> Engeloji

Translate

28 Nisan 2013 Pazar

İKİ GÜN’ÜN ANLATTIKLARI



Yıllar önce okumuştum. Kütüphanemi yerleştirirken elime geçti. Şöyle bir bakınca tekrar okuma isteği duydum. Dikkatlice seyrettiğim bir filmi bir daha kolay kolay seyredemem. Ama kitap öyle değil. Hele de bazı kitaplar... Bazı kitaplar vardır okuduğunuzda çok tanıdık duygu ve düşünceler barındırır. Kambur’da benim için öyleydi. Bana göre az bilinen muhteşem hikaye kitaplarından biridir Kambur… Ve müthiş bir edebiyatçıdır Necati Tosuner.

Necati Tosuner, Kambur’da yer alan “İki Gün” adlı hikayeyle 1971 yılında TRT Öykü Başarı Ödülü’nü aldı. İki Gün’de küçük yaşta kaza sonucu bacağı kısa kalan ve bu yüzden aksayan bir adamın ruhi acılarını anlatmıştı. Bu hikayede kamburunu anlatan Necati yerine topallığını anlatan bir Remzi vardı. Hiç unutmam. Hikayeyi okuduğumda kendimle özleştirmiştim. İçim ezilmişti. Yine okudum, ne garip yine aynı hisler… Yine nasıl içimi acıttı, nasıl içimi yaktı bazı cümleleri… Yine ne çok şey anlattı bana bu hikaye…

Necati Tosuner  bu hikayede “ Ben büyük bir yazar olacaktım. Ve sakat insanları anlatacaktım, kendimi yani…”, “Bir şeye çok dikkat ederken, birçok şeyi kaçırıyorum. Ben insanların bakışlarına ve ayağımı onlardan gizlemeye dikkat ettim hep.”, “Oturur roman yazarız… Yaşadıklarımızı ve yaşayamadıklarımızı… Yazarız. ‘Bir Topal’ın Serüvenleri’. İşte adını koyduk bile. Ya da “Topal Evleniyor.” Şöyle de biter: ‘… dediysek de inanmayın.’ İyi mi?” diyordu...

Tosuner, dört yaşından bu yana omurilik eğriliği (kamburluk) ile yaşayan bir yazar... Bu nedenle kambur ya da sakat bir kişiden yola çıkarak bedensel takıntıları çok doğru anlatabilen bir edebiyatçı… Genellikle eksikliğinden kaynaklanan sıkıntılarını anlatıyor. Kanayan yanlarını gösteriyor. Bedensel engeli yazılarına acı olarak, yalnızlık olarak yansıyor. Ancak bunu bir sızlanma şeklinde yapmıyor.  Bunu yaparken duygu sömürüsü ve acındırma da yok.


Eserlerinde engellilik konusunu sosyal ve toplumsal olarak işlemiş Necati Tosuner... Yalnızlığı, sevgisizliği, çaresizliği, mutsuzluğu, acıyı, öfkeyi ve düş kırıklıklarını anlatmış... Onun anlattıkları kendi deyimiyle; bir eksik adamın gündelik ve ruhsal yaşantılarını konu alıyor. Belki de edebiyatımızda hiç kimse engelli olmanın kişiye getirdiği duygu ve düşünceleri onun kadar güzel anlatamamıştır.

Tosuner bir röportajında “Yazarlığa heves edişim kendimi anlatma isteğinden tabii. Yaşadıklarından çıkardığı şeyleri yazan birisiyim. Elbette her şeyle kendisini anlatıyor da değilim. Yazarlığa heveslendiğim zamanlara dönersem bunu daha iyi anlatabilirim. O zamanlar 20 yaşlarında toplumun içinde sakat adam diye damgalanmış bir genç olarak bu değer yargılarına karşı koymanın sanki benim için tek yoluymuş gibi yazarlığa heveslendim. Yine de ancak 3. kitabımın adını “Kambur” koyabildim.” diyor.

Birçok ödül kazanan Tosuner’in yazdıkları öyle etkileyici ki… Hemen hemen her cümlesi altını çizecek kadar, sosyal medyada paylaşılacak kadar değerli… Umarım bir gün biri, bir film olur… Eserlerini okumayan kişiler tarafından da bu sayede tanınır… Herkesin onun bir kitabını okumalarını isterdim. Eksik insanlara tam bakabilmeleri için… En çokta engellilerin okumasını isterim. Ne eksik anlamaları için…


ALİYE YÜCEL

21 Nisan 2013 Pazar

FİLİSTİNLİ FOTOĞRAFÇI



Şartlar uygun olduğunda bir engellinin hemen hemen her mesleği yapabileceğini gördüm. Önemli olan şartları uygun hale getirmek… Şartlar uygun olunca ve engeller yok olunca pek çok şey başarılıyor. Belki bazı meslekler biraz daha zorlayabiliyor. Ama yapılabiliyor mu? Kesinlikle “Evet” yapılabiliyor.

