> Engeloji

Translate

10 Mart 2013 Pazar

FATİ İLE BİRLİKTE YÜRÜYORUZ



Engellileri ilgilendiren ama engelli olmayan bireylere hitap eden bir kampanya başladı. “Birlikte Yürüyoruz” engelli olmayan bireylere (öncelikli olarak ilk ve orta öğretim öğrencilerine) engellilerle birlikte yaşama kültürünü arttırmak amaçlı olarak başlatıldı. Türkiye Beyazay Derneği tarafından yürütülen ve 3 yıl sürmesi planlanan kampanya geçtiğimiz Kasım ayında başladı.
Kampanya öncesi ülke genelinde yapılan araştırmalarda çıkan sonuçlara göre göre; toplum olarak engelliyi tanımıyor, tanınmadığımız için anlamıyor ve anlamadığı için de doğru bakış açısına sahip olamıyoruz. Böyle olunca da birlikte yürüyemiyoruz. İşte bu kampanya ile engelliyi daha yakından tanıyacağız, aynı dili konuşacağız ve hep birlikte yürüyebileceğiz.
Birlikte Yürüyoruz kampanyasının en farklı ve ilginç yanı kampanya yüzünün “Fati” isimli bir çizgi karakter olması… Fati, elinde beyaz bastonu, gözünde siyah gözlük olan görme engelli çok sevimli bir çocuk… Karanlıkta kitap okuyabilen, top oynayan, bilgisayar kullanabilen, satranç oynayan, sorumluluk sahibi, akıllı, özgüveni yüksek, yetenekli, esprili ve cesur bir kahraman...
Neden Fati ismini aldığını sorduğumuz da Türkiye Beyazay Derneği Genel Başkanı Lokman Ayva “Fati’nin her harfi farklı bir anlam ifade ediyor. F: Farkındalık, A: Akıl, T: Tatbikat, İ: İrticalen (İstem dışı). Fati, öğrenmenin gerçekleştiği süreçtir. Bu kavram ve aşamalar "öğrenmek" işlemidir. Zira öğrenmek davranışlardaki değişikliklerdir.” diyor. Şöyle açıklıyor:
 
F: Farkındalık: Buna, bilmediğini bilmemekten kurtulmak da diyebiliriz. İnsan bilmediğini bilirse araştırır ve doğrusunu bilmeye çalışır. Otomobil kullanmayı bilmediğimizi biliyorsak, ilk aşamayı geçeriz. Pek çok insan engelli ile ilgili doğruları bildiğini sanır ve ilk aşamayı bir türlü geçemezler!
A: Akıl: Akılla öğrenmek… Otomobili kullanmayı bilmediğimizi biliyorsak ve bilmeye çalışıyorsak, otomobili akılla kullanmayı öğretirler. Şurası vites, geri vitesi şöyle yaparsın, ileriye böyle yaparsın diye anlatılınca akılla bu işi yaparsınız. Ama öğrenme tam gerçekleşmemiştir. Zira bu kişi otomobile binse hareket ettiremez. Engellilikle ilgili olarak da böyledir. Engellilerin eğitim görebileceğini, çalışabileceğini, sosyal hayata katılması gerektiğini bilirsiniz. Ama nasıl eğitim gördüğünü veya ona bir şey öğretme konusunu bilmezsiniz.
T: Tatbikat: Bu aşamada, bilmediğinizi fark etmiş, akılla o işi yapabilir duruma gelmişsinizdir ve akılla bildiklerinizi uygulamaya geçersiniz. Otomobile oturmuş, tedirgin ve dikkatlice otomobili hareket ettirmiş, frenle durdurmayı başarmışsınızdır. Henüz vücudunuz aklınızdan habersiz bu işleri yapamaz. Engellilerle ilgili olarak da engelli biriyle eğitim görmeye başlamışsınızdır. Ya da ona eğitim veriyorsunuzdur. Ama hala kör birine işaretle, resimle anlatmaya çalışıyorsunuzdur. Beraber pikniğe gitmişsinizdir ama hala evlenmeyi aklınızın ucundan bile getirememişsinizdir. İçinizden geldiği gibi davranmıyorsunuzdur. Kızamıyor, suçlayamıyorsunuzdur…
İ: İrticalen (İstem dışı): Bu aşamada o kadar çok tatbikat yapmışsınızdır ki artık otomobili kullanırken siz farkında olmadan ayağınız gaza, debriyaja basar, eliniz vitesi değiştirir. Yanınızdaki ile sohbet bile edebilirsiniz. Engellilikle ilgili olarak da yanınızdaki engelli mi değil mi fark etmezsiniz bile. İçinizden nasıl geliyorsa öyle davranırsınız. Onun engelli olup olmadığı çok önemli değildir. Böylelikle öğrenme tamamlanmış ve davranış değişikliği gerçekleşmiş olur”.
Lokman Ayva’nın anlattıklarından anlıyoruz ki Fati, yaşadığı maceralarla pek bilinmeyen engelli dünyasına ışık tutacak… Yaptıklarıyla engellilerin yaşam tarzını öğrenmek için çocuklara olduğu kadar, yetişkinlere de yardımcı olacak… Bu kampanya ile toplum onu tanıyacak, bu sayede görme engelli bireylerin farkında olacak... Fati‘yi ve Fati ile bir engelliyi tanımak isteyen herkes pilot il olan İstanbul’un üç ilçesi Başakşehir, Esenler ve Üsküdar’da başlayan ama tüm Türkiye’ye ve hatta yurt dışına da yayılacak Birlikte Yürüyoruz kampanyasına katılabilir.
 
