> Engeloji : Konuşma Engelli

Translate

Konuşma Engelli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Konuşma Engelli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2020 Pazar

HER SEYİRCİ BÖYLE YARIŞMACI İSTER



TGRT’de çalıştığım yıllardan gelen bir alışkanlık ile televizyon eleştirmenlerinin yazılarını ilgiyle okuyorum. Ama içlerinde Yüksel Aytuğ’un yeri başka… Geleyim yazacağım konuya… ATV’de yayınlanan “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasının dün gece yayınlanan bölümünün tanıtımını izlemiş ve “Bunu seyretmeli ve yazmalıyım” demiştim. Çünkü tanıtımda engelli bir genç kız yarışıyordu. Yüksel Aytuğ cuma günkü yazısında bundan bahsedince iyice merak ettim ve seyrettim.

“Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasında dün akşam konuşma engelli bir genç kız yarıştı. Ümmü Gülsüm Genç, 27 yaşında… Yarışmaya Artvin’den katıldı. Atatürk Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Mezunu ve kamuda memur olarak çalışıyor. 4 yaşında iken bir ateşli hastalık geçirmiş ve bunun sonucu konuşma engelli hale gelmiş… İlginç yanı ise duymasında bir problem yok. Duyuyor ama konuşamıyor. Çevresindekilerle yazarak ve işaret diliyle iletişim kuruyor.

Ümmü Gülsüm’ün yarışmaya katılmasıyla birlikte yıllardır devam eden “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasında bir ilk yaşandı. Ümmü Gülsüm için formatta bazı değişiklikler yapılmıştı. Yarışmacı için özel olarak bir yazı tahtası hazırlanmıştı. Kenan İmirzalıoğlu’nun sorularını ve söylemek istediklerini yazarak cevapladı. Cevap şıklarını da kartlara yazılmış şıklarla gösterdi. Telefon jokerine de soruyu Ümmü Gülsüm yerine Kenan İmirzalıoğlu okudu.



Hedefi sorulduğunda herhangi bir para hedefinin olmadığını önemli olanın orada bulunmak olduğunu söyledi. 11. soruya kadar geldi. Ondan önce yarışan birçok yarışmacı onun seviyesine bile gelemediler ve çok az para ile gittiler. Ümmü Gülsüm, tam 125 bin lira kazandı. Kazandığı ödülle ikiz kardeşlerinin eğitimine destek olmak istediğini belirtti. Ümmü Gülsüm Genç, çok başarılı bir yarışma çıkardı. Kültürü ve zekasıyla çok etkiledi. Çok sempatik ve güzeldi. Öyle güzel gülüyordu ki…

Yarışmayı büyük bir ilgi ile izledim. Performansı, öz güveni ve başarısı şapka çıkarılacak türdendi. Kenan İmirzalıoğlu’nun da onu ne kadar takdir ettiğini bakışlarından anladık. İmirzalıoğlu, “Önemli olan engelleri kırmak” dedi. Bugün baktım medyada da gündem olmuş. Twitter’da onunla ilgili öyle güzel twitler atılmış ki… Okumaya değer. Gerçekten de seyreden herkesin ilgisini çekmiş aksini düşünmek mümkün değildi. Öyle güzel anlar yaşattı ki, gönlümüz onunlaydı. Biz de onunla birlikte yarıştık.

Yüksel Aytuğ yazısında “Bu yarışmayı kaçıran, bir bilgi yarışmasından fazlasını kaçıracak ona göre… Benden söylemesi, sizden izlemesi…” diyordu. Ne kadar da haklıymış… Ne çok şey gösterdi engelli engelsiz herkese… Engellerin içimizde olduğunu, istediğimizde bunu aşabileceğimizi en güzel şekilde anlattı. “Kim Milyoner Olmak İster?” bilemem ama her seyirci böyle bir yarışmacı ister.  Bunu anlamış olduk.

ALİYE YÜCEL

13 Aralık 2015 Pazar

ENGELLİYSE OĞLUM DEĞİL!


