> Engeloji

Translate

5 Ekim 2014 Pazar

KÖR TOPAL GİDEN BİLİM: ENGELOJİ



YAYINEVİNDEN...

Bir ilim dalı düşünün ki;
Toplum için maddi ve manevi olarak çok önemli olduğu halde
İlim dalı olarak görülmemiş ve ehemmiyet verilmemiş!
Bunun sonucunda da maddi ve manevi olarak toplum olarak zararlar görmüşüz, görmeye de devam ediyoruz!
İşte Engeloji bunun için yazılmış bir eser…

YAZARDAN…
Okuma serüvenimin arkadaşlarımın koşup oynarken, mecburen evde oturmamla başladığını düşünsem de se­viyordum okumayı… Öyle ya, zorla olmaz bazı şeyler… Yazmak en büyük hayalimdi. Ancak yazacağım, yazarım demekle de olmuyor. Söyleyeceği bir şeyleri varsa yazabiliyor insan… Engelli olmam okumama sebep olduysa da, engelleri yazmam tesadüf olmamalı…
Engellilik hakkında; kişisel olarak ve çevremde gözlemledik­lerimden bir fikrim vardı. Maalesef engellilik yanlış biliniyor, en­gelliler yanlış tanınıyordu. Hep “Bunu doğru anlatmalıyım” diye düşünürdüm. Blog yazarlığı serüvenim işte böyle başladı. Her yazı yazan kişi yazılarının beğenilip, takdir görmesini istese de galiba esas istediğim engelliliği doğru tanımlayıp, bir farkındalık ortaya koymaktı.
Blogumda engelli ve engelsiz herkese seslenmek istedim. Bu nedenle konularımı; araştırarak özenle ve günceli yakalayarak seçmeye çalıştım. Bir kişi bile blogumu okusa ve engelliyi yanlış tanıdığının farkına varsa benim için çok önemliydi. Yazdıklarımın bir gün kitaplaşacağını hayal ettim. Elinizdeki bu kitapla da gerçe­ğe dönüştü. Okuyacağınız metinler 2011 ile 2014 yılları arasında blogumda yayınladığım yazılardan oluşuyor.
Kör, Topal Giden Bilim (!) diyerek bir kinaye yapsam da, bu kitaptaki yani Engeloji’deki her yazım, bir engelli farkındalığının meydana gelmesi isteğiyle yazılmıştır.
Şimdi soruyorum, hiç engelli birini tanıdınız mı?

 EDİTÖRDEN...
Yayınevi olarak engellilerle birlikte yaşama kültürünü artırmak adına birçok çalışmaya imza attık. Çocuklar için görme engelli bir kahraman olan Fati’nin, “Fati ile Tanışmak” ve “Dirsekler Yalan Söylemez” isimli kitapları; gençler ve yetişkinler için de “Kör Öyküler” ve “Topal Öyküler” isimli eserleri yayınladık.
Şimdi ise “Engeloji” isimli yeni bir çalışmaya daha imza atmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Engeli ve engelliyi tanımak, anlamak, iletişim kurmak ve yeteneklerini keşfetmek için yazarımız tarafın­dan kaleme alınan bu eserin engellilerle birlikte yaşama kültürüne katkıda bulunacağına canı gönülden inanıyoruz.
Yayınevimiz, engellilerle birlikte yaşama kültürüne katkıda bulunmaya devam etmeyi bir yayın politikası ve sosyal sorumluluk olarak görmeye bundan sonra da devam edecektir.

Melike Nur Çep
Editör
C Planı Yayınları

YAZAR HAYATI

ALİYE YÜCEL

Bursa Mustafa Kemal Paşa doğumludur. 9 aylık iken çocuk felci geçirmiştir. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur.
1989 – 1990 yıllarında Kadın ve Aile Dergisi’nde editör olarak; 1991 – 1994 yılları arasında engellilere yönelik Yaşama Sevinci Dergisi’nde editör, yine engellilere yönelik hazırlanan ve TRT’de ya­yınlanan Her Şeye Rağmen programında yapım yardımcısı olarak çalışmıştır.
1994 – 2010 yılları arasında TGRT’de; Metin Yazarlığı, Yapım-Yö­netim Yardımcılığı (Kadın ve Sağlık Programlarında), TGRT – Basın ve Halkla İlişkiler Basın Tanıtım Sorumlusu ve TGRT HABER Med­ya Sorumlusu olarak görev yapmıştır.
2010 yılından bu yana Beyazay Derneği ve İŞ-KUR’un ortak pro­jesi olan engelli istihdamına yönelik Engelli Kariyeri’nde Değerlen­dirme Uzmanı olarak çalışmaktadır.
Engellilere yönelik çeşitli projelerde çalışmıştır. 2011 yılında yaz­maya başladığı “Engeloji” isimli kişisel bir blogu vardır.





 


21 Eylül 2014 Pazar

İLGİNÇ MEZAR


Dinimiz gereği biz de mezar taşlarının sade olması gerekiyor. Bu nedenle ülkemizde çok abartılı ve üzerinde heykel olan mezarlar yok. Ancak dünyada pek çok abartılı, ilginç mezarlar ve mezar taşları var. Bunlardan biri de  Amerika da Utah eyaletinin başkenti Salt Lake City'nin mezarlığında bulunuyor. Bu ilginç anıt mezar Matthew Stanford Robison isimli, küçük yaşta ölen bir çocuğa ait.

Matthew Stanford Robison 1999 yılında, 11 yaşında iken ölmüş... Matthew, bedensel engelli bir çocukmuş... Kısa yaşantısını tekerlekli sandalyede sürdürmüş. Mezarında da bir tekerlekli sandalyede ayağa kalkmış bir halde heykeli bulunuyor. Bir mezar için fazla abartılı olduğu düşünülebilir. Ancak kabul etmek gerekir ki bu mezar insanı duygulandıracak türden... Çok ilgi çekiyor. Bu mezarı görünce neden ve niçin yapıldığını... Orada yatan kişinin hayat hikayesini merak etmemek elde değil.

Matthew'in hayat hikayesi oldukça dokunaklı... Şimdi hayatta olmayan Matthew, 1988 yılında Salt Lake City'de doğmuş. Doğum sırasında oksijensiz kaldığı için beyin felci (Serebral Palsi) geçirmiş. Kısa hayatını da engelli olarak sürdürmüş... Matthew'in vücudunun felçli olmasının yanı sıra gözleri de görmüyormuş. Doğduğunda bir kaç saat yaşaması bekleniyormuş... Ancak kimin ne kadar yaşayacağını Allah'tan başka kim bilebilir? Matthew, 11 yaşına kadar yaşamış. O yaşına kadar da hayatını tekerlekli sandalyede geçirmiş. Ailesinin ve arkadaşlarının sevgisi ona güç vermiş...


