> Engeloji

Translate

20 Ocak 2013 Pazar

“MEHMET ALİ BİRAND” OLMAK



Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden Mehmet Ali Birand’ın engelli olduğunu pek çok kişinin bilmediğini tahmin ediyorum. Hakkında pek dile getirilmeyen, kendisini sadece televizyonlardan tanıyanların bilmediği bir durum engelli olduğu… Ben de çok geç öğrendim. Ayşe Arman geçtiğimiz ay Mehmet Ali Birand’la yaptığı röportajında merak ettiğim bu konuyu onun ağzından yazmış… Ayşe Arman bu konunun hikayesini Can Dündar’ın Mehmet Ali Birand’ın hayatını yazdığı “Birand - Bir Ömür, Ardına Bakmadan” isimli biyografiden okuyor.  
Öğreniyoruz ki, Mehmet Ali Birand’ın bacağının sakatlığı iki yaşında küçük bir çocukken olmuş… Pek çok engelli birey gibi bunun bedensel ve ruhsal sıkıntılarını çekmiş… Ayşe Arman “Hayatınızdaki dönüm noktalarından biri bacağınızdaki yara.” O kazanın hikayesini bir de sizden dinleyelim.” diyor. Mehmet Ali Birand bacağının nasıl sakatlandığını şöyle anlatıyor:
“Erenköy’de ahşap bir köşk… Kömür sobası iyice ısıtılmış. Üzerinde bakır bir güğüm içinde fokur fokur su kaynıyor. Annem, suyu leğene alıyor, birazdan soğuk suyla ılıştıracak, daha yapmamış sonra abimle beni yıkayacak. Ben de acayip yaramazım, yürümeyi yeni öğrenmişim, arkadan anneme doğru koşup sırtına atlayıveriyorum. Annem, “Amaaan! demeye kalmadan, sol ayağım kaynar suyun içine dalıyor. Annemin çığlıklarıyla benimki birbirine karışıyor. Üzerimde pazen bir pijama var, zor bela çıkarıyorlar. Pijamayla birlikte, bacak derim sıyrılıyor…”
 
Sadece sol bacağı yanıyor ama anlattığından büyük bir hayati tehlike atlattığı anlaşılıyor. Ateşi çıkıyor, bir türlü düşmüyor. Serum veriliyor. Ölümden dönüyor. Sonra da yıllarca sürecek hastane maceralarına başlıyor. Bir yılını hastanede geçiriyor. Hayatını etkileyen beş önemli ameliyat oluyor. Yanlış tedavi ve bacak kemiğinin kendi kendini onaramayışı Birand’ı “aksak” yapıyor.
Ayşe Arman’ın “Kendinize neyi ispat ettiniz?” sorusuna “Benden de bir şey olabilirmiş! O topal, sıradan, vasat ve obez çocuktan…” diye cevap vermesi ne çok şey anlatıyor. Kendine önceki bakışı ile şimdiki bakışı arasındaki fark ve geldiği nokta çok çarpıcı…
Engelli olmasıyla ilgili en vurucu soruyu Ayşe Arman şöyle soruyor: “Sizdeki başarma arzusunun sebebi bu kaza mı?” Mehmet Ali Birand bu soruyu da şöyle cevaplıyor: “Evet muazzam kamçıladı beni! Bacağımın kısalığını kapatabilmenin yolu başarmaktı. Hayatım boyunca bunun için uğraştım. O “Topal” lakabından kurtulmalıydım.” Bunu Mehmet Ali Birand'ın ağzından duymak çok etkileyici… Bazı lakapların engelliyi nasıl incittiğini anlamak hiç de zor değil! Hırsını, azmini, başarma isteğini bacağının durumundan almış… O, topal lakabından kurtulmak için, ona topal denilmesin diye, “Mehmet Ali Birand” olmuş…

ALİYE YÜCEL

13 Ocak 2013 Pazar

BU GOL KIZIM İÇİN…

 

