etmeli, yardım etmeli, acımalı, hatta bazen görmezden gelinmeli gibi olumsuz bir sunumlarla anlatılmış. Sağlıklı kişi - hasta kişi kavramlarından yola çıkılıp, engellilik hastalık olarak görülmüş... Kör, sağır, dilsiz diye adlandırılanlara da "iyi insan" olarak yer verilmiş... "Sakatlar, ama onlarda aslında iyi insanlar!" denilerek sosyal dışlama ilginç bir şekilde ortaya koyulmuş...


Kısaca toplumun genelinde var olan ön yargı, yanlış bakış, engelliyi küçük gören ve rencide eden tutum kitaplara da sirayet etmiş... Şimdi söyle düşünelim. Çocukların çevresinde engelini aşmış, normal bir engelli varsa ne ala! Yoksa çocuklar bu yazılanları gerçek sanacak! Engellilik gerçeğini çok yanlış öğrenecek, engellilere hep bu gözle bakacak ve ona göre davranacak...

İlköğretim ders kitaplarında engellilerin normal bir birey olarak görülmemesi gerçekten çok üzücü... Ümitsizliğe düşmemek elde değil. Öyle ya geleceğin büyüklerine engelliler böyle sunulursa, onlar engellileri böyle tanırsa çok kötü... Engellilerin doğru anlatımı ve olumlu sunumuyla ilgili yapılan çabalara rağmen böyle anlatımlar çok can sıkıcı... Engellilere yönelik bu yanlış bakış acaba ne zaman değişecek?

Artık  bu düşünce ve değerlendirmeler değişmeli... Engelliye bakış açısı böyle olmamalı... Engellilere yönelik yanlış bakışı yansıtan anlatımlar ders da kitaplarından uzaklaşmalı... Engelliler eşit görülmeli; küçümsenmemeli, acınmamalı, hor görülmemeli, yok sayılmamalı... Kitaplarda engellilere ayrımcılık yapılmaması ve sosyal hayatta eşit bir şekilde yer almaları gerektiği hiç vurgulanmamış. Oysa ki çocuklara anlatılacak ve öğretilecek bunlar olmalı. Yıl olmuş 2014 eğitim kitaplarında engelliye bakışa bak!

ALİYE YÜCEL

25 Mayıs 2014 Pazar

PAHA BİÇİLMEZ YARDIM


Bazen bir filmde, bazen bir haberde engellilere yardım eden köpekleri görmüşsünüzdür. Köpekler; pek çok konuda eğitildiği gibi, engellilere yardım konusunda da eğitilebiliyorlar. Bu uygulama 1915 yılında, 1. Dünya Savaşı'nda gözlerini kaybeden askerlere yardımcı olmak amacıyla Almanya ve Fransa'da başlatılmış. Daha sonra köpeklerin eğitildiği bu merkezler çoğalmış.

Yardımcı köpekler; engellilerin yetersiz kaldığı durumlarda bazı şeyleri yaparak ve engellilerin bazı ihtiyaçlarının karşılayarak onların hayatını kolaylaştırıyorlar. Köpekler önceleri görme engellilere yardım için eğitilse de; günümüzde bedensel, işitme ve zihinsel engellilere de yardım edebiliyorlar. Ayrıca bazı süreğen hastalıklar için eğitilen köpekler de var. Bu köpekler; hizmet köpekleri, rehber köpekler, asistan köpekler, terapi köpekleri gibi çeşitli isimler alıyorlar.

Rehber köpekler; görme engellilere evde, dışarıda, asansörde, merdivenlerde, sokakta, caddede ve her yerde yardımcı oluyorlar. İşitme engelliler için eğitilmiş olan köpekler ise; kapı, telefon, alarm çaldığında, bebek ağladığında, anormal bir ses duyduklarında, biri sahiplerine seslendiğinde onları uyararak yardımcı oluyorlar.
  