Yaşantısı ve ölümü ailesinde büyük etki bırakmış. Ölümünden sonra babası Ernest Robison, Matthew için işte bu ilginç mezarı yaptırmış. Böylece oğlunun ayağa kalkabilme isteğini bu şekilde ortaya koymuş... Heykelde; Matthew'in hayattaki tüm sıkıntı ve yüklerden, tekerlekli sandalyenin üzerinden göğe doğru elini uzatarak kurtulduğu anlatılmış... Ölümünün üzerinden yıllar geçse de mezarındaki bu heykelin fotoğrafı tüm dünyada dolaşıyor. Böylece Matthew'in etkileyici hayat hikayesini merak edip öğrenmemizi sağlıyor.

Matthew, Serebral Palsi'li ilk çocuk değil, maalesef son da olmayacak. Bu durumda olan pek çok çocuktan haberdar olamıyoruz, olamayız. Bu duygusal heykel onun ve hayatının tüm dünya tarafından fark edilmesini sağlamış oldu. Yoksa küçük Matthew'in kim olduğunu, nerede, nasıl yaşadığını nasıl öğrenirdik? Matthew kısacık yaşantısında ailesinin hayatına dokunduğu gibi, yıllar sonra bu ilginç mezarıyla bizim hayatımıza da dokundu.

ALİYE YÜCEL


14 Eylül 2014 Pazar

BEN EVLATLIK OLAMAM


Geçtiğimiz günlerde Müge Anlı'nın programında annesini arayan genç bir kadın, kızını arayan başka bir kadın, yine annesini arayan genç bir adam vardı. Bir şekilde çocuklar küçük yaşta ailelerinden ayrılmıştı. Şimdi ekran aracılığıyla onları bulmaya çalışıyorlardı. Gördüğümüz kadarıyla insanlar kaç yaşında olursa olsun, evlatlık olduğunu öğrenince gerçek anne ve babalarını merak ediyor ve arıyorlar.

Evlatlık konusu duygusal, sosyal, psikolojik bir konu... Belli bir yaşa kadar saklansa da bir şekilde öğreniliyor. Gerçek ortaya çıktığında ise evlat edinilen çocuk ve aile için zor bir süreç başlıyor. Bu konu ile ilgili pek çok haber yapılıyor. "Yıllar sonra annesini buldu", "Şu kadar yıl sonra evladına kavuştu" gibi. Hepsi de hüzün ve mutluluk dolu pek çok kavuşma... Hepsinin birbirinden ilginç hikayesi var.

Evlatlık olduğunu öğrenmek mümkünse bir insanın hiç öğrenmemesi gereken bir durum. Sanıyorum ki o andan itibaren evlat edinen aileye karşı hissedilen duygular oldukça karışır. Büyük bir yıkım... Hayal kırıklığı... Öz aileye bir kırgınlık...  Sonra öz aileyi merak etme... Eğer hayattaysa arama ve hemen bulma istediği... Birçok düşünce ve duygu karmaşası... Ben bütün bunları empati yaparak yazıyorum.


İlkokul çağlarındaydım. Mahallemizde bir arkadaşımızın evlatlık olduğu söylentileri çıkmıştı. Daha sonra da bunun doğru olduğunu öğrenmiştik. Bu bizi çok etkilemişti. Hepimiz şaşırmış ve üzülmüştük. Ortada şüphelenmemizi gerektiren bir durum da yoktu! Ailesi onun üzerine titriyor, çok iyi bakıyor ve çok seviyordu! Kendi aramızda bunu konuşuyor, "Nasıl olur, neden, niçin" sorularını soruyorduk.

Çocuklar için ilginç bir psikolojik durum olmalı ki... Arkadaşımızın bu durumunu öğrendikten sonra herkes ailesiyle olan benzerliğini sorguluyordu. Özelikle tek çocuk olan ve ailesindeki kişilere pek benzemeyen arkadaşlarımızın canı epeyce sıkılmıştı. Bir çoğu "Acaba ben de evlatlık mıyım?", "Ya ben de evlatlıksam?" diye düşünüp, üzülmeye başlamıştı. İşte bütün bunlar konuşulurken ben oldukça rahattım!

Yine bir gün bu konu konuşulurken çocuk aklımla arkadaşlarıma dönüp, büyük bir rahatlıkla "Ben evlatlık değilim buna eminim. Bu kesin... Siz düşünün." demiştim. Bana hemen "Nereden biliyorsun?", "Nasıl bu kadar emin olabilirsin?" diye sormuşlardı. Ben de cevap olarak onlara "Bir düşünün. Sakat bir çocuğu kim evlatlık olarak alır ki?" demiştim. Böylece arkadaşlarım hemen ikna olmuştu. Haklıydım! Anne ve babama benzeyen taraflarım olsa da benim çok daha önemli bir kanıtım vardı. Engelli olmak!

ALİYE YÜCEL




7 Eylül 2014 Pazar

GÜLPERİ'NİN GÖZLERİ...


Televizyon kanallarının yeni yayın dönemi başladı. Her kanalda pek çok yeni dizi başlıyor. Hepsini seyretmek mümkün değil. Aslında gerek de yok. Ama hiç olmazsa neler başlayacak diye bakarken ATV'de yayınlanan bir fragman dikkatimi çekti. Tanıtımda beyaz baston vardı. Bu beyaz baston bir genç kızın elindeydi. Bilindiği gibi beyaz bastonu görme engelliler kullanıyor. Renginin beyaz olması rahatlıkla görülmesini sağlar. Bu bastonu kullanan görme engelliler de özgürce yürürler. Yani beyaz baston hem görme engelliler için büyük bir kolaylıktır, hem de çevresindekiler için bir uyarıcı işlevi görür.

Dizinin adının Üç Arkadaş olduğunu görünce bunun bir yerli filmin dizi uyarlaması olduğunu düşündüm. Dizi ile ilgili haberlere bakınca "Yeşilçam klasiklerinden Üç Arkadaş filmi dizi oluyor" yazıyordu. Üç Arkadaş filmini hatırlarsınız. Hülya Koçyiğit bu filmde görme engelli bir genç kızı canlandırıyordu. Yönetmenliğini Memduh Ün'ün yaptığı filmin diğer rollerinde Kadir İnanır, Halit Akçatepe ve Müşfik Kenter oynuyordu. 1971 yapımı bu film televizyon kanallarında defalarca yayınlandı.