“Brezilyalı ünlü futbolcu Romario kızı için milletvekili oldu.” haberini duyduğumda bir an şaşkınlık yaşadım. Bir baba kızı için neden milletvekili olur ki? Eğer çocuğu engelliyse; bir şeyler yapmanın ve bazı şeyleri değiştirmenin gereğini görürse olur. İşte efsane golcü Romario de Souza Faria da bu yüzden siyasete atılmış ve milletvekili olmuş… Kızı için farklı bir sahada kendini göstermek istemiş!
Ünlü futbolcu Romario, 2005 yılında altıncı çocuğu Ivy’nin Down Sendromlu olarak doğmasından sonra çaresiz kalıyor. Ama çabuk toparlanıyor. Önce Brezilya’dan Amerika’ya transfer oluyor. Kızını daha iyi tedavi ettirmek için… Ama bazen para bile yetmez olur. Para ile elde edilemeyecek şeyler olur. Çünkü bir yerde tıkanır ve “Nasıl bir çare bulabilirim?” noktasından “Neleri nasıl değiştirebilirim?” noktasına gelir. Bunlara bir çare, bir yol bulmak gerekir. Romario böyle yapmış... Politikanın uygun bir yol olabileceğini düşünmüş… Brezilya Sosyalist Partisi’ne girmiş ve 2010 yılında Rio de Janerio milletvekili olarak kongreye seçilmiş… Tüm bunları Down Sendromlu kızı için yapmış…
Bilmeyenler için; Down Sendromu genetik bir farklılıktır. Vücut hücrelerinin 46 yerine fazladan bir kromozoma yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Down Sendromlular farklı bir yüz görünümüne sahiptirler. Hepsi birbirine benzer. Çok sevimlidirler. Down Sendromlu çocuklar yavaş büyürler, yavaş öğrenirler. Zeka sorunları vardır. Problem çözmede ve karar vermede çok zorlanırlar. Özel eğitim ve fizik tedavi görmeleri gerekir. Ancak böylece günlük yaşantılarını sürdürmek için gereken bazı şeyleri öğrenebilirler.  
 
Her engelli gurubunda olduğu gibi Down Sendromlu çocukların da sağlık, bakım, eğitim ve çalışma gibi alanlarda çeşitli sorunları olur. Tüm bunlara çözüm bulmak için Down Sendromlu bireyler ve aileleri büyük mücadele vermeleri gerekir. Bu dünyanın her yerinde böyle olduğu için Romario da kızı Ivy için neler yapabileceğini düşünüyor sonra siyasete atılmanın gerekli ve anlamlı olduğuna karar veriyor.
Futbolcuyken antrenmanlara bile devamda zorluk çeken Romario, Brezilya parlamentosunda hiç devamsızlık yapmamış! Parlamentonun en çalışkan, en açık sözlü milletvekillerinden biri ve engelli haklarının savunucusu olmuş… Pele’den sonra dünyanın en çok gol atan ikinci futbolcusu ve Altın Ayakkabı sahibi Romario kızı için, “Bu bana bir hediye! Ben daha mutlu, daha sabırlı ve daha hoşgörülü bir adam oldum. Kızım bana siyaset için bir amaç sunarak, olgunlaşmama yardım etti” diyor.
Engelli haklarına odaklanan Romario, adını kısmen kızından alan bir yasanın onaylanmasında çok önemli rol oynuyor. Bu yasa ile engellilere özel devlet yardımı sağlanıyor. Bu yasanın çıkması için çalışmalar yaparken milletvekili arkadaşlarının ağırdan almasından dolayı çok zorlanan Romario, yasanın çıktığı gün çok mutlu oluyor. “Şimdiye kadar binin üzerinde gol attım. Ama bugün attığım golü hiçbirine değişmem!” diyor. Farklı sahadaki bu golü kızı ve tüm engelliler için atıyor…
 
ALİYE YÜCEL
 
 

