> Engeloji

Translate

24 Ocak 2016 Pazar

ENGELSİZ DÜNYA PLATFORMU


Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ve eşi Sare Davutoğlu'nun yaptığı bir sergi açılışıyla hayata geçirilen Engelsiz Türkiye Platformu'nun kapsamı değişti. Yapacağı çalışmalar uluslararası bir hale gelince "Engelsiz Dünya Platformu" oldu. Kısa adı EDP olan Engelsiz Dünya Platformu, öncelikle engelliler olmak üzere bütün dezavantajlı gruplarla birlikte yaşama kültürünü hem Türkiye'de hem de yurt dışında yaygınlaştırmak amacıyla kurulan bir sivil toplum örgütü.

Her geçen gün yeni isimlerin katıldığı platformun; üniversiteler, konfederasyonlar, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, özel kuruluşlar ve bunlara bağlı 314 dernek ve 1.100.000 üyeden meydana gelen oldukça geniş bir yapısı var. Bunların isimleri şöyle;

Kızılay,
Bağcılar Belediyesi,
Türkiye Sakatlar Konfederasyonu (TSK),
Türkiye Basım Yayın Meslek Birliği (TBYM),
Türkiye Aşçılar ve Pastacılar Konfederasyonu (TAŞPAKON),
Yeni Dünya Vakfı,
İstanbul Aydın Üniversitesi,
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi,
GENAR Araştırma,
 Nakkaş Akademi ve
VEFA Yayın Yapım Grubu'dur.


Farkındalık oluşmuş bir topluluk ve dünya için var olmak misyonuyla yola çıkan platform, bütün dezavantajlı gruplarla birlikte yaşama kültürü konusunda farkındalığı yaygınlaştırma vizyonunu hedef alıyor. Engelsiz Dünya Platformu; farklılıkları kabul edip aynı zaman birleştirici olmayı, başkalarını ötekileştirmemeyi, herkese güven vermeyi, toparlayıcı ve birleştirici olmayı, sahip olduğumuz insani değerleri muhafaza etmeyi ve  herkesin değerlerine saygılı olmayı ilke ediniyor.

Platform; başta engelliler olmak üzere yaşlılar, yetim çocuklar ve kadınlar için çeşitli faaliyetler yapmayı amaçlıyor. Ayrıca, bünyesinde bulunan sivil toplum kuruluşları arasındaki tanışma, dayanışma ve müzakere olanaklarını geliştirmek, yurt ve dünyadaki olaylara ortak tepki vermek, sahip olduğumuz değerlere topluma aktarmak için çaba göstermek amaçlarından bazıları... Bu amaçları gerçekleştirmek için gerekli eğitim, bilinçlendirme, sosyal ve kültürel etkinlikler için çalışmalarını sürdürecek...

Birlikte yaşama kültürünün gelişmesi için yapılan her adım çok önemli ve değerli... Engelsiz Dünya Platformu'nun faaliyet alanları oldukça geniş... Yapacakları faaliyetlerin, olaylara verilecekleri tepkilerin, eğitim çalışmalarının, oluşturacakları lobilerin, yapacakları seminer, panel ve kampanyaların, her türlü etkinliklerin örnek olacağına inanıyorum. Engelsiz Dünya Platformu Başkanı Kenan Yabanigül olmak üzere tüm kuruculara ve yönetim kurulu üyelerine başarılar diliyorum.


ALİYE YÜCEL  

17 Ocak 2016 Pazar

ATLARI VURMUYORLAR


Bacağı kırılan atların vurulduğunu bilirsiniz. Eskiden bir atın bacağı kırıldığında iyileşemeyeceği için maalesef hayatına son veriliyordu. Bu durum bir filme bile isim olmuştu. "Atları da Vururlar" filmini duymayan yoktur. Küçük yaşlarda filmlerde bacağı kırılan atların vurulduğunu görmüş, öğrenmiştim. At düşüyor ya da kaza geçiriyor, bacağı kırılıyor. Sahibi ya da bakıcısı tabancayı çekip vuruyordu. Buna çok üzülür, "Neden vuruyorlar, neden? Neden onları da bizim bacağımız gibi alçıya almıyorlar da öldürüyorlar?" diye düşünüyordum.