Üç Arkadaş filminin daha eski bir versiyonu da var. 1958 yılı yapımı Siyah-beyaz bu filmin yönetmenliğini yine Memduh Ün yapmıştır. Bu filmde ise görme engelli fakir kız rolünü Muhterem Nur oynamış, diğer rollerde ise Fikret Hakan Salih Tozan ve Semih Sezerli oynamıştır. Bu film eleştirmenlerce çok beğenilmiş ve Türk sinemasında yapılmış en iyi filmler arasına girmiştir.


Anlıyoruz ki Üç Arkadaş filmlerinin her ikisi de çok başarılı bulunmuş ve çok beğenilmiş. Filmler beğenilince dizi oluyor. Bunun bir çok örneği var. İşte şimdi de Üç Arkadaş dizi oluyor. Dizinin başrollerinde Hakan Yılmaz (Murat), Leyla Feray (Gülperi), Burak Hakkı, Bülent Seyran, Anıl İlter, Mehmet Gürhan ve Ayçin İnci oynuyor. Yönetmen ise Tarkan Karlıdağ.

Dizinin konusu gelince: Murat, Mustafa ve Salih birbirlerinden hiç ayrılmayan çok iyi anlaşan üç arkadaştır. Bir gün sokakta görme engelli bir genç kız olan Gülperi'ye rastlarlar.  Gülperi, anne ve babasının trafik kazasında kaybetmiş ve yalnız kalmıştır. Bu arada ev sahibi tarafından da sokağa atılmıştır. Murat, Gülperi'den hoşlanır. Üç arkadaş kendilerini Gülperi'ye zengin olarak tanıtırlar. Gülperi'nin gözlerinin açılma ihtimalinin olduğunu öğrenince hemen para bulup ameliyatı yaptırmaya karar verirler. Ancak bu kolay olmayacaktır. Murat, çaresizlikten ilaç parasını isteyen doktora ilaç bulmak için ecza deposunu soymaya kalkar ve yakalanır. Onu kurtarmaya patronunun kızı Meral gelir. Meral'in bir şartı vardır. Murat'ın onunla birlikte olması... Üç arkadaş mecburen bu teklifi kabul ederler. Gülperi ameliyat olur ve görmeye başlar...

Diziyi buraya kadar seyretmeyi düşünüyorum! Bundan sonrası ilgimi çekmedi. Çünkü bir engelli hikayesi olmaktan çıktı! Şaka bir yana... Gönül ister ki bu hikaye Gülperi'nin gözleri açılmasa da sürse... "Aaa... Neden?" diyenleri duyar gibiyim. Evet görmesi güzel bir durum, tamam. Ancak görme engelli olup hayatı boyunca böyle yaşayanlar da var. Neden onların hikayesi de dizi olmuyor. Bir diziye kahraman olmak için mutlaka engelsiz mi olmak gerekiyor?

ALİYE YÜCEL


31 Ağustos 2014 Pazar

BİSİKLETLE UMUT YOLCULUĞU


Omurilik felçlisi olan biri, Amsterdam'dan İstanbul'a bisikletiyle gelse bu şaşırtıcı olur değil mi? Evet, çok zor bir yolculuk. Ama Funda Müjde bunu başarmış... 28 Mayıs 2014 tarihinde Hollanda'nın Amsterdam Olimpiyat Stadyumu'ndan bisikletiyle yola çıkan Müjde, geçtiğimiz hafta (24 Ağustos) İstanbul'a geldi. Amsterdam'dan törenle uğurlandı, İstanbul'da da törenle karşılandı.

Ailesi Hollanda'ya göç eden Funda Müjde, orada büyümüş ve orada yaşıyor. Müjde, 2007 yılında tatil için geldiği İstanbul'da bir trafik kazası geçiriyor. Bu kazada ağır yaralanıyor ve omurilik felci oluyor. O günden sonra da hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Onun yaptıklarını görünce etkilenmemek elde değil. Yaşadığı kazadan önce tiyatro oyunculuğu yapan Müjde sahne çalışmalarına devam ediyor. Radyoda program yapıyor. Hollanda'da en çok satan gazete olan Telegraaf'ta yazıyor.

Funda Müjde'nin Hollanda'dan Türkiye'ye gelirken yol boyunca kullandığı bisiklet bildiğimiz bisikletler gibi değil. Çok farklı. Berkel-Bike adını taşıyan bu bisiklet özel bir tasarım... Elle kullanılıyor. Ancak bu bisiklet bacakları da çalıştırıyor. Yani Funda Müjde, 3.500 kilometrelik ve 3 ay süren bu yolu elleriyle çevirdiği pedallarla aşmış.


Müjde'nin, bu ilginç yolculuğa çıkma serüveni şöyle başlamış: Hollanda'ya işçi göçünün 50. yılı olması nedeniyle; ailesi gibi Türkiye'den giden göçmenler için bir proje hazırlamış. Projede çeşitli kültürel etkinliklerle konuyu çocuklara ve gençlere anlatmak istemiş. Projesi beğenilse de gerekli maddi kaynağı bulamamış. Bunun üzerine dikkat çekmek için Hollanda'dan Türkiye'ye bisikletiyle yolculuk yapma fikri aklına gelmiş. Hemen girişimlerde bulunmuş ve bu zorlu yolculuk için bir antrenörle çalışmalara başlamış... Sonunda hazır olduğuna inanıp, yola çıkmış. Ailesiyle gelip geçtiği memlekete giden yollardan bu kez bisikletiyle geçmiş.

Böyle bir yolculuk her bakımdan zor. Bütün gün pedal çevirmek hiç de kolay olmasa gerek. Ancak ben daha farklı bir şeyi, yalnız başına bu yolculuğu yaparken nasıl korkmadığını düşündüm. Öyle ya karayollarının bazı bölümleri ıssız ve tehlikeli... Onunla ilgili yapılan bir haberde okuduğuma göre, o da önce korkmuş, sonra bu korkusunun yersiz olduğunu düşünüp bu zorlu yolculuğa çıkmış. Kocası ve kayınbiraderi de bir karavanla ona eşlik etmişler. Gündüz yol alırken, geceleri karavanda dinlenmiş.

