> Engeloji

Translate

23 Kasım 2014 Pazar

"DUR"


Bir kaldırıma görme engelli yolu yani hissedilir zemin uygulaması yapılır ve bu yolun tam ortasına da bir "Dur" işaret levhası konulursa ne düşünürsünüz? Bu şaka gibi olay Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde olmuş... Karayolları; Ereğli'de, Kepez Mahallesi ile Gülüç Beldesi arasında bakım onarım çalışmaları sırasında kaldırımları da düzenlemiş. Bu düzenlemede görme engelliler için yürüyüş yolu da yapılmış. Yapılmış yapılmasına da tam ortasına da sürücüler için bir uyarı olan "Dur" işaret levhası konulmuş!

Şaşırmamak elde değil... Bunu görenler de büyük şaşkınlık yaşamışlar, bir anlam verememiş ve büyük tepki görmüş. Haberi de yapılınca işaret levhası Karayolları tarafından hemen kaldırılmış... Trafik işaret levhasının "Dur" olması da manidar! Başka bir trafik işaret levhası da olabilirdi. Uyarı sürücülere... Ancak bu yolu takip ederek yürüyen görme engelliler de ister istemez duracak! Umarız bu arada zarar gören bir görme engelli olmamıştır.

Görme engelli yolu yani hissedilir zemin görme engellilerin dokunma duygusuna hitap ediyor; yönlendirmek ve engeller konusunda uyarmak için zeminde tasarlanmış kabarma dokulu yüzeylerden meydana geliyor. Görme engelliler bunu ayak tabanları ve beyaz bastonlarıyla hissedebiliyor. Böylece rahatça yürüyebiliyor. Bu yol ilk kez 1965 yılında Japonya’da bulunmuş ve 1967 yılında Okayama Görme Engelliler Okulu’nun yanındaki bir yolda uygulanmış... Avrupa Birliği normlarına göre; bu yollarda uzun çizgiler yolun devam ettiğini, yuvarlak kabartmalar ise yolun bittiğini gösteriyor.


Ereğli İlçesi'nde yapılan bu yanlış durumun haberini görünce, bu konuyu bir daha ele almak istedim. Belki de kasıt yok. Çünkü bu konu yeterince bilinmiyor. Eğer bilinse oraya görme engelli biri için bir tuzak olan o işaret levhası konulabilir mi? Bunu yapan kişilere bu yolun ne için yapıldığını, o taşların süs olarak değil de, bir anlam taşıdığı için konulduğunu anlatmak gerekiyor. Bu yolların görme engelliler için yapıldığını; onların yürümesini ve bağımsız hareketini kolaylaştırdığını... Bu yüzeylerin üzerine bir şey konulduğunda ya da kapatıldığında onların hayatını zorlaştırdığını, hatta hayati tehlikeye soktuğunu bilseler yaparlar mı? Sanmıyorum...

Bundan sonra herkes bu konuda biraz daha dikkatli olmalı... Görme engelliler de herkes gibi ve herkesle birlikte, yaşamın tüm alanlarındaki hak ve hizmetlere ulaşabilmeli... Bu nedenle bunlardan yararlanabilmesi için, hissedilir yüzeyler de her yerde olmalı... Bu yollar üzerine engeller konulmamalı ve park edilmemeli... Görme engellilerde sokağa çıkıp rahatlıkla yürümeli… Sosyal hayata katılmaları kolaylaşmalı… Bu yanlışa "Dur" demeli...


ALİYE YÜCEL


16 Kasım 2014 Pazar

ALİ'NİN HİKAYESİ



Ali, tekerlekli sandalyede bir çocuk... Ateşli bir hastalık geçirdiği için her iki bacağı da tutmuyor. Bu nedenle hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Bazı kimseler hayatını tekerlekli sandalyede geçiren kimseler için "tekerlekli sandalyeye mahkum" diyor. Oysa Ali bu tabirden hiç hoşlanmıyor. O hayatını tekerlekli sandalyede sürdürdüğünün bilinmesini istiyor.