Öğrendim ki o zaman bugünkü teknoloji olmadığı için mecburen böyle yapılıyormuş. Çünkü atın rahat etmesi için ayakta durması gerekirmiş. At yattığı zaman vücudundaki iç organlar ağırlık yapar nefes alması zorlaşırmış... Bu nedenle atlar ayakta rahat eder, ayakta durmak istermiş. Kırılan kemiğin kaynaması 2-3 ay sürer. Bu süre içinde atın hareketsiz yatması, oraya güç yüklememesi gerekirmiş... Atlar hareketsiz kalamadıkları, kalkmak istedikleri için kaynama gerçekleşemez ve bu yüzden çaresiz kalınıp, bacağı kırıldığında vurulurlarmış...

Neyse ki bu durum artık değişti. Gelişen teknoloji ile atlar artık tedavi edilebiliyor. Onlara da protez bacak takılıyor. Böylece atlar hem yürüyor hem de hayatları kurtuluyor. İşte Papi'nin hikayesi de böyle... Balıkesir'in Bandırma ilçesinde yaşayan Papi isimli at dört yıl önce bir trafik kazası geçiriyor. Sol arka bacağından ağır yaralanıyor. Bir veteriner müdahale ediyor ve bacağını kesiyor. Tedavisinin devam etmesi gerekiyor. Ancak Papi, sahibini de kanserden kaybediyor.


Hayvanları Koruma Derneği (HAYKOD) onun durumunu öğreniyor. Papi bunun üzerine Jokey Kulübü'nün de desteğiyle HAYKOD tarafından Ankara'ya bir barınağa getiriliyor. Yaptığı ortez ve protezler sayesinde binin üzerinde hayvanı yürütmeyi başaran Niyazi Çapa, Papi'yle ilgileniyor. Ona önce metal bir destek sonra da bir protez yapıyor. Papi, proteze çok çabuk alışıyor. O günden bu yana protez bacağı ile hayatını sürdürüyor. Yürüyor, hatta koşuyor. Niyazi Çapa onun için "Papi, aslanlar gibi..." diyor.

Papi'nin protezi geçen dört yıl boyunca hayırseverlerin desteğiyle tam üç kez değiştirilmiş. Değiştirilmesi gerekiyormuş, çünkü yıllar geçtikçe fiziki özellikleri de değişiyor yeni bir proteze ihtiyaç duyuyormuş. Papi'nin son protezinin malzemesi Amerika'dan gelmiş ve silikondan yapılmış... O, şimdi bu yeni protezle çok daha rahat edecek ve daha rahat yürüyecek... Papi de her canlı gibi daha güzel bir hayatı hak ediyor.

Önceden olsaydı kaza sonrası vurulacak olan atlar günümüzde protez sayesinde hayatını sürdürebiliyor. Bu güzel bir gelişme... Bir bacağını kaybeden bir  insan protez sayesinde nasıl yürüyorsa, atlarda bundan faydalanıyor. Böylece atların öldürülmesi artık tarihe karışıyor. Bacağı kırılan atın acı sonla bitecek hikayesi güzel bir şekilde devam ediyor. Artık atları vurmuyorlar!

ALİYE YÜCEL 

10 Ocak 2016 Pazar

BENİM GİBİ KEDİCİK


"Benim Gibi Oyuncak" kampanyasını biliyorsunuzdur. İngiltere'de yaşayan üç anne, engelli çocuklarına onlara benzer oyuncak almak istiyorlar. Ama istedikleri oyuncakları bulamıyorlar. Bunun üzerine "Benim Gibi Oyuncak" (Toy Like Me) adı altında ilginç bir proje başlatıyorlar. Anneler, engelli çocukları için onlar gibi engelli oyuncak bebekler tasarlıyorlar... İşte size bunun benzeri bir durumdan bahsedeceğim. Bu defa "Benim Gibi Kedicik" hikayesi...

Olay, ABD'nin California eyaletinde yaşanıyor. Scarlette Tipton, 2 yaşında bir kız çocuğu... Hayatın kime ne getireceğini bilemiyoruz. Minik Scarlette, daha 10 aylık iken kolu şişiyor. Sürekli şişmesi üzerine doktora götürülüyor. Tetkikler sonuncu küçük kızın kolunda ender rastlanan türde bir kanser olduğu anlaşılıyor. Tedavisi olmayınca da kolu omuz hizasından itibaren kesiliyor. Scarlette'nin hayatı kurtuluyor. O günden sonra hayatına tek kol ile devam ediyor.