ALİYE YÜCEL

3 Mart 2013 Pazar

TÜRK HAWKING KİMDİR?


Prof. Dr. Onur Güntürkün tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren çok başarılı bir bilim adamı… Bu nedenle bilim çevrelerince “Türk Hawking” adını almış… Güntürkün, insan beyninin çok önemli bir sırrını çözüp; beynin iki yarısının farklı çalıştığını kanıtlayarak, geçtiğimiz Aralık ayında Almanya’nın en büyük ödülü Leibniz Bilim Ödülü’nü kazandı. Böylece Nobel adayları arasına girdi.
1958 yılında doğan Onur Güntürkün engelli olma hikayesi 4 yaşında iken o yıllarda çok yaygın olan çocuk felci geçirmesiyle başlıyor. Bir gece ateşleniyor ve tüm vücudu tutmaz hale geliyor. Görüyor, anlıyor, konuşuyor. Fakat hareket edemiyor. O günden sonra da hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Ama başardıklarını görünce bu durumun onun hayatını asla olumsuz etkilemediğini anlıyoruz.
Güntürkün tedavisi için Almanya’ya gidiyor. Tedavisi yapılırken bir yandan da eğitimini sürdürüyor.  Okulundaki tek engelli ve tek Türk öğrenci olan Güntürkün küçük yaşlarda bilime ilgi duyuyor. Arkadaşları koşup oynarken o zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiriyor. Hayvanlar üzerine çeşitli deneyler yapıyor. Ortaokulu Almanya’da bitiriyor, oturma izinleri bitince Türkiye’ye dönüyorlar. Liseyi İzmir’de okuyor. Lise son sınıfta TÜBİTAK’ın Bilimsel deneyler yarışmasında balıkların siyah beyaz gördüğünü kanıtlayarak finale kalıyor. Liseyi birincilikle bitirip üniversite eğitimi için tekrar Almanya’ya dönüyor.
 