Ali, küçük yaştan beri durumunun farkında ve bunu kabullenmiş bir çocuk... Yürüyemese de tekerlekli sandalyesiyle okula gidiyor. Günlük yaşantısında zaman zaman (mimari engellerden dolayı) zorlansa da yaşantısını sürdürüyor. Ailesi, arkadaşları ve öğretmeni onu çok seviyor ve yardımcı oluyorlar... Sınıfı okulun giriş katında, okulunun girişinde bir kaç basamak merdiven var. Bu nedenle Ali'nin okula başladığı yıl, tekerlekli sandalyesiyle rahatça girebilmesi için girişe rampa yapılmış... Ali, mutlu ve çok başarılı bir çocuk...

Genelde normal insanlar (!) bazen Ali'ye acıma ya da küçümsemeyle baksa da o kendisine  farklı bakmamalarını, ilk tanışmada herkese nasıl davranılıyorsa ona da öyle davranmalarını istiyor. Tekerlekli sandalyede yaşasa da ekstra bir ilgiyi ya da dışlanmayı istemiyor.



Tekerlekli sandalyede olduğu için “sakat, aciz" gibi etiketlerle, acıyarak yaklaşılmasını ve acıma hissi veren ses tonu ile konuşmalarını da istemiyor. Sonuçta birtakım engellere sahiptir olduğunu biliyor. Ancak o hasta ya da mutsuz olmadığının bilinmesini istiyor.

Ali, karşısında çok dikkatli ve özenli olmaya çalışanları hiç anlayamıyor. Diğer insanlarla nasıl konuşuluyorsa onunla da öyle konuşmalarını istiyor. Kelimeleri vurgulayarak veya yüksek sesle konuşmayı anlamsız buluyor, çünkü onun duyma sorunu yok! Ayrıca onun zeka ve algılama sorunu olduğunu ima eder gibi tane tane ve vurgulayarak konuşulmasını da istemiyor.

Tekerlekli sandalyede olduğundan dolayı ona yardım etmek amacıyla aniden atılmamalarını; onun yardım istemesini beklemelerini istiyor. Eğer yardım istiyorsa kendi söylüyor ve yardım edecek kişiyi kendi yönlendiriyor. Tekerlekli sandalyesine aniden yaslanılması ve dokunulması onu rahatsız edebiliyor.

Tekerlekli sandalyede olduğu için onunla konuşan kişinin tam karşısında, rahatlıkla göreceği şekilde durması gerekiyor. Sanıldığının aksine Ali engeliyle ilgili soru sorulmasından rahatsız olmuyor. Sadece soruyu samimiyetle, uygun bir dille sormalarını bekliyor. Kısaca Ali çok şey beklemiyor. Onu olduğu gibi kabullenmenizi istiyor.


ALİYE YÜCEL

9 Kasım 2014 Pazar

MERHABA VE ELVEDA


ALS hastalığına dikkat çekmek için yapılan Ice Bucket Challenge (Bir Kova Buz) kampanyasını duymayan kalmadı. Böylece herkes bu tedavisi olmayan kas hastalığını öğrendi. "Merhaba" da ALS hastalığına dikkat çekmek için yapılmış kısa bir film. Bu nedenle bir sosyal sorumluluk niteliğini de taşıyor. 20 dakikalık filmde, ALS hastası bir adam ve kızı arasındaki ilişki anlatılıyor. Filmin oyuncuları; Fadik Sevin Atasoy, Sönmez Atasoy, Paxton Winters, Nursel Köse ve İskender Altın. Yapımcılığı Mandy Menaker yaptığı filmi yönetmen Lauren Brady yönetmiş.

