> Engeloji : Tekerlekli Sandalye

Translate

Tekerlekli Sandalye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tekerlekli Sandalye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2012 Pazar

CLEMENTINE



1980’li yılların çizgi filmi Clementine… O yıllarda çocuk olanlar bu çizgi filmi mutlaka hatırlar. Ben de kardeşlerim nedeniyle biliyorum.  Önce TRT 1’de yayınlanmıştı. Daha sonra da Show TV’de… Çizgi filmin konusu Clementine isimli tekerlekli sandalyede turuncu saçlı küçük bir kızın etrafında geçiyordu.
Clementine, Fransız ve Japon ortak yapımı bir çizgi filmdi. Türü fantezi, dram korku ve gerilimdi. Küçük çocuklar için korku ve gerilim dolu sahneleri vardı. Buna rağmen çok sevilen bir çizgi diziydi. Her bölümü korku, heyecan ve coşku ile seyrediliyordu.  Müziği de çok etkileyiciydi. O dönem bu çizgi filmi seyredenler bugünün korku ve gerilim filmlerini ilgiyle seyrediyor olmalı…
Clementine çizgi filminin konusuna gelince: Clementine’in 10 yaşlarında küçük bir kızdı. Babası Alex ise başarılı bir Fransız savaş pilotuydu. Bir gün Clementine’in yaşadığı şehre Molache adında bir sirk geliyordu. Bu sirk Malmoth denilen çok kötü ateşten bir yaratığın kontrolü altındaydı. Malmoth’u bir hizmetkarı olan Molache, Clementine’in babasıyla bindiği uçağı sabote edip düşürüyordu.
Clementine, bu kazadan sonra kendini kötü yaratık Malmoth’un mağarasında buluyordu.  Ama mavi bir balon içinde uçan Hemera adındaki bir peri onu kurtarıyordu. Hemera, topraktan yaratılmış, lila rengi uzun saçlara sahip iyilik timsali bir periydi. Yardımsever Hemera, Clementine’e onu zaman içinde yolculuklara çıkarmaya söz veriyordu. Hemera, o günden sonra Clementine için yakın bir arkadaş ve bir abla olacaktı...
 
Hastanede gözlerini açan Clementine acı gerçeği fark ediyordu. Artık yürüyemeyecekti… Çünkü çarpışmada bacakları felç olmuştu. Gündüzleri tekerlekli sandalyede yaşayacak, ama geceleri Hemera ile mavi balonun içine binip göklere yükselecek, zaman yolculukları yapıp maceralara atılacaktı. Ayrıca, Malmoth ve yaratıklarıyla savaşacaktı...
Clementine, çıktığı maceralarda yalnız değildi. Helix adında başında pervaneli şapkası olan konuşan kedisi ve gittiği ülkelerde edindiği arkadaşları da vardı. Çizgi filmin en güzel yanlarından biri her maceranın başka bir ülkede geçmesiydi. Clementine, dünyanın dört bir yanını hayal dünyasında geziyor. Japonya, Kanada, İtalya, Mısır ve daha pek çok ülkeye gidiyordu. Gittiği ülkelerin yerel kıyafetlerini de giyiyordu. Gittiği ülkenin kültürünü gösterdiği için eğitici oluyordu.
Hemera, Clementine’in korkularıyla başa çıkmasına yardım ediyor, gerçek hayatta ve hayal dünyasında yaşamanın yollarını gösteriyordu. Çok ilginçtir ki çizgi filmin yapımcısı Bruno Huchez bundan yola çıkarak engelli çocuklara yardım için Hemera ismini taşıyan bir vakıf kurmuştur.
Çizgi filmin başkarakteri Clementine olsa da Hemera’da en az onun kadar seviliyordu. Çocuklar için Hemera’nın mavi küresinin içinde Clementine’e yardım etmeye geliş anını seyretmek, paha biçilemezdi herhalde… Ne büyük bir sevinç, umut ve rahatlama anı… Her engellinin Hemera gibi bir arkadaşı olmalı galiba… Belki onunla engeli kalkmaz ama pek çok engeli aşmasında ona yardımcı olur!
 