Lisans eğitimini Psikoloji üzerine yapıyor. Ancak bitirme tezinin konusu “Beyin” olarak seçiyor. Çünkü en merak ettiği konu insan beyninin nasıl çalıştığı oluyor. Bu konudaki her türlü yayını okuyor. İnsan beynine benzeyen güvercin beyni üzerine çeşitli çalışmalar yaparak öğrenme ve davranışlarda beynin sağ ve sol yarısını farklı çalıştığını buluyor. Üniversiteyi pekiyi derece ile bitirip yardımcı araştırmacı olarak doktoraya başlıyor.
Onur Güntürkün, 35 yaşında Almanya’nın en genç profesörü oluyor. 39 yaşında ise mesleğinin zirvesine yükseliyor ordinaryüs profesör oluyor. Şu anda ise Almanya RUB Üniversite’sinde Psikoloji bölümünde dekan olarak görev yapıyor. Üniversitenin sayfasındaki kariyer basamaklarına baktığınızda inanamıyorsunuz. Bu kadar yıla sığdırılamayacak kadar başarı… Birçok önemli buluş, pek çok ödül…
Türk Hawking, çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor. İnsanı tanımaya ve hafızayı anlamaya çalışıyor. Unutkanlığı tarih yapmak için uğraşıyor. Sadece kariyer yapmakla kalmayan Prof. Dr. Güntürkün mutlu bir aile babası… İş dışında bütün vaktini eşi ve çocuklarıyla geçiriyor.
Prof. Dr. Güntürkün’ün bilim tutkusunun engelinden mi kaynaklı olduğunu düşünüyor insan… O da bunu düşünmüş ve bu soruyu kendine sormuş, cevap olarak “Bu durumda olmasam da bilimle ilgilenirdim” diyor. Engelini ve tüm engelleri aşarak büyük bir başarı hikayesinin mimarı oluyor. Başarının hangi şartlarda olursa olsun, istenirse nasıl elde edilebileceğinin en canlı örneği oluyor. Kim bilir belki de bir gün Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan ilk Türk olacak…
 
ALİYE YÜCEL

24 Şubat 2013 Pazar

OSCAR’A VEDA


2012 Londra Olimpiyatları’nın efsane ismi, Atletizm Erkekler 400 metre elemelerinde yarışan ilk ampute atlet Oscar Pistorius yine tarih yazdı! Bu kez bir cinayete imza atarak… Başarılarıyla birçok engellinin örnek aldığı Oscar, sevgilisini öldürdü. Oscar Pistorius’un güzeller güzeli sevgilisi Reeva Steenkamp’ı öldürmesi medyada çok yer aldı. Cinayetle ilgili pek çok haber yapıldı. Önce kaza denildi. Pek çok ayrıntı yazıldı. Sonra tutuksuz yargılanmak üzere kefaretle serbest bırakıldı.
Topluma mal olmuş kişilerin yaptıkları hatalar çok dikkat çeker. Ampute atlet Oscar, kimi öldürseydi suçu da cezası da aynı olacaktı ve çok dikkat çekecekti. Ama sevgilisinin ünlü model Reeva Steenkamp olması ve onu sevgililer gününde öldürmesi ayrı bir dikkat çekti. Oscar Pistorius, kendisini az ya da çok tanıyan herkesi şoka sokan bir olayın kahramanı oldu.
Oscar Pistorius, yarışırken stadyumda ve televizyon başında izleyenlere hissettirdikleri kelimelerle anlatılır gibi değildi. Bacakları olmayan bir insanın olimpiyatlarda yarışması ne müthiş bir olaydı. Olimpiyatlarda “Engelli Atlet yarı finalde…” cümlesini duyduk. Böylece onunla gurur duyduk. Yargılanması henüz bitmedi ve cezası kesinleşmedi ama şimdi de “Engelli Atlet hapishanede…” cümlesini duyacağız. Bu hiç olmadı… Kötü… Hem de çok kötü…
 
Oscar Pistorius’un işlediği suç dünyada olan binlerce suçtan biri tek farkı bu suçu başarılı ve bedensel engelli birinin işlemesi… Bu yüzden de daha fazla dikkat çeken bir haber olduğu… Sosyal medyada ve bazı yorumlarda işlediği bu büyük suç üzerine maalesef Oscar Pistorius’un engeliyle ilgili hakaret içeren cümleler ve aşağılamalar da yer alıyor. Ancak bunlar onu bu yolla, yani engeliyle ilgili aşağılamak çok yanlış ve hiç etik değil… Başarılı olmak nasıl insanı insan yapmıyorsa! Engelli olması da suç işlemesine neden olmaz! Bunu asla unutmayalım!
Onunla ilgili haberler hep ilgimi çekti. Hiç unutamadığım “Yapabileceklerim yapamayacaklarımdan çok daha fazla…” sözü olmuştu. Bu sözü ben başarılarının devamlı olacağı olarak algılamıştım. O da bu amaçla söylemişti eminim… Ama yapacağı şeyin böyle bir cinayet olacağı, bir gün sevgilisini öldüreceğini kim bilebilirdi. Böylesine büyük bir başarı hikayesine yakışmayan bir son oldu… Ne büyük bir trajedi…
Sen küçük yaştan beri her türlü zorluğa rağmen engelleri yen… Sebebi her ne olursa olsun öfkeni yeneme… Olay çok üzücü, çok çarpıcı… Bu olaydan önce de Oscar’ın hayatı film olsa, Oscar’a koşar diye düşünüyordum. Ama artık eminim ki başarılarıyla olmasa da işlediği bu cinayetten sonra hayatı film olacak ve bu film belki bir çok dalda da Oscar alacak…  Oscar Pistorius, keşke hep başarılarıyla adından söz ettirmeyi başarsaydı. Ona böyle veda etmeseydik…
 