Filmin konusuna gelince: Özge (Fadik Sevin Atasoy) Amerika'da yaşayan genç bir cerrahtır. İstanbul'daki halası (Nursel Köse) bir gün onu babasının hastalığı için arar. Bunun üzerine Özge sevgilisi Brian'la beraber hemen İstanbul'a gelir. Babası Osman (Sönmez Atasoy) ALS hastasıdır. Hızla ilerleyen bu hastalığı kabullenmek tüm aile için hiç de kolay değildir. Özge çok sevdiği babasıyla ilgilenmek için İstanbul'da kalmakla, kariyeri için Amerika'ya gitmek arasında bir karar vermek zorundadır...

Amerikan yapımı Merhaba Türkiye'de; hem Türkçe, hem de  İngilizce olarak iki dilde çekilmiş. Filmin bazı sahneleri ALS-MNH Derneği'nde gerçekleştirilmiş. Lauren Brady, Dr. Alper Kaya'ya hastalık ve ilerleyişi hakkında danışmış. 2011 yılı yapımı film 6 dalda birden ödül almış. Fadik Sevin Atasoy, bu filmdeki oyunculuğuyla New York University Tisch - First Run Film Festivali'nde "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü kazanmış.


Genç yönetmen Lauren Brady, Merhaba'da kendi hayat hikayesinden esinlenmiş. Babasının da ALS hastası olması sebebiyle, böyle bir film çekerek farkındalık oluşturmak istemiş... Lauren Brady ve Fadik Sevin Atasoy önceden tanışıyormuş. Brady, filmi Türkiye'de çekmeye karar vermiş. Fadik Sevin Atasoy ise bu film teklifini alınca, babasıyla görüşerek onu da bu filmde oynamaya ikna etmiş. Böylece baba kız filmde karşılıklı oynamışlar...

Filme konu olan hastalığa gelince: ALS; merkezi sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı denilen bölgenin motor sinir hücrelerinin kaybı nedeniyle meydana geliyor. Bu hücrelerin kaybı nedeniyle kaslarda güçsüzlük ve erime başlıyor. Önce ellerde, bacaklarda, ağız ve dilde meydana geliyor. İlerleyince tüm vücut etkileniyor. Genellikle 40-50 yaşlarında başlıyor ve erkeklerde daha sık görülür. Zihinsel fonksiyonlarda ve bellekte ise bir kayıp olmuyor. ALS'nin kesin tedavisi yok. Bu nedenle tedavisi ve bakım süreci oldukça zor... Filmde de buna değiniliyor.

Merhaba'yı izleyen engelli, engelsiz herkes bu filmden çok etkilenecek bundan eminim... Bir engelin olumsuz etkilerini görmeye başlamak ve bunu kabullenme süreci çok güzel aktarılmış. Pek çok engelli kendi yaşadıklarını beyazperdede görmüş oluyor. Filmde çok dokunaklı sahneler var. Hele baba kızın veda sahnesi görülmeye değer. Bazen çaresizliğe üzülüyorsunuz, bazen de aile olmak böyle bir şey diyorsunuz... Usta oyuncu Sönmez Atasoy engelli rolüyle öyle başarılı ve inandırıcı ki ki gözleriniz doluyor. Filmde kim, neye, kime merhaba diyor, onu bulmak da size kalıyor!


ALİYE YÜCEL


2 Kasım 2014 Pazar

ZİHNİYETİN BÖYLESİ


Olay Ankara'da yaşandı. Bir çok polemiğe sebep olduğu için de pek çok haberi yapıldı. Şimdi bu yazıyı okuyanların bir çoğu da görmüştür, duymuştur eminim. Bir gazi ile otobüs şoförü arasında geçen tartışmadan bahsedeceğim. Bu konu çeşitli siyasi olaya alet edildi. O haklı, bu haklı demeyeceğim. Zaten şoför haklı bile olsa haksız durum düştü. Araçta bulunan kamera kayıtları da yapılan haberlerde gösterildi. Böylece her şey ortaya çıktı...