Funda Müjde, bu yolculukla Türkiye'den Hollanda'ya işçi göçünün 50. yılına dikkat çekmek yapsa da, çok önemli iki mesaj daha veriyor. Birincisi hareket zorluğu çeken pek çok engelinin sorunu olan obeziteye, ikincisi ise engellilere verilen spor imkanlarının azlığına... Bu ilginç yolculukta en olumsuz yön ise belki de İstiklal Caddesi'ne girmesinin polis tarafından engellenmesiydi. Ancak bunda da bir hayır olduğu kesin. Böylece ses getirdi. Haber oldu...

ALİYE YÜCEL


24 Ağustos 2014 Pazar

ALS İÇİN BUZ GİBİ KAMPANYA


Sanıyorum ki duymayan kalmamıştır. Ancak bir de ben yazayım dedim! ALS hastalığına dikkat çekmek için yapılan Ice Bucket Challenge (Bir Kova Buz) kampanyasından bahsedeceğim. Amerika'da başlayan ve bir çığ gibi büyüyen bu kampanya gerçekten çok çarpıcı... İnsan ister istemez kendini içinde bulabiliyor! Tüm dünyayı sarmış durumda... Sosyal medyada da en çok paylaşılan kampanyalardan biri...

Bu kampanyada kişiler içinde buzlu su dolu bir kovayı başından aşağıya döküyor. Buzlu su dolu bir kovayı dökmeden önce de aynı şeyi yapması için üç kişiye meydan okuyor. Meydan okunan kişi 24 saat içinde buzlu su dolu bir kovayı başından aşağıya döküyor. Dökerken o da üç kişiye teklif gönderiyor. Eğer dökmezse 100 dolar bağışlıyor. Bu paralar ALS hastaları için toplanıyor. Pek çok kişi de hem bağış yapıyor, hem de buzlu su dolu bir kovayı döküyor.

Gelelim bu kampanyada dikkat çekilmek istenen ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) hastalığına... ALS; merkezi sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı denilen bölgenin motor sinir hücrelerinin kaybı nedeniyle meydana gelen bir hastalık... Bu hücrelerin kaybı nedeniyle kaslarda güçsüzlük ve erime başlıyor. Kasların bu zayıflığı önce ellerde, bacaklarda, ağız ve dilde meydana geliyor. İlerleyince tüm vücut etkileniyor. Genellikle 40-50 yaşlarında başlayan ALS, erkeklerde daha sık görülür. Önemli bir ayrıntı ise zihinsel fonksiyonlarda ve bellekte bir kayıp olmaması.

ALS hastalığının kesin nedeni bulunamamıştır. Sebep olarak çok çeşitli risk faktörleri gösterilir. Bağışıklık sisteminde anormal yapan, DNA yapısını ve enzim sisteminin işleyişini bozan bir virüsten şüphelenilmektedir. ALS hastalığına yakalananlar ortalama üç-beş yıl yaşasa da çok daha uzun süre yaşayanlar var.


ALS kesin tedavisi mümkün olmayan bir hastalık... Bazı ilaçlar hasarları bir miktar azaltabilmektedir. Tedavide ise destekleyici çeşitli yöntemler kullanılır. Destekleyici çeşitli yöntemlerin en etkilisi; doktor, eczacı, fizyoterapist, hasta bakıcı, hemşire, beslenme uzmanının beraber çalışmasıyla oluşur. Bu nedenle tedavisi ve bakım süreci oldukça zordur. Hastalar bakıma muhtaç duruma düştüğü için maddi ve manevi yardım çok önemlidir. Dünyadaki en ünlü ALS hastası evrenbilimci Stephen Hawking ve Çinli lider Mao Tse Tung'tur. Türkiye'de ise Sedat Balkanlı ve ALS / MNH Derneği Başkanı İsmail Gökçek bu hastalığa yakalanmıştır.

ALS farkındalığı oluşturmak için başlatılan kampanyayı ilginç hale getiren en önemli unsur, buzlu su dolu kovayı dökme anının fotoğraf ya da videosunun sosyal medyada paylaşılması... Dünyada; Facebook CEO'su Mark Zuckerberg, Microsoft'un kurucusu Bill Gates, şarkıcı Justin Bieber, futbolcu Cristiano Ronaldo bu kampanyaya katılan ünlü isimler. Bizden de; Arda Turan, Beren Saat, Burcu Esmersoy, Şahan Gökbakar, Demet Akalın gibi pek çok ünlü ALS farkındalığı için bu kampanyaya katıldı.

Gün geçmiyor ki bu kampanya ile ilgili ilginç bir haber ve paylaşım olmasın. Bu kampanyayı başlatanlardan biri Corey Griffin ise geçtiğimiz günlerde bir deniz kazasında hayatını kaybetmiş... Bostonlu Griffin bu ilginç kampanyayı en yakın arkadaşı ALS'ye yakalanınca geçen yıl başlatmış. Ve bütün dünyaya yayılmış... Bu yazıyı yazdığım sırada da Türkiye ve dünyada pek çok kişi bu kampanyaya destek verecek. Bu konu ile ilgili bir çok haber ve paylaşımlar olacak bundan eminim...

ALİYE YÜCEL

17 Ağustos 2014 Pazar

PAHA BİÇİLMEZ YARDIM 2


Bir yazımda engellilere yardım eden köpekleri ele almıştım. Kısaca bahsedersek, yardımcı köpekler; engellilerin yetersiz kaldığı durumlarda bazı şeyleri yaparak ve engellilerin bazı ihtiyaçlarının karşılayarak onların hayatını kolaylaştırıyorlar. Bu köpekler; hizmet köpekleri, rehber köpekler, asistan köpekler, terapi köpekleri gibi çeşitli isimler alıyorlar. Engellilere en çok yardım ve hizmet eden hayvanların köpekler olduğunu görüyoruz. Ancak kedi, maymun, kuş, at gibi bazı hayvanlarda engellilere yardım için eğitilebiliyor.

Gelelim engellilere yardım eden diğer bazı hayvanlara... Köpeklerden sonra engellilere en çok yardımcı olan hayvanlardan biri de maymunlar... Amerika'da Capuchin cinsi maymunlar, bedensel engellilere yardımcı olmak üzere eğitiliyor. Bu maymunlar Boston'da Yardımcı Eller Derneği'nde eğitim alıyor. Dünyada bedensel engellilere yardım etmesi için maymunlara eğitim veren başka yer de yok.