ALİYE YÜCEL

17 Şubat 2013 Pazar

BAL GİBİ OLUR


 
“Engelli öğretmen…”, “Engelli öğretmen atamaları…” cümlelerini duyunca hep içim sızlar. Engelli olduğu için öğretmen olamayanlardan biri de benim… Fakülteyi bitirdiğim yıllarda engellilere öğretmenlik hakkı verilmemişti. Gerekçe olarak “Öğrencilerin psikolojisi bozulur ve alay ederler…” gibi söylentiler vardı. Gerekçeler için neden böyle deniliyordu ve ne derece doğrudur bilemem ama engellilere öğretmenlik yapma hakkı verilmiyordu.
Yıllar boyu hep mesleğimi, nerede çalıştığımı ve ne iş yaptığımı soranlara şöyle bir cümle ile başlıyordum “Aslında öğretmenlik yapmam lazımdı. Ama benim mezun olduğum yıllarda engellilere öğretmenlik hakkı tanınmıyordu. Bu yüzden öğretmenlik yapamadım ve dergide çalışmaya başladım…”
İlginç değil mi? Üstelik fakülteden diploma almak için bir okulda staj yapmak gerekiyordu. Hatta öğretmenlik yapamayacağımı bildiğim için staj yapmasam olur mu diye fakülte yönetimine sormuşum. Ama mümkün olmadığını diplomayı almak için mutlaka stajyer öğretmenlik yapmam gerektiğini söylediler. Yaptım da… Çok güzel bir stajyer öğretmenlik dönemi geçirdim.
Hiç unutamadığım bir anımda staj yaptığım okulun müdürünün “Keşke öğretmen olabilseydiniz. Öğrenciler çok şey kaybedecek…” demesi olmuştu. Öğrenciler ne kaybetti bilemem ama ben çok şey kaybettim bundan eminim... Eğitimini aldığım dalda öğretmen olsaydım. Mesleğimi icra ederek öğrencilere bildiklerimi, öğrendiklerimi aktarsaydım, kendimi bu konuda ne kadar çok geliştirecektim. Ne güzel bir hayatım olacaktı.
 
Öğretmenlik yapamadım ve medyada çalıştım. Bu sektörde de severek çalıştım. Zaten bu alanda çalışmak için çaba gösterdim. Şansım da yaver gitti çalışabildim. Ama öğretmen olup, öğretmenlik yapabileceğini bilip yapamamak hep içimde bir ukde oldu. Belki bu ukde kendi adıma da değil. Bütün engelliler adınaydı…
Engellisin öğretmen olamıyorsun. Sebep öğrencilerin psikolojisi bozulur! Bu nasıl bir psikoloji? Hayatlarında hiç mi engelli birini görmüyorlar ya da ömür boyu hiç mi görmeyecekler? Bu engelli kişi onların öğretmenleri olsa ne olur? Belki de sanılanın aksine çok olumlu bir etki bırakır... Örnek olur…
Engellisin öğretmen olamıyorsun. Sebep alay ederler! Öğrencilerin birçoğu öğretmenleriyle alay etmeye ve lakap takmaya meyillidir. Bu bilinen bir gerçek… Hiçbir engeli ve kusuru olmayan öğretmenlere bile lakap takıp, alay ederler. Varsın engelli öğretmenlere de topal, sağır, kör desinler! Kime ne? Engelli öğretmenler bundan kaçmaz ki… Yıllarca bunları duymaya öyle alışkınlar olurlar ki bir de öğrencilerden duymaları onları çok etkilemez!
Engellilerin öğretmenlik yapmasına eğer koşullar engelse bunu düzeltmekte mümkün… Engelleri kaldırmak için çeşitli düzenlemeler yapılabilir. Engel grubuna göre mimari düzenlemeler ve uygun donanımlar olabilir. Bütün bunlardan sonra engellilerde öğretmenlik yapar. Engellilerden de öğretmen olur. Hem de bal gibi olur!
 