Ailesi minik kızlarına özel bir yeni yıl hediyesi vermek istiyor. Annesi Simone Tipton ve babası Matt Tipton ona, arkadaş olacak evcil bir hayvan almayı düşünüyorlar. Aylarca da arıyorlar. Bir gün hayvan barınağına gittiklerinde orada gördükleri minik bir kedi onları çok şaşırtıyor... Scarlette'nin annesi Simone Tipton, Doc'la karşılaşma hikayeleri için "Barınakta gördüğümüz manzara karşısında çok şaşırdık. Tatlı tatlı miyavlayan minik kedinin de sağ ön bacağının da aynen kızım Scarlette'nin gibi yok olduğunu gördük ve daha uygun bir kedi bulamayacağımızı anladık. Ayrıca kızımda onu çok sevdi..." diyor. Böylece, aile kızlarına benzer bir kedicik görünce onu almak istiyor.


Ailesinin Scarlette'e hediye etmek istedikleri Doc ise daha 3 aylık bir kedi yavrusu... Doc, soğuk havada ısınmak için bir arabanın motoruna giriyor. Minik kedinin patisi motorun pervanesine sıkışıyor. Hemen veterinere götürülüyor ve tedavi ediliyor. Ancak sağ patisi kurtarılamıyor ve kesiliyor. Doc, hayvan barınağında yaşıyor. Hayvan barınağının yetkilileri verdikleri her hayvanın nereye verileceği konusunu iyi düşünüp, iyi bakılacağından emin olmak isterler. Her hayvan özen ister. Ancak Doc'un durumunda olan bir kedi için çok daha dikkatli olmak gerekiyor. Yetkililer Scarlette'in durumunu öğrenince; onların tam verilecek bir aile olduğunu düşünmüşler. Böylece, Scarlette bu çok özel hediyeye sahip olmuş...

Çocuklar hayvanları çok severler. Özellikle de minik kedileri... Ancak Scarlette için Doc'un yeri çok daha farklı ve önemli... Çünkü benzer bir kaderleri var. Benzer şeyler yaşayan bu iki miniğin dostluğunun çok özel olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Şimdi de kader onları bir araya getirmiş ve aynı evde yaşıyorlar. Video ve fotoğraflarına bakınca birliktelikleri insanı yüreğinden yakalıyor ve tatlı bir tebessüm ettiriyor. Her ikisi de çok mutlu görünüyor.

Gelelim Scarlette'in ailesine... Ailenin engel ve engelliye bakışı ne kadar önemli. Scarlette'in ailesi oldukça bilinçli. Onlar, minik bir bebekken bir kolunu kaybeden kızlarının bu durumla baş etmesi için elinden geleni yapıyor. Bir patisi olmayan bir kediyi almaları da bunu gösteriyor. Bu minik kedicik Scarlette'e çok güzel bir yol arkadaşı olacak. Aralarında çok özel bir bağ oluşacak. Durumuna daha kolay uyum sağlayacak. Böylece, Scarlette, Doc'a baktıkça ve onunla birlikte büyüdükçe yalnız olmadığını anlayacak.

ALİYE YÜCEL


3 Ocak 2016 Pazar

"BAMBAŞKA" BİR ENGELLİ FİLMİ


Yeni bir engelli filmi daha vizyona girmeye hazırlanıyor. "Bambaşka" 8 Nisan 2016 tarihinde vizyonda olacak. Film, bir kaza sonucu engelli hale gelen Doğa'nın hayata tutunma çabasını konu alıyor. Filmin haberlerini, afişini ve fragmanını görünce çok şey vaat ettiğini görüyoruz. Beğeniyle seyrettiğimiz ve çok sevdiğimiz eski Türk filmleri tadında bir film gibi... Umarım sonu eski Türk filmlerinden farklı olur!

