> Engeloji

Translate

27 Aralık 2015 Pazar

VİCDANLI OLMALI


Rehabilitasyon merkezlerinde bazı görevlilerin engelli çocuklara işkence yapıldığı haberleri medyaya sık sık yansıyor. Engellilere yapılan bu muamele insanı dehşete düşürüyor, kanını donduruyor ve çok üzüyor. İnsanlığından bile utandırıyor. Aslında bunlar bize yansıyan ve kayıt altına alınan bölümü... Bir de kayıt altına alınamayanlar var. Kim bilir böyle ne çok vaka vardır. Düşünmesi bile çok korkunç... Ortaya çıkınca, yakalanıp büyük cezalar almaları bile benim içimi rahatlatmıyor.

Yapılan her haberden sonra gelen tepkilerden ve ailelerin şikayetlerinde dolayı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olaylara el koyuyor. Bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Bakanlık, bu konuda çok hassas biliyoruz. Bu tür bakım merkezleri için özel standartlar getiriliyor ve sıkı denetime tabi tutuluyor. Ama yıllardır değişen bir şey olmuyor. Maalesef bu acı olaylar hep tekrarlanıyor. Bunları okurken bile birilerinin bu insafsız muameleyi görmediğini bilebilir miyiz?

Engellilerin bir çoğu derdini anlatacak ve kendisine yapılanı anlatabilecek ve şikayet edecek durumda da değiller. Bir çoğu doğruyu yanlışı ayırt edemiyor. Muhtaç bir durumda… Maalesef kötü muamele, işkence ve insanlıktan çıkmış davranışlarla karşılaşabiliyorlar. Ailelerinin eğitim alması ve daha iyi bir seviyeye gelmesi için bu tür merkezlere götürdüğü çocuklar, yapılan kötü muameleden sonra ruhsal açıdan daha kötü bir duruma düşebiliyorlar.


Kabul edelim ki engelli, hasta, yaşlı veya bakıma muhtaç kimselere hizmet vermek çok güç... Böyle olunca da her şey vicdanlara kalıyor. Vicdanlar engelliyse maalesef yapılacak bir şey yok. Bunu dikkate almak gerekir. Kendi normal çocuğuna bile tahammül gösteremeyen ebeveynler var. Bunun yanında yedi kat yabancı birine şefkatle yaklaşanlar kişiler olabiliyor. Bu nedenle bu tür yerlerde çalışanlar çok özenle seçilmeli…

Görüyoruz ki denetim yeterli olmuyor. Hem bu konuda nasıl sağlıklı bir denetim yapılır ki? Keşke olabilse… Ama çok zor. Denetimle olmaz bu... Denetimden ziyade bu kurumlarda çalışanların insanı değerlere sahip olması gerekiyor. Vicdanlı olmaları gerekiyor. Bu her şeyden daha önemli… Bakım merkezlerinde çalışanların empati yeteneği yüksek, şefkatli, sabırlı, merhametli, öfke kontrolünü yapabilen ve vicdanlı kimseler olması gerekir. Yoksa bu tür vakalara daha pek çok yerde rastlanır.

Bu tür yerlerde çalışanlar çok özenle seçilmeli... Bu çok hassas bir konu… Bu seçme nasıl bir yöntemle olur ve nasıl bir sertifika almaları gerekir bilemem. Ama bu merkezlerde çalışacak personelin mutlaka; sosyal hizmet uzmanı, psikolog, pedagog, psikiyatr gibi kişilerin bulunduğu bir grup uzmanlar tarafından ve çeşitli mülakatların yapıldığı bir dizi eleme sonucunda seçilmesi gerekiyor. Başka bir yolu yok...

Yazdığım her yazının kimler tarafından okunacağının hiç önemi yoktu. Kim okursa okusun. Bir kişi bile okusa ve bir farkındalık meydana gelse yeterdi... Ama bu yazıyı özellikle bu konuyla ilgili yetkililerin okumasını çok istiyorum. Biliyorum çok zor bir şey istiyorum. Ama isteğim bu... Okumalı ve buralarda çalışacak personeller artık özel olarak ve özenle seçilmeli... Eğitim gerekli ama bu merkezlerde çalışanlar her şeyden önce vicdanlı olmalı...