 

6 Ocak 2013 Pazar

AŞK HER DİLDE AYNI…



Uzun zamandır “Başka Dilde Aşk” filmini yazmak istiyordum. Yani, bu yazı biraz geç kalmış bir yazı… Film, engelli duyarlılığı adına yapılan en güzel Türk filmlerinden biri… İşitme engelli bir genç adamla, hiçbir engeli olmayan bir genç kızın hikayesi… Film, konuşmadan anlaşmak mümkün müdür? Sorusunu soruyor ve cevaplıyor.
Filmin konusuna gelince: İşitme engelli Onur, bir kütüphanede çalışmaktadır. Babası, Onur küçükken onu ve annesini terk etmiştir. Onur, bundan kendini sorumlu tutmuş ve konuşmayı öğrendiği halde konuşmamıştır. Galatasaray kürek takımında olan Onur takım arkadaşının nişan partisinde Zeynep’le tanışır. Hiç konuşmadan geçen gecenin sonunda Zeynep Onur’un işitme engelli olduğunu öğrenir. Ancak yine de ondan vazgeçmez... Bir çağrı merkezinde çalışan ve hiç tanımadığı kişilerle devamlı konuşmak zorunda kalan Zeynep, konuşmadan anlaştığı Onur’la çok mutludur…
Filmde Onur’u Mert Fırat canlandırıyor. Nasıl başarılı anlatılmaz, görmek lazım. Oynamamış, yaşamış sanki… Filmi seyredip daha sonra Mert Fırat’ı konuşurken görürseniz bir an şaşkınlığa uğrayabilirsiniz!  Aaa! Bu adam konuşuyormuş diye! Aynı zaman da senaryo da ona ait. Kafasında işitme engelli birinin hikayesi varmış ve bunu filmin yönetmeni İlksen Başarır’a anlatmış senaryo haline getirmişler ve çok güzel bir iş başarmışlar… Mert Fırat, bu senaryoyu yazarken bir arkadaşından etkilenmiş… Zaten rolünü bu kadar güzel oynamasını bir işitme engelliyi tanımasına bağlıyorsunuz. Başka türlü nasıl bu denli gerçekçi olabilir ki… 
Mert Fırat, Saadet Işıl Aksoy ve Lale Mansur bu film için işaret dili öğrenmişler… Mert Fırat’ın dışında başta Zeynep rolündeki Saadet Işıl Aksoy ve Onur’un annesini canlandıran Lale Mansur olmak üzere diğer oyuncular da çok başarılı… Saadet Işıl Aksoy çok doğal… Lale Mansur’a gelince engelli birinin annesi nasıl olursa aynen öyle…
Film, engelliye toplumumuzda nasıl bakıldığının örneklerini ve mahalle baskısını gösteriyor. Zeynep’in arkadaşları “Aslında sağır olmasa yakışıklı çocukmuş…” ve “Annen, baban Onur’un halini öğrenince ne olacak?”, Zeynep’in babası ise “Neyini eksik ettik ki, eksik bir adamla birliktesin?” diyebiliyor! Onur’un annesi Zeynep’in engelli olmadığını öğrenince ilişkilerini onaylamayıp oğluna “Ben seni düşünüyorum, üzülmemen için…” diyor. Onur ise tüm bunlar için annesine “Babam utandığı için… Sen korktuğun için…” diyerek engellilere bakışlardaki yanlışlığı dile getiriyor.
Filmde çok etkileyici sahneler var. Ama birkaç sahne var ki… Sadece bunlar için bile bu film seyredilir. Zeynep ve Onur’un ağladıkları sahne, Onur’un annesiyle tartıştığı sahne,  bir de psikolojik engelli komşularına jest yaptıkları sahne… Öyle sarsıcı ki… Öyle duygu yüklü ki… Etkilenmemek mümkün değil.
Film, romantik komedi ama çok önemli sosyal mesajlar veriyor, hem de insanın gözüne sokmadan ve duygu sömürüsü yapmadan… İşitme engellilerin dünyasını da çok güzel ayrıntılarla (çalar saat işlevini gören sallanan yatak gibi) anlatmış… Filmin alt yazılı olarak yayınlanması ve böylece işitme engellilere de ulaşması çok yerinde… Sonuç olarak hala seyretmemiş olanlar varsa mutlaka seyretmeli…
ALİYE YÜCEL

