> Engeloji

Translate

30 Eylül 2012 Pazar

GÜMÜŞ AKREP (SILVER SCORPION)


 
Amerika’nın ünlü çizgi roman yayın şirketi Liquid Comics, geçtiğimiz yıl yeni bir çizgi roman yayınladı. Bu çizgi romanın kahramanı tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren Müslüman bir genç… Adı Silver Scorpion Türkçe adıyla Gümüş Akrep.
Silver Scorpion’un hikayesi şöyle: Bashir (Beşir) Bari, Arabistan’da dünyaya gelmiş bir Müslüman… Bashir, genç yaşında mayına basarak bacaklarını kaybediyor ve hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Bashir, önceleri çok üzülüyor ve içine kapanıyor. Bir gün bir demirci ustası gözlerinin önünde öldürülünce içindeki gizli güçleri ortaya çıkıyor! Böylece düşünce gücüyle metalleri kontrol edebilen Gümüş Akrep’e dönüşüyor. O da her süper kahraman gibi dünyayı kötülerden ve kötülükten kurtarmak için çalışıyor.
Silver Scorpion’un Müslüman ve bedensel engelli olmasının yanı sıra çok önemli bir özelliği daha var. Bu çizgi roman profesyonel kişiler tarafından değil, farklı kültürlerden seçilen bedensel engellilerin ortak çalışmasıyla ortaya çıkmış…  Projenin başında Amerikalı bir hayırsever iş adamı Jay T. Snyder var. Open Hands Inıtiative (Açık Eller İnisiyatifi) Başkanı olan Snyder liderliğinde ve Liquid Comics ile ortaklaşa gerçekleştirilen projede tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren 12 Amerikalı genç Suriye’nin başkenti Şam’a gidiyor. Burada tekerlekli sandalyedeki Suriyeli gençlerle buluşuyorlar. Bu gençlere bir süper kahraman nasıl olmalı diye sorulup onlara müdahale etmeden çalışmaları isteniyor. Engelli gençler günlerce beyin fırtınası yapıyor ve hayal güçleriyle herkesi kendilerine hayran bırakıyorlar. Böylece onların gurur duyarak oluşturdukları Silver Scorpion (Gümüş Akrep) ortaya çıkıyor.
 
Silver Scorpion’u oluşturan ekibe, hangi süper güce sahip olmak istedikleri sorulduğunda böyle kalmak istemişler, hiç biri engelinin tedavi edilmesini istememiş! Engelli gençlerin hepsi süper kahramanı kendileri gibi düşünmüşler, yani kahraman sağlam bacaklara sahip değilmiş! Bunun üzerine yeni süper kahramanın da tekerlekli sandalyede olmasına karar verilmiş… Ancak bu tekerlekli sandalye bildiklerimizden çok farklı, özel ve fonksiyonel bir sandalye olmuş…
Bu kahraman her iki kültüründe özelliklerini taşıyor ve böylece tarafların birbirine yakınlığını gösteriyor. Süper kahramanların hep bir ihtiyaç olduğunda doğduğu söylenir. Silver Scorpion’da Ortadoğu’nun karışık olduğu dönemde meydana geliyor! Silver Scorpion’un, amacı da Müslüman ülkeler arasındaki gerilimi ortadan kaldırmak!
Gümüş Akrep’in gizli güçleri olduğuna göre kendi engelini neden kaldırmadığı konusunu düşünmemek elde değil. Ancak anlaşılan yapımcılar, bir süper kahramanın engelli de olabileceğini ve önemli olanın insanlığa yardım olduğunu vurgulamak istiyor.
Silver Scorpion (Gümüş Akrep) Amerika, Suriye, Ortadoğu ülkelerinde İngilizce ve Arapça olarak yayınlanıyor. Çizgi roman ayrıca, Open Hands ve Liquid Comics’in internet sayfalarında da ücretsiz olarak tüm dünyadan takip edilebiliyor. Böylece çizgi roman severler, kahramanı tekerlekli sandalyede süper güçlere sahip bir Müslüman olan yeni bir çizgi romanla tanışıyor…
 
ALİYE YÜCEL

23 Eylül 2012 Pazar

SOLAK HATTAT



Elsiz – Ayaksız Hattat Bolulu Mehmet Efendi’den bahsedip de yine engelli bir hattat olan Esad Yesari Efendi’den bahsetmeden olmaz… Hattat Mehmet Esad Yesari Efendi’nin de ilginç bir hayat hikayesi var. O da azmin ve çalışmanın insanı nerelere götürdüğünün en güzel örneğini gösteriyor.
Mehmet Esad Yesari Efendi doğduğunda sağ tarafı tamamen felçli, sol tarafı da güçsüzdü. Ama o bu durumunun hayatını devam ettirmeye, çalışmaya, bir işte çok başarılı olmaya engel olmayacağını kanıtlarcasına yaşadı! Çok küçük yaşta hat sanatına ilgi duymaya başlamıştı. Sağ kolu ve eli tamamen felçli olduğundan sol eliyle yazıyordu. Bu nedenle “Yesari” (Solak) diye anılmış ve bu isimle tanınmıştı.
Babası, Esad Yesari’yi hat dersi aldırmak için önce ünlü hattat Şeyhülislam Veliyüddin Efendi’ye götürdü. O, Yesari Efendi’nin çolak olduğunu görünce “Bu işi yapamaz” deyip kabul etmedi. Ama hat öğrenme aşkı Yesari Efendi’yi başka bir hocaya yönlendirdi. Bu kez Dedezade Mehmet Said Efendi’ye gitti. Mehmet Said Efendi kimseyi kırmak ve incitmek istemezdi. Esad Yesari’ye baktı, güzel yazı yazabileceğine aklı yatmadı ama üzmemek için onu öğrenciliğe kabul etti. Hat çalışması için bir meşk verdi “Buna benzet ve bana getir” dedi. Yesari, bir süre uğraştı ve çalıştığı meşki getirdi. Hocası bakıp “Evladım benim sana verdiğim örneği niye bana gösteriyorsun, sen bana kendi yazdığını göster bakayım" diyerek Yesari’nin yazdığına inanamadı. Yesari Efendi, “Ama hocam bu zaten benim yazdığım” deyince bir kere de gözünün önünde yazdırdı. Esad Yesari, titrek eliyle aynı güzellikte yazdı. Dedezade hayretler içinde kaldı.
 