Hizmet köpekleri ise bedensel engelli, tekerlekli sandalyede yaşayan veya hareketlerinde kısıtlama olan kişilere yardım ediyor. Bu köpekler; evdeki kapı, dolap ve çekmeceleri açabiliyor. Işıkları açıp, kapatabiliyor. Kirli çamaşırları makineye atıp, yıkandıktan sonra boşaltabiliyor. Bazı eşyaları taşıyabiliyor. Yerden bir şeyi  alıp verebiliyor. Çöp atabiliyor. Alışverişte yardım ediyor. Tekerlekli sandalyeleri çekebiliyor. Oturan birine, ayağa kalkması için yardım edebiliyorlar. 


Bu eğitimi alan köpekler engelli sahipleriyle 24 saat birlikte yaşıyor, her yerde birlikte dolaşıyor. Sinema, tiyatro, lokanta, otel gibi pek çok yere onlarla birlikte girebiliyorlar. Köpeklerin üzerinde "Hizmet köpeğidir. Lütfen sevmeyin!" yazan uyarıcı giysiler oluyor. Böylece kimse onlara dokunamıyor. Köpeğin tüm dikkati sadece sahibinde ve yapacağı işlerde oluyor.

Yardımcı köpekler, pek çok ülkede yaygın olarak kullanılıyorlar. Bu köpeklerin eğitimine; önce onları sosyalleştirerek başlanıyor, sonra ondan beklenilen aktiviteler öğretiliyor. En sonunda da sahipleriyle beraber bir eğitime tabi tutuluyorlar. Yurt dışında bu eğitimler Sivil Toplum Kuruluşları tarafından yapılıyormuş. Türkiye'de bilinen bir uygulama değil. Bunu yapan bir Sivil Toplum Kuruluşu da maalesef yok. Ülkemizde de bazı kişi ve kurumlar bu uygulamayı yapmak istese de proje bazında kalmış, hayata geçememiş...

Biliyoruz ki, hayvanlar sahiplerini, sahipleri de hayvanlarını çok severler. Aralarında daima güzel bir bağ oluşur. Bunun pek çok örneğini görüyoruz. Ama buradaki iletişim ve paylaşım bambaşka... Böyle bir köpeğe sahip olmak ne büyük bir şans... Örneğin; normal bir kişi için düşen eşyayı yerden almak çok basit bir harekettir. Oysa tekerlekli sandalyede yaşayan biri için (hele de yalnızsa) ne çaresiz bir durumdur. İşte o an köpeğin onu yerden alıp uzatması ne güzel bir an, sahibi için de ne paha biçilmez bir yardımdır.

Not: Sadece köpekler değil; kedi, maymun, kuş, at gibi hayvanlarda engellilere yardım için eğitilebiliyor.

ALİYE YÜCEL

18 Mayıs 2014 Pazar

ENGELLİLER HAFTASI


Engellilere ayrılmış hem bir gün (3 Aralık), hem de özel bir hafta var. 10 Mayıs ile 16 Mayıs arası Engelliler Haftası'dır. Bu haftada Birleşmiş Milletlere üye olan 156 ülkede, engelliler hatırlanır ve engelli sorunları ele alınır. Bu özel haftanın amacı; engellilerin topluma kazandırılması, engelli farkındalığının oluşması, insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanmasıdır. Bir hafta süre olunca her gün farklı bir engel grubuna tahsis edilmiş:
10 Mayıs Engelliler Haftası'nın Açılışı,
11 Mayıs Görme Engelliler Günü,
12 Mayıs İşitme ve Konuşma Engelliler Günü,
13 Mayıs Ortopedik Engelliler Günü,
14 Mayıs Zihinsel ve Ruhsal Engelliler Günü,
15 Mayıs Güçsüz, Yaşlılar ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar Günü,
16 Mayıs Engelliler Haftası'na Genel Bakış.