Olay şöyle gelişiyor. Gazi Yılmaz Yiğit,  Ankara'da bir belediye otobüsüne biniyor. Otobüsün şoförü gaziye kartını basmasını söylüyor. Gazi'de kartının arka cebinde olduğunu, her iki eli de olmadığı için çıkaramadığını söylüyor ve şoförden yardım istiyor. O andan itibaren şoför açıyor ağzını yumuyor gözünü... "Sizin gibi şerefsizlerden bıktım. Bana ne. Çıkarmak zorunda mıyım? Bunlar hep böyle. Benim için mi kollarını kaybettin? Sana iyi olmuş, iyi ki kaybetmişsin. Senin gibi şerefsiz bir gaziden 2 bin 500 TL. tazminat aldım, benim için mi gazi oldun? Şerefsiz..." gibi bir çok hakaret ettikten sonra gazinin kollarını kastederek "Allah görmüş de elini almış işte..." diyor.

Güzel bir sözümüz var "Kavgada bile söylenmez." Bu şoför söylüyor işte... "Allah görmüş de elini almış işte..." diyebiliyor. Böylesine bir hakareti hiç kimse hak etmez... Gazi Yılmaz Yiğit, 7 yıl Özel Hareket Birliği'nde görev yapmış. Yanında bir çok arkadaşı şehit olmuş. O ise iki kolunu, sağ ayağını ve bir gözünü çatışmada kaybetmiş ve bunun sonucu olarak da gazi unvanını almış biri...


Ankara'da belediye otobüsü şoförü Vahit Çatal ile Gazi olan Yılmaz Yiğit arasında yaşanan tartışmada olay kamuoyuna yansıyor. Ankara EGO Genel Müdürlüğü de Gazi Yılmaz Yiğit'in şikayeti üzerine böyle bir girişimde bulunan şoför açığa alıyor. Gazi ve arkadaşları Ankara Büyükşehir Belediyesi önünde basın açıklaması yapıyorlar. Ama şoför Vahit Çatal görevine dönüyor... Olay büyüyor da büyüyor...

Bu konuyu bir siyasi tartışma için yazmıyorum. Engelliler bunlara alet edilse de, engellilik bunların üstünde bir kavram diye düşünüyorum. Engellilik siyasete asla alet olmamalı... Ben burada başka bir şey söylemek istiyorum. "Allah görmüş de elini almış işte..." Ne demek? Bu nasıl bir zihniyet? İnsan nasıl böyle düşünebiliyor ve bunu hiç utanıp, sıkılmadan uluorta söyleyebiliyor. İnsan duyduklarına inanamıyor. İnanmak istemiyor.

Maalesef böyle bir zihniyet var. Ben de bu gibi söylemlere şahit oldum. Bu zavallılar, bir eksiklik ya da bir engel gördüklerinde böyle düşünebiliyor. "Bunun için görmüyor, onun için duymuyor, onun için kolu yok, bunun için bacağı yok" diyebiliyor. Bu tür bir düşüncede olmak ne büyük bir yanılgı, ne büyük bir yanlış... Allah'ın kime, neyi, niçin verdiğini anlamışlar gibi... Allah'ın kime, neyi, niçin verdiğini kim bilebilir? Böyle bir konuda neye güveniyorsa artık... Yarın bir kaza geçirip bir uzvunu kaybederse, Allah neyi görmüş olacak?


ALİYE YÜCEL

26 Ekim 2014 Pazar

İŞE KATILIP HAYATA ATILMAK


Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın engellilerin iş hayatına katılmasını hedefleyen yeni bir projesi var. "İşe Katıl Hayata Atıl" isimli projeyi Garanti Bankası da destekliyor. Bu proje bir koçluk ve mentorluk çalışması... Koçluk ve mentorluk yeni bir meslek... Biliyoruz ki koçlar ve mentorlar, kişilere önce hedef belirlemelerinde ve sonra da ona ulaşmalarında yardımcı oluyorlar. Bu kez de engellilere yardımcı olacaklar.

"İşe Katıl Hayata Atıl" projesi Türkiye'den daha gelişmiş ülkelerin kurumlarının incelenmesi ve bakanlık çalışanlarının bireysel olarak yurt dışına iş seyahatleri sırasında gözlemleri sayesinde ortaya çıkmış. Projenin tanıtım toplantısında gerekli bütün bilgiler Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam tarafından açıklanmış...