Böylece Yesari, Dedezade’den ders görüp, icazet almaya hak kazandı. İcazet töreninde onu kabul etmeyen Veliyüddin Efendi de vardı. Yesari Efendi’nin eşsiz hatlarını ve başarısını gören Veliyüddin Efendi onu reddettiğini hatırladı. Ağlayarak “Yazıklar olsun ki. Bu çocuğun hocası olma şerefine ben erecektim. Bilemedim ve kaçırdım. Yüce Allah bu kişiyi bizim kirlenen burnumuzu (kibrimizi) kırmak için göndermiştir!” diye takdir etti.
Esad Yesari Efendi, hat sanatında çok ilerlemiş, devrinin en ünlü hattatları arasında yer alarak Enderun-ı Hümayun’a hat hocası olarak tayin edilmişti. Sultan 3. Selim’in de takdirini kazanmıştı. Yesari Efendi’ye gelene kadar bir hat yazma çeşidi olan “Ta’lik’ yazıda İran hattatları önde gelmekteydi. Esad Yesari Efendi, “Ta’lik’ yazıya en mükemmel şekli kazandırmış ve hat sanatının bu çeşidinde Osmanlı sanatçılarının da mükemmel eserler verebileceğini göstermişti.
Yesari Efendi çok alçak gönüllüydü. Herkes tarafından çok taktir ediliyor, seviliyor, sayılıyor ve itibar görüyordu. Sanatını öğretmek konusunda da çok istekliydi. Bu konudaki bütün bilgisini öğrenmek isteyen herkese veriyordu. Evi bir okul gibiydi. Bu sanatı öğrenmek isteyen herkes belirli günlerde gelip ondan ders alıyordu. Kendi oğlu Hattat Mustafa İzzet Efendi dahil pek çok öğrenci yetiştirmişti. Yesari Efendi 1798 yılında İstanbul’da vefat ettiğinde geriye çok sayıda eşsiz eser bırakmıştı.
 
ALİYE YÜCEL

16 Eylül 2012 Pazar

ELSİZ - AYAKSIZ HATTAT


Hüsn-ü Hat, adı üstünde güzel yazı sanatı… Bir hat yazısına baktığımız zaman bir kalemden böylesine güzel bir yazının çıkması büyük bir hayranlık uyandırır. Deneyimin olduğu için biliyorum... Hat sanatı; yetenek, büyük bir sabır, özen isteyen, incelikli bir sanattır. Bir çırpıda, hatasız yazmak ve her gün çalışmak gerekir. Bir süre bırakınca o da seni bırakır! Yazmakta oldukça zordur… O öyle normal bir kalem ya da fırça tutmaya da benzemez…
Peki, bu güzel yazıyı yazan kimsenin, bir de her iki eli de yoksa? Çok zor, hatta imkansız gibi… Ama böyle biri var! Hattat Mehmet Efendi hem elsiz, hem ayaksız imiş! Her iki el ve ayağı bileklerinden itibaren olmadığı için “Elsiz - Ayaksız” (Bidest-ü Bipa) adıyla da tanınmış... Ayaklarının olmaması bir hattat için problem değil. Ancak ellerinin olmaması insanı hayrete düşürüyor.
1600’lü yıllarda yaşayan Mehmet Efendi bir hastalık sonucu ellerini ve ayaklarını kaybetmiştir. Bolulu olan Mehmet Efendi geçimini temin etmek için Bolu’dan İstanbul’a göç eder... İstanbul’da yolu hattat Suyolcuzade’den ders alan öğrencilerin yanına düşer, onları görünce duygulanır ve yaşlı gözlerle bakıp “Ahhh! Ahhh” çeker... Bunun üzerine Suyolcuzade Mustafa Eyyubi Efendi, bu elsiz, ayaksız kişiyi görünce çok etkilenip önce  “Ya! Rabbi! Bu garip şahısta istidat var. Ama ne el var, ne ayak… Nasıl yardımcı olabilirim ki…” diye düşünür…  Daha sonra Bolulu Mehmet Efendi’nin yanına gelip; elleri olmadığı için kamış kalemi onun, iki bilek kemiği arasına yerleştirip nasıl yazılacağını gösterir… Böylece Mehmet Efendi,  o haliyle büyük bir gayretle hat yazmaya başlar; çalışıp, döneminin sayılı hattatları arasında yer alır. Hatta bir En’am-ı Şerif (Dua Kitabı) bile yazar…


Bu ilginç durum dönemin padişahı 4. Mehmet’in kulağına kadar gelir. Padişah 4. Mehmet, Bolulu Mehmet Efendi’yi huzuruna çağırır ve ondan gözünün önünde bir yazı yazmasını ister. Mehmet Efendi, bilek uçlarıyla hokkasını ve kalemini çıkartıp, kalemi bileklerinin arasına alıp; hiç aksatmadan, mükemmel bir yazı yazar. Yazıyı gören padişah ve yanındakiler hayrete düşerler... Daha önce yazmış olduğu En’am-ı Şerif’i de padişaha takdim edince; 4. Mehmet onu takdir eder ve kendisine yüksek bir maaş bağlar…
Hat sanatında el kıvraklığı çok önemlidir. Elleri olmayan bir kimse, kalemi iki bileği arasında tutup nasıl yazar? Üstelik hattın; şimdiki kalemlere benzemeyen ucu olan bir kalemle, sık sık bir mürekkep hokkasına batırılarak, ayrıca da harflerin güzelliğini sağlayan incelik ve kalınlıkların kalemin tutuş şeklinden çıktığını düşünürsek Mehmet Efendi’nin ne muazzam bir iş başardığını anlarız. Elsiz biri hattat, üstelik hatırı sayılır bir hattat olabiliyorsa; ben bunu yapamam demek ne büyük bir yanılgıdır… 
Hat tarihimizin en ilginç hattatlarından biri olan Bolulu Mehmet Efendi eserlerini “Bidest-ü Bipa” yani “Elsiz - Ayaksız” diye imzalamıştır. Sülüs-Nesih hattı ile yazdığı bir eseri (yukarıdaki ilk fotoğrafta görülen yazı) Topkapı Sarayı Milli Kütüphanesi’nde “Güzel Yazılar Albümü” 321 numaralı sırada kayıtlıdır. Topkapı Sarayı Milli Kütüphanesi’ni gezdiğimizde bu eseri görürsek, ne büyük gayretle ve nasıl yazıldığını unutmayalım…
ALİYE YÜCEL