ALİYE YÜCEL



20 Aralık 2015 Pazar

TRUMP KABAĞIN SAHİBİNİ BİLİR Mİ?


Geçtiğimiz ay, Donald Trump'un engelli bir muhabire olan davranışını, onunla alay etmesini dünyada duymayan kaldı mı bilmiyorum. Sanırım duyanların çoğu da şaşırmış ve kınamıştır. Çünkü yaptığı inanılır gibi değil. Gaf olarak adlandırıldı ama bu gaftan da beter bir durum. Üstelik bu kişi sıradan biri de değil! Engelliye böyle bakan biri "Başkan" olacak! Hem de Amerika'ya... İçler acısı bir durum...

ABD'de 2016 yılında yapılacak seçimlerde aday adayı olan ünlü iş adamı Donald Trump, Güney Carolina'da yaptığı seçim konuşmasında New York Times muhabiri Serge Kovaleski'yle engelinden dolayı alay etti. "Konjenital eklem sendromu" olan muhabirin hareket ve konuşmasını taklit etti. Serge Kovaleski, eklemlerin hareket kabiliyetini engelleyen bir hastalık olan "konjenital eklem sendromu" nedeniyle özellikle sağ kolu ve elindeki hareketlerde kısıtlılık yaşıyor.

Donald Trump, miting konuşmasında, Kovaleski için "İyi bir muhabir..." diye bahsedip, sonra da "Şimdi bu zavallı adamı görmelisiniz..." diyerek kollarını ve ellerini tuhaf hallere sokup çarpıtarak Serge Kovaleski'yi taklit ve alay etti. Trump'ın yaptığı bu eylemden sonra New York Times bir açıklama yaptı. Açıklamada "Donald Trump'ın muhabirlerimizden birinin görünüşüyle alay etmesini çok çirkin buluyoruz" ifadesi kullanıldı.


"Kabağın da Sahibi Var!" hikayesini bilirsiniz.Trump'un haberini duyduğumda aklıma hemen bu hikaye geldi. Hikayeyi bilmeyenler için anlatayım. Bilenler içinde hatırlatayım:
Bir derviş berberde tıraş olurken, mahallenin kabadayısı gelir ve başına vurarak, "Kalk bakalım kabak. Tıraş sırası bizde!" der. Dövene elsiz, sövene dilsiz olan, halktan gelenin Hak'tan geldiğine inanan derviş sabreder. Kabadayıya berber de bir şey diyemez. Derviş "La Havle. Ya sabır!" diyerek tıraş olmayı bırakıp, yan koltukta oturup beklemeye başlar. Fakat kabadayının dili durmaz. Tıraş boyunca "kabak aşağıya, kabak yukarı" diye hakaret etmeye devam eder. Dervişi sürekli aşağılar...

Sonunda kabadayının tıraşı biter ve çeker gider. Fakat, kabadayı sokağa adım atar atmaz kontrolden çıkan bir at arabası gelir kabadayıyı altına alır, sürükler ve feci bir şekilde ezer. Bu manzarayı gören berber, dervişe dönüp "Derviş biraz ağır olmadı mı?" diye sorar. Derviş: "Hayır! Kabadayının hareketleri Allah'a dokunur diye aklıma geldi ve içimden hakkımı da helal ettim. Ama bu kabağın da bir sahibi var!" der.

Engelli birinin alay edildiği, aşağılandığı her durumda aklıma bu hikaye gelir. Bu kez de öyle oldu. İşte gördük! Bir kişi engelli ise böyle bir duruma maruz kalabiliyor.  Engelli kişi hangi sınıftan olursa olsun, kariyer yapmış, muhabir olmuş, Pulitzer Flaş Habercilik Ödülü'nü de almış olsa fark etmiyor. Engelinden dolayı alaya alınabiliyor. Bunu söyleyen kişi de dünyanın en büyük devletlerinden birinin başkan aday adayı olabiliyor. Ne denir bilemedim. Ama Donald Trump'a bu hikayeyi anlatmak isterdim. "Kabağın da bir sahibi var!" demek isterdim. "O bunu anlar mıydı?" derseniz. Hiç sanmıyorum. Engelliye bu bakış acısıyla bakan birinin bunu anlayacağından da şüphem var!