Engelliler Haftası'nda, engelliler konusunda dikkat çekmek ve duyarlılığı sağlamak için çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Medyada da bu konu ile ilgili çeşitli haberler yapılıyor. Engellilerin hayat şartlarını iyileştirme için yapılanlardan bahsediliyor. Ama biliyoruz ki engellilerin sıkıntıları devam ediyor. Eğitim, mimari engeller, istihdam ve engellilere yönelik yanlış bakış… Yine de son yıllarda engelliler adına iyi gelişmelerde oluyor. Engellilere yönelik olumlu yasalar çıkıyor.


Türkiye nüfusunun % 10'u engelli... Bu küçümsenmeyecek bir rakam... Engellileri bir hafta hatırlamak, sadece bu haftada onların sorunlarını görmek ve çözüm aramak yetmez. Yetkililer de, toplum da engellilerin sorunlarına karşı ilgisiz ve duyarsız kalmamalı... Her alanda ve el birliği ile bir şeyler yapılmalı… Engelli olmak diğer bireylerle beraber yaşamaya engel olmamalı... Engellilerde herkes gibi eşit haklara sahip olmalı... Yoksa Engelliler Haftası demenin bir anlamı olmaz. Söylenen sahte dilekler çok yersiz olur.

Genellikle Engelliler Günü'nde ve bu haftada "Bizler de birer potansiyel engelli adayıyız...", "Herkes bir engelli adayıdır..." gibi cümleler kuruluyor. Belki bunlar anlam olarak doğru, dikkat çekmek için ve iyi niyetle söylenen cümleler... Ancak engelliye olan yaklaşım ve duyarlılık açısından çok yanlış. Yapılanlar "Ya ben de bir gün ben de engelli olursam..." düşüncesiyle yapılırsa doğru olmaz. Nasıl hayvan haklarını savunmak için hayvan, kadın haklarını savunmak için kadın olmak gerekmiyorsa; engelli haklarını savunmak için de bir gün engelli olacağımızı düşünmek anlamsız...

Bu haftaya, "Engelli Farkındalığı Haftası" demek en doğrusudur. Engelli farkındalığının oluşması için de;  engellilerle empati kurmak, dünyaya onlar gibi bakmak gerekir. Ancak elden hiç bir şey gelmiyor ve yapılamıyorsa; hiç olmazsa engelli park alanlarına park etmeyelim, engelli yollarının ve rampalarının önlerini kapatmayalım, engellileri küçümsemeyelim, onlara acımayalım ve hor görmeyelim. Zor olan hayatlarını daha fazla zorlaştırmayalım. Engelli farkındalığının artması ve engellerin kalkması dileğiyle...


ALİYE YÜCEL

11 Mayıs 2014 Pazar

CEZANIN BÖYLESİ


Melo'ya verilmesi düşünülen ceza sayesinde çok ilginç bir gerçeği öğrendim. Felipe Melo, Galatasaray - Fenerbahçe derbisinde yaptığı hareketler nedeniyle Türkiye Futbol Federasyonu Hukuk Kurulu tarafından Etik Kurulu'na sevk edilmişti. Medya, Melo'nun ceza alacağı haberlerine çok yer verdi. Kurulun böyle cezaya yetkisi var mı? Melo ceza alır mı? Bunu bilemem. Ama beni Etik Kurulu'nun Melo'nun alması gereken ceza ile ilgili ifadesindeki bir ibare dikkatimi çekti, çok şaşırdım.

Etik Kurulu'nun yaptırımlarıyla ilgili maddede (Madde 22 - Yaptırımlar 2) "Kurul, ihlalin niteliğine göre, uyarma, kınama, huzurda kınama, yazılı ya da görsel medya aracılığı ile kınama veya ihlalin toplumdaki olumsuz etkilerini gidermeye yönelik olarak kişinin konferans vermesi veya engelli sporcularla ilgili organizasyonlara katılması gibi sportif ve eğitici yaptırımlara karar verebilir." ifadeleri yer alıyor.

