> Engeloji

Translate

20 Kasım 2011 Pazar

MALİK'İN HİKAYESİ



Dizi izlemeyi severim. Pek çok dizi başlamadan önce basın ve ekran tanıtımlarını gördüğümde mutlaka bakarım. Hayat Devam Ediyor dizisi için de önceden bilgim vardı. Gerek yönetmeni, gerek konusu ve gerekse oyuncu kadrosu mutlaka seyretmeliyim düşüncesini uyandırdı. Diziyi seyrettim. Mahsun Kırmızıgül filmlerindeki gibi yine güzel bir iş çıkarmış… Ancak dizide beni etkileyen farklı bir unsur daha oldu. “Küçük insanların büyük hikayesi” sloganıyla yola çıkan dizide birçok hikayenin yanı sıra bir engelli hikayesi de vardı!
İsmail’in yedi çocuğundan biri olan bir kolu sakat olan Malik’in hikayesi…
Karakter tanıtımında: “Malik: İsmail ve Cennet'in 20 yaşındaki oğlu… Yıllar önce babasının neden olduğu kaza nedeniyle bir kolu sakat kalmış. Sakatlığının onda açtığı psikolojik yaralar ve ailesinin geçimine herhangi bir katkıda bulunamadığı düşüncesi onu iyiden iyiye içine kapanık ve sıkıntılı bir karaktere dönüştürmüş…” diye anlatılıyor.
Malik karakterini Serkan Şenalp canlandırıyor. Genç oyuncu rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Oyunculuk aşkı insanı ne hallere koyuyor. Gerçekten bir elinin çolak olduğuna insanı inandırıyor.
Dizideki diğer hikayelerin arasında geri planda kalan Malik’in hikayesini bir başka gözle izledim. Algıda seçicilik böyle oluyor… İşte! Malik karakteri ile ilgili izlenimlerim:
Malik, ağabeyi tarafından yapmaya çalıştığı işi “Tek kolla değil iki kolla çek!..”,“Tek kolunla erkeklik mi yapmaya başladın?”,“Kolsuz kahraman…”, “Sağlam kolunu da ben kırarım!” gibi özrüyle ilgili hakarete uğruyor ve küçümseniyor.
Ağabeyi Malik’le ilgili olarak babasına “Bu mu senin tek oğlun? Tek ama yarım işte!” diyerek engelli birinin yarım insan olarak kabul edildiği gerçeğini gösteriyor.

Dedesiyle geçen diyalogdan ise dedesinin Malik’e değer verdiğini, kendi durumuyla ilgili gerçekleri onunla paylaştığını görüyoruz.
Malik’in, babasının kardeşine alamadığı pembe ayakkabıları, biriktirdiği parayla alması… Kendi vermeyip babasına getirip, vermesini istemesi… Ve babasının kardeşlerinin yanında üzülmesini de istemeyecek kadar hassas olması insanı çok etkiliyor. Babası da “Ben olmasam, onların babası sensin…” deyip onu önemsiyor.
Töre nedeniyle kız kardeşini öldürme işi Malik’e kaldığında ise üvey annesi; “Erkekliğin ne oldu? Eğer içinde az bir erkeklik varsa öldürürsün… Yok, eğer vuramam, sakatım (!) diyorsan o başka! Şimdiye kadar yarımdın! Tam erkek olmak istiyorsan bu namusu temizlersin!” diyerek onu en hassas yerinden vurmaya çalışıyor.
Malik, “Herkes görecek benim ne kadar erkek olduğumu!” diyerek kardeşini öldürmek üzere yola koyuluyor. Ancak “Eksikliğimden beni kurtar!” diyen kardeşine “Yüzüme bakan herkes beni eksik saydı! Ama ben diğer elimi keserim, yine seni vuramam!” diyerek ne kadar sağduyulu olduğunu gösteriyor.

İlk bölümden bu kadar… Gelecek bölümden itibaren İstanbul’da devam edecek dizinin genel özetinde “Bir kolu sakat olan sessiz Malik’in şehirde giderek erozyona uğraması…” şeklinde bir cümle var. Umarım Malik rolünde, engellinin olumsuz değil de, hep olumlu sunumlarıyla karşılaşırız.   