30 Aralık 2012 Pazar

BAŞARIDAN BAŞARIYA KOŞMAK




Annalisa Minetti adını duydunuz mu? Annalisa Minetti’nin çok etkileyici bir hayat hikayesi var. Yaptığı ve başardığı işler insanı şaşırtıyor. O daha küçük yaşta iken halk arasında tavuk karası denilen hastalık nedeniyle görme oranı düşüyor. 18 yaşına gelince de tamamen görmez oluyor. Ama o asla pes etmiyor ve bu engeliyle en iyi şekilde yaşıyor. O; hem güzellik yarışmasında dereceye giren bir model, hem müzik yarışmasında birinci olan bir şarkıcı, hem de madalya olan bir sporcu oluyor.
Annalisa Minetti, 1997 yılında, 20 yaşındayken İtalya Güzellik Yarışması’na katılıyor. İlk on genç kız arasına seçiliyor ve Miss Gambissime (Miss Süper Bacaklar) unvanını kazanıyor. Misstalia’da finale kalanların arasında görme engelli bir yarışmacı olduğu ortaya çıkıyor. Minetti, görmediği halde podyumda rahatlıkla dolaşmış ve seyirciler de bunu hiç anlamamış… Ne büyük bir özgüven sahibi değil mi?
Finale kaldıktan sonra görmediğini ve bunu nasıl belli etmediğini şöyle anlatmış… O, yarışmada kulağının içine bir radyo alıcısı yerleştirmiş ve sevgilisi tarafından yönlendirilmiş… O yürürken sevgilisi ne yöne gideceğini, nerede duracağını, kaç adım atacağını fısıldıyormuş… Böylece Annalisa Minetti bu komutlara uyarak podyumda hatasız olarak yürüyormuş… Bu açıklamadan sonra ülkesinin tarihinde ilk görme engelli güzellik yarışmacısı olarak çok ilgi ve destek görüyor.
 
Annalisa Minetti ayrıca küçük yaştan beri müzikle de ilgileniyor. Miss Italia’da dereceye girmesinden bir yıl sonra, 1998 yılında ülkesinin en önemli müzik festivallerinden biri olan Sarremo Müzik Festivaline katılıyor. “Senza te o con te” şarkısıyla birinci oluyor. Böylece bu konuda da yeteneği olduğunu, başarılı bir şarkıcı olduğunu ispatlıyor.
Minetti, modellik ve şarkıcılığın yani sıra spor da yapıyor. Yardım kampanyalarının yüzü oluyor. Bu arada evleniyor ve “Görme engelliyim, çocuk bakamam” demeyip, çocuk sahibi oluyor. Futbolcu eşi Gennaro Esposito ile çok mutlu bir evliliği var. Yani sadece kariyer ve başarı peşinde koşmuyor. O, aynı zamanda iyi bir eş ve anne…
Gelelim 2012 yılına… Minetti, Londra 2012 Paralimpik Oyunları’nda kadınlar 1500 metrede yarıştı. Görme engellilerin katıldığı T11 kategorisindeki koşuyu, kılavuzuyla beraber dünya rekoru kırarak tamamladı. 4:48:88’lik derecesiyle T12 kategorisinde 3. sırada yer alarak bronz madalya aldı. “Süper Bacaklar” bu kez de koşarak büyük bir başarı elde etti.
Başarıdan başarıya koşan Annalisa Minetti, bu son başarısını oğlu Fabio’ya hediye ediyor. “Her şey mümkündür. İstenildiğinde başarmanın mümkün olduğunu ispatladım. Mutluluğumu tarif etmem çok güç… Umarım gelecek nesiller için bir şey başarabilmişimdir” diyerek; engelli ve engelsiz herkese önemli bir mesaj veriyor.
 