ALİYE YÜCEL         

13 Aralık 2015 Pazar

ENGELLİYSE OĞLUM DEĞİL!


Bazen duygularınız ayrımına varamazsınız. Daha doğrusu hangisinin ağır bastığını anlayamazsınız. İşte öyle oldum. Müge Anlı'nın programında şahit olduğum durum beni bu hale soktu. Seyredenler bilir programda ailesinden ayrı kalanlar onları arıyor. 50 yıl sonra bile ailesine kavuşanlar oluyor. Biri çıkıyor ailesinden hatırladıkları üç beş şeyi (çoğu zaman onlar bile doğru olmayabiliyor) paylaşıyor. Beş on dakika sonra bir telefon bağlanıyor. "O benim kızım, oğlum, kardeşim, yeğenim, kuzenim, arkadaşımın kızı..." gibi bildiklerini anlatıyor. Ve aile bulunuyor. Nasıl güzel bir heyecan fırtınası ve mutluluk...

Yine böyle oldu. Geçtiğimiz hafta 25-30 yaşlarında bir genç geldi. Konuşma zorluğu vardı ve algısında da bir problem olduğu hemen anlaşılıyordu. "5-6 yaşlarında kayboldum. Polisler beni buldu.Yuvaya verdiler..." diye anlattı. Sonra da ailesinden hatırladıklarının bir bir söyledi. Çok borcu olduğundan da bahsetti. İnsan, borca kızsa da durumundan dolayı merhamet duygularının ağır bastığı bir durumdaydı. Neyse bir telefon geldi. "Bu benim kardeşim olabilir, yoldayım geliyoruz..." diyen. Sonra adını bile doğru hatırladığı kardeşi ile ağabeyi olacak kişiler geldi. Nasıl da benziyorlardı.

Çok benzedikleri halde biraz mesafeliydiler. Görünce "Olmayabilir" diyen bir tutum içine girdiler. Sonra amca oğulları geldi onlar çok daha sıcaktılar. Babaları da yoldaymış. Ben babanın tutumunu çok merak ettim. "Kardeşleri kadar soğuk olamaz. Ne de olsa baba..." diye düşündüm. Yayın bitti. Baba yetişemedi. Ertesi güne kaldı. Ertesi güne kaldı ama canlı yayın gibi çekilmiş. Ertesi gün bant yayınlandı. Şimdi dikkatlice okuyun. Baba geldi. Çocuğa doğru yürüdü. Yaklaştı yaklaştı, başını elleriyle tuttu, gözüne baktı. Ve birden "Bu değil..." dedi. O an zavallı çocuk ne düşündü bilemem. Ama ben çok şaşırdım, yıkıldım, üzüldüm, kızdım... Bu nasıl bir yaklaşım şekliydi?


Gelelim başa... Genç, geldiğinde kardeşinin adını, babasının adını (konuşma zorluğu nedeniyle yanlış anlaşıldığından eminim), babasının mesleğini ve soyadını bir harf değişikliğiyle söylemişti. Ailesiyle ilgili pek çok ayrıntıyı hatırlıyordu. Kaybolduğu gün ile ailenin çocukları kaybettiği gün de aynıydı. Babasındaki fotoğrafı gören arkadaşları ve yurt müdürleri onun olduğuna hem fikirdiler. Bütün bunları geçtim. Kardeş ve amca çocuklarıyla çok büyük benzerlikleri olduğu halde babası kabul etmedi. Ayrıca DNA testi yapılmasını istememişti. Bu değil diyen biri DNA testinin yapılmasını niye istemez onu da anlamak zor. Değilse çıksın o zaman ortaya...

Ertesi gün çok tepki aldığından mıdır nedir? DNA testini kabul etmiş. Ailenin DNA testi için gittikleri yerdeki tutumları da ayrı bir rezalet.. Sonuç belli olunca ne olur bilemem... Bir baba nasıl böyle davranır? Bu baba için ne yazılır? Oysa kaybolduğunda ödül bile koymuş... Şimdi ise söylediği "Benim oğlum gözlerini böyle kırpmıyordu..." İyi de aradan yıllar geçmiş... O çocuk aileden uzak neler yaşamış? Aile ortamında, sevgi ile büyümedi ki... Neden, nasıl bu hale geldi biliyor musun? 