 ALİYE YÜCEL

12 Kasım 2011 Cumartesi

İSTANBUL, SENİ SEVİYORUM!


“Paris, Seni Seviyorum” (Paris, I Love You) filmini izlediniz mi? Filmde, farklı ülkelerden çok sayıda yönetmen Paris’te geçen bir hikaye anlatıyor. 18 kısa film… Sevginin birçok çeşidi konu edilmiş... Kadın erkek, iki dost, anne çocuk sevgisi gibi… Mutluluk, hüzün, sevinç, ayrılık, tesadüfler ve en önemlisi sevgiye dair ilginç hikayeler…

Film, etrafımızda ne kadar farklı hayatların olduğunu bize hatırlatıyor. Bazılarıyla ortak şeyleri yaşadığımızı ve ortak duygular hissettiğimizi anlıyoruz. 18 kısa filmi arka arkaya seyredip, sonra da “Acaba kaçırdığım bir şey var mı?” diye tekrar izlemek isteği duyabilirsiniz.

Aşk şehri Paris’te geçen bir de engelli hikayesi var! Kısa hikayelerin arasında belki de en iyisi, en güzeli… 7 dakikalık bir film… Ama anlattığı çok şey var. Gerçek bir kısa film! Uzun metrajlı bir film olacak kadar da konsantre!



“Faubourg Saint – Denis”

Ünlü oyuncu Natalie Portman’ın görme duyusunu kaybetmiş gençle yaşadığı aşkı anlatan film…

Güzel bir aktris (Natalie Portman), görme engelli sevgilisini (Melchior Beslon) arayarak ilişkilerinin bittiğini söyler. Genç adam böylece anılarına bir yolculuk yapar. İlişkilerini ve aşklarının süreçlerini kısa cümlelerle ilk günden itibaren anlatır. Her ilişkinin farklı detayları vardır ve önemli olan da budur!

Filmde, görme engelli genç  “Beni duyuyor musun?” diyen sevgilisine “Hayır! Seni duymuyorum. Seni görüyorum!..” diyerek sevginin gücünü gösteriyor.

Yönetmen Tom Tykwer, sevginin önemini kaybetmeye başladığı günümüzde, güzel tesadüflerinde olduğunu, hayatın devam ettiğini ve ümidi gösteriyor.

Film bittikten sonra “İstanbul, Seni Seviyorum” diye bir film olsa ve benim hikayem nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim.

Not:
Paris’te geçen bu kısa filmin bir sahnesinde “Star Çankırı Çay Salonu” levhasını görmekte çok şaşırtıcı ve ilginçti.


ALİYE YÜCEL

23 Ekim 2011 Pazar

İŞVERENLERE SESLENİŞ!


BİZE BİR SANŞ VERİN!

Her birey gibi bizde bir iş sahibi olmak istiyoruz. Bu nedenle sizlere ulaşmaya çalışıyoruz. Bizi gördüğünüzde “yok olmaz, işe giremezsin” bakışıyla karşılaşmak istemiyoruz. Biz bu bakışlarla pek çok yerde, pek çok kez karşılaşıyoruz. Bizi görmezden gelmeyin ve asla acıma duygusuyla yaklaşmayın. Biliyoruz ki pek çok yerde olduğu gibi istihdam alanında da engellilere karşı bir ön yargı var. İşverenlerin bizler hakkındaki önyargıları aslında yetersiz ve hatalı bilgilere dayanmaktadır.

Engelliler verimli çalışamaz,

Onları işten atmak daha zordur,

Sürekli hastalanırlar ve sık sık izin alırlar,

Diğer çalışanları rahatsız ederler ve çalışma temposunu düşürürler,

Onlar için özel düzenlemelerin yapılması masraflıdır,

Alıngan olurlar, çabuk sinirlenirler ve göz zevkini bozarlar…

Oysa;

Biz işimizi çabuk kavrarız,

Kesintisiz çalışabiliriz,

İş bilincine sahibiz,

Sorumluluk sahibiyiz,

İşimize zamanında gelebiliriz,

İşi bırakma ihtimalimiz daha azdır ve normal çalışanlar kadar verim gösterebiliriz…
Bazen hepimiz mükemmelliği ararken gerçeği kaybediyoruz. Oysa bizler gerçeğiz. Gelin gerçek bir çalışanla tanışma fırsatından mahrum kalmayın.