9 Eylül 2012 Pazar

PARALİMPİK OYUNLARI’NDAKİ BAŞARIMIZ



2012 Londra Paralimpik Oyunları (Engelli Olimpiyatları) bugün bitiyor. Paralimpik Oyunları’ndaki başarımızı görmezden gelemeyiz. Ülkemiz, 21 bayan 46 erkek toplam 67 sporcu ile 10 branşta katıldı ve oyunları 1 altın, 5 gümüş ve 4 bronz olmak üzere toplam 10 madalyayla tamamladı.
22 yıllık Paralimpik Oyunları boyunca bu güne kadar 4 madalya kazanmışken, 2012 Londra Paralimpik Oyunları’nda 10 madalya birden kazanmak gerçekten çok büyük başarı… Madalyadaki başarının yanı sıra Paralimpik Oyunları tarihinde ilk kez takım sporlarında temsil edildiğimiz Londra’da Goalball Milli Takımımız kazandığı bronz madalyayla da tarihe geçti. Bu başarıları küçümsemek çok yanlış olur. Kazanılan bu büyük başarıya rağmen gündemde olmaması da ilginç…
Paralimpik Oyunları’nda elde edilen başarılar için Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç “Türk sporu adına bir devrimdir. Skora değil sporcuya bakıyoruz. Paralimpik sporcularımız mucizelere imza atıyor. Başarı hepimizin. Herkes itiraf etsin. Türkiye “Paralimpik” kavramının varlığını Londra 2012 ile fark etti…” açıklamasını yaptı. Bakan haklıydı. Paralimpik Oyunları bilinmiyor. Oysa Paralimpik Oyunları, önemsenmesi gereken bir organizasyondu. Çünkü orada sadece spor ve sporcu yoktu! Evet, Paralimpik Oyunları mutlaka takip edilmeliydi. Tüm yarışlar izlenmeliydi. Hiç kaçırmadan… Hatta belki de orada seyirci olmak gerekiyordu. Oradaki coşkuyu daha yakından görebilmek için…
 
Paralimpik Oyunları’nı büyük bir zevkle seyrettim. Özellikle de bizim sporcularımızın katıldığı yarışmaları… Ne müthiş kareler gördüm. Azim dolu, vazgeçmek bilmeyen gerçek sporcular... Nasıl kendinden emin ve kendileriyle barışıklar… Engelli değildi onlar! Onlara baktıkça gördüğüm buydu.  Asıl engelli olanlar pek çok şey yapabilecekleri halde yapmayanlar galiba…
İşte 2012 Londra Paralimpik Oyunları’nda madalya kazanan sporcularımız:
Altın Madalya:
Nazmiye Muslu (Halter – 40 kg.).
Gümüş Madalya:
Çiğdem Dede: (Halter – 44 kg.)
Korhan Yamaç: (Atıcılık – 10 Metre Havalı Tabanca)
Nazan Akın: (Judo – 70 kg.)
Neslihan Kavas (Masa Tenisi)
Kadınlar Masa Tenisi Milli Takımı.
Bronz Madalya:
Duygu Çete: (Judo – 57 kg.)
Özlem Becerikli: (Halter – 56 kg.)
Doğan Hancı: (Okçuluk – Makaralı Yay Bireysel Açık Sınıf)
ve Goalball Milli Takımı.
2012 Londra Paralimpik Oyunları’nda katılan ve bizi gururlandıran tüm sporcularımıza çok çok teşekkürler…
 
ALİYE YÜCEL

 

2 Eylül 2012 Pazar

ENGELLİ OLİMPİYATLARI: PARALİMPİK OYUNLARI


2012 Paralimpik Oyunları (Engelli Olimpiyatları) büyük bir açılış töreniyle başladı. 29 Ağustos – 09 Eylül 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilecek oyunlar İngiltere’nin başkenti Londra’da yapılıyor. Londra 2012 Paralimpik Yaz Oyunları’na ülkemizden 21 bayan 46 erkek, toplam 67 sporcu ile 10 branşta katılıyoruz.

Paralimpik Oyunları, çeşitli engel gruplarından sporcuların katıldığı ve farklı sporların yapıldığı bir etkinliktir. Orijinal haliyle “Paralympic” kelimesi İngilizce engelli anlamına gelen “Paralyzed” ve “Olympic” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Paralimpik Oyunları Yaz ve Kış Oyunları olmak üzere olimpiyatların bitmesinden iki hafta sonra yine aynı ülkede yapılıyor.

Engelli olimpiyatlarının fikir babası Sir Ludwig Guttman’dır. Nörolog Doktor Guttman, Stoke Mandeville Hastanesi'nde felçli genç gazilere bakarken, onların rehabilitasyonunda sporun ne kadar önemli olacağını keşfetmişti. Sir Ludwig Guttman, yıllar sonra BBC’ye verdiği bir röportajında “Yarım felç ya da baştan aşağısı felç olma gibi ciddi bir engelle karşılaşan bir insanın ruhu da bundan etkilenir. Bu olumsuz psikolojik etkiden kurtulmak için spordan iyisi olamaz. Spor aklı çalıştırır, özgüveni arttırır, itibar kazandırır, dostluk bağlarını güçlendirir. Bu dört unsur da engelli insanı, engelsizlere eşit kılar…” diyerek sporun engellilere yaptığı olumlu etkiyi anlatmıştır.
 