ALİYE YÜCEL

4 Kasım 2012 Pazar

ENGELSİZ ASLANLAR YİNE ŞAMPİYON



Tekerlekli sandalye basketbolunu biliyor musunuz? Peki, tekerlekli sandalye basketbol maçını izlediniz mi? Tekerlekli sandalye basketbolu engelli sporlarının en popüler olanıdır. Bilmeyenler için belirteyim. Gördüğünüz o basketbolcuların hepsi tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürmezler. Yine engelli olup; kol değneği veya kanedyen gibi aletlerle yürüyenlerde maç süresince tekerlekli sandalye oturup öyle oynarlar.
Oyuncular tekerlekli sandalye üzerinde olduğu için normal basketbol kurallarından farklı kuralları vardır. Maçlar, basketbolun kurallarının tekerlekli sandalye için uyarlanmış haliyle oynanır. Örneğin, topu elinde veya kucağında tutan oyuncu, topu sektirmeden sandalyenin tekerleğini en fazla iki defa çevirebilir. Üç kez çevirdiğinde bu basketboldaki hatalı yürüme yerine geçer…
Tekerlekli sandalye basketbolu dünyada çok bilinen bir engelli sporudur ve Paralimpik Oyunları’nda da yer almaktadır. Ülkemizde de Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu, Süper Lig, 1. Lig ve 2. Lig olmak üzere üç ligde organizasyonlar düzenlemektedir. Tekerlekli Sandalye Basketbolu A Milli Takımı Avrupa’nın sayılı takımları arasındadır.
Tekerlekli sandalye basketbolundan kısaca bahsettikten sonra gelelim Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’na… OnlaraEngelsiz Aslanlar” denilmiştir. Engelsiz Aslanlar, Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı'nın en anlamlı tanımıdır. Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, Galatasaray Spor Kulübü’nün 100. kuruluş yılı dönümü olan 2005 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden bugüne kadar geçen sürede de pek çok kupalar kazanmıştır.
 
Engelsiz Aslanlar, geçtiğimiz günlerde Japonya’nın Kitakyushu kentinde, bu yıl 10. defa düzenlenen Kıtalararası Kupa Final maçında ev sahibi ülkeden Miyagi Max ile karşılaştı. Mücadeleyi 67-48 skorla kazanan Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, üst üste ikinci, toplamda ise dördüncü kez şampiyon oldu. Böylece Tekerlekli Sandalye Dünya Kulüpler Şampiyonası Kupası’nı kazandı. Kazanılan bu başarı çok önemlidir. Üstelik her hangi bir spor dalının şampiyonluğundan çok daha kıymetlidir!
Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, daha önce 2008, 2009 ve 2011 yıllarında da bu önemli kupayı Türkiye’ye getirmişti. Engelsiz Aslanlar, 2003’ten bu yana düzenlenen kıtalararası kupayı en çok kazanan takım unvanına da sahiptir. Engellerle dolu ortamlarda yetişen bu sporcular, tekerlekli sandalyeleri üstünden yaptığı smaçlarıyla insanı hayrete düşürüyorlar.
Şampiyonun Sarı-Kırmızı renklere sahip oluşu beni ayrıca heyecanlandırsa da; onlar sadece Galatasaray camiasının değil Türkiye’nin gururudur. Engelsiz Aslanlar, dünyada da düzenli olarak dünya şampiyonu olan tek takımdır! Aslında onlar, tekerlekli sandalyelerinde oturarak kaldırdıkları kupalarıyla, ayakta alkışlanmaktan çok daha fazlasını hak ediyorlar!
 
ALİYE YÜCEL

2 Eylül 2012 Pazar

ENGELLİ OLİMPİYATLARI: PARALİMPİK OYUNLARI


2012 Paralimpik Oyunları (Engelli Olimpiyatları) büyük bir açılış töreniyle başladı. 29 Ağustos – 09 Eylül 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilecek oyunlar İngiltere’nin başkenti Londra’da yapılıyor. Londra 2012 Paralimpik Yaz Oyunları’na ülkemizden 21 bayan 46 erkek, toplam 67 sporcu ile 10 branşta katılıyoruz.

Paralimpik Oyunları, çeşitli engel gruplarından sporcuların katıldığı ve farklı sporların yapıldığı bir etkinliktir. Orijinal haliyle “Paralympic” kelimesi İngilizce engelli anlamına gelen “Paralyzed” ve “Olympic” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Paralimpik Oyunları Yaz ve Kış Oyunları olmak üzere olimpiyatların bitmesinden iki hafta sonra yine aynı ülkede yapılıyor.

Engelli olimpiyatlarının fikir babası Sir Ludwig Guttman’dır. Nörolog Doktor Guttman, Stoke Mandeville Hastanesi'nde felçli genç gazilere bakarken, onların rehabilitasyonunda sporun ne kadar önemli olacağını keşfetmişti. Sir Ludwig Guttman, yıllar sonra BBC’ye verdiği bir röportajında “Yarım felç ya da baştan aşağısı felç olma gibi ciddi bir engelle karşılaşan bir insanın ruhu da bundan etkilenir. Bu olumsuz psikolojik etkiden kurtulmak için spordan iyisi olamaz. Spor aklı çalıştırır, özgüveni arttırır, itibar kazandırır, dostluk bağlarını güçlendirir. Bu dört unsur da engelli insanı, engelsizlere eşit kılar…” diyerek sporun engellilere yaptığı olumlu etkiyi anlatmıştır.
 