"Acaba yapabilecek mi?" endişesini bir yana bırakıp, bize bir şans verin.

ALİYE YÜCEL




14 Ekim 2011 Cuma

"YOL ARKADAŞIM" DİZİSİNDE BİR ENGELLİ HİKAYESİ


Kanal D'de başlayan yolculuğuna Star'da devam eden 'Yol Arkadaşım' dizisinin 24. bölümünde engellileri çok yakından ilgilendiren bir konu yer aldı. Evin küçük oğlu müzisyen Soner, kendisine hayran olan Elif’in tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda olan biri olduğunu öğrendi... Elif’e bir mail yazdı. Ve ne çok şey anlattı!
Sevgili Elif,
Sana telefonla da ulaşmaya çalıştım Ama hep kapalısın. Ne diyeceğimi, nasıl özür dileyeceğimi bilmiyorum. Seni kırmak inan bu hayatta isteyebileceğim en son şey.  Seni ve durumunu gördüğüm anda yüzümü toparlayamayışım affedilmez bir şeydi bunu biliyorum. O bakışlarla ömür boyunca karşılaştığını ve her gün yeniden savaştığını kestirebiliyorum. Şaşkınlığım özrüne yönelik bir şey değildi. Bu bir özür mü onu bile bilmiyorum, çok saçma… Neden ve kime karşı özürlü olduğunu bile kestiremiyorum. Çünkü takılan isimler,  yüklenen anlamlar hep beraberinde başka saçmalıkları da getiriyor. Ben nasıl davranacağımı bilemedim. İşte hepsi bu… Hiç bir şey yokmuş gibi davranmak ya da sana aşırı nazik olmak arasında bocaladım. İkisi de yalan olacaktı çünkü… Ve sen bunun bir sahtekârlık olduğunu anlayacaktın. Evet hazırlıksızdım. Çünkü kafamızda bir sürü beklenti ve idealize edilmiş tiplerle yaşıyoruz hepimiz… Güzellik yarışmaları, reklamlardaki sözde mükemmel insanlar, dizi filmlerdeki kahramanlar bizi bunlara koşutluyor! Hep aldatılıyoruz, bilerek ve isteyerek kanıyoruz.  Ve inan bundan hoşlanıyoruz. Ne acı değil mi?  Her geçen gün gerçek bir insanla tanışmanın yerine kahramanları bekliyoruz.  Ve mükemmeli ararken gerçekliği kaybediyoruz.  Oysaki hepimiz gerçeğiz. Sadece birilerinin ya da yaşadığımız bir anın bize bunu hatırlatması gerekiyor. Tıpkı dün geceki gibi… Lütfen beni gerçek bir insanla tanışma fırsatından mahrum etme. En azından bir kahve içme teklifimi geri çevirme… Buna çok ihtiyacım var.

                                                                  Soner



Bir engelli olarak yukarıda yazılanların pek çok engellinin duymak istediği sözler olduğunu çok iyi biliyorum. Bir engelliye nasıl bakılması gerektiği gösterdikleri için diziye emeği geçen herkese teşekkürler... (Umarım kız sonunda ayağa kalkmaz!)

                                                                                
ALİYE YÜCEL

4 Ekim 2011 Salı

VERA'NIN ŞOFÖRÜNE FARKLI BİR BAKIŞ!



“Vera’nın Şoförü” filminin tanıtım metninin okuduğumda ilk cümlesi ilgimi çekti. “… Film General Serov ve onun fiziksel engelli kızı Vera etrafında döner. Vera, içki ve sigara kullanan, göz alıcı ancak fark edilir fiziksel engeli olan bir kızdır…”

Bir engelli olarak bu filmi mutlaka izlemeliyim diye düşündüm. Her dönemde engellileri konu alan filmler yapılmıştır. Acaba bu film bir engelliyi nasıl ve ne şekilde anlatıyordu!