Guttman, The Stoke Mandeville Hastanesi'nde, tekerlekli sandalyedeki engellilerin rehabilitasyonu için sportif aktiviteler düzenlemiş ve böylece bu engelliler sporunun tarihsel başlangıcı olmuştur. Sir Ludwig Guttman’ın düzenlediği 1. Stoke Mandeville Tekerlekli Sandalye Oyunları, 1948 Londra Olimpiyat Oyunlar ile aynı tarihte yapılmıştır. 2. Dünya Savaşı gazilerinin katılımıyla düzenlenen bu organizasyon, dört yıl sonra Hollandalı sporcuların katılımıyla uluslararası olmuş; engelli sporcular için olimpik stildeki ilk organizasyon ise 1960 yılında Roma Olimpiyatları’nın ardından yapılmıştır. Paralimpik Oyunları, 2008 yılında olimpiyatlardan sonra uluslararası ikinci büyük spor yarışması haline gelmiştir.
Bu yıl 14’cüsü düzenlenen Paralimpik Oyunları’na 165 ülkeden 4200 sporcu katılıyor. 20 farklı spor branşında yapılıyor. Ne güzel bir gelişme ki Paralimpik Oyunları’nda yer alan spor dalları artmakta ve engelli sporcuların kırdığı rekorlar olimpiyat rekorlarına yaklaşmaktadır.
2012 Paralimpik Oyunları Oyunları’nda Milli haltercimiz Nazmiye Muslu, Dünya ve Paralimpik Oyunları rekoru kırarak altın madalya kazandı. 40 kiloda podyuma çıkan Muslu, ilk hakkında 100 kilogram, ikinci hakkında 104 ve son hakkında 106 kilogram kaldırarak altın madalyanın sahibi oldu. Daha sonra 109 kilo kaldırmayı denedi ve hiç zorlanmadan bunu da kaldırıp dünya rekorunu elde etti. Onun durumunda olup evden dışarıya bile çıkamayanlara cesaret örneği oldu ayrıca herkese engellilerin neler yapabileceğini gösterdi.
 
ALİYE YÜCEL

26 Ağustos 2012 Pazar

EN BÜYÜK GİTARİST



Yaşamakta olan en büyük gitaristtin hiç görmediğini biliyor muydunuz? Müzik otoriteleri tarafından yaşayan en iyi gitarist olarak kabul edilen Jose Feliciano, görme engelli… Feliciano, 1945 yılında Porto Riko’da görme engelli olarak doğmuş… Ailesi onu küçük yaşta müziğe yönlendirmiş… Çok da iyi yapmış ki böylelikle bir müzik dehası kazanılmış…
Jose, üç yaşında eline müzik aleti almış… Kendi kendine akordeon ve gitar çalmayı öğrenmiş… İnanılması güç ama yedi yaşında beste yapmış… 17 yaşında ailesini geçindirmek için okuldan ayrılıp, çeşitli yerlerde sahne almaya başlamış… Müzik hayatına da gitarla devam etmiş…
Jose Feliciano, “Yaşayan En Büyük Gitarist”, “En İyi Pop Gitaristi”, ”En İyi Caz ve Rock Gitaristi” unvanlarını elinde tutuyor. Ayrıca sekiz Grammy Ödülü, on altı Grammy Adaylığı ve dünya çapında pek çok ödül kazanmış…
Yaklaşık yetmişin üzerinde albüme imza atan şarkıcı ve gitarist olan Jose Feliciano, geçtiğimiz ay Çeşme ve Bodrum’da olmak üzere iki konser verdi. Daha önce de defalarca Türkiye’ye gelen ve ülkemizde sevilen sanatçının konserlerinin çok etkileyici olduğunu anlıyoruz. İzleyenleri büyülüyor ve müzik ziyafeti yaşatıyor. Türk insanını ve müziğini seven Feliciano, bir önceki gelişinde ud satın almış ve çalmasını da öğrenmiş…
 
Farklı parçalarda farklı gitar çalan Jose Feliciano, tam bir konser sanatçısı… Konserine gidip sahne performansını görmeyi isterdim… Olmadı… Merak edip; The Gypsy (Semiramis Pekkan’ın seslendirdiği “Bana Yalan Söylediler” şarkısının orijinali), Rain, Malaguena ve California Dramin şarkılarının videolarını izledim. Besteci ve söz yazarı olan Jose Feliciano’nun çok iyi de bir sesi var. İnsan bir müzik aletini bu kadar güzel mi çalar ve bir şarkıyı bu kadar güzel mi söyler?
Müzisyen ve müzik sever herkesin bu adamı tanıması, en az bir şarkısını dinlemesi gerekiyor sanki... Bir duyu organının kaybının bir başka duyu organını güçlendirdiği bir gerçek! Bu kadar güzel çalabilmek için görmemek mi gerekiyor? Diye düşünüyor insan!
Efsane sanatçı verdiği bir röportajında “Dua ederken de hiç bir şey istemiyorum. Çünkü Tanrı neye ihtiyaç duyduğumu biliyor. Bazı şeyleri bilerek vermedi ve bununla nasıl baş etmemiz gerektiğini bilmemizi istediği için…” diyerek görmese de büyük bir teslimiyetle, kendisiyle barışık ve hayatından memnun olduğunu ortaya koyuyor.
Bu yazıyı yazarken bir taraftan da yine onu dinliyorum… O kadar içten çalıp söylüyor ki bu insana geçiyor… Sesi ve konuşturduğu gitarı insanın içine hoş ve güzel duygular uyandırıyor. Galiba ilham için böyle insanlara ihtiyacımız var… Engelli, engelsiz hepimizin…
 
ALİYE YÜCEL

 

19 Ağustos 2012 Pazar

O VE ZAHİR...