ALİYE YÜCEL

10 Şubat 2013 Pazar

İÇİMDE DANS EDİYORUM


Engelli filmleriyle ilgili en merak ettiğim şey bir engellinin engeliyle nasıl baş ettiği, engeline rağmen neyi başardığı ve bunun nasıl anlatıldığı olmuştur. “İçimdeki Dans" filminde dayanışmanın ve tüm engellere rağmen bağımlı olmadan yaşamayı başarmanın önemi anlatılmış… Film ülkemizde İçimdeki Dans, ismiyle gösterime girmiş, ancak “İçimde Dans Ediyorum” çok daha uygun… Dans etmesi mümkün olmayan birinin, hayalinde dans etmesi ancak böyle anlatılır. Ama seyredince anlıyoruz ki, kahramanlar içlerinde dans etmekten çok daha fazlasını yapıyorlar!

İçimdeki Dans, engelli iki arkadaş Michael (Steven Robertson) ile Rory’nin (James McAvoy) hikayesi… Michael, engelliler için özel olarak yapılan bir bakımevinde kalmaktadır. Bir gün kısa bir süre orada kalmak için Rory gelir. Asi ruhlu Rory ile Michael arasında bir dostluk başlar ve o günden sonra ayrılmazlar. Hatta bakımevinden ayrılıp beraberce bir eve çıkmanın yollarını arar ve bulurlar…
Michael ile Rory yollarına birlikte devam etseler de çok zıt karakterde iki gençtir.  Her ikisinin de farklı hayat deneyimleri vardır. Aslında tek ortak özellikleri engelli olmalarıdır. Michael, sakin, durumunu kabullenmiş ve uyumlu biridir. Rory ise deli dolu, kurallara uymayı sevmeyen ve özgür ruhludur. Olumsuz özellikleri olsa da; ağır engeline rağmen Rory’nin özgüvene imrenmemek elde değil…
Engellerine gelince; Michael beyin felci geçirmiştir. Tekerlerli sandalyede yaşamaktadır. Kol ve ellerini zor hareket ettirmektedir. Konuşması zor anlaşılmakta daha doğrusu anlaşılmamaktadır! Söylemek istediği kelimeyi ancak harfleri tek tek göstererek anlatabilmektedir. Hiç kimsenin anlayamadığı konuşmalarını Rory anlayabilmiş ve bir anlamda onun tercümanı olmuştur. Rory ise kas erimesi hastasıdır. Vücudunu hareket hiç ettirememektedir. O da tekerlekli sandalye de yaşamaktadır. Sadece başı ve bir elinin iki parmağı hareket edebilmektedir. Rahat konuşabilmektedir. Her ikisinin de zeka problemi yoktur.
Filmde engelliler dünyasından çarpıcı tespitler ve çok etkileyici sahneler var. Michael’in onu engelli olduğu için terk eden babasını buldukları sahne çok çarpıcı… Ev ararken emlakçının onları merdivenli bir eve götürmesiyle; engelli birinin durumunun nasıl dikkate alınmadığı ve neye gereksinimi olduğu bilinmediği çok güzel anlatılmış… Kendi başına yaşama izni ve ödeneği için başvuru sırasında yaşananlar, engellilere nasıl bakıldığını gösteriyor. Michael’in bakıcı kıza duyduğunun aşk mı, minnet mi olduğu tartışılır. Ama bu duygu yüklü sahnelerden etkilenmemek elde değil.
Engelli kişilerin dünyasını ve engellilik konusunu eğlenceli bir dille anlatan filmin oyuncuları da çok başarılı… Oyuncuların gerçek hayatta da engelli olduğunu düşünenler olmuştur. Engelli olmayan kişileri nasıl etkiler bilemem ama seyredilmeye değer bir film olduğu kesin… Bu film, belki de engellilere bakış açınızı değiştirmenize yardımcı olabilir.