Bir babanın böyle davranmasına inanmak zor. İçimden, bu normal bir çocuk olsaydı. Doktor, mühendis, avukat gibi bir mesleğe sahip olsaydı. Baba yine böyle mi davranırdı, diye düşünürken, Müge Anlı da buna benzer olan düşüncelerini paylaştı. Ben yine de çok borcu olduğu için kabullenmediğini düşünmek istiyorum. O da hiç insanca değil. Ama engelli olduğu için reddettiğini düşünmek bile istemiyorum. Çünkü bu çok acı...
                                                                                                                        
ALİYE YÜCEL                                                

                                                                                       


6 Aralık 2015 Pazar

BİR KAÇ KİTAP


Yine bir 3 Aralık Dünya Engelliler Günü geldi, geçti. Yine tüm dünyada engelliler hatırlandı ve engelli sorunları ele alındı. Dünya Engelliler Günü ile ilgili yazacak çok şey var. Ancak bunlar her yerde rastladığınız dilekler, temenniler, sorunlar ve çözüm istekleri... Bunlardan değil, sizlere kitaplardan bahsetmek istiyorum. Engelli arkadaşlarımın yeni çıkan kitaplarından... Kitapları okuyup incelemeden yazmayı düşünmüyorum ve yazmıyorum. Ama kitaplar yeni çıktı. Her üçünü de okuyup bitirinceye kadar çok zaman geçecek. İşte bu yüzden bir an önce yazmak istedim.

İlk önce dernek (Türkiye Sakatlar Derneği İstanbul Şubesi) arkadaşım Satı İlen'in kitabından... Satı İlen, müthiş bir edebiyatçı... Yeni kitabının adı ise "Sakatlığa Övgü". Yeni diyorum çünkü bu onun ikinci kitabı... İlk kitabı "Denize Şiir Okumak" çok başarılı bir hikaye kitabıydı.  İnsanı ne kadar güzel gözlemlediğini her satırında görmek mümkündü. Engelli, engelsiz herkese ne çok şey anlatıyordu öykülerinde... İnsanı yüreğinden yakalıyordu.

Kozalak Yayınevi'nden çıkan Sakatlığa Övgü ise bir deneme... Dediğim gibi henüz okumadım. Ancak kitabın adı bile çok çarpıcı ve ne çok şey anlatıyor. Tanıtım yazısından kitapla ilgili önemli ip uçlarını görmeniz mümkün... Sakatlığı Övgü; kuşaktan kuşağa aktarılan, sakatlarla ilgili her türlü negatif düşünce, hurafe ve ön yargıya bir başkaldırı... Satı İlen kitapta doğanın içinde bile farklılıklar varken kusursuzluğu aramanın anlamsızlığı dile getiriyor.

Gelelim ikinci kitaba; Paşalar Divanı. İlmek Yayınları'ndan çıkan kitabın yazarı Talha Yıldız. Talha, benim "Türkiye'nin Yeni Yazarları" isimli Yazarlık Atölyesi projesi sayesinde tanıştığım bir kardeşim... Onu tanıdığımda çok kitap okuduğunu, bir kitap kurdu olduğunu öğrenmiştim. Atölyeye katılanlar için "Yazarlık konusunda başarılı olacaklarına inandığım arkadaşlarımın takipçisi olacağım..." demiştim. Bazılarının bir gün bir kitap yazacağına inanıyordum... Ve haklı çıktım. Talha'nın ilk kitabı çıktı.

Talha Yıldız, bedensel engelli... Çocuklukta pek çok kişinin hayalinde bir meslek vardır. Talha  Yıldız da hep polis olmak istemiş. İstemiş istemesine de engelinden dolayı bu mümkün olmamış. O da bir polisiye roman yazmış! Ne kadar anlamlı değil mi? Ortaya ne güzel bir sonuç çıkmış. Talha Yıldız, kitabını ilham aldığı usta yazar Peyami Safa'ya ithaf etmiş... Polisiye romanların ilgi gördüğü günümüzde Paşalar Divanı'nın şansının olduğunu düşünüyorum.