Guttman, The Stoke Mandeville Hastanesi'nde, tekerlekli sandalyedeki engellilerin rehabilitasyonu için sportif aktiviteler düzenlemiş ve böylece bu engelliler sporunun tarihsel başlangıcı olmuştur. Sir Ludwig Guttman’ın düzenlediği 1. Stoke Mandeville Tekerlekli Sandalye Oyunları, 1948 Londra Olimpiyat Oyunlar ile aynı tarihte yapılmıştır. 2. Dünya Savaşı gazilerinin katılımıyla düzenlenen bu organizasyon, dört yıl sonra Hollandalı sporcuların katılımıyla uluslararası olmuş; engelli sporcular için olimpik stildeki ilk organizasyon ise 1960 yılında Roma Olimpiyatları’nın ardından yapılmıştır. Paralimpik Oyunları, 2008 yılında olimpiyatlardan sonra uluslararası ikinci büyük spor yarışması haline gelmiştir.
Bu yıl 14’cüsü düzenlenen Paralimpik Oyunları’na 165 ülkeden 4200 sporcu katılıyor. 20 farklı spor branşında yapılıyor. Ne güzel bir gelişme ki Paralimpik Oyunları’nda yer alan spor dalları artmakta ve engelli sporcuların kırdığı rekorlar olimpiyat rekorlarına yaklaşmaktadır.
2012 Paralimpik Oyunları Oyunları’nda Milli haltercimiz Nazmiye Muslu, Dünya ve Paralimpik Oyunları rekoru kırarak altın madalya kazandı. 40 kiloda podyuma çıkan Muslu, ilk hakkında 100 kilogram, ikinci hakkında 104 ve son hakkında 106 kilogram kaldırarak altın madalyanın sahibi oldu. Daha sonra 109 kilo kaldırmayı denedi ve hiç zorlanmadan bunu da kaldırıp dünya rekorunu elde etti. Onun durumunda olup evden dışarıya bile çıkamayanlara cesaret örneği oldu ayrıca herkese engellilerin neler yapabileceğini gösterdi.
 
ALİYE YÜCEL

22 Temmuz 2012 Pazar

BEDENSEL ENGELLİ VE NAMAZ


Sağlam insanlar için son derece kolay olan bazı eylemler, bedensel engelliler için çok zor olabiliyor. Yürümek, merdiven çıkmak, bir şey taşımak gibi… Durum böyle olunca, bedensel engelliler abdest almakta ve namaz kılmakta zorlanıyor.
Pek çok tesis veya hizmet binası gibi maalesef ki camilerin fiziki yapısı da engellilerin ziyaretini, ibadetini zorlaştırıyor, hatta bazen imkansızlaştırıyor. Engellisin, camiye gitmek istiyorsun ama camiler engelliye uygun değil. Tekerlekli sandalye için rampa yok. Bedensel engelliler için ayakkabıları çıkarmak zor olabiliyor. Baston kullanıyorsa yere basan kısmına bir şey geçirmek lüzum ediyor. Belki namaz kılmak için bir sandalyeye oturmak gerekebiliyor… 
Abdest almak için gereken lavabo ve tuvaletlere gelince... Engellilere hitap eden tuvalet bulmak çok zor hatta imkansız... Caminin abdest alma bölümünde bedensel engelli birinin abdest alması zorlukla gerçekleşiyor.
“Engelli de evinde otursun, evinde namaz kılsın” diye düşünmek çok yanlış olur. Biliyoruz ki camide cemaatle namaz kılmak, evde namaz kılmaktan daha fazla sevaptır. Engellileri bundan mahrum etmek olmaz. Camilere erişim zorluğu anlaşıldığı için; bu konuda bazı camilerde düzenlemeler yapılmaya başladığını görüyoruz. Ancak yeterli değil. Engellilerin de camilerden daha kolay yararlanabilmesi için bazı düzenlemeler yapılması gerekiyor.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen hiçbir engel Allah’a kul olmaya, ibadet etmeye engel olamaz. Engelli olmak ibadetlerden muaf olmak demek değildir. Herkes gücü nispetinde kulluk görevini yerine getirmelidir. Ayrıca dinimiz kolaylık dinidir. Teyemmüm, mesh, ima ile namaz kılmak gibi ibadetleri kolaylaştırıcı pek çok unsur vardır.
Bir rahatsızlığı yüzünden ayakta namaz kılmakta zorlanan ve nasıl namaz kılacağının soran bir sahabeye Peygamberimiz (S.A.V.) “Namazını ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yaslanarak kıl.” buyurmuştur.
Farz namazları ayakta kılmaya güç yetiremeyen kimseler, ayakta kıldıkları takdirde başka bir rahatsızlığı oluşanlar veya hastalığının artması ya da iyileşmesinin gecikmesi söz konusu olan kimseler namazlarını oturarak kılabilirler. Rüku ve secde yapmaya güç yetiremeyen kimseler de namazını ima ile kılabilir.
Abdestte yıkanması farz olan bir organı eksik olan bedensel engellinin, eksik olan organını yıkama yükümlülüğü de ortadan kalkmıştır. Takılan protezlerin yıkanması veya mesh edilmesi gerekmez. Temiz olmaları yeterlidir.
Sağlıklı insanlar kolaylıkla abdest alıp, rahatlıkla namaz kılabilirken; bedensel engelli birinin abdest almakta ve namaz kılmakta zorlandığı halde bunu yapması ne kadar anlamlı… Öyle değil mi?