Okuyanlar, "Şimdi ne var bunda?" diyebilirler... Şöyle bir cümle var: "... veya engelli sporcularla ilgili organizasyonlara katılması gibi..." Birinin suç işlediğini düşünüyorsunuz, tamam... Sportmenliğe aykırı bir davranışta bulunmakta suçtur, tamam... Suç cezasız kalmamalı, buna da tamam... Peki cezalardan biri de ne? Engelli sporcularla ilgili organizasyonlara katılmak... Ne garip değil mi? Cezaya bak!


Etik Kurulu'nun bu maddesinden anladığımıza göre engellilerle olmak ceza gibi görülmüş... Suç nedir? Ceza nedir? Dil çıkarma yüzünden engelli sporcularla ilgili organizasyonlara katılacaksın! Bu nasıl bir düşünce tarzıdır? Nasıl bir zihniyet tarafından hazırlanmışsa artık... Etik bir ceza! Ahlak dersi! Melo, bu cezaya dil çıkarmış olmasın?

Bu konuyla ilgili yapılan bazı haberlerde de Melo'ya maç oynamaması yönünde bir ceza verilemeyeceği, bunun yerine "derslik" bir ceza alacağı yazıyordu. Derse bakar mısınız? Suçlusun! Engellilerle ol da aklın başına gelsin! Çok saçma değil mi? Engelliye nasıl bakılıyor... Engelliyle bir arada olmak bir ceza... Ayrımcılığı görüyor musunuz?

Bu durumun bir de şu yönü var. Bir engelli, kendisinin yanında olmasından mutlu olacağı bir kişiyi (sporcu, sanatçı vs.);  sadece ceza aldığı için yanında olduğunu bilirse, bu kime ceza olur? Engellileri küçük düşüren ve rencide edenleri bu düşüncelerden ne zaman kurtulacağız? Bu ne kadar utanç verici bir yaptırım. Bu yaptırım gözden geçirilmeli ve mutlaka, ama mutlaka değiştirilmeli...

Bir yandan engellinin ayrımcılık görmemesi, olumsuz sunulmaması için uğraşılsın… Engelliye farklı bakmamak gerektiğini anlatılsın. Bunun mücadelesi verilsin… Ama böyle bir yaptırım olsun. İnsan inanamıyor. Şaka gibi... Bunu kimler hazırladı acaba? Hazırlayanlara sormak isterdim. Hiç engelli birini tanımışlar mı? Engelli ile olmak ceza mıdır? Kim bilebilir? Belki de mükafattır!


ALİYE YÜCEL

4 Mayıs 2014 Pazar

KOŞAMAYANLAR İÇİN...


Dünya bugün omurilik sakatlıklarının tedavisi için yapılacak araştırmalara destek olmak için koştu. Wings for Life World Run, 6 kıtada, 34 ülkede aynı anda başladı. Bu koşuda sadece profesyonel koşucular  değil, amatör koşucularda yer aldı. "Dünya Koşamayanlar İçin Koşacak" solanıyla yüzbinlerce kişi koştu... Wings for Life World Run, pek çok yönden ilginçti.

Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği ve Wings for Life Vakfı işbirliği ile gerçekleşen Wings for Life World Run farklı ülkelerde Türkiye saatiyle 13:00'te başladı. Etkinliğin Türkiye'deki adresi de Alanya'ydı. Bu etkinlik için yapılan araştırmalar sonucu en uygun yerin Alanya olduğu tespit edilmiş...  100 kilometrelik bir parkurda koşuldu.  Şanslıyız. Saat 13:00 bir spor etkinliği için çok uygun bir saat...Canlı yayına ara ara baktığımda bu saatte geceyi yaşayan ülkeler vardı.

Tüm dünyada eş zamanlı başlayan yarışta bir başlangıç çizgisi vardı. Ancak belli bitiş çizgisi yoktu. Koşucular yarışa başladıktan bir süre sonra bir yakalama aracı koşucuların peşinden gitti. Üzerlerinde çip olan koşucular bu şekilde takip edildi. Herkes koşabileceği kadar koştu. Bu yakalama aracı kimi yakalarsa onun için yarış bitmiş oldu. Araç en öndeki koşucuya ulaşınca yarış son buldu. Son kalan bir kadın, bir de erkek yarışmacıda Wings for Life World Run'ın küresel şampiyonu oldu.