ALİYE YÜCEL

3 Şubat 2013 Pazar

SESİ GÖRMEK!


Hiç duymayan biri için sesin ne ifade ettiğini hep merak etmişimdir. Bir olgu var. İnsanlar bunu biliyor. Onun yardımıyla anlaşıyor. Pek çok şeyi onunla algılıyor… Siz işitme engelliyseniz bu olgudan asla haberdar olamıyorsunuz!  Ses sizin için ne ifade eder? Sesi nasıl algılarsınız? Bunu Christine Sun Kim’le ilgili yazıyı okuduğum ve kısa filmi izlediğimde anladım. The Selby projesiyle bilinen Todd Selby Christine’in ilginç çalışmalarını kısa film haline getirmiş…
İşitme engelli olan Christine Sun Kim, Amerika’da yaşayan Asyalı bir performans sanatçısı… Christine, hep “Sese sahip olmak nedir?” sorusunu düşünerek büyümüş… “Doğal olarak duyabilen insanlar sesi sahipleniyor ve onun hakkında konuşma hakkına da sahip oluyor. Neyin doğru ses olduğuna dair bir sürü geleneksel fikir vardı, etrafta… Bana sessiz olmamı söylerlerdi. Geğirme, ayağını sürüme, yüksek sesler çıkarma gibi… Onların seslerine saygı duymayı öğrendim. Sesi onların tekelinde görüyordum…”diyor.
Christine, küçükken ailesiyle kurduğu iletişim çoğu zaman onun kafasını karıştırmış… Ailesi aynı anda hem İngilizce hem de işaret dili öğrenmeye çalışıyormuş. Çünkü farklı dillerden ve dilbilgisi kurallarından parçalar öğreniyormuş. Kafası bu yüzden çok karışmış... İfade etmek istediği fikirleri varmış ama ifade edemiyormuş. Bu onu çok yıpratmış… Sesinin boğulduğunu hissediyormuş ve sanki gerçekten boğuluyormuş gibi oluyormuş… Kendi dil kısıtlamalarının içinde hapsolmuş. O anlatırken ne kadar zorluk çektiğini anlıyorsunuz.
 
İşitme engelli Christine, ses dünyasının dışında kalmak istemediğinden, ses ile başka bağlantılar kurmanın yollarını aramış... Şimdi ise yaptığı performans çalışmalarıyla ses üzerinde hak iddia ediyor. Sesi anlamak, sesi tanımak, sesi keşfetmek için yaptığı çalışma çok ilginç… Christine Sun Kim, “Sesin fiziksel biçimlerini” keşfetmek için yola çıkıyor. Bir kayıt aletiyle sokağın sesini, gelip geçenlerin konuşmalarını, araç ve korna seslerini kaydediyor. Sonra da stüdyosunda kayıt aletinden çıkan bu seslerin etkisini başka nesneler üzerinde deniyor.
Performansı ile ilgili olarak “Benim çalışmalarım sesin fiziksel haliyle ilgili… Sesin kabaca başka bir biçime çevrilmesi, aynı zamanda performans da içeriyor. Sesin ne olduğunu bir şey aracılığıyla, yorumlamadan sesi keşfetmek istiyorum. Sesin anlamını kendi deneyimlerimle bulmak istiyorum. Daha büyük kitlelerle bağlantı kurmak ve onlara ulaşmak için sesi bir vasıta olarak kullanmak istedim. Benim misyonum buydu” diyor.
Performans alanında çok özgür olduğunu söyleyen Christine, “Performans sırasında her şey bedenimin içinde başlıyor, organik ve ham… Bazen etkisi şiddetli ve sert oluyor. Bu da titreşimleri bedenimde hissetmeme yol açıyor. Fiziksel bir şey oluyor. Bedenimi hareket ettiriyor. İşaret dilinin aksine ses titreşimleri organları etkileyebiliyor ve içsel işaret dili ise kinetik nedeniyle daha dışsal ve mekânsal. Sadece kulaklarımızla değil, gözlerimizle de duyalım! Asıl o ideal olur. Büyük resme bakalım…” diyor. Böylece sesi duymuyor belki ama yaptığı performanslarla sesi görüyor!