Engellileri konu alırken en büyük yol göstericinin onlara bakışını bilmeden, görmeden olmaz… Peygamberimizin engelliye bakışı tam da olması gereken gibi… Her şeyi mükemmel olan bunu da öyle yapmaz mı? O; acımadan, incitmeden, küçümsemeden, eksikliklerini görerek ama artılarını ön plana çıkaran bir davranış sergilemiş…
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) döneminde engellilerin sayısı fazlaydı. Çünkü o dönemde hastalıklar ve savaşlar sebebiyle el, kol, ayak, bacak ve göz gibi organlarını kaybedenler çoktu. Hz. Muhammed (S.A.V) toplum içinde sosyal statüye sahip olmayan ve aşağılanan engelli sahabelere şefkatle yaklaşmış, sosyal hayata katılmalarını sağlamış, istihdam alanında imkan vermiş ve onları topluma kazandırmıştı.
Hadis-i Şerif’lerde engelli sahabelere ait pek çok örnek görüyoruz. Ancak beni en çok Peygamberimizin Zahir isimli sahabeyle ilişkisi etkiledi! Zahir (R.A) bedensel kusurları olduğu için toplum içine çıkmak istemeyen “Herkes bana bakıyor!” düşüncesiyle tedirgin olan ve bu yüzden çölde yaşamayı seçen bir sahabeydi. Peygamberimiz onun bu psikolojik problemini biliyor ve onunla iletişimini kesmiyordu. Zahir, bu ilgiden çok memnun oluyor ve Peygamberimiz sevgisini kazanmış olmak ona bütün problemlerini unutturuyordu.
Peygamberimiz Zahir’e; çölden bazı bitkileri toplayıp, Medine pazarına getirip beraberce satmayı önermiş ve ayrıca ona bazı siparişler de vermişti. Peygamberimizin bunlara ihtiyacı olmasa da, yaptığı Zahir’i topluma kazandırmak ve ekonomik yönden bağımsız hale getirmek için ne harika bir yaklaşımdı! Pazardaki alışverişlerde Zahir’e yardımcı olan Peygamberimiz “Zahir bizim çölümüzdür (Çölde yaşayanımızı temsil eder). Biz de onun şehriyiz (Şehirde yaşayanını temsil ederiz).” diyerek iltifatlarda bulunmuştu.  
Bir gün Hz. Zahir, en kalabalık olduğu saatte Medine pazarına geldi, tenha bir köşede Hz. Muhammed (S.A.V)’i beklerken; Peygamberimiz ona sessizce arkasından yaklaştı ve Zahir’in gözlerini kapatarak şakalaştı… Zahir önce tanıyamayıp “Bırak beni…” dedi, sonra anlayınca Peygamberimize yaslandı. Peygamberimizin o güne kadar hiç kimseye bu kadar samimi davranmadığını bilen çevredekiler bu ilginç duruma şaşkınlıkla baktılar. Peygamberimiz bunu fırsat bilip; tebessüm ederek yüksek bir sesle çevreye: “Bir kölem var! Satıyorum. Onu benden kim alır?” diyerek şakaya devam etti…
Bunun üzerine Zahir, ömrü boyunca yaşadığı kompleksin etkisiyle Peygamberimizin şakasına hüzünle karışık bir şakayla “Yemin olsun ki Ey Allah’ın Elçisi, beş para etmez, sakat bir köleyi satmaya çalışıyorsun! Onu kim alır?” deyince Peygamberimiz birden şakayı bitirdi! Mizahı gerçeğe dönüştürdü ve bütün ciddiyetiyle etrafını sarmış kalabalığa şöyle seslendi: “Hayır! Ey Zahir! And olsun ki Allah ve Resulü katında senin değerin paha biçilmez! Bunun için biz de seni seviyoruz…”
Peygamberimiz böyle davranıp, böyle diyerek ne güzel manevi ve sosyal bir mesaj vermişti. Zahir’i her yönüyle rehabilite etmenin fırsatını yakalamıştı. Herkesin içinde sıkılarak, çekinerek dolaşan Zahir’e öyle bir terapi uygulamıştı ki; o günden sonra Zahir hiç kimse karşısında en küçük bir sıkıntı hissetmeden, rahat ve özgüvenle yaşadı... Bu olaydan sonra çevredeki herkes engellilerle olan ilişkilerini yeniden gözden geçirerek, onlara nasıl bakmaları gerektiğini anladı!

ALİYE YÜCEL




12 Ağustos 2012 Pazar

OSCAR KOŞUYOR...


“Engelli Atlet yarı finalde…” cümlesini duyduğumda ekrana kilitlendim. Protez bacaklarıyla koşan biri… Bu engelliler olimpiyatı da değildi. Nasıl olur diye çok şaşırdım. Tüm engelliler adına büyük bir gurur duydum. İşte olması gereken bu diye düşündüm.
2012 Londra Olimpiyatları sona erdi. Atletizm Erkekler 400 metre elemelerinde yarışan ilk ampute atlet Oscar Pistorius ise tarih yazdı. Güney Afrikalı engelli atlet 45,44’lük derecesiyle serisinde 2. oldu ve yarı finalde koşmaya hak kazandı. Sonra başarılı olamadı ve madalya alamadı… Ama benim gözümde sanki tüm madalyaları o aldı!
Oscar, 1986 yılında Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde doğdu. Ailesinin sevinci buruktu, çünkü her iki fibula (baldır) kemikleri olmadan dünyaya gelmişti. Bu nedenle 11 aylık iken her iki bacağı kesildi. Oscar küçük yaşta spor yapmaya başladı ve engelleri böyle aştı. Protez bacaklarıyla sutopu, tenis, kriket ve rugby yaptı. Dizindeki problem nedeniyle rugbyyi bıraktı ve atletizme başladı.
Oscar, gerekli yeteneği ve performansı olduğuna inanıyordu. “Yapabileceklerim yapamayacaklarımdan çok daha fazla…” diyerek pistlere koştu. Küçükken nasıl protez bacaklarıyla normal arkadaşlarını geçiyorsa, şimdi de herkesle yarışabilirdi. Öyle de yaptı. Bacaklarındaki karbon fiberden yapılan protezlerle koşuyor, yarışıyor, dereceler yapıyordu.
Oscar Pistorius, adından söz ettirmeyi başardı. Atletizmde ilk başarısını 2004 Atina Paralimpik Oyunları’nda 200 metrede altın, 100 metrede bronz madalya alarak kazandı. Fakat sonra karşısına büyük bir engel çıktı. 2007 yılında Uluslararası Atletizm Federasyonu (IAAF) “Avantaj sağlayan her hangi bir ekipmana sahip bir sporcu olimpiyat oyunlarında yarışamaz” diye bir kural koydu. IAAF, Oscar’ın protezleriyle testler yaptı. Sonucunda bacaklarını kullanan atletlere kıyasla daha az enerji harcadığı ve bunun kendisine avantaj sağladığı kararına varıldı.