Tüm dünyada bu organizasyonu gerçekleştiren Wings for Life, omurilik sakatlanmaları için araştırmalar yapan bir vakıf... 2004 yılında kurulmuş olan vakıf; omurilik felcinin tedavisi için yapılan araştırmalara fon sağlayan, bu konu ile ilgili her türlü araştırmanın, projenin ve organizasyonun destekçisi olan bir kurum...

Wings for Life World Run, çok farklı ve benzersiz bir etkinlikti. Daha önce hiç denenmemiş bir formatta bir yarışma.... 34 ülkede herkes aynı anda yola çıktı, herkes için aynı kurallar geçerli... Tek şart 21 Nisan Pazartesi gününe kadar kayıt yaptırmak gerekiyordu. Kayıtta alınan 50 TL.'lik bağış ücreti Wings for Life vakfına bağışlandı.

Dünyada milyonlarca kişi omurilik sakatlanması yaşıyor ve felç oluyor. Hayatını bu şekilde sürdürüyor. Bu herkesin başına gelebilir. Gelmiş geçmiş en büyük koşu etkinliklerinden birinin, engellilik farkındalığı oluşturmak için yapılması çok anlamlı... Bu koşuya katılan herkes hem bir spor etkinliğini bir parçası oldu, hem de omurilik felçlerine ve omurilik sakatlanmalarına karşı dikkat çekti...


ALİYE YÜCEL

27 Nisan 2014 Pazar

ENGELLİ DOSTU İETT


İETT engelli dostu olarak bilinir. Engellilerin hayatını kolaylaştıran, onların engellerini kaldıran pek çok çalışmaya imza atmıştır. Engellinin yanındadır... Artık biliyoruz ki; İETT kendi bünyesinde çalışan engelli personeli için de dost bir kurum... Bir kurum düşünün, engelliyi personel olarak alıp, onlar için özel bir çalışma yapsın... İETT Genel Müdürlüğü Avrupa'da bile örneği olmayan bir çalışmayı hayata geçirdi. Engelli Çalışanlar İçin Değişim ve Yeniden Yapılanma Projesi... Bu proje, İETT ile Türkiye Beyazay Derneği Engelli Kariyeri Merkezi tarafından gerçekleştirildi.

Proje ile; İETT engelli personelinin çalışma ortamlarının iyileştirilmesi, erişim ve ulaşım ve engelinden dolayı yaşadığı sorunlarının çözülerek  motivasyon ve performanslarının arttırılması amaçlandı. İETT İnsan Kaynakları ve Türkiye Beyazay Derneği ekibi; kuruma bağlı müdürlük, hareket amirliği ve şeflikler dahil olmak üzere 24 noktayı gezerek engellilerin çalışma ortamlarını gözlemledi.

Engellilik alanında tecrübeli psikolog ve eğitmenlerden oluşan bu ekip; toplam 24 birimde; 184 engelli personel ile tek tek görüştü. Bu görüşmelerde; motivasyon testi, mesleki ilgi testi, işyeri memnuniyet anketi yapıldı. Engellilerin sorunları dinlendi. Görüşme tutanakları ve anket sonuçlarından yola çıkılarak sorunlar tespit edildi. Bu sorunlara çözüm önerileri hazırlanarak sunuldu. Ayrıca, engelli personel çalıştıran her amir ve yönetici proje hakkında ve engelliler hakkında bilgilendirildi.


Bu projeni çok önemli bir farkı var. Engelli çalışanı birey olarak inceleyip; çalışma ortamının uygunluğunu, mesleki ilgi ve eğilimini, işyeri memnuniyetini ve motivasyonunu, işyerinde eğitim ve kariyer olanaklarını, engelli destek teknolojilerini etkili kullanımı analizini; testler ve anketlerle rapor eden, gelişim planlarını hazırlayıp, bunları bir sonuca bağlayan ilk ve tek proje...