Maymunlar gördüğünü yapan hayvanlar. Bundan yola çıkarak insanları taklit etmesi sağlanıyor ve bu şekilde eğitiliyorlar. Maymunlar ışıkları, televizyonu, müzik aletlerini açıp, kapatabiliyor. Engellinin gözlüğünü takıp, kitap sayfalarını çevirebiliyor. Telefon ve kumanda aletlerini getirebiliyorlar. Meşrubat şişesini açabiliyor. Bu eğitimler için uzun bir süreç gerektiğini tahmin edebiliriz. Ancak gelinen sonuç çok faydalı...



Yardım hayvanlarından biri de minyatür atlar. Çok yaygın olmasa da bu atlar görme engellilere, aynı köpekler gibi kılavuzluk yapabiliyorlar. Onlara yol gösterici olarak kullanılıyorlar. Çoğu yerde köpek yerine bu atlar tercih edilebiliyor. Özellikle de köpeklerin girmesinin uygun görülmediği bazı ortamlarda... Ayrıca atlar, engeli çocukların fiziksel ve psikolojik gelişimleri için de kullanılıyor.

Biliyoruz ki, hayvanlar sahiplerini, sahipleri de hayvanlarını çok severler. Aralarında daima güzel bir bağ oluşur. Bunun pek çok örneğini görüyoruz, biliyoruz. Ancak buradaki iletişim ve paylaşım bambaşka... Böyle bir hayvana sahip olmak ne büyük bir şans...

Şimdi şöyle bir düşünelim. Normal bir kişi için düşen eşyayı yerden almak çok basit bir harekettir. Oysa tekerlekli sandalyede yaşayan, hareket zorluğu çeken biri için (hele de yalnızsa) ne zor, çaresiz bir durumdur. İşte o an maymunun onu yerden alıp uzatması ne güzel bir an, sahibi için de ne paha biçilmez bir yardımdır. Öyle değil mi?

ALİYE YÜCEL






10 Ağustos 2014 Pazar

SON GÜN 12 EYLÜL


İŞKUR (Türkiye İş Kurumu) engellilerin istihdamı konusunda çok önemli destekler veriyor. Son olarak kendi işini kurmak isteyen engellilere, engellilerin işe uyumlarını ve istihdamlarını sağlayacak projelere destek vereceğini açıkladı. Hem de bu destek karşılıksız olacak. Eminim maddi yetersizlikler nedeniyle yapmak istedikleri işi yapamayan engelliler vardır. İşte bu onlar için çok büyük bir fırsat.

Engelli raporu bulunanlar, ikamet ettikleri yerde uygulanmak üzere İŞKUR'a proje sunabilecekler. Girişimcilik eğitimi alan veya kuracağı meslekte eğitim almış engelliler İŞKUR'a sunacakları projelerde tam 36 bin TL.'ye  kadar hibe desteği alabilecek. Bu kendi işini kurmak isteyenler için hiç de küçümsenecek bir rakam değil.

Projeler; İŞKUR'un web sitesinde bulunan Başvuru Rehberi'nde açıklanan kurallara göre hazırlanacak. 12 Eylül 2014 Cuma akşamına kadar illerde bulunan Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlükleri'ne istenilen bilgi ve belgelerle elden veya posta ile teslim edilecek. 81 ilimizde de Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlükleri var.

Başvuru yapılacak bu projelerde, engellilerin kendileri işbaşında olmaları gerekiyor. Engelliler adına vasilerin kurdukları projeler desteklenmeyecek. Ayrıca emekli olan engelliler de başvuramayacaklar.


Destek alınacak alanlar şöyle sıralanmış:

1- Kuruluş İşlemleri Desteği:
İş yeri kuruluşu için yapılan resmi işlem, onay, izin ve ruhsat gibi masraflar için en fazla 2.000 TL.

2- İşletme Gideri Desteği:
Kurulan işletmenin 12 ay boyunca; su, elektrik, iletişim, ısınma gibi işletme giderlerinin (fatura karşılığı olmak üzere) en fazla % 60'ını geçmeyecek şekilde yıllık toplamda en fazla 4.000 TL.

3- Kuruluş Desteği:
İşletmenin kuruluşundan itibaren 12 ay boyunca işletmenin temel faaliyet alanı ile ilgili makine, teçhizat, yazılım, donanım, sarf malzemesi ve ofis malzemesi gibi maliyetler için (fatura karşılığı olmak üzere) en fazla 30.000 TL.

Evet bu destek karşılıksız. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli bir husus var. Verilen bu destekle kurulan işletmeler kuruluş tarihinden itibaren en az 2 yıl fiili olarak faaliyetine devam etmesi şart. Aksi takdirde kuruluş desteği ödemeleri yasal faizi ile birlikte geri alınacak.

Bu projeler, Kasım ayında İŞKUR Genel Müdürü Başkanlığı'ndaki kuruluşların temsilcilerinden meydana gelen bir komisyon tarafından değerlendirilecek. Uygun olanlara finansal destek verilecek.

Kendi işini kurmak belki kolay değil. Ancak engelli olmak buna asla engel değil. Başarılı olmuş engelli girişimciler olduğunu biliyoruz. Fakat sayıları çok az. Umarız sağlanan bu imkanlarla sayıları artabilir. Girişimci olmak, hayallerini gerçekleştirmek ve kendi işinin patronu olmak isteyen engelliler unutmayın son gün: 12 Eylül 2014.

ALİYE YÜCEL

3 Ağustos 2014 Pazar

MURAT GÖĞEBAKAN'IN İÇİNDEKİ UKDE


Lösemi (kan kanseri) tedavisi gören sevilen sanatçı Murat Göğebakan'ı kaybettik. Genç yaştaydı, 46 yaşında... Pek çok kişinin bildiğini tahmin ediyorum, Murat Göğebakan bir bacağından engelliydi. Nedense engelinin çocuk felci olduğunu tahmin ediyorum. Bir televizyon programında ise bir traktör kazası nedeniyle olduğunu anlatmıştı. Resmi web sitesinde de engeli hakkında hiç bir bilgi yok.

Murat Göğebakan, 1968 yılında Adana'da dünyaya geldi. Anne ve babası Almanya'da çalıştığı için, çocukluğu Türkiye ile Almanya arasında geçti. Küçük yaşta müziğe ilgi duyan Murat Göğebakan, gitar dersleri aldı. Lise eğitiminin ardından Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı'na girdi. Eğitimini bitirdikten sonra Çukurova Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak görev yaptı. İlk evliliğini genç yaşlarda yapan Göğebakan'ın bu evlilikten bir oğlu oldu.