Engelli farkındalığını anlatmak için çekilen filmin yapımcısı ve senaristi Bülent Aydoslu. Yönetmeni ise Bahadır Abşin. Filmin başrollerinde; Buse Sevindik, Birgül Ulusoy, Caner Tanrıverdi, Tayfun Sav, Fatih Paşalı ve paylaştığı fotoğraflarla sosyal medya fenomeni olan Cansu Taşkın oynuyor. Film, bir sosyal sorumluluk projesi olarak düşünülmüş... Kültür Bakanlığı tarafından desteklenen filmin çekimleri İzmir Boyoz Akademi Oyunculuk Okulu tarafından yapılmış... Komedi filmlerinin ilgi gördüğü günümüzde romantik bir dram olan filmin ilgi görmesini dilerim.

Filmin konusu şöyle: Doğa, üniversite öğrencisi genç bir kızdır. Hayat dolu, eğlenceli biri olan Doğa bir kaza geçirir. Kaza sonucu omurilik felci olur ve belden aşağısını hissedemez. Tekerlekli sandalyede yaşamaya başlar. Hayatı tamamen değişen ve yaşama sevincini kaybeden genç kız bir gün Yiğit ile tanışır. Yiğit, medyatik bir oyuncudur ve nişanlısı tarafından aldatılmıştır. Yiğit, ruhsal yıkımını atlatmak isterken, Doğa da Yiğit'le hayata tutunmayı dener. İki genç, engelli ve engelsiz kişilerin birlikte yaşayabileceğini gösterirler...


Bambaşka için yapılan haber, fragman ve tanıtımlardan anlıyoruz ki filmde engelli birinin hayata tutunma çabaları ve çevresiyle olan ilişkileri ele alınıyor. Doğa, engelli hale gelince hayata küsüyor. Sonradan engelli hale gelen kişilerin bu ruh halinde olması çok rastlanır bir durum... Hayatını normal bir şekilde sürdürürken birden engelli olmak, tekerlekli sandalyede yaşamaya başlamak hemen kabullenilir bir durum değil. Ancak hayat devam ediyor. Doğa da mücadelesini sürdürürken; sevip, seviliyor ve hayata başka bakıyor. Bambaşka, bir sevgi filmi... Sevgi ve aşk gerçek olunca engelli, engelsiz ayrımı kalmıyor.

Seyretmeden bir şeyler yazmak pek uygun değil. Ancak, film sadece engellinin değil, çevresinin de engel ve engelliye bakışını yansıtıyor. Yiğit, aldatılmanın yıkımını Doğa'nın sevgisiyle atlatmaya çalışıyor. Mutluluğu onda buluyor... Film de pek çok engelli ebeveyninin çabalarını da görüyoruz. Doğa'nın annesi Hatice Hanım kızı için her türlü zorlukla savaşıyor. Kızının eski günlerine dönmesi için çabalıyor... Babası Behzat Bey de kızı için ne yapacağını bilemiyor ve onun mutlu olması için uğraşıyor...

Bir engelli hikayesini anlatan Bambaşka'nın nesi bambaşka çok merak ediyorum. Doğa rolündeki oyuncunun engelliyi nasıl canlandırdığını da... Eski Türk filmlerine benzeyen filmin  sonunun onlara benzemesini istemiyorum. Sonunda Doğa iyileşip, kalkıp yürümesin! "Bu nasıl bir dilek?" diyenlere şunu söylemek istiyorum. Unutmayın, ömür boyu bu şekilde yaşayanlar var. Bir kişinin sevgiyi ve mutluluğu hak etmesi için mutlaka engelsiz olması gerekmiyor. Engelli ve engelsiz kişiler de birlikte mutlu olabilir. Biraz da bunlar anlatılmalı...

ALİYE YÜCEL

Formun Üstü

 

27 Aralık 2015 Pazar

VİCDANLI OLMALI


Rehabilitasyon merkezlerinde bazı görevlilerin engelli çocuklara işkence yapıldığı haberleri medyaya sık sık yansıyor. Engellilere yapılan bu muamele insanı dehşete düşürüyor, kanını donduruyor ve çok üzüyor. İnsanlığından bile utandırıyor. Aslında bunlar bize yansıyan ve kayıt altına alınan bölümü... Bir de kayıt altına alınamayanlar var. Kim bilir böyle ne çok vaka vardır. Düşünmesi bile çok korkunç... Ortaya çıkınca, yakalanıp büyük cezalar almaları bile benim içimi rahatlatmıyor.