Bakan Ayşenur İslam projeyle ilgili  olarak "6 ay boyunca koçlar engellileri izleyecek... Projenin amacı engellilerin bir taraftan işe kazandırılması ama bir taraftan da bu işlerin sürekliliğinin sağlanması. Koçluk sisteminin, böyle bir mihmandarlık yapılmasının sebebi bu, muhtemel sorunları başlangıçta öngörmek..." diyor. 

Proje ile engellilerin çok geniş bir alan olan özel sektörde çalışmasının önündeki engellerin kaldırılması planlanıyor. Koçluk ve mentorluk sistemiyle engelli çalışanın sorunlarının; engelli, engelli kişinin ailesi ve iş yeri ile görüşülerek çözümün sağlaması amaçlanıyor. Engellinin işe devamındaki sorunlar, engellilerin işten beklentileri, işverenin engelliden beklentileri mentorluk sistemiyle ortaya çıkacak.


Proje öncelikle 6 aylık bir süre ile Ankara'da başladı. Daha sonra 4 ayrı şehirde yine 6 aylık sürelerle devam edecek. İlk etapta Ankara'da 15 koç; özel istihdam bürolarıyla çalışmaya başlamış, işe yerleştirmeye başlanılan engelli sayısı bir ay 10-15 olması hedeflenirken, 40 engelli için talep alınmış... 6 ayın sonunda 300 engellinin işe yerleştirilmesi hedeflenmiş... Ancak bu sayının artacağı görülüyor. Verimli bir atılım olduğu takdirde proje devam edecek. Sivil Toplum Kuruluşları, özel sektör, yerel yönetimlerin de koçluk ve mentorluk sistemini öğrenmesi ve uygulaması bekleniyor.

Bu projeye Gazi Üniversitesi Özel Eğitim Bölümü Zihinsel Engellilerin Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Necdet Karasu bilimsel destek vermiş. Karasu bu proje ile ilgili yaptığı açıklamada; işe yerleşen bireylerin bireysel yaşamındaki, aile hayatındaki, iş yerindeki değişiklikleri inceleyeceklerini... Engellilerin bireylerle iletişiminden tutun da, insanların onları kabulüne kadar her şeyi proje çerçevesinde takip edeceklerini, anlatıyor.

Karasu ayrıca "İş yeri koçları; görüşmeleri engelinin teyzesi, halası gibi çok sayıda akrabasıyla yapıyor. Süreç sonunda işe yerleşen bireylerin kaçının işe devam ettiğini, kaçının iş değiştirdiğini, kaçının bu işi neden değiştirdiğini, değişimde hangi zorluklarla karşılaştığını, sisteme nasıl adapta olduklarını inceleyeceklerini..." söylüyor.

Her birey gibi engelliler de bir iş sahibi olmak istiyor. Bu nedenle işverenlere ulaşmaya çalışıyor. İşverenler genellikle engelliyi tanımadığı için bir ön yargı var. "Engelli işe nasıl katılacak, nasıl çalışacak, sorunlar nasıl giderilecek" gibi soruların cevabı bu proje ile cevabını bulacak. İstihdam alanında engellilere karşı var olan ön yargılar yıkılacak. Böylece bir çok engelli işe katılıp, hayata atılacak!

ALİYE YÜCEL



19 Ekim 2014 Pazar

ENGELOJİ'NİN DOĞUŞU


Pek çok blog yazarı gibi ben de kitap yazarı oldum. Kitabım Engeloji çıktı. Güzel bir duygu... Sağlık problemlerim yüzünden bu sevincime gölge düşse de "Bunda da bir hayır vardır" diye düşünüyorum. Kitabın çıkma sürecinde bir gün çıkacağını biliyorsunuz. Ama matbaadan elinize ulaşması, elinizde olması bambaşka bir duygu... Bunu anlatmak zor. Sanıyorum ki her kitabın özel bir hikayesi vardır. Bu yazı da Engeloji'nin hikayesi...