Albüm çalışması için 1995 yılında İstanbul'a geldi. 1996 yılında ilk albümü Ben Sana Aşık Oldum'u çıkaran Murat Göğebakan o yıl büyük bir çıkış yaptı. 1998 yılında Kral Tv Müzik Ödülleri'nde "Yılın Şarkısı", "En İyi Söz", " En İyi Rock" ve "En İyi Çıkış Yapan" kategorilerinde aday gösterildi. "En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçı" ödülünü kazandı. Albüm çalışmalarına devam etti. 2000 yıllında ikinci evliliğini yaptı.


2002 yılında çıkardığı "Ay Yüzlüm" isimli albümü MÜYAP'ın En Çok Satan Albüm Ödülü'nü aldı. Albüme ismini veren Ay Yüzlüm en çok bilinen ve sevilen parçasıydı. Türkiye'de Anadolu Rock müziğin bir kaç isminden biri olan Murat Göğebakan 2009 yılında amansız hastalığa yakalandı. Tedavisi olumlu geçti ve iyileşme göstererek sevenlerini mutlu etti. Bu arada da müzik çalışmalarını sürdürdü. Son olarak Başbakan için "Uzun Adam" isimli bir beste yaptı ve seslendirdi. Tasavvufa ilgi duyan ve dergah eğitimi de alan Göğebakan'ın "Hasan'dan Olma Hatice'den Doğma Murat Göğebakan" isimli bir de kitabı var.

Mütevazı kişiliği ile çok sevilen Murat Göğebakan kendisine "Sevgi Adamı" lakabını takmıştı. Sanatçı Kanal D'de yayınlanan Doktorum programına telefonla bağlanıp, kendi gibi lösemi tedavisi gören çocuklara destek olacağının ve içinde kalan bir ukdeyi şöyle paylaşmıştı: "Bir daha dünyaya gelsem Vallahi Billahi , yakartop oynamak isterim! Küçükken bir öğretmenim ayağım sakat olduğu için yakartop oynatmamıştı. O beni korumak istemişti. Ama ben hala onun üzüntüsünü yaşıyorum." İlginç değil mi? Öğretmeninin zarar göreceği endişesiyle kendisini arkadaşlarıyla oynatmadığı oyun, içine ukde olmuş...

Eminim ki her engellinin diğerlerine anlamsız, belki de saçma gelebilecek. Ancak onun için çok yerinde ve içinde ukde kalan bir şeyler vardır. Belki duyanlar şaşırır "Allah Allah... Bu mu istenir? Bu imkanlar içinde bunu mu istedi?" diyebilirler. Ancak bu böyledir. Şimdi cennette yakartop oynanır mı?! Oynansa bile Murat Göğebakan, orada yakartop oynamak ister mi?! Bilemeyiz! Onun için en büyük dileğimiz: Mekanı cennet olsun. Allah ona rahmet eylesin.

ALİYE YÜCEL  

27 Temmuz 2014 Pazar

KOLSUZ, BACAKSIZ MUTLULUK


Nick Vujicic, adını duymuşsunuzdur. Eğer bu ismi hatırlamıyorsanız da fotoğraflarını görmüş olmanız mümkün. Nick Vujicic, hani şu kol ve bacakları olmayan süper adam! Fotoğraflarını pek çok yerde gördüğüm, bu genç adamın hikayesini merak etmemek mümkün değildi. Nick, 1982 yılında Avustralya'da kol ve bacakları olmadan dünyaya gelmiş.

Nick'nin Tetra-Amelia Sendromu, yani bir gen bozukluğu hastalığı nedeniyle kolları ve bacakları yok. (Tetra adı buradan geliyor. Yani dört uzvu olmayan anlamında...) Sadece kalçasından çıkan iki tane parmağı var. Ancak yapabildikleri ve başardıkları inanılır gibi değil. Yazı yazmak, bilgisayar kullanmak, tıraş olmak, saçını taramak gibi günlük işlerin yanı sıra; hiç bir engeli olmayan pek çok kişinin yapamadıklarını yapıyor. Kol ve bacakları olmadığı halde; tenis, futbol ve golf oynuyor, davul çalıyor, balık tutuyor, yüzüyor ve sörf yapıyor.

Durumundan dolayı alay konusu olan Nick,  bu yüzden çok zor günler geçirmiş. 8 yaşında iken intihara teşebbüs etmiş, küvette boğulmak istemiş! Ancak ailesine olan sevgisi yüzünden bunu yapamamış. Bir gün annesi ona engelli olan, fakat asla pes etmeyen bir adamın makalesini okutmuş. Bu hikaye Nick'i çok etkilemiş. O günden sonra kendine ve hayata bakışı tamamen değişmiş. Kendine bir yön çizmiş.

Nick Vujicic, çok genç yaşta insanlara umut aşılayan konuşmalar yapmaya başlamış. Böylece insanlara örnek olmaya başlamış. Uzuvsuz Hayat Derneği'ni (Life Without Limbs) kurmuş. Daha otuz yaşına gelmeden yirmiden fazla ülkeyi gezerek, konferans ve seminerler vermiş. Kitap yazmış. Konuşma videoları ve kitabı "Kollar Yok, Ayaklar Yok, Endişe Yok" satış rekoru kırmış. Bu arada özel hayatında da güzel gelişmeler meydana gelmiş. Aşık olmuş ve o kadınla evlenmiş. Şimdi bir çocuğu var. Çocuğunu da kollarıyla değil, yüreğiyle sarıyor!


Yazım için Nick'nin pek çok fotoğrafına baktım. Onun fotoğraflarına baktığınızda mutluluğunu ve yaşama sevincini çok açık bir şekilde görüyorsunuz. Yüzü hep gülüyor... Bacaklı ve kollu olmanın mutluluk kaynağı olmadığını anlatıyor! İçinize bir sevinç doğuyor. Gülümseyip ne mutlu ona diye düşünüyorsunuz. Gerçekten çok farklı, çok özel biri...  Neden kol ve bacakları olmadan dünyaya geldiğini daha iyi anlayabiliyorsunuz!

Hayatının hiç bir anında "Keşke kollarım ve bacaklarım olsa... " dememiş. Hep şükretmiş, büyük hayaller kurmuş ve asla vazgeçmemiş... Yaptıklarının, başardıklarının, söylediklerinin pek çoğunu buraya yazamadım. Yazdıklarımla yetinmeyip araştırın. Pek çok ilginç detay ile karşılaşacak ve eminim çok şaşıracaksınız. Okuduklarımdan, gördüklerimden ve seyrettiklerimden sonra keşke Türkiye'ye de gelse, gelse de engelli engelsiz herkese bir hayat dersi verse diye düşündüm. Bu arada "Keşke Müslüman olsa..." demeden de edemedim.
 