Yapılan her haberden sonra gelen tepkilerden ve ailelerin şikayetlerinde dolayı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olaylara el koyuyor. Bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Bakanlık, bu konuda çok hassas biliyoruz. Bu tür bakım merkezleri için özel standartlar getiriliyor ve sıkı denetime tabi tutuluyor. Ama yıllardır değişen bir şey olmuyor. Maalesef bu acı olaylar hep tekrarlanıyor. Bunları okurken bile birilerinin bu insafsız muameleyi görmediğini bilebilir miyiz?

Engellilerin bir çoğu derdini anlatacak ve kendisine yapılanı anlatabilecek ve şikayet edecek durumda da değiller. Bir çoğu doğruyu yanlışı ayırt edemiyor. Muhtaç bir durumda… Maalesef kötü muamele, işkence ve insanlıktan çıkmış davranışlarla karşılaşabiliyorlar. Ailelerinin eğitim alması ve daha iyi bir seviyeye gelmesi için bu tür merkezlere götürdüğü çocuklar, yapılan kötü muameleden sonra ruhsal açıdan daha kötü bir duruma düşebiliyorlar.


Kabul edelim ki engelli, hasta, yaşlı veya bakıma muhtaç kimselere hizmet vermek çok güç... Böyle olunca da her şey vicdanlara kalıyor. Vicdanlar engelliyse maalesef yapılacak bir şey yok. Bunu dikkate almak gerekir. Kendi normal çocuğuna bile tahammül gösteremeyen ebeveynler var. Bunun yanında yedi kat yabancı birine şefkatle yaklaşanlar kişiler olabiliyor. Bu nedenle bu tür yerlerde çalışanlar çok özenle seçilmeli…

Görüyoruz ki denetim yeterli olmuyor. Hem bu konuda nasıl sağlıklı bir denetim yapılır ki? Keşke olabilse… Ama çok zor. Denetimle olmaz bu... Denetimden ziyade bu kurumlarda çalışanların insanı değerlere sahip olması gerekiyor. Vicdanlı olmaları gerekiyor. Bu her şeyden daha önemli… Bakım merkezlerinde çalışanların empati yeteneği yüksek, şefkatli, sabırlı, merhametli, öfke kontrolünü yapabilen ve vicdanlı kimseler olması gerekir. Yoksa bu tür vakalara daha pek çok yerde rastlanır.

Bu tür yerlerde çalışanlar çok özenle seçilmeli... Bu çok hassas bir konu… Bu seçme nasıl bir yöntemle olur ve nasıl bir sertifika almaları gerekir bilemem. Ama bu merkezlerde çalışacak personelin mutlaka; sosyal hizmet uzmanı, psikolog, pedagog, psikiyatr gibi kişilerin bulunduğu bir grup uzmanlar tarafından ve çeşitli mülakatların yapıldığı bir dizi eleme sonucunda seçilmesi gerekiyor. Başka bir yolu yok...

Yazdığım her yazının kimler tarafından okunacağının hiç önemi yoktu. Kim okursa okusun. Bir kişi bile okusa ve bir farkındalık meydana gelse yeterdi... Ama bu yazıyı özellikle bu konuyla ilgili yetkililerin okumasını çok istiyorum. Biliyorum çok zor bir şey istiyorum. Ama isteğim bu... Okumalı ve buralarda çalışacak personeller artık özel olarak ve özenle seçilmeli... Eğitim gerekli ama bu merkezlerde çalışanlar her şeyden önce vicdanlı olmalı...

ALİYE YÜCEL



20 Aralık 2015 Pazar

TRUMP KABAĞIN SAHİBİNİ BİLİR Mİ?


Geçtiğimiz ay, Donald Trump'un engelli bir muhabire olan davranışını, onunla alay etmesini dünyada duymayan kaldı mı bilmiyorum. Sanırım duyanların çoğu da şaşırmış ve kınamıştır. Çünkü yaptığı inanılır gibi değil. Gaf olarak adlandırıldı ama bu gaftan da beter bir durum. Üstelik bu kişi sıradan biri de değil! Engelliye böyle bakan biri "Başkan" olacak! Hem de Amerika'ya... İçler acısı bir durum...