Geçtiğimiz yıl “ICEVI Europe 2013 Turkey” Kongresi’nde yayınevimin koordinatörü Hasan Feyzi Giray'la karşılaştım ve tanıştım. Birlikte yaşama kültürüne katkıda bulunan çalışmalara imza atan Hasan Bey beni blogumdaki yazılarımdan tanıyormuş. Yazılarımı beğenip takdir ettiğini söyledi ve bir kitap çalışması önerdi. Ben önceleri biraz geri dursam da, sonra bir çalışma yapmayı kabul ettim. Daha sonra editörüm Melike Nur Çep ile tanıştım. Böylece kitap için süreç başlamış oldu. Aslında bu süreçte başlı başına bir yazı konusu olabilir... 

Yazdıklarımı derleyip, düzenledikten sonra Hasan Feyzi Giray ve Melike Nur Çep ile kitap için isim arayışına girdik. Ben hep kitabın adının bir cümle olmasını istiyordum. Hatta aklımda şöyle bir isim vardı: "Topal Demesinler Diye." Bu isim bir yazımı konu alan Mehmet Ali Birand ile ilgiliydi. Ama beni de anlatıyordu. Ya da "Hiç Engelli Tanıdın mı?" gibi... Ancak sonra kitabın adının tek kelime ve farklı bir isim olması gerektiğine karar verdik. O andan itibaren yayınevinden bir süre istedim.

O süre içinde yüzlerce isim buldum. Hiç biri içime sinmedi. Daha iyi bir isim bulacağımı hissettim. Ve sonunda Engeloji'yi buldum. Adı ilk bulduğumda arama motorunda sorgulayınca başka bir kelime yazıp " Yine de girdiğiniz şu sorguyu mu aramak istiyorsunuz?" yazdı. Benim de istediğim buydu! Hiç kullanılmamıştı, farklıydı ve anlamlıydı. Bulduğum an "İşte bu..." dedim. Engeli ve engelliyi doğru anlamak bir bilimdi!  Engeloji de bunu anlatıyordu. Alt başlık olarak da "Kör Topal Giden Bilim!" olsun istedim. Çünkü engelliler yanlış biliniyor ve tanınıyordu...


Sonunda kitap çıktı. Daha önce kararlaştırdığımız tarihte 10 Ekim Cuma günü de satışı başlamış oldu. Şimdi ise pek çok kitap sitesinde satışta... Yayınevim C Planı, "Sanal İmza Günleri" adlı bir kampanya ile imzalı olarak satıyor. Ben de pek çok kitabı imzaladım. İmzalarken bu kitabın birilerinin elinde olacağını ve onların yüreğine dokunacağını düşünmek bile güzeldi. Kimler alacak diye bir merak da oluyor tabii...

Kitap kapaklarını çok önemsiyorum. Kapakların, kitapları sevdirmek de etkili olduğunu düşünüyorum. Kitapları sadece okumayı değil nesne olarak da severim. Kitabım diye demiyorum. Engeloji, nesne olarak da güzel... Kapak tasarımı çok beğenildi. Bu arada alıp okuyanların kitap hakkındaki düşüncesi "Başladım, sıkılmadan okuyorum..." ve "Elime aldım okumaya başladım, bırakmak istemedim..." oluyor. Bu da beni mutlu çok ediyor.

İnsanın kitabının olması güzel... Kitap yazmak zor mu bilemem. Ama okutmak zor! Bunu anladım. Alanlardan ricam çevresiyle paylaşmaları... Bir engelli farkındalığının oluşması ve okuyanların engelliyi yanlış tanıdığının farkına varması benim için çok önemli... Alıp okuyanlar; klavye başına geçip olumlu, olumsuz her türlü yorumu yazabilir. Onları da blogumda paylaşacağım. Farkındalıklarımızın artması ve anlaşılmak dileğiyle...

Almak isteyenler için:

ALİYE YÜCEL