“Vera’nın Şoförü” filmine yapılan pek çok politik ve sanatsal eleştirinin yanı sıra, başrol oyuncusunun fiziksel engelli olması nedeniyle bu açıdan da bakılmalı…

Yelena Babenko, engelli birini başarıyla oynuyor. Vera, fiziksel engeli olan bir kız olmasına rağmen bu bir engelli hikayesi değil… Ancak, Vera’nın fark edilir engeline rağmen (yaptığı bazı şeyler tasvip edilemese de) kendine güveni olumlu bir sunum…

Birçok eski Türk filminde engellilerin olumsuz sunumunu herkes bilir. Engellilerin başarısız ve trajik bir yaşam sürdükleri, normal bir yaşam sürdürmelerinin zorluğu; yardıma muhtaç ve acınası kişiler oldukları vurgulanmıştır. Bu filmleri izleyenler engellilerinde, asla evlenip anne olamayacaklarını düşünüp üzülmeleri bilinen bir gerçek…

Filmde birkaç küçük sahne dışında Vera, engelinden dolayı farklı bir muamele görmüyor. Yaptıkları doğru yanlış tartışılır ama Vera’nın hayatının bize anlattığı engelli biri de aşık olabilir, evlenir ve çocuk sahibi olur… Bu tür örneklerin sunumunun, engellilerin normal bir hayat sürebileceklerinin gösterilmesinin bizler için önemi çok büyük… Yönetmenin bir engelliyi böyle bir bakış akışıyla görmesi özlenen ve beklenen bir durum…





VERA’NIN ŞOFÖRÜ (Vera's Driver)

Tür : Dram / Romantik
Yönetmen :
Pavel Chukhray
Senaryo :
Pavel Chukhray
Yapım :
2004, Rusya.
Oyuncular : Igor Petrenko (Viktor) , Yelena Babenko (Vera) , Bogdan Stupka (General Serov) , Andrey Panin (Adjutant Saveliev) , Yekaterina Yudina (Maid Lida)

1997’de çektiği Oscar adayı “Hırsız” filmiyle yeteneğini sanat dünyasına kanıtlayan ünlü Rus yönetmen Pavel Chukhray, son filmi Vera’nın Şoförü ile bu kez soğuk savaşın duygusuz yüzüne, bir sevgi filmiyle cevap veriyor.
1960 yılında Sovyet Rusya ve Küba arasında yükselen soğuk savaşın ardındaki insanlık dramını ''Vera''nın Şoförü'' ile öykülendirilen ve Pavel Chukhray imzasını taşıyan film, Sochi Rus Filmleri Festivali'nden En İyi Senaryo, Festivalin Büyük Ödülü, Jüri Özel Ödülü, Nika Festivali'nde En İyi Müzik, Umut Vaat Eden Oyuncu, En İyi Yapım Tasarımı ve Honfleur Rus Filmleri Festivali'nde Büyük Ödül almaya hak kazandı.

Konu:

Rus Yönetmen Pavel Chukhray’ın yönettiği, romantik drama türündeki Vera’nın Şoförü, 1960 yılında Sovyet Rusya ve Küba arasında yükselen, soğuk savaşın ardındaki insanlık dramını anlatıyor.
Film General Serov (Bogdan Stupka) ve onun fiziksel engelli kızı Vera (Yelena Babenko) erafında döner. Vera içki ve sigara kullanan, göz alıcı ancak fark edilir fiziksel engeli olan bir kızdır.
Viktor (Igor Petrenko) genç bir kızıl ordu askeridir. General adına çalışmaktadır. Viktor, Vera’nın özel şoförü olarak göreve atanmıştır. Victor, Vera’yı görür görmez ona ilgi duymaya başlar.
Linda, (Yekaterina Yudina) Generalin uzun boylu sarışın güzel hizmetçisidir. O da Viktor’dan hoşlanmaktadır. Ancak Viktor, yavaş yavaş Vera’ya aşık olmaya başlamıştır. Vera’nın küçük bir sırrı vardır.



ALİYE YÜCEL