27 Ocak 2013 Pazar

VİCDANLAR ENGELLİ OLURSA…


Geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan “Bakıma muhtaç engellileri köle gibi alıp satıyorlar” haberi duyan herkesi çok etkiledi. Nevşehir’de bir bakım merkezinde meydana gelen bu talihsiz olay gerçekten çok üzücü… Engellilerin mal gibi, köle gibi alınıp satılması insanı dehşete düşürüyor. Bu nasıl bir insanlık anlamak mümkün değil. İnsanlık nereye gidiyor diye düşünmemek elde değil… Üstelik bu bize yansıyan bir bölümü… Belki bilmediğimiz kayıt altına alınamayan bunun gibi yüzlerce vaka vardır.
2006 yılından bu yana devlet engellinin ailesine ya da kaldığı bakım merkezine maddi destekte bulunuyor. Özel bakım merkezleri her hasta için devletten asgari ücretin iki katı para alıyor. Böyle olunca da bu insani uygulama kısa sürede sadece maddi menfaat peşinde koşan kişiler tarafından istismar edilmeye başladı. Bakıma muhtaç engelliler rant kaynağı haline geldi. Engelliye İnsan gözüyle bakılmıyor, para gözüyle bakılıyor!
Haberden sonra gelen tepkilerden dolayı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olaya el koydu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, bu görüntülerin üç yıl öncesine ait olduğunu ve kurumun o görüntüler nedeniyle kapatıldığını açıkladı. Bakanlık ayrıca, bu merkezlere yüksek standartlar getiren, sıkı denetim ve yaptırımlar öngören yeni bir yönetmeliğin hazırlandığı, yönetmelik yayınlanıncaya kadar da yeni merkez açılmaması konusunda karar alındığını belirtti.
 
Bakanlık, bu konuda çok hassas… Bu tür bakım merkezleri için yeni standartlar getirileceğini ve çok sıkı denetime tabi tutulacaklarını bildirmişler... Bu konuda nasıl sağlıklı bir denetim yapılır bilemiyorum. Keşke olabilse… Ama zor, çok zor… Denetimden ziyade bu kurumlarda çalışanların insani değerlere sahip olması her şeyden daha önemli… Kendi normal çocuğuna bile tahammül gösteremeyen ebeveynler var. “Olur mu? Öyle şey…” demeyin oluyor! Bunun yanında yedi kat yabancı birine şefkatle yaklaşan kişiler olabiliyor. Bakım merkezlerinde çalışanların empati yeteneği yüksek, şefkatli, sabırlı, merhametli, öfke kontrolünü yapabilen ve vicdanlı kimseler olması gerekir. Yoksa bu tür vakalara daha pek çok yerde rastlanır.
Bu konu çok hassas bir konu… Bu konu kanayan bir yara… Engellilerin çoğu derdini anlatacak ve kendisine yapılanı şikayet edecek durumda da değil. Muhtaç haldeler… İnsanlıktan çıkmış davranışlarla karşılaşabiliyorlar… Yani suistimale çok açık bir alan… Böyle olunca da her şey vicdanlara kalıyor. Vicdanlar engelliyse maalesef yapılacak bir şey yok.
Kabul edelim ki engelli, hasta, yaşlı veya bakıma muhtaç kimselere hizmet vermek güçtür. Bunu dikkate almak gerekir. Denetimden ziyade bu tür yerlerde çalışanlar çok özenle seçilmeli… Bu seçme nasıl bir yöntemle olur ve nasıl bir sertifika almaları gerekir bilemem… Ama bu merkezlerde çalışacak personel mutlaka sosyal hizmet uzmanı, psikolog, pedagog, psikiyatr gibi kişilerin bulunduğu bir grup uzman tarafından ve çeşitli mülakatların yapıldığı bir dizi eleme sonucunda seçilmelidir. Seçilebilir mi? Evet seçilebilir… Bu seçim çok önemli…
 
ALİYE YÜCEL