Pekin Paralimpik Oyunları’nda 100, 200 ve 400 metrede altın madalya kazanan Oscar’ın 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları hayali ne olacaktı? Oscar vazgeçmedi ve Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi’ne (CAS) başvurdu. Testlerde avantajlar ölçülmüş, dezavantajlar ölçülmemişti. Aslında protezler Oscar’a avantaj sağlamıyordu. Böylece CAS, IAAF’ın yasağını kaldırdı.
2011 yılında Daegu’da yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası’nda ilk kez paralimpik olmayan büyük bir şampiyonada bayrak yarışında gümüş madalya kazanan Oscar, 2012 Londra Olimpiyatları’na iki farklı kategoride koştu. Bu arada Oscar Pistorius’u olimpiyatlara gönderen Güney Afrika’yı çok takdir ve tebrik etmek lazım… Kaç ülke bunu yapardı acaba?
“Bacakları olmayan en hızlı şey” diye bilinen Oscar Pistorius, kurumsallaşmış spor endüstrisinin koyduğu katı normları da kırmış oldu. Çünkü spor örgütleri herkesi sporun içine çekiyor gibi görünürken, bir taraftan da insanlara belli normlara göre roller biçiyor. Bu rollerin dışına çıkmalarını da engelliyor. Örneğin, “normal atletler” normal yarışlarda, “engelli atletler” de paralimpik yarışlarda yarışabilir gibi…
Bacakları olmayan bir insanın olimpiyatlarda yarışması ne müthiş bir olay… 2012 Londra Olimpiyatları denildiğinde akıllara gelen ilk isim olacak… Kendisini stadyumda ve televizyon başında izleyenlere hissettirdikleri kelimelerle anlatılır gibi değil… Belki de bundan sonra farklı engelleri olan sporcuları da izleyebileceğiz olimpiyatlarda… Bunu Oscar’a borçlu olacağız…
“Küçükken annem bana ve kardeşime seslenirken şöyle derdi: Carlos ayakkabılarını giy ve dışarı çık, Oscar sen de protezlerini giy ve çık… Bu yüzden hiç bir zaman bir engelim olduğunu düşünmedim... Hep farklı bir ayakkabılarım olduğunu düşündüm…” diyen Oscar’ın hayatı film olsa Oscar, belki de Oscar’a koşardı…

ALİYE YÜCEL




5 Ağustos 2012 Pazar

HEPSİ İMTİHAN...


Hayat bir imtihan dünyasıdır. Bu dünyada bir imtihandayız. Varlığımızla, yokluğumuzla; eksiğimizle, fazlamızla… Herkes farklı farklı bir imtihan geçiriyor. Bunu böyle algılamamız gerekir… İnancımız bunu gerektirir! Unutmayalım ki; denenmeden ve sınanmadan da bu dünyadan da ayrılamayacağız…

Bazı şeylerden yoksun olmak büyük bir imtihandır. Engelliler de hayatlarında çeşitli zorluklarla karşılaşıp imtihan olurlar… Bedensel engelli farklı, görme engelli farklı diğer engelliler daha farklı bir imtihan geçirir. Kimi günlük hayatta, kimi sosyal hayatta zorlanır. Kimi de hepsinde… Engelli için günlük yaşantı zorlaşır, eğitim zorlaşır, iş ve eş bulmak zorlaşır… Bunların hepsi birer imtihandır…

Engellilerin geçirdiği en büyük imtihanlardan biri de bakışlardaki acıma ve alaydır. Onları her iki bakış türü de incitir. Bu bakışlarla pek çok yerde ve pek çok kez karşılaşırlar. Görme engelliler bu tür bakışları görmedikleri için belki de şanslıdır!

Skolyoz, kambur, cüce, ağır yanıkları ve şekil bozuklukları olanlar da engellidir. Onlar günlük yaşantılarında kendilerini zorlayan büyük bir engelleri olmasa da çevredekilerin kimi acıyan, kimi alay eden bakışları nedeniyle farklı bir imtihan geçirirler.

Engelliler bu imtihanlardan geçerken yakınları ve toplumun diğer fertleri de onlarla imtihan edilirler… Engellinin ailesi ve yakınları (özellikle de zihinsel engellinin) engelliye bakımı ve sabrıyla toplumdaki diğer insanlarda engellilere karşı davranışları ve duyarlılıklarıyla imtihan edilirler. Yani engelliler, yakınları ve toplum için birer imtihan sebebidir.

İnsanlar iyi-kötü, acı-tatlı çeşitli olaylarla karşılaşabilirler… Yaşadığımız hayatın her anının imtihan olduğuna inanınca, zorluklar ve sıkıntılarda sabırla aşılabilir. Gelen her türlü belaya, hastalığa, sakatlığa isyan etmemek ve bu şekilde hayata devam etmek imtihanımız için en büyük kazançtır!

Hiçbir şey boşu boşuna yaratılmış değildir. Yaratılışımızdaki hikmeti anlamamız gerekir. Bunda suçumuz ne diyemeyiz? Dememeliyiz! Bunda bizim artımız nedir? Ne olabilir? Demeliyiz! Bunu anlayıp, isyan etmeden bir hayat sürmek ne güzel bir imtihandır. Allah hepimizi imtihanlardan rahat geçenlerden eylesin…



ALİYE YÜCEL




29 Temmuz 2012 Pazar

ÖZÜRLÜ KARİYERİ


Özürlü istihdamı ve kariyeri alanında yepyeni bir oluşum olan Özürlü Kariyeri yaptığı çalışmalarla da farklı olmayı; özürlüyü özürlü olduğu için değil, yeteneğine uygun olduğu için işe yerleştirmeyi amaçlıyor.

Hedef kitlesi; 14 yaş üstü bedensel, hafif zihinsel, işitme, konuşma, görme ve süreğen özürlüler olan Özürlü Kariyeri, % 40 ve üzeri oranda Özürlü Raporu olan herkese hizmet veriyor.

Şartlar uygun olduğunda, özürlünün de her işi yapabileceğinden yola çıkan Özürlü Kariyeri; özürlüyü tanıyıp, önce ona uygun mesleği, sonra işi buluyor. İşe uyumunu sağlayıp, iş takibini de yapıyor.

Özürlü Kariyeri’nin çalışma sistemi 6 aşamadan oluşuyor:

1- Kayıt:
Özürlünün; severek çalışacağı işine ilk adımıdır. Özürlü bireyin; özür grubu, eğitim durumu, aile ve iletişim bilgileri sistemli bir yazılım programında kayıt altına alınır.

2- Değerlendirme:
Özürlülerin; yeteneklerinin, birikimlerinin, ilgi alanlarının, karakter özelliklerinin ve eğitim durumlarının, geçerliliği olan bir mesleki rehberlik testi ile belirlendiği süreçtir. Özrü dikkate alınmadan, hangi meslek alanlarının kişiye uygun olduğu tespit edilir.