Ve bahsetmek istediğim son kitap Karmaşa. Karmaşa, Furkan Uğur Eşitti'nin kitabı... Furkan Uğur Eşitti ile kitabı çıktıktan sonra konuştum. Ona mutlaka kitabını okuyup daha sonra blogumda yer vereceğimi söyledim. Ama bekleyemedim, okumadan yazıyorum. İlmek Yayınları'ndan çıkan Karmaşa, bir istihbarat romanı... Karmaşa, Furkan'ın ilk kitabı ama devamı gelecek... Karmaşa İhanetle Mücadele - 1. Kitap.

Furkan Uğur Eşitti görme engelli. İstihbarata ilgi duyan, bu konuda çalışmayı çok isteyen ancak bu hayalini gerçekleştiremeyen Furkan da bu konuda bir roman yazmış... Furkan Uğur Eşitti, istihbarat romanı olan Karmaşa'da bir ihanet şebekesini devlete kurduğu kumpasları anlatmış... Paşalar Divanı ve Karmaşa, engellilerle birlikte yaşama kültürünü yaygınlaştırmak amacıyla başlatılan "Engelsiz Kitaplar Projesi" kapsamında "Engelsiz Dünya Platformu" işbirliğiyle hazırlandı.

Her üç kitap da okunmaya değer eserler... Buna bütün kalbimle inanıyorum. Kitabı yeni çıkan arkadaşlarımın heyecanını hissediyorum. İnsanın kitabının çıkması güzel... Ancak okuyucuyla buluşturmak ve okutmak zor! Bu tecrübeyle sabit... Dilerim her üç kitapta okuyucuyla buluşur. Yazımı okuyanlardan ricam bahsettiğim kitapları almaları ve çevreleriyle paylaşmaları... Belki kitaba ilgi duyan birilerine ulaşır ve alıp okurlar...

 ALİYE YÜCEL         

29 Kasım 2015 Pazar

ENGELLİ OLAN YAPILARIMIZ


Mimarlar Odası Bursa Şubesi'nin düzenlediği Ulusal Fotoğraf Yarışması'nın bu yıl ki konusu ilgimi çekmişti. "Engelli Olan İnsanımız Değil Yapılarımız" konulu yarışma sonuçlandı. Yarışmaya Türkiye genelinde amatör ve profesyonel fotoğrafçılar, 383 eser ile katılmış... Bu yıl 4.'sü düzenlenen yarışmada Osman Arslan'ın fotoğrafı birinci, Hatice Karakan'ın ikinci, Aytül Akbaş'ın ise üçüncü olmuş...  Dereceye giren fotoğraflar oldukça etkileyici...
   
Mimarlar Odası Bursa Şubesi; mimari engellerden arınmış mekanların, engelli ve engelsiz herkesin hakkı olduğuna ve erişimin lüks değil, önemli hak ve ihtiyaç olduğuna inandığı için böyle bir konsept seçmiş... "Engelli Olan İnsanımız Değil Yapılarımız" diyerek zaten çok şey anlatmış... Bu fotoğraf yarışması önemli ve başarılı bir sosyal sorumluluk projesi... Dikkat çekici ve çarpıcı... Engelli, engelsiz kim olursa olsun bu fotoğrafları görüp etkilenmemesi mümkün değil.

"Engelli Olan İnsanımız Değil Yapılarımız" denildiğinde ilk akla gelen merdiven ve basamaklar olur. Gerçekten de özellikle de bedensel engelliyi en çok merdivenler zorlar. Fotoğraf sanatçıları da böyle düşünüp, bunu gözler önüne sermişler... Böyle yerleri bulmakta zorluk çekmediklerine de eminim! Fotoğraflarda, mimari engeller ve eksiklikler gözlemlenmiş... Engel ve insan ilişkisi çarpıcı bir şekilde ortaya konmuş... Fotoğraflara bakınca bunu açıkça görüyoruz.


Özellikle bedensel engellilerin yaşadığı mimari engeller ve erişimde yaşanılan sorunlara dikkat çekilmek için yapılan bu yarışma sonunda çekilen fotoğraflardaki karelerden engellilerin hiç dikkate alınmadığını bir kez daha görüyoruz. Nereye gidersek gidelim bir engel var. Eğitim, kültür, sosyal hayat gibi pek çok yerde karşımıza bir engel çıkıyor. Şehirlerdeki pek çok yerin mimari planları engeli olmayan insanlara göre çizilmiş ve öyle yapılmış...