ALİYE YÜCEL

24 Haziran 2012 Pazar

BUNLARI BİLELİM!


“Bedensel (Ortopedik) Engelliye Nasıl Davranmalı?” konusunu ele almak istedim. Bu bilimsel bir çalışma değil! Sadece bu güne kadar gördüklerim, okuduklarım, duyduklarım, izlenimlerim ve yaşadıklarım…
Ülkemizde maalesef engellilerle ilgili algılama ve tanımlama zorluğu yaşanıyor. Genelde normal insanlar (!) engellileri; korku, acıma ya da küçümseme unsuru olarak görüyor. Öncelikle engelli birine farklı gözle bakmamak gerekiyor. İlk tanışmada herkese nasıl davranılıyorsa engellilere de öyle davranmak gerekir.  Farklı olmak ekstra bir ilgiyi ya da dışlanmayı gerektirmez.
Bedensel engelliye “sakat, aciz, cüce, topal, çolak…” gibi etiketlerle ya da empati kurmadan yaklaşmak nasıl yanlışsa; engelliye acıyarak yaklaşmak, acıyan davranışlarda bulunmak ve acıma hissi veren ses tonu ile konuşmakta yanlıştır. Sonuçta onlar sadece birtakım engellere sahiptir. Hasta ya da mutsuz değildir!
Engelli kişiler karşısında çok dikkatli ve özenli olmaya da çalışmamalıdır. Diğer insanlarla nasıl konuşuluyorsa engellilerle de öyle konuşulmalıdır. Kelimeleri vurgulayarak veya yüksek sesle konuşulmamalıdır! Bedensel engelli bir kişinin duyma sorunu yoktur! Ayrıca onun zeka ve algılama sorunu olduğunu ima eder gibi tane tane ve vurgulayarak konuşulmamalıdır. Özellikle spastik engellilere bu şekilde davranılmaktadır. Bu büyük bir yanlıştır!
Tekerlekli sandalyede ya da koltuk değneği ile yürüyen engellilere karşı yardım etmek amacıyla aniden atılmamalıdır. Onların yardım istemesini beklemeli ya da yardım etmeden önce yardım isteyip istemediğini mutlaka sormalıdır. Onlardan bir istek olmadan kendimize göre yardımda bulunmak, aniden koluna girip tutmamak gerekir. Çünkü istemeden onun düşmesine ya da psikolojik olarak rahatsız olmasına sebep olunabilir. Eğer yardım istiyorsa, sizi yönlendirmesine göre davranılmalıdır.
Tekerlekli sandalyeli kişinin sandalyesine yaslanmamak ve dokunmamak gerekir. İstenmediği sürece tekerlekli sandalyeyi asla itmemelidir. Tekerlekli sandalyedeki kişinin görme seviyesinde, tam karşısında rahatlıkla göreceği şekilde sohbet etmelidir.
İncitirim korkusuyla normal konuşmalarının ya da davranışların dışına da çıkmamak gerekir. Örneğin; engelli bir insanın eli ve kolu olmasa da, normal bir şekilde elimizi uzatabiliriz. O buna uygun davranıp ve bir cevap verecektir.
Sanıldığının aksine engelliler engeliyle ilgili soru sorulmasından rahatsız olmazlar. Çünkü hiç bir şey yokmuş gibi davranmakta bazen doğru olmaz. Sadece soruyu samimiyetle, uygun bir dille sormayı bilmek gerekir. 
Engellinin kullandığı koltuk değneği ya da baston varsa, onları alarak kişiyi taklit etmemek gerektiğini de unutmamak gerekir!
Sonuç olarak kişi “Bedensel Engelliye Nasıl Davranmalı?” sorusunun cevabını sadece teoride biliyorsa (!) onlarla hiç karşılaşmadıysa durum tabii ki zor! Engellilik ve engelliler hayatın gerçeği; bu gerçekten habersiz olanlar ve onlarla tanışma fırsatını yakalayamayanlar için bu yazılanların da belki bir anlamı yok! Ama yine de bunları bilelim!