ABD'de 2016 yılında yapılacak seçimlerde aday adayı olan ünlü iş adamı Donald Trump, Güney Carolina'da yaptığı seçim konuşmasında New York Times muhabiri Serge Kovaleski'yle engelinden dolayı alay etti. "Konjenital eklem sendromu" olan muhabirin hareket ve konuşmasını taklit etti. Serge Kovaleski, eklemlerin hareket kabiliyetini engelleyen bir hastalık olan "konjenital eklem sendromu" nedeniyle özellikle sağ kolu ve elindeki hareketlerde kısıtlılık yaşıyor.

Donald Trump, miting konuşmasında, Kovaleski için "İyi bir muhabir..." diye bahsedip, sonra da "Şimdi bu zavallı adamı görmelisiniz..." diyerek kollarını ve ellerini tuhaf hallere sokup çarpıtarak Serge Kovaleski'yi taklit ve alay etti. Trump'ın yaptığı bu eylemden sonra New York Times bir açıklama yaptı. Açıklamada "Donald Trump'ın muhabirlerimizden birinin görünüşüyle alay etmesini çok çirkin buluyoruz" ifadesi kullanıldı.


"Kabağın da Sahibi Var!" hikayesini bilirsiniz.Trump'un haberini duyduğumda aklıma hemen bu hikaye geldi. Hikayeyi bilmeyenler için anlatayım. Bilenler içinde hatırlatayım:
Bir derviş berberde tıraş olurken, mahallenin kabadayısı gelir ve başına vurarak, "Kalk bakalım kabak. Tıraş sırası bizde!" der. Dövene elsiz, sövene dilsiz olan, halktan gelenin Hak'tan geldiğine inanan derviş sabreder. Kabadayıya berber de bir şey diyemez. Derviş "La Havle. Ya sabır!" diyerek tıraş olmayı bırakıp, yan koltukta oturup beklemeye başlar. Fakat kabadayının dili durmaz. Tıraş boyunca "kabak aşağıya, kabak yukarı" diye hakaret etmeye devam eder. Dervişi sürekli aşağılar...

Sonunda kabadayının tıraşı biter ve çeker gider. Fakat, kabadayı sokağa adım atar atmaz kontrolden çıkan bir at arabası gelir kabadayıyı altına alır, sürükler ve feci bir şekilde ezer. Bu manzarayı gören berber, dervişe dönüp "Derviş biraz ağır olmadı mı?" diye sorar. Derviş: "Hayır! Kabadayının hareketleri Allah'a dokunur diye aklıma geldi ve içimden hakkımı da helal ettim. Ama bu kabağın da bir sahibi var!" der.

Engelli birinin alay edildiği, aşağılandığı her durumda aklıma bu hikaye gelir. Bu kez de öyle oldu. İşte gördük! Bir kişi engelli ise böyle bir duruma maruz kalabiliyor.  Engelli kişi hangi sınıftan olursa olsun, kariyer yapmış, muhabir olmuş, Pulitzer Flaş Habercilik Ödülü'nü de almış olsa fark etmiyor. Engelinden dolayı alaya alınabiliyor. Bunu söyleyen kişi de dünyanın en büyük devletlerinden birinin başkan aday adayı olabiliyor. Ne denir bilemedim. Ama Donald Trump'a bu hikayeyi anlatmak isterdim. "Kabağın da bir sahibi var!" demek isterdim. "O bunu anlar mıydı?" derseniz. Hiç sanmıyorum. Engelliye bu bakış acısıyla bakan birinin bunu anlayacağından da şüphem var!


ALİYE YÜCEL         

13 Aralık 2015 Pazar

ENGELLİYSE OĞLUM DEĞİL!


Bazen duygularınız ayrımına varamazsınız. Daha doğrusu hangisinin ağır bastığını anlayamazsınız. İşte öyle oldum. Müge Anlı'nın programında şahit olduğum durum beni bu hale soktu. Seyredenler bilir programda ailesinden ayrı kalanlar onları arıyor. 50 yıl sonra bile ailesine kavuşanlar oluyor. Biri çıkıyor ailesinden hatırladıkları üç beş şeyi (çoğu zaman onlar bile doğru olmayabiliyor) paylaşıyor. Beş on dakika sonra bir telefon bağlanıyor. "O benim kızım, oğlum, kardeşim, yeğenim, kuzenim, arkadaşımın kızı..." gibi bildiklerini anlatıyor. Ve aile bulunuyor. Nasıl güzel bir heyecan fırtınası ve mutluluk...