ALİYE YÜCEL

23 Aralık 2012 Pazar

CLEMENTINE



1980’li yılların çizgi filmi Clementine… O yıllarda çocuk olanlar bu çizgi filmi mutlaka hatırlar. Ben de kardeşlerim nedeniyle biliyorum.  Önce TRT 1’de yayınlanmıştı. Daha sonra da Show TV’de… Çizgi filmin konusu Clementine isimli tekerlekli sandalyede turuncu saçlı küçük bir kızın etrafında geçiyordu.
Clementine, Fransız ve Japon ortak yapımı bir çizgi filmdi. Türü fantezi, dram korku ve gerilimdi. Küçük çocuklar için korku ve gerilim dolu sahneleri vardı. Buna rağmen çok sevilen bir çizgi diziydi. Her bölümü korku, heyecan ve coşku ile seyrediliyordu.  Müziği de çok etkileyiciydi. O dönem bu çizgi filmi seyredenler bugünün korku ve gerilim filmlerini ilgiyle seyrediyor olmalı…
Clementine çizgi filminin konusuna gelince: Clementine’in 10 yaşlarında küçük bir kızdı. Babası Alex ise başarılı bir Fransız savaş pilotuydu. Bir gün Clementine’in yaşadığı şehre Molache adında bir sirk geliyordu. Bu sirk Malmoth denilen çok kötü ateşten bir yaratığın kontrolü altındaydı. Malmoth’u bir hizmetkarı olan Molache, Clementine’in babasıyla bindiği uçağı sabote edip düşürüyordu.
Clementine, bu kazadan sonra kendini kötü yaratık Malmoth’un mağarasında buluyordu.  Ama mavi bir balon içinde uçan Hemera adındaki bir peri onu kurtarıyordu. Hemera, topraktan yaratılmış, lila rengi uzun saçlara sahip iyilik timsali bir periydi. Yardımsever Hemera, Clementine’e onu zaman içinde yolculuklara çıkarmaya söz veriyordu. Hemera, o günden sonra Clementine için yakın bir arkadaş ve bir abla olacaktı...
 
Hastanede gözlerini açan Clementine acı gerçeği fark ediyordu. Artık yürüyemeyecekti… Çünkü çarpışmada bacakları felç olmuştu. Gündüzleri tekerlekli sandalyede yaşayacak, ama geceleri Hemera ile mavi balonun içine binip göklere yükselecek, zaman yolculukları yapıp maceralara atılacaktı. Ayrıca, Malmoth ve yaratıklarıyla savaşacaktı...
Clementine, çıktığı maceralarda yalnız değildi. Helix adında başında pervaneli şapkası olan konuşan kedisi ve gittiği ülkelerde edindiği arkadaşları da vardı. Çizgi filmin en güzel yanlarından biri her maceranın başka bir ülkede geçmesiydi. Clementine, dünyanın dört bir yanını hayal dünyasında geziyor. Japonya, Kanada, İtalya, Mısır ve daha pek çok ülkeye gidiyordu. Gittiği ülkelerin yerel kıyafetlerini de giyiyordu. Gittiği ülkenin kültürünü gösterdiği için eğitici oluyordu.
Hemera, Clementine’in korkularıyla başa çıkmasına yardım ediyor, gerçek hayatta ve hayal dünyasında yaşamanın yollarını gösteriyordu. Çok ilginçtir ki çizgi filmin yapımcısı Bruno Huchez bundan yola çıkarak engelli çocuklara yardım için Hemera ismini taşıyan bir vakıf kurmuştur.
Çizgi filmin başkarakteri Clementine olsa da Hemera’da en az onun kadar seviliyordu. Çocuklar için Hemera’nın mavi küresinin içinde Clementine’e yardım etmeye geliş anını seyretmek, paha biçilemezdi herhalde… Ne büyük bir sevinç, umut ve rahatlama anı… Her engellinin Hemera gibi bir arkadaşı olmalı galiba… Belki onunla engeli kalkmaz ama pek çok engeli aşmasında ona yardımcı olur!
 