Türkiye'de engelli olmak bu yüzden zor. Caddeler, sokaklar, parklar, yollar, binalar, kamuya açık alanlar mimari engellerle dolu... Tekerlekli sandalye kullananlar rampaların eğimi  yüzünden refakatçi olmadan çıkmaya çekiniyorlar. Görme engelliler yürüdükleri kabartma zeminlerde her an bir engelle karşılaşıyorlar. Kol değneği, baston kullananlar; yol, zemin, merdiven ve kaldırım gibi pek yerde zorlanıyorlar.

Engelliler için yapılması gerekenlerle ilgili kanunlar ve talimatlar olduğu halde hiç bir alanda uygulanmıyor. Oysa yerel yönetimler, ilgili kurum yetkilileri, sivil toplum örgütleri ve herkes bu engelleri kaldırmak için bir şeyler yapmalı... İşte Mimarlar Odası Bursa Şubesi böyle bir adım atmış ve engelli olanın insanımız değil yapılarımız olduğunu göstermeye çalışmış... Umarız atılan bu önemli adımla yapılan yanlışlar görülür ve gereken düzenlemeler yapılır.

Not: Yayınladığım fotoğraflar derece sırasına göre...


ALİYE YÜCEL

22 Kasım 2015 Pazar

ENGELLİ MİLLETVEKİLLERİMİZ VE BEKLENTİ


Yeni milletvekillerimiz belli oldu. Geçtiğimiz günlerde yeminlerini de ettiler. Çok istediğim bir şey vardı. O da engelli milletvekillerinin sayısının daha fazla olması... Belki pek çok kişi; hangi parti önde, hangi parti kaç milletvekili çıkaracak ve sonuç ne olacak diye merak ediyordu. Ben ise bunların yanı sıra kaç engelli milletvekilinin meclise gireceğini merak ediyordum. Bir önceki seçimlere göre sayıları arttı. Yeni kabinede beş engelli milletvekilimiz var.

7 Haziran seçimlerinde iki engelli milletvekili seçilmişti. AK Parti Bursa Milletvekili Bennur Karaburun ve CHP İstanbul Milletvekili Şafak Pavey. Her ikisi de tekrar milletvekili oldular. Onlara yenileri eklendi. Partileri, illeri ve isimleri şöyle; AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Doğan Kubat, AK Parti Erzincan Milletvekili Serkan Bayram ve AK Parti Konya Milletvekili Hacı Ahmet Özdemir. Gönül isterdi ki sayıları daha fazla olsun. Ama buna da şükür...

Engellilerin hayatını değiştirecek karar ve düzenlemeler TBMM'den geçecek. Son yıllarda engellilerle ilgili çok önemli çalışmalar yapılsa da bunlar yeterli değil... Pek çok eksik noktalar ve yapılması gerekenler var. Engellilerin sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda hayata katılmalarını sağlayacak çalışmaların daha fazla olması gerekiyor. Engelliler için yapılan her şeyin insanlık için yapıldığını unutmayalım.


Engelli olmasa bile engelli ve engellilik konusunda çok duyarlı milletvekillerimiz var. Ancak engelli sorunlarının çözümü için engeli olmayan birinin başarılı olması daha zor. Engellilerin sorunlarını en iyi engelliler bilebilir. Bu nedenle çözümünü de en iyi onlar sunacaktır. Engellilerin yaşam kalitesini de onlar yükselteceklerdir. Bu nedenle engelli milletvekillerimiz yapacakları bizim için çok önemli...

Engelli milletvekillerimizin kendilerine "Engelliler için bugüne kadar neler yapıldı? Onlar neler bekliyor? Neler istiyor? Bizler neler yapabiliriz?" sorusunu soracaklarını ve gerekenleri yapacaklarını biliyoruz. Belki engelliler için yeni yasalar çıkarırlar. Belki de bir "Engelliler Bakanlığı" kurulur. Onlar bizim sesimiz... Onlar meclisteki temsilcilerimiz... Ve onlardan beklentilerimiz oldukça yüksek... İşleri hiç de kolay değil. Allah yardımcıları olsun.