Yine böyle oldu. Geçtiğimiz hafta 25-30 yaşlarında bir genç geldi. Konuşma zorluğu vardı ve algısında da bir problem olduğu hemen anlaşılıyordu. "5-6 yaşlarında kayboldum. Polisler beni buldu.Yuvaya verdiler..." diye anlattı. Sonra da ailesinden hatırladıklarının bir bir söyledi. Çok borcu olduğundan da bahsetti. İnsan, borca kızsa da durumundan dolayı merhamet duygularının ağır bastığı bir durumdaydı. Neyse bir telefon geldi. "Bu benim kardeşim olabilir, yoldayım geliyoruz..." diyen. Sonra adını bile doğru hatırladığı kardeşi ile ağabeyi olacak kişiler geldi. Nasıl da benziyorlardı.

Çok benzedikleri halde biraz mesafeliydiler. Görünce "Olmayabilir" diyen bir tutum içine girdiler. Sonra amca oğulları geldi onlar çok daha sıcaktılar. Babaları da yoldaymış. Ben babanın tutumunu çok merak ettim. "Kardeşleri kadar soğuk olamaz. Ne de olsa baba..." diye düşündüm. Yayın bitti. Baba yetişemedi. Ertesi güne kaldı. Ertesi güne kaldı ama canlı yayın gibi çekilmiş. Ertesi gün bant yayınlandı. Şimdi dikkatlice okuyun. Baba geldi. Çocuğa doğru yürüdü. Yaklaştı yaklaştı, başını elleriyle tuttu, gözüne baktı. Ve birden "Bu değil..." dedi. O an zavallı çocuk ne düşündü bilemem. Ama ben çok şaşırdım, yıkıldım, üzüldüm, kızdım... Bu nasıl bir yaklaşım şekliydi?


Gelelim başa... Genç, geldiğinde kardeşinin adını, babasının adını (konuşma zorluğu nedeniyle yanlış anlaşıldığından eminim), babasının mesleğini ve soyadını bir harf değişikliğiyle söylemişti. Ailesiyle ilgili pek çok ayrıntıyı hatırlıyordu. Kaybolduğu gün ile ailenin çocukları kaybettiği gün de aynıydı. Babasındaki fotoğrafı gören arkadaşları ve yurt müdürleri onun olduğuna hem fikirdiler. Bütün bunları geçtim. Kardeş ve amca çocuklarıyla çok büyük benzerlikleri olduğu halde babası kabul etmedi. Ayrıca DNA testi yapılmasını istememişti. Bu değil diyen biri DNA testinin yapılmasını niye istemez onu da anlamak zor. Değilse çıksın o zaman ortaya...

Ertesi gün çok tepki aldığından mıdır nedir? DNA testini kabul etmiş. Ailenin DNA testi için gittikleri yerdeki tutumları da ayrı bir rezalet.. Sonuç belli olunca ne olur bilemem... Bir baba nasıl böyle davranır? Bu baba için ne yazılır? Oysa kaybolduğunda ödül bile koymuş... Şimdi ise söylediği "Benim oğlum gözlerini böyle kırpmıyordu..." İyi de aradan yıllar geçmiş... O çocuk aileden uzak neler yaşamış? Aile ortamında, sevgi ile büyümedi ki... Neden, nasıl bu hale geldi biliyor musun? 

Bir babanın böyle davranmasına inanmak zor. İçimden, bu normal bir çocuk olsaydı. Doktor, mühendis, avukat gibi bir mesleğe sahip olsaydı. Baba yine böyle mi davranırdı, diye düşünürken, Müge Anlı da buna benzer olan düşüncelerini paylaştı. Ben yine de çok borcu olduğu için kabullenmediğini düşünmek istiyorum. O da hiç insanca değil. Ama engelli olduğu için reddettiğini düşünmek bile istemiyorum. Çünkü bu çok acı...
                                                                                                                        
ALİYE YÜCEL