Bazen duygularınız ayrımına varamazsınız. Daha doğrusu hangisinin ağır bastığını anlayamazsınız. İşte öyle oldum. Müge Anlı'nın programında şahit olduğum durum beni bu hale soktu. Seyredenler bilir programda ailesinden ayrı kalanlar onları arıyor. 50 yıl sonra bile ailesine kavuşanlar oluyor. Biri çıkıyor ailesinden hatırladıkları üç beş şeyi (çoğu zaman onlar bile doğru olmayabiliyor) paylaşıyor. Beş on dakika sonra bir telefon bağlanıyor. "O benim kızım, oğlum, kardeşim, yeğenim, kuzenim, arkadaşımın kızı..." gibi bildiklerini anlatıyor. Ve aile bulunuyor. Nasıl güzel bir heyecan fırtınası ve mutluluk...

Yine böyle oldu. Geçtiğimiz hafta 25-30 yaşlarında bir genç geldi. Konuşma zorluğu vardı ve algısında da bir problem olduğu hemen anlaşılıyordu. "5-6 yaşlarında kayboldum. Polisler beni buldu.Yuvaya verdiler..." diye anlattı. Sonra da ailesinden hatırladıklarının bir bir söyledi. Çok borcu olduğundan da bahsetti. İnsan, borca kızsa da durumundan dolayı merhamet duygularının ağır bastığı bir durumdaydı. Neyse bir telefon geldi. "Bu benim kardeşim olabilir, yoldayım geliyoruz..." diyen. Sonra adını bile doğru hatırladığı kardeşi ile ağabeyi olacak kişiler geldi. Nasıl da benziyorlardı.

Çok benzedikleri halde biraz mesafeliydiler. Görünce "Olmayabilir" diyen bir tutum içine girdiler. Sonra amca oğulları geldi onlar çok daha sıcaktılar. Babaları da yoldaymış. Ben babanın tutumunu çok merak ettim. "Kardeşleri kadar soğuk olamaz. Ne de olsa baba..." diye düşündüm. Yayın bitti. Baba yetişemedi. Ertesi güne kaldı. Ertesi güne kaldı ama canlı yayın gibi çekilmiş. Ertesi gün bant yayınlandı. Şimdi dikkatlice okuyun. Baba geldi. Çocuğa doğru yürüdü. Yaklaştı yaklaştı, başını elleriyle tuttu, gözüne baktı. Ve birden "Bu değil..." dedi. O an zavallı çocuk ne düşündü bilemem. Ama ben çok şaşırdım, yıkıldım, üzüldüm, kızdım... Bu nasıl bir yaklaşım şekliydi?


Gelelim başa... Genç, geldiğinde kardeşinin adını, babasının adını (konuşma zorluğu nedeniyle yanlış anlaşıldığından eminim), babasının mesleğini ve soyadını bir harf değişikliğiyle söylemişti. Ailesiyle ilgili pek çok ayrıntıyı hatırlıyordu. Kaybolduğu gün ile ailenin çocukları kaybettiği gün de aynıydı. Babasındaki fotoğrafı gören arkadaşları ve yurt müdürleri onun olduğuna hem fikirdiler. Bütün bunları geçtim. Kardeş ve amca çocuklarıyla çok büyük benzerlikleri olduğu halde babası kabul etmedi. Ayrıca DNA testi yapılmasını istememişti. Bu değil diyen biri DNA testinin yapılmasını niye istemez onu da anlamak zor. Değilse çıksın o zaman ortaya...

Ertesi gün çok tepki aldığından mıdır nedir? DNA testini kabul etmiş. Ailenin DNA testi için gittikleri yerdeki tutumları da ayrı bir rezalet.. Sonuç belli olunca ne olur bilemem... Bir baba nasıl böyle davranır? Bu baba için ne yazılır? Oysa kaybolduğunda ödül bile koymuş... Şimdi ise söylediği "Benim oğlum gözlerini böyle kırpmıyordu..." İyi de aradan yıllar geçmiş... O çocuk aileden uzak neler yaşamış? Aile ortamında, sevgi ile büyümedi ki... Neden, nasıl bu hale geldi biliyor musun? 