Her çalışan gibi; engelli personelin de sorunlarının tespit edilip, motivasyonlarının arttırılması ve engelli çalışanların doğru işlerde istihdamı çok önemlidir. Engelli sadece vasıfsız bir olarak kalmamalı, engelli olarak kariyer yapabilmelidir. İETT, engelli ve engelsiz her çalışanını kucaklayan, onlarla birlikte gelişen bu kurum... Bu nedenle İETT'de çalışan herkes gibi engelli çalışanlar da şanslı...

Engelli Çalışanlar İçin Değişim ve Yeniden Yapılanma Projesi; Eylül 2013 ve Nisan 2014 dönemleri arasında, toplam 8 aylık bir çalışmanın ürünü... Her kurum; İETT gibi engellileri dikkate alıp, bu yönde çalışmalar yapmalıdır. Engelliler için yapılan çalışmaların göstermelik olmaktan uzak, gerçekten onların yararına bir hizmet olması, onlara bir şeyler katması gerekir. Umarız bu proje toplumsal farkındalık oluşturur ve sonraki projelere örnek teşkil eder...


ALİYE YÜCEL

20 Nisan 2014 Pazar

TEŞEKKÜRLER PEPEE


Pepee'nin yeni bölümleri, büyümüş hali; özel bir kanalda yayınlanacak haberi aylar öncesinde medyada yer aldı. Küçük çocuğu, yeğeni, yakını olanlar bilirler; çocukların en çok sevdiği çizgi filmlerden biri Pepee'dir. Üstelik Pepee bizden biri, yani yerli bir yapım... Pepee, önceleri TRT Çocuk kanalında yayınlanıyordu. Sonra gün geldi yeni bölümleriyle Show Tv'de yayınlanmaya başlayacak haberi geldi...

Merak ettiğim için bir gün yayın saatini öğrenip (hafta içi her gün saat 08:00 ve 17:45'te) Show Tv'yi açtım. Birden ekranın sağ alt köşesinde işaret dili tercümanını görünce şaşırdım ve çok sevindim. Pepee, işaret dili bilen bir tercüman eşliğinde yayınlanıyordu. Böylece çocukların çok sevdiği kahramanı, işitme engelli çocuklarda izleyebiliyor... Pepee'yi seyretme zevkinden mahrum kalmıyorlardı.

Çizgi filmler çocukların vazgeçilmez bir eğlencesi... Bunun aksini söyleyemeyiz. Ancak işitme engelli iseler bundan mahrum kalıyorlar... İşitme engelli çocukların sayısı binlerle ifade ediliyor. Peki işitme engelli çocukların izleyebileceği kaç çizgi film var? Çizgi filmlerle onlar arasında neden bir engel var? Onları bundan mahrum etmek doğru mu? Çizgi filmler seyretmek onlarında hakkı değil mi? İşte tüm bu soruların cevabını Pepee veriyor!


Çocukların gelişiminde çizgi filmler çok önemli... Doğru mesajlar veriyorsa tabii... Çünkü çocuklar çizgi filmlerde gördüklerini gerçek hayatla ilişkilendiriyor, oradaki kahramanlardan gördüklerini yapıyorlar. Çok sayıda ve çok çeşitli çizgi film var. Ancak, çizgi filmlerin hepsinin çocuklar için iyi örnek olduğu söylenemez. Bu nedenle özenle seçilmeli... İyi ki Pepee var. Pepee Türkiye'nin milli çizgi kahramanı, bu nedenle kendi değer yargılarımız ve kültürümüze dair öğeler yer alıyor.

İletişim her çocuk için en gerekli unsurlardan biri... Ancak işitme engelli çocuklar için apayrı bir önem taşıyor. Çünkü onlar, etkileşim ve iletişim olmadan dünyayı anlamayı sağlayan bilgiden mahrum kaldıkları için, zihinsel gelişimleri de eksik kalabiliyor. Şimdi Pepee'de tüm konuşmalar işaret dili bilen bir tercüman (Berrak Fırat) tarafından işitme engelli çocuklar için anında çevriliyor. İşitme engelli çocuklar Pepee sayesinde pek çok şeyi öğrenebilirler...