Seçilen milletvekillerimiz hepsinin her alanda örnek çalışmalar yapacağını ve çok başarılı olacağına inanıyoruz. Ancak engelli sorunlarıyla özel olarak ilgilenmeleri, engellilerle ilgili çalışmalar yapmaları, engelliler için farklı projeler üretmeleri, engelli sorunlarına çözüm üretmeleri ve engelli çalışmalarına katkı sağlamaları gerekiyor. Bunu onlardan bekliyor ve görevlerinde başarılar diliyoruz.  

ALİYE YÜCEL


15 Kasım 2015 Pazar

DADA VE CODA!


Okan Bayülgen'in programının başlayacağını okuduğumda hiç tereddüt etmeden yine işitme engelliler için bir tercüman olacağını düşündüm. Ve yanılmadım. Dada, geçtiğimiz hafta başladı. Yeni başlayan programda da ekranın sağ alt köşesinde işaret dili tercümanı bulunuyor. Program sırasında tüm konuşmalar işaret dili bilen bir tercüman tarafından işitme engelliler için anında çevriliyor. Programın işaret dili tercümanı ise Neslihan Kurt.

Neslihan Kurt, bir koda (Coda)! Coda; İngilizce "Children Of Deaf Adults"ın kısaltılmışı... Anne ve babası işitme engelli olup, kendisi işitme engelli olmayan çocuklara böyle deniyor. Onların iki dili oluyor. İşitme engelli olmadıkları için normal dillerini konuşurken diğer taraftan ebeveynleriyle de işaret dili ile konuşuyorlar. Neslihan Kurt da küçük yaştan beri işaret dilini kullanıyor. O nedenle de bu kadar başarılı...

Neslihan Kurt, çevirileri yaparken öyle içten ve samimi ki yaptığı işi ne kadar çok sevdiğini anlıyoruz. Sular seller gibi konuşuyor! Bıkmadan usanmadan çeviriyor. Mimiklerini çok güzel kullanıyor. Devamlı gülümsüyor. Pozitif enerji saçıyor. Herkesin sempatisini kazandığını tahmin ediyorum. İşaret diline ihtiyaç duymayanları bile kendine baktırıyor. Eminim, onu seyredenlerin bir çoğunda işaret dilini öğrenmek isteği doğuyordur. Sayesinde işaret dili öğrenenler olmuştur.


Okan Bayülgen'in programları entelektüel düzeyi yüksek programlar... Farklı konu ve konuklar oluyor. Bu nedenle Neslihan Kurt'un işi oldukça zor. İnsan seyrederken bazı kelimeleri duyunca bunu nasıl çevirebildi, nasıl anlatabildi diye düşünmeden edemiyor. Özellikle de soyut ve felsefi kavramları... Ama o her şeyi anlatmanın bir yolunu buluyor. Nasıl da dikkatli... Bir cümle bile atlamıyor. Okan Bayülgen'in ve konuklarının her söylediğini işaret diliyle anlatabiliyor. Hatta şarkı sözlerini bile çeviriyor.

Okan Bayülgen'in yaptığı programlarda işaret dili bilen tercüman bulundurması çok önemli... Onun bu duyarlılığı çok değerli... İşitme engellileri düşünen tek programcı olduğunu söylersek yanlış olmaz sanırım. Programlarında zaman zaman engelli sorunlarını da ele alan Bayülgen, bu alandaki eksikliği iyi ki görmüş. İyi ki programlarında işitme engellilere de seslenmek için bir tercüman bulunduruyor. Böylece işitme engelliler farklı konularda bilgi sahibi oluyorlar, kültürleri artıyor ve gelişiyorlar.

Televizyon hayatımızda önemli bir yere sahip. Ancak işitme engeliyseniz bundan mahrum kalıyorsunuz. İşitme engellilerin sayısı oldukça fazla... Ancak işitme engellilerin izleyebileceği program sayısı yok denecek kadar az. Televizyon ile onlar arasında büyük bir engel var. Maalesef onlar bu kadar önemli bir iletişim aracından mahrum kalıyorlar. Belki her program için bir işaret dili tercümanı bulundurmak zor olabilir. Ancak hiç olmazsa her kanal işitme engelliler için bir kaç program yapmalı... Ekranlarda daha çok işaret dili  tercümanı görmek dileğiyle...

ALİYE YÜCEL