ALİYE YÜCEL


20 Mayıs 2012 Pazar

BİR DOSTLUK HİKAYESİ


Geçen hafta gösterime giren bir film var: Can Dostum (Intouchables - 2011). Fransa’da gişe rekorları kıran bir film… Yamaç paraşütü yaparken kaza geçirip boyundan aşağısı felç olan zengin Philippe ve ona bakmak için gelen, hapishaneden yeni çıkmış Driss’in hikayesini anlatıyor. Filmin konusu gerçek hayattan alınmış…
Film, dostluk üzerine kurulu… Normalde yan yana gelemeyecek farklı sınıf ve kişilikteki iki insan bir araya gelerek dostluğu yakalıyorlar. İnsana önyargısız yaklaşmanın en güzel örneğini veriyorlar. Bu ilginç ve samimi dostluk öyle etkili anlatılmış ki… Seyrederken yüreğinizden yakalıyor ve çok hoşunuza gidiyor.
Herkes, Driss’in bakıcılık için uygun olmadığını düşünürken, Philippe, ona inanıyor ve kendisine acımaması nedeniyle şans veriyor. Driss, Philippe’in yanına bakıcı olarak gelmiş biri… Ama ilişkilerine bakınca sadece para için yanında olmadığını anlıyorsunuz. Sadece bakımıyla değil, her şeyiyle ilgileniyor. Özel hayatıyla bile… İnsan seyrederken böyle bir dostluğun varlığına inanmak istiyor! Öz bakımını bile kendisi yapamayan birinin yanında böyle bir dostun varlığı insanı derinden etkiliyor. Bir umut ve mutluluk duyuyor. İnsanın içini sımsıcak yapıyor. Kendini iyi hissettiriyor…
Can Dostum’a çeşitli açılardan bakılabilir ve yorum getirilebilir. Ama bence filmin en başarılı yanları, boyundan aşağısı felçli birinin merhamet edilmesi gereken biri olarak değil de tutkuları, kaygıları olan bir insan olarak gösterilmesi ve engelli olmanın diğer insanlarla dostça, arkadaşça ilişki kurmaya mani olmadığını anlatmasıydı.

Filmdeki diyaloglar da çok şaşırtıcı… Philippe, Driss’e “Dört yanı felçli birini nerede bulabilirsin?” diye soru sorup, cevap olarak “Bıraktığın yerde!” diyerek içinde bulunduğu durumla ve kendisiyle dalga geçebiliyor. Başka bir sahnede ise ölen karısından bahsederken “Benim asıl engelim tekerlekli sandalyeye sahip olmam değil… Onsuz sahip olmam!” diyerek insanı derinden etkileyip, düşündürüyor. Asıl engelin, asıl zor olanın ne olduğunu sorgulatıyor!
Can Dostum’da oyunculuklarda çok mükemmel ve doğal… Philippe rolünde François Cluzet  felçli birini canlandırıyor ki, gerçekten tekerlekli sandalyeye bağımlı biri olduğuna inanıyorsunuz. Omar Sy’in Driss rolündeki sempatikliği, espritüelliği, serseriliği o kadar gerçek ki… Sanki kendi hayatını canlandırıyor!
Bu filmi çok sevdim. Afişine bakıp tekerlekli sandalye ve onu süren birini görüp yanılmayın! Sadece felçli bir adam ve ona bakıcılık yapan bir zencinin hikayesi değil... Çok şey anlatıyor. Üstelik bir engelli hikayesi, duygu sömürüsü olmadan ancak bu kadar eğlenceli anlatılabilir. Zaman zaman duygusal sahneler olsa da genellikle tebessüm ederek, gülerek izleniyor. İnsana dair, sıcak ve sıkılmadan seyredilecek bir film… Gerçek bir dostluk hikayesi...

ALİYE YÜCEL

6 Mayıs 2012 Pazar

BİR SINAV BÖYLE GEÇTİ


Geçen Pazar günü (29 Nisan) Özürlü Memur Seçme Sınavı yapıldı. Engelliler için ilk defa düzenlendiği için önemli bir sınavdı. Ama maalesef yetkililer sınavı geçemedi! Engelliler için özel olarak düzenlenen ÖMSS’de bile merdiven engeli ortaya çıktı! Asansör ve rampa olmadığı için adaylar salona ulaşmakta zorluk çekti. Mimari engellerden dolayı sınav salonlarına ulaşmak bedensel engelliler için eziyete dönüştü.
Bu durum haberlere de konu oldu. Tekerlekli sandalyede oldukları için merdivenleri görevlilerin, polislerin veya yakınlarının yardımıyla güçlükle çıkan adaylar… Koltuk değnekleriyle yüksek merdivenleri çıkmak zorunda kalanlar… Merdiven çıkamadıkları için karga tulumba taşınanlar… Anlaşılan o ki bedensel engelli adayları sınavdan çok merdivenler ve sınav salonlarına ulaşmak yordu.
Bir sınavdan sonra; sorular kolay mı, zor mu, yanlış soru var mı gibi konular konuşulur ve tartışılırken; Özürlü Memur Seçme Sınavı’ndan sonra sınav salonlarına ulaşmadaki zorluklar konuşuldu. Bedensel engelli adayların çektiği sıkıntılar dile getirildi. Çünkü burada en önemli şey unutulmuştu! Sınava gireceklerin engelli olduğu…
Özürlü Memur Seçme Sınavı’na girecek aday tekerlekli sandalyede ya da kol değnekleriyle çok zor yürüyor. Ama sınav salonu 3. katta… Şaka gibi… Bu nasıl unutulur? Bu kişiler başvuru sırasında Özürlü Raporu ile başvurmadılar mı? Bu sınav için 9 aydır çalışılmıyor muydu? Bunu düzenlemek çok mu zordu?