Bildiğim kadarıyla, Pepee işaret diliyle yayınlanan ilk çizgi film... Bu kanalın mı, yoksa yapımcının fikri mi bilmiyorum... Ama bu çok takdir edilecek bir çalışma... Aynı zamanda da bir sosyal sorumluluk projesi... İşitme engelli çocuklar eğitiminde çok önemli bir hizmet yerine getirilmiş oluyor. Pepee, çocuklar tarafından çok sevilen bir çizgi filmdi. Şimdi daha çok sevilecek, bu ortada... Tüm çocuklar ve özellikle işitme engelli çocuklar adına teşekkürler Pepee.

ALİYE YÜCEL

13 Nisan 2014 Pazar

BİRLİKTE BİR ADIM


Debby Elnatan, yürüyemeyen oğluna yardımcı olmak amacıyla bir aparat  geliştirmiş... Bu bir "yürüyüş askısı"... Bu aparat yetişkin birine ve çocuğa takılıyor. Yani çocuk bir kemer ile yetişkin kişinin beline bağlanıyor. Onun sayesinde ayakta ve dik durabiliyor. Birbirine bağlı birer sandalet ile aynı anda adım atıyor. Böylece çocuk düşmeden ve dengesini kaybetmeden yürüyebiliyor.

Debby Elnatan'ın oğlu Rotem, beyin felci (serebral palsi) nedeniyle yürüyemiyormuş... Müzik terapisti olan Debby, oğlunun bu durumda olmasının çaresizliğiyle çok mutsuz olmuş... Rotem'i ayakta tutmanın yollarını aramış ve "Upsee" adı verilen bu aparatı (yürüyüş askısını) icat etmiş... Şimdi ise dünyaca ünlü bir anne...

Debby, kendisini "Upsee'ye götüren süreci kısaca şöyle anlatıyor: "Oğlum iki yaşında iken doktorlar onun yürüyemeyeceğini söyledi. Bunu duymak bir anne için ne kadar zor, inanması güç bir şeydi... İkimiz içinde çok yorucu bir süreç başlıyordu. Bu çaresizlikle aklıma bu fikir geldi. Yaptım ve semeresini de gördüm..." diyor.


Mühendis, tekstilciler, tasarımcılar ve terapistler bir araya gelip; Debby Elnatan yaptığı bu aparatın üzerinde çalışmışlar... Daha sonra da yürüyemeyen çocuklar ve aileleriyle birlikte denemişler. Çok başarılı sonuçlar elde etmişler. Şimdi Kuzey İrlanda'da Leckey isimli şirket Upsee'yi alarak seri üretimine başlamış... Böylece artık dünya çapında da pazarlanmaya başlanacak...

Öyle görülüyor ki yürüyemeyen küçük çocuklar Upsee sayesinde; adım atma, bir topa tekme atma , kardeş ya da arkadaşlarıyla oynama gibi belki basit ama onlar için çok anlamlı etkinlikleri yapabilecekler... Ayrıca; bir yetişkinin desteği ile ayağa kalkıp, tekrarlayan yürüme eğitimiyle motor becerileri de büyük ölçüde gelişebilecek...

Debby Elnatan'ın bu basit ama önemli buluşu dünyadaki pek çok engelli çocuğun hayatını değiştirecek ve kolaylaştıracak... Bu sayede engelli çocukların ve ebeveynlerinin yaşam kalitesi artacak... Bir çok aileye umut olacak... Bu basit aparat sayesinde engelli çocukların fiziksel, dolayısıyla duygusal ve sosyal gelişimlerinde olumlu gelişmeler olacak... Türkiye'ye geldiğinde pek çok aileyi de mutlu edecek eminim...