Nick, "Dünyaya istediğimiz gibi gelmeyiz, tıpkı istediğimiz gibi gitmediğimiz gibi..." diyor. Ne büyük bir idrak değil mi? Süper adamın kadere rıza noktasına geliş hikayesi ise çok daha enteresan, öyle ki üzerinde saatlerce düşünülecek türden... Nick Vujicic işte şöyle diyor: "Küçükken tanrıya hep neden böyle yaratıldığımı sorardım ve bir gün içime cevabını üfledi. Cevap şuydu: Bana güven!" Nick'in sırrı işte burada...


ALİYE YÜCEL

20 Temmuz 2014 Pazar

DÜŞMEDEN KOŞMAK


- Ne yapmak istiyorsun?
- Koşmak... Ama düşmeden!

Bir adam ile görme engelli küçük bir çocuk arasında geçen ve beni derinden etkileyen bu diyalog 2008 yılında gösterime giren "Hayattan Korkma" isimli filmde geçiyor. Film, aynı kasabada yaşayan üç yakın arkadaştan birinin çocuğunun görme engelli olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması ve bunun üzerine yapılan çabaları anlatıyor.

Filmin konusu şöyle: Mandıracılık yapan Talat, tavuk yetiştiren Bedrettin ve fırıncı Rıfkı çocukluktan beri çok samimi arkadaştır. Her üçü de Balıkesir'in Gömeç ilçesinde yaşamakta ve kendi ürettiklerini satarak, geçinip gitmektedir. Bir gün Talat'ın küçük oğlunun gözlerinde görme kaybı olduğu ortaya çıkar. Götürdükleri doktor Murat'ın ameliyat olması gerektiğini, olmadığı taktirde görme yeteneğini tamamen kaybedeceğini söyler. Ancak tedavi için çok para gereklidir. Bunun üzerine de üç arkadaş ve aileleri birlik olup, ameliyat için gerekli parayı bulma çabasına girişirler...

Filmin yönetmeni Berrin Dağçınar. Hayattan Korkma; televizyon dizileriyle tanınan Dağçınar'ın ilk sinema filmi, senaryo da kendisine ait. Filmin oyuncu kadrosu ise oldukça zengin. Zeki, Alasya, Haldun Boysan, Tarık Pabuççuoğlu, Hakan Boyav, Zeynep Eronat, Suzan Aksoy, Ceren Soylu, Mehtap Anıl, Sedef Avcı, Mert Fırat ve çocuk oyuncu Fırat Can Aydın. Ancak oyuncu kadrosu beklentinizi yükselmesin. Oyuncuların hepsi de birer masal kahramanı gibi, naif bir karakteri canlandırıyorlar.


Hayattan Korkma, sıcak ve içten bir aile dramı... Ana hikayenin yanı sıra pek çok sayıda yan hikaye var. Filmde; dostluk, arkadaşlık, aile, anne-çocuk, dayanışma, sevgi, aşk gibi pek çok sosyal ve insani değer eğlenceli bir dille anlatılmış... Eski Türk filmlerine benziyor. Onlardaki sıcaklık var. Zaman zaman ana hikaye ve filmin kahramanı küçük çocuk unutulsa da (!) hoşça vakit geçirtiyor.

Film, günümüzde anlamını kaybeden pek çok değeri ortaya koyarken; kah duygulandırıyor, kah hüzünlendiriyor, kah güldürüyor. Sıkıntılar ve sorunlar karşısında yılmayınca bir çözüm yoluna ulaşılabileceği gösterilmiş. Tabii ki bu arada; ümit ve dayanışma ile zorlukların aşılabileceğini, bu nedenle hayattan korkmamak gerektiğini de hatırlatıyor.

Tüm engellilerin bir şeyler yapmak istemesini, yapmak istediklerini yapabilmesini, bu imkanı ve bunun yolunu bulabilmesini çok önemsiyorum. Filmde pek çok etkileyici ve çarpıcı sahneler var. Ancak yazımın başında verdiğim replik; bence filmde geçen en anlamlı sahne... Sadece o sahne, o replik ve devamı için bile seyredilmeye değer. Sanırım bu yüzden afişte bile o sahne var. Babasının arkadaşı olan Bedrettin (Hakan Boyav); özel durumundan etkilenip küçük Murat'a ne yapmak istediğini soruyor. Sonra da çok  şaşırtıcı bir cevapla karşılaşıyor. Görme engelli küçük çocuğun istediği şey ise, ne kadar doğal ve ne kadar masumca: Düşmeden koşmak!


ALİYE YÜCEL

13 Temmuz 2014 Pazar

SERDAR ORTAÇ'IN HASTALIĞI MS


Hep MS (Multiple Skleroz) hastalığı ile ilgili bir yazı yazmak istedim. Çünkü başta sunucu Oya Seymen olmak üzere, bu hastalığa yakalanan bir çok kişiyi yakından tanıdım. Hepsinin yaşadıkları ve hastalık hikayeleri ayrı ayrıydı. Ancak yazmak Serdar Ortaç'ın da bu hastalığa yakalandığını öğrenince kısmet oldu. Pek çok kişi bu hastalığın adını duysa da tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Serdar Ortaç'ın ünlü olması nedeniyle herkes bu hastalığın ne olduğunu ve nelere yol açtığını da öğrendi. Serdar Ortaç tam da evlendiği sırada sevenlerini üzdü.

Sağır Sultanın bile duyduğu Serdar Ortaç'ın hastalığı Multiple Skleroz yani kısaca MS; beyin ve omurilikteki sinir sisteminde meydana gelen bir bağışıklık sistemi hastalığıdır. MS merkezi sistemini tahrip ettiği için, beyinden sinirlere verilen mesajlar ya iletilemez ya da yanlış bölgeye gider. Böylece beyindeki; görme, yürüme, konuşma gibi çeşitli vücut fonksiyonları kontrol edilemez hale gelir. Çok çeşitli belirtileri vardır. Belirtileri kişiden kişiye değişir. Kişiler bazen bazı belirtileri önemsemez doktora da gitmez. Bu nedenle de çoğu zaman da geç teşhis edilir.