ALİYE YÜCEL

16 Aralık 2012 Pazar

GÖRME ENGELLİLERİN İŞ VE MESLEK SEÇİMİ


 
Ülkemizde, engellileri de içine alan sistemli bir iş ve meslek analizi yapılmamıştır. Engellilerin sahip oldukları engelden kaynaklanan özellik ve nitelikleri dikkate alarak ne şekilde ve nasıl çalışacağı konusunda ciddi bir araştırma ve çalışma yoktur. Engelliler kendi kendilerine yaptıkları girişim ve çalışma deneyimleri meydana getirmişlerdir. Bireysel çabalarla bazı işlerde başarılı olmuşlardır.
 
Görme engellileri ele alalım… Görme engelliler hangi işleri yapabilir? Sorusu yanlış olur. Bu soru yerine; Bu kişi bireysel yetenekleriyle ne yapabilir? Bu iş, bu meslek hangi eğitim aşamasından geçtikten sonra yapılabilir? Hangi alt yapılar olursa görme engelliler bu işi yapabilir? Sektörlerde engelliler bu işi nasıl yapabilir? Alt yapı olarak ne sağlanmalıdır? gibi sorularının cevabını bilmemiz ve bütün bunların ayrıntılarını belirlememiz gerekir. Bu işe nasıl baktığımızla ilgili bir durum olmalıdır, engel grubuyla ilgili değil...
 
“Şu eğitimi almış kişi, şunları yapabilir”, “Bu mesleği öğrenen kişi, bunları yapabilir” diyebiliriz. Ancak, görme engelli şunu yapar, işitme engelli bunu yapar, ortopedik engelli şunu yapar diyemeyiz. Böyle bir ayrıma gidemeyiz. Böyle dersek yanlış bir noktaya gideriz. Ama maalesef ki hep bu noktadan gidilmiş ve engelliler iş alanında yanlış değerlendirilmiştir. Dünyada da en önemli sorun; engellilerin kendi yeteneklerinin altında çalıştırılmasıdır.
 
Görme engelliler de (herkes gibi) bir işi yapabilir hale gelmek için eğitime ihtiyaç duyarlar. Onların eğitim ortamı ve materyalleri görme engellilerin erişebileceği duruma uygun hale gelmelidir. Çünkü farklı eğitim materyallerine ihtiyaç duyduğu durumlar olabilir. Örneğin, dokümanların Braille alfabesiyle yazılması ya da seslendirilip, dinlenir hale getirilmesi gerekebilir. Görme engelli bireyin bilgisayar kullanmasını sağlayan yazılım ya da donanım olabilir.
 
 
 
 
Geçmişte, görme engelliler “Santral Operatörlüğü” ve “Paketleme” gibi belli işlere yönlendirilmişler ve bu işlerde bir yığılma olmuştur. Çünkü görme engellilerin sadece bu işleri iyi yapabileceği düşünülmüştür.
 
Günümüzde ise bu bakış açısı değişmeye başlamıştır. Görme engelliler doğru eğitim, destek ve yardım sağlandığında, birçok işi başarıyla yapabilmektedirler. Bir işin görme engelli tarafından yapılabilirliği (kişinin görme oranı, gördüğü ve aldığı eğitim, donanım ve destek, işin kişinin gereksinimlerine göre adapte edilip edilemeyeceği ve söz konusu engellinin o işi yapmayı isteyip istemediği gibi) birçok etkene bağlıdır.
 