ÖMSS’ye başvuru sırasında da pek çok zorluk yaşanmıştı. O zorluklar bir şekilde aşıldı. Ancak bu çok daha kötü bir durum… Bir yanda sınava girmenin psikolojisi bir yanda, erişebilirlik problemi… Kucaklarda taşınmak zorunda kalmak… Çık çık bitmeyen merdivenler… Ne büyük bir stres… Yaşamayan bilemez! Sınav öncesi sıkıntı çekmek ve yorgun düşmek ne kötü… Kendimden biliyorum. O merdivenleri çıkmak, oturup soru çözmekten daha zor olabiliyor!
81 ilde gerçekleştirilen bu sınav için toplam 968 bina tahsis edilmiş… Biliyoruz ki sınav merkezi olan pek çok bina ortopedik engellilerin erişimine uygun değil. Rampası ve asansörü olan bina yok denecek kadar az… Pek çok yerde bunu düzenlemek çok güç, hatta imkansız. Ama en azından ortopedik engelli adayların sınav salonları giriş katında olabilirdi. Bunun mutlaka düşünülmesi gerekiyordu. Bunu düzenlemek çok mu zordu?
Engelliye sınav stresi dışında başka stres daha yaşatan bir sınav böyle geçti. Dileriz bir sonraki sınavda gerekli çalışmalar yapılır ve bu sorunlar tamamen ortadan kalkar. Özür gruplarına göre farklı sınav uygulamalarının gerçekleştiği Özürlü Memur Seçme Sınavı’nda bedensel engellilerin erişim konusu unutulmaz!

ALİYE YÜCEL

5 Şubat 2012 Pazar

ÇİZGİ FİLM HEİDİ


Çizgi filmler çocukluk çağlarının en önemli eğlencelerindendir. Bazıları ilerleyen yaşa rağmen de izlenir. Pek çok anne baba şiddet içermesinden, çocuklarına uygun film olmamasından şikayet etse de; eğitici, yardımlaşmayı, paylaşmayı ve dostluğu anlatan çizgi filmler de var. Mesela, çocukluğumun çizgi filmi Heidi gibi…

Çizgi film Heidi’yi bilenler vardır. Heidi, İsviçreli yazar Johanna Spyri’nin kitabından uyarlanan bir çizgi film... Benim de en sevdiğim çizgi filmlerden biriydi. Hatırlayınca bir huzur, bir sıcaklık duydum! Heidi’nin gülüşü ve kırmızı yanakları gözlerimin önüne geldi. Heidi; içten, dost canlısı, yardımsever, duygusal, mutlu, pozitif ve neşeli bir karakterdi. Yani, örnek alınacak pek çok güzel özelliğe sahipti. Heidi’yi örnek alabilseydik keşke!

Bilmeyenlere anlatmak, bilenlere hatırlatmak için Heidi’nin hikayesine şöyle bir bakalım! Heidi, küçük yaşta anne ve babasını kaybediyor. Buna rağmen hayata küsmüyor! Bir süre teyzesinin yanında kaldıktan sonra teyzesi onu Alp Dağları’nda bir köyde yaşayan büyükbabasının yanına getiriyor. Çok sinirli, huysuz ve aksi bir adam olan büyükbabası Heidi’yi istemiyor. Ancak, Heidi büyükbabasına kendini sevdirmeyi başarıyor. Onu da kendisi gibi yaşama bağlıyor! Heidi, köydeki hayatı çok seviyor. Peter isminde bir arkadaşı oluyor. Peter ve Peter’in görme engelli büyükannesiyle çok iyi anlaşıyor. Peter’in büyükannesinin gözlerinin görmemesine üzülse de onunla çok iyi arkadaşlık yapıyor ve sık sık onu ziyarete gidiyor.



Bir gün teyzesi gelip Heidi’yi köyden götürmek isteyince çok üzülüyor. Teyzesi onu zengin bir ailenin tekerlekli sandalye ile hayatını sürdüren kızları Clara’ya arkadaşlık etmesi için Frankfurt’a götürüyor. Sakat, tekerlekli sandalyeye bağımlı ve hayata küskün olan Clara, Heidi’nin gelmesiyle çok mutlu oluyor. Heidi’nin yaşama isteği onu da yaşama bağlıyor. Heidi, arkadaşının bir gün iyileşeceğine inanıyor. Onu mutlu etmek için elinden geleni yapıyor. Clara’nın aşırı disiplinli ve soğuk mürebbiyesi Bayan Rottenmeier’den her ikisi de çok çekiyor.  Heidi, Clara’yı çok sevse de köyünü çok özlüyor. Sürekli; büyükbabasına, Peter’e, Peter’in büyükannesine ve Alp Dağları’na olan özlemini anlatıyor. Heidi’nin özlemi dayanılmaz bir hal alınca büyükbabasının yanına dönüyor.