3- Yönlendirme:
Değerlendirme sonucunda özürlü bireyin eğitim eksikliği varsa ihtiyacına uygun olan temel eğitim kurslarına ya da kabiliyetine göre mesleki eğitim kurslarına yönlendirildiği aşamadır.


4- İş Eşleştirme:
İş ve meslek analizi tamamlanan özürlünün eğitimine, birikimine, yeteneğine ve ilgi alanına en uygun işyerine yerleştirilmesidir. En uygun işe, en uygun özürlünün yerleştirilmesi amaçlanır.

5- Oryantasyon  (İş Uyumu):
Çalışma alanında şartlar uygunsa, kişi daha başarılı olur. Özürlü bireyin işinde başarılı olması için gerekli şartlar belirlenerek, iş yerine uyumunu sağlayacak oryantasyonun yapılmasıdır.

6- İş Takibi (İzleme):
Özürlü bireyin işe yerleştirdikten sonra belli periyodik aralıklarla durumunun takip edilmesi, olası sorunların işverenle beraber çözülmesi sürecidir. Böylece Özürlü Kariyeri, özürlüyü uygun işe yerleştirmekle kalmayıp iş takibini de yapmaktadır.

Özürlü istihdamı konusunda kaliteyi getirmeyi ve özürlü ile işveren arasında köprü olmayı hedefleyen Özürlü Kariyeri; Türkiye Beyazay Derneği’nin bir projesi olup, İŞ-KUR ve Siemens ile birlikte yürütülmektedir.

Özürlü Kariyeri; yeteneklerini keşfetmek, ilgi alanına uygun bir işe yerleşmek, daha verimli ve huzurlu bir işte çalışmak isteyen, geleceğin başarılı ve iddialı özürlü bireylerini bekliyor.

İletişim:
Tel: 0212 250 29 46 - 48


ALİYE YÜCEL  


22 Temmuz 2012 Pazar

BEDENSEL ENGELLİ VE NAMAZ


Sağlam insanlar için son derece kolay olan bazı eylemler, bedensel engelliler için çok zor olabiliyor. Yürümek, merdiven çıkmak, bir şey taşımak gibi… Durum böyle olunca, bedensel engelliler abdest almakta ve namaz kılmakta zorlanıyor.
Pek çok tesis veya hizmet binası gibi maalesef ki camilerin fiziki yapısı da engellilerin ziyaretini, ibadetini zorlaştırıyor, hatta bazen imkansızlaştırıyor. Engellisin, camiye gitmek istiyorsun ama camiler engelliye uygun değil. Tekerlekli sandalye için rampa yok. Bedensel engelliler için ayakkabıları çıkarmak zor olabiliyor. Baston kullanıyorsa yere basan kısmına bir şey geçirmek lüzum ediyor. Belki namaz kılmak için bir sandalyeye oturmak gerekebiliyor… 
Abdest almak için gereken lavabo ve tuvaletlere gelince... Engellilere hitap eden tuvalet bulmak çok zor hatta imkansız... Caminin abdest alma bölümünde bedensel engelli birinin abdest alması zorlukla gerçekleşiyor.
“Engelli de evinde otursun, evinde namaz kılsın” diye düşünmek çok yanlış olur. Biliyoruz ki camide cemaatle namaz kılmak, evde namaz kılmaktan daha fazla sevaptır. Engellileri bundan mahrum etmek olmaz. Camilere erişim zorluğu anlaşıldığı için; bu konuda bazı camilerde düzenlemeler yapılmaya başladığını görüyoruz. Ancak yeterli değil. Engellilerin de camilerden daha kolay yararlanabilmesi için bazı düzenlemeler yapılması gerekiyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen hiçbir engel Allah’a kul olmaya, ibadet etmeye engel olamaz. Engelli olmak ibadetlerden muaf olmak demek değildir. Herkes gücü nispetinde kulluk görevini yerine getirmelidir. Ayrıca dinimiz kolaylık dinidir. Teyemmüm, mesh, ima ile namaz kılmak gibi ibadetleri kolaylaştırıcı pek çok unsur vardır.
Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan ve nasıl namaz kılacağının soran bir sahabeye Peygamberimiz (S.A.V.) “Namazını ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yaslanarak kıl.” buyurmuştur.
Farz namazları ayakta kılmaya güç yetiremeyen kimseler, ayakta kıldıkları takdirde başka bir rahatsızlığı oluşanlar veya hastalığının artması ya da iyileşmesinin gecikmesi söz konusu olan kimseler namazlarını oturarak kılabilirler. Rüku ve secde yapmaya güç yetiremeyen kimseler de namazını ima ile kılabilir.
Abdestte yıkanması farz olan bir organı eksik olan bedensel engellinin, eksik olan organını yıkama yükümlülüğü de ortadan kalkmıştır. Takılan protezlerin yıkanması veya mesh edilmesi gerekmez. Temiz olmaları yeterlidir.
Sağlıklı insanlar kolaylıkla abdest alıp, rahatlıkla namaz kılabilirken; bedensel engelli birinin abdest almakta ve namaz kılmakta zorlandığı halde bunu yapması ne kadar anlamlı… Öyle değil mi?