Bir babanın böyle davranmasına inanmak zor. İçimden, bu normal bir çocuk olsaydı. Doktor, mühendis, avukat gibi bir mesleğe sahip olsaydı. Baba yine böyle mi davranırdı, diye düşünürken, Müge Anlı da buna benzer olan düşüncelerini paylaştı. Ben yine de çok borcu olduğu için kabullenmediğini düşünmek istiyorum. O da hiç insanca değil. Ama engelli olduğu için reddettiğini düşünmek bile istemiyorum. Çünkü bu çok acı...
                                                                                                                        
ALİYE YÜCEL                                                

                                                                                       


26 Mayıs 2013 Pazar

PİANO’YA BAKIŞ


Çok merak ettiğim, seyretmeyi ertelediğim, sonunda da seyrettiğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Piano’dan… Seyrettiğimde “Neden bu kadar geç kaldım” diye düşündüm. Sanırım herkesin böyle seyretmek isteyip, seyredemediği filmler vardır. Piano, 19. yüzyılda yaşayan Ada isimli konuşma engelli bir kadının hayatını anlatıyor.

Filmin özeti şöyle: Ada (Holly Hunter), o günün koşullarında bir evlilik anlaşmasıyla Yeni Zelanda’ya yeni kocasının yanına gider. Bu yolculukta yanında küçük kızı Flora (Anna Paquin) ve piyanosu da vardır. Kocası Steward (Sam Neill) ile başlayacağı yeni hayatı kötü başlar. Çünkü, Steward, Ada’nın piyanosunu onun haberi olmadan satar. Piyanoyu alan komşu George (Harvey Keitel) Ada’ya ona piyano dersi vermesi karşılığında, piyanoyu geri vereceğini söyler. İlişkileri böyle başlar, daha sonra farklı bir şekilde devam eder…

1993 yapımı romantik bir drama olan Piano, senaryosuyla eleştirilebilir ve sorgulanabilir. Ahlaki yönden, ırkçılık ve sömürgecilik açısından… Ama ben filme, tüm bunları bir kenara koyarak bir engelli hikayesi olarak baktım. Konuşma engelli güçlü bir kadın Ada’nın hikayesi olarak…

Ada, 6 yaşından beri konuşamayan, ancak kendini sessiz saymayan konuşma engelli bir kadın… Çünkü söyleyemediklerini piyanosuyla söylüyor. Piyanosu Ada’nın sesi oluyor. Tüm duygularını piyano ile ifade ediyor. Öyle güzel ve etkileyici çalıyor ki… Hayran kalmamak elde değil. Ada, işaret dilini çok iyi biliyor. Parmaklarıyla şakır şakır konuşuyor!  Çevresiyle anlaşmasında küçük kızı da yardımcı oluyor… Anne ve kızın ilişkisi çok çarpıcı…


Piano’da diyaloglar az… Başrol oyuncusu konuşma engelli olunca bu normal aslında… Müzikler ve görüntüler çok güzel… Film boyunca piyano dinliyorsunuz.  Bu ses ve eşsiz görüntülerler insanı fantastik bir dünyaya taşıyor. Yönetmenin ve oyuncuların başarılarından söz etmeye gerek var mı bilmiyorum. Piano, pek çok ödül alarak bunu zaten ispatlamış…

Filmde konuşma engelli biri için çok yardımcı olacak bir ayrıntıyı fark ettim. Ada, boynunda daima kolye olarak küçük bir defter ve kalem taşıyor. İşaret dilini bilmeyen birine rastlayınca; kızı da yanında yoksa, hemen bir sayfa yırtıyor ve söylemek istediğini hızlıca yazıp gösteriyor. Bu sahnelerde öyle seri ve usta ki, insan sanki sözle ifade etse bu kadar anlam taşımaz diye düşünüyor… Ada rolündeki Holly Hunter gerçek bir dilsiz gibi…

Filmde akıllarda yer eden pek çok sahne var. Sayfalarca yazılabilir. Herkes farklı şeyler görür ve alır... Belki hiç dikkat çekmeyecek, ama bana ilginç gelen bir diyaloğu yazmadan edemeyeceğim. Ada’nın yaşadığı yerdeki kadınlardan biri onun durumuna bakıp: “Dilsiz olmaktan daha kötü bir alın yazısı hayal edemiyorum!” diyor. Diğer kadın da: “Sağır olmak!” diye cevaplıyor… Böylece yıllardır engellilik insanlar arasında nasıl algılanıyor bir kez daha anlıyoruz. Alın yazısı olduğu kesin. Ama en kötü olduğu tartışılır…
  

ALİYE YÜCEL