Heidi gidince, bu kez Clara çok alıştığı Heidi’yi özlüyor ve onun ziyaretine geliyor. Heidi, Clara’yı Peter’le tanıştırıyor. Hep beraber gezip, oynuyorlar. Heidi, burada da amacından vazgeçmiyor. Clara’yı yürütmek için uğraşıyor. Clara, Heidi’nin yaşama sevincinden ve insan sevgisinden etkilenip, güç alarak yürümeye başlıyor. Heidi ve herkes buna çok seviniyor.

Aksi, huysuz bir ihtiyar olan büyükbabasını tatlı dili, sabrı ve güler yüzü sayesinde sevimli bir insana dönüştüren; sakat bir kız ile gözleri görmeyen ihtiyar bir kadına da yaşama sevinci kazandıran Heidi’nin hikayesi işte böyle… Hikayeye bir bakın! Bu çizgi filmde iki engelli hikayesi var! Biri Peter’in görme engelli büyükannesi diğeri de Heidi’nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Clara! Çok ilginç değil mi? Çizgi film Heidi’ye bu açıdan bakan oldu mu acaba?

ALİYE YÜCEL

7 Aralık 2011 Çarşamba

BARBIE VE TEKERLEKLİ SANDALYEDEKİ ARKADAŞI


Oyuncaklara karşı büyük ilgi duyuyorum. Cinsiyet gereği özelliklede bebeklere… Bunun galiba çocuk olmakla, yaşla da alakası yok. Her türlü oyuncak bebeği hala severim. Bu nedenle gördüğüm her bebeği ilgiyle incelerim. Bir kaç yıl oluyor. Bir gün internette gezinirken tekerlekli sandalyede oturan oyuncak bir bebek gördüm. Çok ilginç geldi. Hemen fotoğrafını kaydettim.

Geçenlerde aklıma geldi ve hikayesini araştırdım. Bu bebeğin Barbie’nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky olduğunu öğrendim. Ünlü Barbie bebeklerinin yapım firması Mattel 1997 yılında Barbie'nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky'yi piyasaya sürmüş…

Barbie, Amerikalı Ruth Handler’in kızı Barbara için yetişkin bir kadını model alarak tasarlamasıyla 1959 yılında doğmuş! Barbie’nin günümüze gelene kadar kardeşi, erkek arkadaşı, çok çeşitli arkadaşları üretilmiş... Bilindiği gibi Barbie’ler, sadece oyuncak olarak kalmadı. Filmleri, dergisi, çantası, defteri, nevresimi, tişörtü ve akla gelebilecek pek çok şeyi yapıldı.

Barbie bebekler Türkiye’de de çok yaygın... Hemen hemen her kız çocuğunun en az bir Barbie'si var. Barbie bebek sahibi olmak nedense kız çocukları için çok önemli… Kız çocuğu olanların da, Barbie bebeklere ilgisiz kalmaları imkânsız bir durum…

Barbie’ler vücut hatlarını ve bütün bir yaşam biçimini çocuklara dayatıyor diye pedagojik bakımdan hep sakıncalı bulunmuş, çok eleştiri almış ve çocuklara kötü örnek olduğu hep kamuoyunu meşgul etmiştir. Bütün çeşitleriyle çocuklar için uygun bir oyuncak olmadıklarını ortaya koyan tartışmalar açılmıştır. Barbie’nin vücut ölçüleri en çok eleştiri alan kısmı olmuştur.  Barbie bebeklerinin gerçekçi olmayan bir vücut imajı yarattığı ve genç kızları anoreksik olmaya özendirdiği söylenmiştir.



Pedagoglar ne der bilemem! Ama ben tekerlekli sandalyedeki bebek fikrinin çocuklar için faydalı olacağını düşündüm. Dış görünüşü ve hayat biçimiyle çocuğun düş gücüne hitap ediyorsa, belki de tekerlekli sandalyedeki Becky olumlu bir sunum…

Gerçek hayatta böyle bir durum varsa çocukların da bunu bilmesi ve tanıması daha uygun değil mi? Çocuklar engelli olgusunu iyi bilmiyor. Bununla ilgili ailede ve çevrede bir örnek görmemişse, okullarda da bu öğretilmeyince (Bildiğim kadarıyla, okullarda engellilik kavramıyla ilgili bir müfredat yok ve öğretmelerin de bu anlamda bir eğitimi yok…) çocuklar engelli biriyle karşılaştıklarında çok şaşırıyor. Engelliyle nasıl konuşacaklarını ve onlara nasıl davranacaklarını bilemiyor.