ALİYE YÜCEL

15 Temmuz 2012 Pazar

ENGELLİ ÇİZGİ ROMAN KARAKTERİ


Çizgi roman okumayı çok severim. Çocukluğumda ve gençliğimde öyle çok okudum ki… Hem de hemen hemen hepsini… Teksas, Tommiks, Kızılmaske, Zagor, Tenten, Teks, Mandrake, Kaptan Swing, Mister No, Red Kit, Asterix ve Doğan Kardeş dergisinin çizgi romanları… Aldığımda, bulduğumda bir köşeye oturur, nasıl büyük bir merakla okurdum. Farklı dünyalara gitmenin hazzı çok güzeldi.
Bu yaşa geldim artık pek okumasam da çizgi romanlar ve onlarla ilgili rastladığım her şey hala ilgimi çekiyor. Bir çizgi roman gördüğümde hemen okuma hissi duyuyorum. Bu merak öyle büyüdüm, yaşlandım; geçti bitti gibi bir merak değil. Sevmişseniz ömür boyu sizinle…
Günümüzde de çizgi romanlar yayınlanıyor ve çok seveni var. Okuyanlar ve ilgilenenler bilir. Amerikalı DC Comics, en tanınmış ve en büyük çizgi roman şirketlerinden biri… Detective Comics, DC Comics şirketi tarafından 1937 yılından bu yana aylık olarak yayınlanan bir çizgi roman serisi... Bildiğiniz, adını duyduğunuz birçok karakteri var: Superman, Batman, Wonder Woman gibi…
En iyi bilinen karakteri de Batman. Bahsedeceğim karakterde Batman serisinden Batgirl. Batgirl yani Barbara Gordon’ın hikayesi biraz karışık... Dick Grayson’ın Robin olduğu zamanlarda Batman’in onayı olmadan Batgirl olan Barbara Gordon, The Killing Joker hikayesinde Joker’le girdiği çatışma sırasında belinden vurularak, ömür boyu felçli hale gelmiş ve böylece Oracle adıyla bilinen başka bir kahramana dönüşmüştür. Bu durum okuyucuları çileden çıkarsa da suçlulara karşı savaşını da tekerlekli sandalye üzerinde devam ettirmiştir.

Oracle deha seviyesinde bir zekaya ve fotoğrafik bir hafızaya sahiptir. Sakatlığı sonrası zaten var olan teknolojik aletler üzerinde olan kabiliyetini iyice geliştirmiş ve süper kahramanlar arasında oluşturduğu network ile suçla savaşta herkesin gözü kulağı haline gelmiştir. Tekerlekli sandalyesinden her türlü bilgi akışı, organizasyon ve koordinasyonu sağlamış... Batman’a daima yardımcı olmuştur.
Barbara Gordon yani ilk Batgirl aynı zamanda çok tanınan, önemli ve başarılı bir kadın karakter… DC Comics’in en popüler karakterlerden biri ve en zeki 10 süper kahraman arasında tek kadın kahramandır.
İşte Oracle’nin hikayesi böyle… Oracle, sadece süper kahramanlar için yeri doldurulmaz bir yardımcı değil, fiziksel engeliler içinde güç kaynağı olacak bir rol modeldir. Çizgi roman dünyasında Batman nasıl adaleti ve cesareti temsil ediyorsa, Oracle'de engelleri aşmanın sembolü olmuştur.
Maceralarını okumadım. Ama okumayı isterdim. Hele de çocukluğumda… Engelli ve farklı biri olarak; neyi yapıp yapamayacağımı sorgularken çizgi roman dünyasında böyle bir kahraman görmek ve onun maceralarını okumak ruhuma ne güzel gelirdi!

ALİYE YÜCEL


8 Temmuz 2012 Pazar

ENGELLİ KOMŞUYA HAYIR!


Sabancı Vakfı, Toplumsal Gelişme Hibe Programı (TGHP) kapsamında 2009 yılından bu yana kadın, genç ve engellilerin topluma daha fazla katılımlarını hedefleyen projelere destek veriyor. Bugüne kadar 20 projeyi destekleyen Sabancı Vakfı'nın hibe verdiği engelli yaklaşımına sahip 14 projeden biri olan "Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu" projesi, Türkiye'deki engelli ayrımcılığını ortaya koyan bir araştırmaya imza attı. "Ayrımcılığı Önle" projesi kapsamında halkın ayrımcılığa bakışının tespit edilmesi için bir kamuoyu araştırası yapıldı.
Engelli Konumlandırma, Algı ve Ayrımcılık Araştırması; engelli ve engelsiz olmak üzere iki farklı gruba uygulanmış... Anket; Türkiye'nin genel demografik yapısını yansıtacak şekilde 9 ilde, 241 engelli ve 178 engelsiz kişiyle yüz yüze görüşmek suretiyle gerçekleştirilmiş… Ankette çok çarpıcı sonuçlar elde edilmiş… Bu araştırma, Türkiye'de engelliye bakışı da gözler önüne seriyor.

Anket sonuçlarına göre, toplumun % 57.3'lük bir bölümü engelliler için ayrı okullar yapılmasını destekliyor. Engelsiz kişilerin % 67.5'lik bölümü, engellilere yönelik özel yapılmış mahalle ya da site projelerine destek vermiyor. % 80.2'lik bölümü buna sebep olarak engellilerin toplumdan soyutlanmamaları gerektiğini gösteriyor. Bununla birlikte, engelsiz kişilerin % 70.3’lük gibi büyük bir çoğunluğu ortopedik engelli bir komşu istemediğini belirtiyor.
Araştırmadan çıkan en ilginç sonuçlardan biri hiç kuşkusuz, engelsiz kişilerin büyük bir çoğunluğunun engelli komşu istemediğini belirtmesi... Evet, engelsiz kişilerin, yüzde % 70,3’lük bir çoğunluğu ortopedik engelli bir komşu istemiyor… Neden? Niçin? Anlamak zor… Engelin türüne göre ele alırsak; zihinsel ve psikolojik engelli olsa, zarar verir ya da gürültü yapar gibi faktörler yüzünden (ki onları bile istememek doğrudur, diyemeyiz…) istemediğini varsayalım… Ama araştırmaya göre, bedensel (ortopedik) engelli komşu da istenmiyormuş!
Çok garip! Bedensel engelli komşu neden istenmez? Estetik kaygı yüzünden mi? Acıma duygusu yüzünden mi? İtici buldukları için mi? Neden acaba? Aslında ankette bu da sorulmalıydı. Neden istemiyorsun? Sebebi nedir? Diye… Yapılan açıklamada makul ve mantıklı bir cevap çıkar mıydı? Gerçekten çok merak ettim.
İnsan… Bakın “insan” diyorum! Sadece engelli olduğu için bir komşusunu nasıl istemez? Gelin ve damat istenmediğine çok şahit olduk… Bu tamam da! Komşu niye istenmez? Anlamak zor. İnsanoğlu daha ne kadar çirkinleşebilir diye düşünüyorum da, galiba sonu yok!
Diğer bir taraftan da insanlar ne kadar farklı diye düşünmeden edemedim. Bazı engelsiz kişiler; engelli birini eş olarak düşünebiliyor, hatta evleniyor… Bazıları ise komşu olmak bile istemiyor! Engelli komşuya “hayır” diyebiliyor!

ALİYE YÜCEL