Engelli bireyin iş yerinde başarılı olması için, kişinin bireysel eğitimi (mesleki, psikolojik ve sosyal açıdan), işverenin eğitimi (patron ve iş arkadaşlarının eğitimi) ve fiziki (mimari) şartlar önemlidir. Sonuçta, iş hayatı birçok sorunlar ve çözümlerini içerir ve bu engelsiz bireyler için de geçerlidir.
 
 
ALİYE YÜCEL
 

9 Aralık 2012 Pazar

SPASTİK ENGELLİ ORHAN


 
“Benim İçin Üzülme” dizisini seyredenler bilir. Dizide spastik engelli bir karakter var: Orhan… Orhan’ı oyuncu Ahmet Varlı canlandırıyor. Daha ilk bölümde küçük bir rolü olmasına rağmen hemen dikkat çekiyordu. Öyle güzel rol yapıyor ki oyuncunun gerçekten spastik olduğunu düşünmemek elde değil. Eminim ki seyreden pek çok kişi onun gerçekten engelli olduğunu düşünüyordur.
Rol olarak belli karakterleri yapabilirsiniz. Ama spastik birini bu kadar başarılı canlandırmak hiç kolay değil. Ahmet Varlı, spastik engellileri nasıl gözlemlemiş, nasıl da o role bürünmüş… Çok çarpıcı… Çok etkileyici… O spastiklere özgü el ve yüz hareketleri aynı… Konuşurken kasılması, kekelemesi, yüz ifadesi, yürüyüşü sanki gerçekten spastik engelli biri gibi… Öyle doğal ki insan söyleyecek bir şey bulamıyor.
Bir diziye böyle bir karakteri koymak takdire şayan bir durum…  Oyuncu seçimine ise söylenecek hiçbir şey yok… Hikayede böyle bir engelli rolü olması mı? Oyuncu seçimi mi? Yoksa seçilen oyuncunun bu kadar iyi rol yapması mı? Takdir edilmeli bilemedim. Belki de hepsi…
Orhan’ın sahneleri dizideki başrol oyuncularının sahnelerinden daha çok dikkat çektiği, daha çok ilgi gördüğü kesin… Orhan’ın ne söyleyeceğini, ne yapacağını ve nasıl bir sahnesi olacağını insan gerçekten merak ediyor. Çünkü insanın yüreğini titretiyor. İnsanı bir duygu seline sürüklüyor.
 
Orhan’ın sahnelerini bir başka izliyorum… Öyle etkileyici sahneleri var ki… Ahmet’in ölümünden sonra onun sevdiği kızın yanına gidip ona seslenişi, hiç görmediği babasına özlemini dile getirişi, ustasıyla olan diyalogları gibi pek çok müthiş sahne… Bu duygusal sahnelerden etkilenmemek ve gözyaşlarını tutmak çok güç oluyor.
Orhan karakteri aynı zamanda engelli birinin olumlu bir sunumu… Çünkü Orhan; duyarlı, sevgi dolu, anlayışlı… Çok güzel bir yüreği var. Ailesi ve çevresindekilerle ilişkileri çok güzel… Herkese sevgi dolu yaklaşıyor. Onu gerçekten tanıyan herkeste onu çok seviyor. Böylece seyreden herkesin gözünde onu sevilen bir karakter yapıyor.
Seyrettiklerimden anladığım şu ki; Mahsun Kırmızıgül’ün her karakteri çok etkileyici… Ama hayatın bir gerçeği olan engelli ve engellilik olgularını dizide de yansıtması beni bir başka etkiliyor. Halen yayınlanmakta olan “Hayat Devam Ediyor” dizisindeki kolundan engelli Malik karakterinden sonra, şimdi de “Benim İçin Üzülme” dizisinde spastik engelli Orhan ile engelli bir karakteri ekrana taşıyor.  Kendi adıma Orhan’ın sahnelerinin artmasını ve onu daha uzun süre izlemeyi istiyorum. 
 
ALİYE YÜCEL