İşte Becky çocuğu engelliliğin bir çeşidi olan ortopedik engellilikle tanıştırıyor. Bu hoş bir durum değil mi? Böyle bir bebekle oynayan çocuk tekerlekli sandalyede birini görse yadırgar mı? Engellilik kavramını ve engelli gerçeğini öğrenmez mi? Ayrıca, tekerlekli sandalyedeki çocuklar için de tıpkı onlar gibi bir bebek olması çok uygun bir durum değil mi?

Barbi’ler kusursuzluklarıyla çocukların sevgi ve merhamet gibi duygusal yeteneklerini olumsuz etkiliyorsa Becky tam tersi yönde bir etki yapmaz mı? Çocukların kendilerine hem fiziksel hem de kültürel olarak bu bebeğin yaşam biçimini model alıyorsa Becky belki de Barbie’lerin en faydalısı! Çünkü çocukların psikolojik deneyimlerini de farklılaştırıyor.

"Tekerlekli sandalye" olumsuz bir klişe gibi görülse de hayatın bir gerçeği… Bu tür oyuncakların olumlu bir etkisi olacağını düşünüyorum. Bu bebek engelli insanları tanımak ve onlarla ilgili tutumları değiştirmek için tasarlanmışsa, amacına ulaşmıştır. Çocuklar geleceğimizse engellilik olgusuyla küçük yaşta tanışması gerekir. Sonuçta; engellisi engelsizi sosyal hayatı hep beraber paylaşıyoruz.

Not:
Bu arada, Becky’nin hikayesini araştırırken bir gerçeği de öğrendim. Barbie'nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky ilginç bir durumla da karşılaşmış! Omurilik felçli Kjersti Johnson’ın bebeği Becky, Barbie’nin 100 dolar değerindeki Barbie Bebek Evi’nin asansörüne sığmamış! Bu şikayet üzerine Mattel firması evi tekrar tasarlayacaklarını duyurmuş… Bir engellilik gerçeği olan “mimarı engeller” ilginçtir ki bu noktada da ortaya çıkmış…


ALİYE YÜCEL

14 Ekim 2011 Cuma

"YOL ARKADAŞIM" DİZİSİNDE BİR ENGELLİ HİKAYESİ


Kanal D'de başlayan yolculuğuna Star'da devam eden 'Yol Arkadaşım' dizisinin 24. bölümünde engellileri çok yakından ilgilendiren bir konu yer aldı. Evin küçük oğlu müzisyen Soner, kendisine hayran olan Elif’in tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda olan biri olduğunu öğrendi... Elif’e bir mail yazdı. Ve ne çok şey anlattı!
Sevgili Elif,
Sana telefonla da ulaşmaya çalıştım Ama hep kapalısın. Ne diyeceğimi, nasıl özür dileyeceğimi bilmiyorum. Seni kırmak inan bu hayatta isteyebileceğim en son şey.  Seni ve durumunu gördüğüm anda yüzümü toparlayamayışım affedilmez bir şeydi bunu biliyorum. O bakışlarla ömür boyunca karşılaştığını ve her gün yeniden savaştığını kestirebiliyorum. Şaşkınlığım özrüne yönelik bir şey değildi. Bu bir özür mü onu bile bilmiyorum, çok saçma… Neden ve kime karşı özürlü olduğunu bile kestiremiyorum. Çünkü takılan isimler,  yüklenen anlamlar hep beraberinde başka saçmalıkları da getiriyor. Ben nasıl davranacağımı bilemedim. İşte hepsi bu… Hiç bir şey yokmuş gibi davranmak ya da sana aşırı nazik olmak arasında bocaladım. İkisi de yalan olacaktı çünkü… Ve sen bunun bir sahtekârlık olduğunu anlayacaktın. Evet hazırlıksızdım. Çünkü kafamızda bir sürü beklenti ve idealize edilmiş tiplerle yaşıyoruz hepimiz… Güzellik yarışmaları, reklamlardaki sözde mükemmel insanlar, dizi filmlerdeki kahramanlar bizi bunlara koşutluyor! Hep aldatılıyoruz, bilerek ve isteyerek kanıyoruz.  Ve inan bundan hoşlanıyoruz. Ne acı değil mi?  Her geçen gün gerçek bir insanla tanışmanın yerine kahramanları bekliyoruz.  Ve mükemmeli ararken gerçekliği kaybediyoruz.  Oysaki hepimiz gerçeğiz. Sadece birilerinin ya da yaşadığımız bir anın bize bunu hatırlatması gerekiyor. Tıpkı dün geceki gibi… Lütfen beni gerçek bir insanla tanışma fırsatından mahrum etme. En azından bir kahve içme teklifimi geri çevirme… Buna çok ihtiyacım var.

                                                                  Soner



Bir engelli olarak yukarıda yazılanların pek çok engellinin duymak istediği sözler olduğunu çok iyi biliyorum. Bir engelliye nasıl bakılması gerektiği gösterdikleri için diziye emeği geçen herkese teşekkürler... (Umarım kız sonunda ayağa kalkmaz!)

                                                                                
ALİYE YÜCEL