Hiç yürüyemeyen ve belki de ömür boyu yürüyemeyecek olan çocukları ayakta tutacak ve yürütecek müthiş bir buluş... Ama aslında çok da basit... Bugüne kadar kimsenin aklına nasıl gelmediğine şaşırdım. Biliyoruz ki, buluşlar ihtiyaçlardan doğar. Böyle bir ihtiyacı da; çocuğunu ayakta görmek ve onun adım atmasını isteyen bir anne bulabilir...

ALİYE YÜCEL

6 Nisan 2014 Pazar

BUKALEMUN OLMAK


2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü'ydü. Bu yazıyı okuyan kaç kişinin bir yakını otizmlidir (Otistik Değil, Otizmli!) ya da kaç kişi otizmli birini görmüş ve  tanımıştır bilemem... Pek çoğumuzun Yağmur Adam (Rain Man) gibi filmlerden tanıdığımız bir durum otizm... Filmde, Dustin Hoffman otizmli biri rolünü çok başarıyla canlandırmış; otizmin daha pek bilinmediği yıllarda otizme dikkat çekmişti. Otizm ve Asperger Sendromu kişilerde çok ilginç durumlar ortaya çıkarması sebebiyle pek çok filme konu olmuştur. İşte Bukalemun'da bu filmlerden biri... Mükemmel bir rol yeteneğine sahip, otizmli bir adamı anlatan kısa film...

Filmin konusu şöyle; Bir adam (Atıf Emir Benderlioğlu) sokaktaki ağacın dibinde kolları açık dikilirken bulunur. Dikkat çeken hali nedeniyle çevredekiler tarafından hastaneye götürülür. Orada hiç konuşmayınca, Psikiyatr Ebru'ya (Eda Akman) getirilir. Ebru, onun otizmli olduğunu düşünür. Kimsesiz olan adını bile söylemeyen bu adama Ozan adını verir. Ozan'ın hiç iletişim kuramamasına rağmen, çok büyük rol yeteneği vardır. Başarıyla pek çok kişiliğe dönüşür. Onun bu yeteneğini tesadüfen öğrenen Ebru ve stajyeri, Ozan'ı bir rol için oyuncu seçmelerine götürürler... Ancak Ozan bu rolü istemez. O çok basit bir rolün peşindedir...


Bukalemun, 2006 yılı yapımı psikolojik bir dram... Yönetmenliğini Alper Çağlar'ın yaptığı filmin başrollerinde; Atıf Emir Benderlioğlu, Eda Akman, Selçuk Çullu ve Çelik Bilge oynuyor. Filmin senaryosu oldukça sürükleyici... Oyunculuklar da çok etkileyici... Hiç konuşmayan Ozan'ın birden bir spor spikerine dönüşüp maç anlatma sahnesi, insanı hayrete düşürüyor. Atıf Emir Benderlioğlu'nun oyunculuğuna hayran kalmamak mümkün değil... Sadece bu sahneyi görmek için bile bu film izlenir.

Otizm iletişimi ve sosyal hayatı olumsuz etkileyen bir hastalık…  Ancak filmden de bir kez daha anlıyoruz ki otizm eksiklik değil, bir farklılık… Filmin adındaki gibi, her türlü kişiliğe mükemmel bir şekilde bürünmesi otizmlilerdeki dahiliği çok güzel bir biçimde ortaya koyuyor. Ozan; kimi zaman bir spor spikeri, kimi zaman Hamlet, kimi zaman da Moliere'in Cimri'si oluyor... Üstelik bunları çok ustaca yapıyor.

Bukalemun, ülkemizde yapılmış konusunu otizmden alan belki de en çarpıcı film... Hatta, pek çok benzeri yabancı filmden daha başarılı... Seyrederken; gerçek dünya ile aralarına aşılmaz bir duvar koyan otizmli kişilerin, farklı dünyasına kısa bir yolculuk yapıyorsunuz. Alper Çağlar, onların hayatına bir ışık tutmuş... Otizmli birini tanımak ve anlamak için sadece 19 dakikanızı ayırmamız yeterli...


ALİYE YÜCEL