MS hastalığının sebebi bilinmemektedir. Tıbbın bu kadar ilerlediği günümüzde hastalık hala sırrını korumaktadır. Sebepler arasında virüsler ve bağışıklık sistemi gösterilir. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Kimin yakalanacağı da bilinmez. Hastalık genellikle 20 ile 40 yaşları arasında ortaya çıkar. Yani hastalığa yakalanan kişiler hayatlarının en verimli çağlarındadır. Hastalık 15 yaşında önce ve 50 yaşından sonra da pek az görülür. Kadınlar arasında çok daha yaygındır.


Duyan pek çok kimse Serdar Ortaç'ın MS'e yakalandığına inanmadı, inanmak istemedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, tatilde güneşin altında görünce ben de inanamadım. "Galiba hastalığı MS değil" diye düşündüm. Çünkü bildiğim kadarıyla güneş bu hastalığın en büyük düşmanlarından biridir. Sonra bir magazin programında doktorunun açıklamalarına rastladım. Doktoru da Ortaç'ın MS olduğunu ve güneşte kalmasının sakıncalı olduğunu vurguluyordu.

Maalesef ki MS, önlenebilir ve tamamen tedavi edilen bir hastalık değildir. Bu hastalığa yakalanan kişilerin yapması gerekenler; genel olarak sağlıklarının korumak, beslenmelerine dikkat etmek, ilaçlarını kullanmak, morallerini yüksek tutmak, güneşten korunmaktır. Bu sayede hastalığın seyrini yavaşlatmak mümkündür. Zaman zaman ataklar gösterir. Tüm dünyada ve ülkemizde hastalıkla ilgili çeşitli deneyler ve araştırmalar yapılıyor. Günün birinde MS belki önlenebilecek, kolayca teşhis edilebilecek ve tedavisi tam olarak yapılabilecektir. Böylece korkulan bir hastalık olmaktan da çıkacaktır.

"Kadere bir yemin ettim, bana karışmaya korkar,
Aşkımla tarihe geçtim, bizi unutmayacaklar."

Serdar Ortaç bu şarkı sözlerini neler düşünerek yazdı bilinmez! Ama kader bu işte... Boynumuz kıldan ince... Unutmayalım, hastalık ve sakatlık her zaman, her yaşta ve herkesin başına gelebilir. Bundan kaçmak mümkün değildir. Serdar Ortaç ve tüm MS hastalarına şifalar dileğiyle...

ALİYE YÜCEL

6 Temmuz 2014 Pazar

ENGELLİLERE KİŞİSEL BİLGİLER


Üç dört ay kadar oluyor. Yüz yüze hiç görüşmediğim ancak yaptığı çalışmalardan ve aynı kurumdan olmamız nedeniyle tanıdığım Türkiye Beyazay Derneği Ege Bölge Koordinatörü Ali Rıza Soyaslan aradı. Bir kitap çalışması olduğunu ve bunu bana ulaştırmak istediğini söyledi. Bir kaç gün sonra da "Engellilere Kişisel Bilgiler" kitabı elime geçti. O günden beri bu çalışmadan bahsetmek istiyordum. Bir türlü olmadı.

Ali Rıza Soyaslan'ın "Engellilere Kişisel Bilgiler" kitabı Tavşanlı Ticaret ve Sanayi Odası öncülüğünde ücretsiz dağıtılmak üzere çıktı. Ali Rıza Soyaslan, ailesinde engelli kişiler olsa da, kendisi engelli değil. İşte bu nedenle engelliler için yaptığı bu ve diğer çalışmalarını çok daha değerli buluyorum. Engelli sorunlarını dikkate almak, empati kurabilmek ve bu konuda bir şeyler yapabilmek çok önemli...

Kitabın önsözü Türkiye Beyazay Derneği Genel Başkanı Lokman Ayva tarafından yazılmış. Ayva, kitaptan beklentinin engellilerle ilgili konuların tekrar bir  değerlendirme, düşünme, müzakere etme imkanının meydana gelmesi olduğun belirtip, "... Bu kitapta kendimizi de buluruz. Zafiyetlerimizi, kaygılarımızı, çıkmazları ve onlara karşı önerileri. Çare olacak yöntemler her zaman değişebilir. Siz de yöntemler bulabilirsiniz. Ali Rıza Soyaslan Bey engelliliğin psikolojik boyutlarına, inançla ilgili kısımlarına pek çok konuyu açık yüreklilikle tartışıyor. Hepimiz kendimize has fikir ve hissiyatı geliştirdiğimiz yaklaşım ve yöntemlerle genişletebiliriz..." diye devam ediyor.


Ali Rıza Soyaslan kitapta yazdığı sunumda; engelli ve engellilik konularındaki görüşlerini ve bu konudaki duyarlığını çok güzel bir şekilde ortaya koymuş. Soyaslan, "Engelli kardeşlerimize yönelik kişisel gelişim adında bir kitap çalışmasına başladım. İki yıl çalıştım. Şu ilginç sonuca vardım: Dünyada engelli olmayan insanlara kişisel gelişim eğitimlerinde hep engellilerin başarı hikayeleri anlatılıyordu..." diyerek bu  konuda da çok çarpıcı bir tespiti ortaya koyuyor.

Engellilere Kişisel Bilgiler, çeşitli bölümlerden meydana geliyor. Ali Rıza Soyaslan, engelli ve engellilik konularını pek çok açıdan ele almış. İmtihan Farkındalığı, Neden Sen?, Mananın Avucundaki Engelliler, Kuran'ın Engellilere Mesajı, Yıldızlar Geçidi, İnternet Dünyasından Engelsiz Paylaşımlar kitabın bölümlerinden bazıları... Kitapta tüm engel grupları ele alınmış. Engellilerle ilgili pek çok önemli bilgi ve detaylar yer alıyor.

Engellilere Kişisel Bilgiler kitabı, internet sitelerinde ücretsiz olarak yayınlandı. Ulaşmak isteyenler; www.mobidik.com, wwwekitapdownload.com, www.engellilerkisiselgelisiyor.blogspot.com.tr ve google.books adreslerinden indirebilirler. Ayrıca kitap, görme engellilere sesli kitap olarak yine ücretsiz yayınlandı. www.you.tube.com , www.audiomack.com internet adreslerinden kitabı ücretsiz olarak dinleyebilirler. Ali Rıza Soyaslan'ın bu çalışmasından hiç bir maddi beklentisi yok, istediği sadece bir dua...


ALİYE YÜCEL