Her engel gurubunun zorlandığı durumlar birbirinden çok farklı… Bazı meslekler bedensel engelliyi zorlayabiliyor. Bedeni bazı sınırlamalar getirebiliyor. İşte fotoğrafçılıkta bunlardan biri… Tekerlekli sandalyede fotoğrafçı olmak, fotoğrafçılık yapmak hiç kolay iş değil… Ancak Filistinli Moamen Qreiqea bunu başarıyor.

Sosyal medyada, küçük bir kız çocuğunun fotoğrafını çekmeye çalışan tekerlekli sandalyede birini görünce çok etkilendim. Bu genç adamın Filistinli serbest fotoğrafçı Moamen Qreiqea olduğunu öğrendim. Bir fotoğrafçı arkadaşı, Moamen Qreiqea’yı kendi evinin önünde kızının fotoğrafını çekerken yakalamış… Öyle güzel bir kare ki görmeye değer… Hele de baba ve kız olduklarını öğrenince etkilenmemek mümkün değil…



Moamen Qreiqea, 2008 yılında Gazze’nin doğusunda fotoğraf çekerken, İsrail’in gerçekleştirdiği hava saldırısında yaralanmış… Bunun sonucu olarak her iki bacağını da kaybetmiş… İki çocuk babası Moamen, o günden sonra da hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor.

Biraz araştırınca Moamen Qreiqea'nın arkadaşları tarafından çekilmiş birçok fotoğrafına rastladım. Fotoğrafçı Moamen Qreiqea’yı arkadaşları pek çok farklı yerde fotoğraflamışlar... İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını isteyen protestocuların fotoğrafını çekerken, kardeşinin yardımıyla evinden çıkarken, spor salonunda egzersiz yaparken… Öyle güzel, öyle etkileyici fotoğraflar ki… Birçoğunda da Moamen Qreiqea’nın elinde fotoğraf makinesi var…

Moamen Qreiqea, engelli hale geldikten sonra çok sevdiği mesleğine veda etmiyor. Tüm engellere rağmen kariyerine devam etmeye karar veriyor. Mesleğini sürdürüyor. Filistin, Gazze gibi bir yerde savaşın ortasında fotoğrafçı olmak hiç kolay değil. Ama o bunu başarıyor. Fotoğraf çekme tutkusundan hiç vazgeçmiyor.

Her geçen gün Filistin’de, Gazze’de çatışmalar oluyor. Bu çatışmalarda pek çok kişi ya ölüyor ya da yaralanıyor. Yaralıların birçoğu engelli hale geliyor. İşgal altındaki Filistin’de ne çok engelli vardır bilemiyoruz. Moamen Qreiqea’yı fotoğrafçı arkadaşları sayesinde tanımış olduk… Oysa kim bilir? Ne çok engelli hikayesi vardır. Filistin, ne çok engelli hikayesini barındırır…


ALİYE YÜCEL

14 Nisan 2013 Pazar

ÇINGIRAKLI TOP'U İZLEDİNİZ Mİ?



Çıngıraklı Top, başrollerinde İlyas Salman, Zihni Göktay, Osman Tanburacı, Burak Önal, İpek Özkök gibi oyuncuların yer aldığı, yönetmenliğini ve senaristliğini Egemen Ertürk’ün yaptığı görme engellilerin futbol macerasını anlatan bir film… Dramatik bir komedi olan Çıngıraklı Top “Hayata körü körüne atılan bir çalım” sloganıyla da dikkat çekici…

Filmin konusu şöyle: Bakanlık, engelli derneği olan Boğaz Körler Derneği’nden Engelliler Olimpiyatları’na katılmalarını ister. Çeşitli spor dalları vardır. Ancak Boğaz Körler Derneği futbolu seçer… “Görme engelliler nasıl futbol oynayabilir?” diye düşünürler. Bunun da çaresi bulunur, çıngıraklı top hazırlanır. Türkiye’nin ilk görme engelli futbol takımı kurulur ve çalışmalar başlar… Başarılı bir futbolcu olan Kerem, sakatlık geçirmiş ve futbol kariyeri bitmiştir. Düştüğü içki, kumar batağı nedeniyle başı beladadır… Kerem ve Boğaz Körler Derneği’nin yolları kesişir. Kerem, derneğin futbol takımının antrenörü olur. Dernekteki herkes buna çok sevinir.

Dernek başkanı Ahi’nin yerine geçmek isteyen ve derneği de kebapçıya çevirmek isteyen Muzo, körlerin futbol oynayamayacağını söyler… Görme engellilerin hayat mücadelesini gören Kerem’in hayata bakışı değişir ve kendini toparlamaya başlar. Üniversitede asistanlık yapan Semra, arta kalan zamanını derneğe adamıştır. Semra ile Kerem arasında bir yakınlaşma başlar… Ve maç günü de gelip çatar…



2009 yılında gösterime giren Çıngıraklı Top; engellileri konu almasa üstünde konuşulmayacak bir film… Ele alınan konu ve verdiği sosyal mesajlar güzel… Ancak film çok vasat… Filmde; görme engellilerin hayata bağlılıkları, sevgi dolu ve neşeli halleri gösterilmeye çalışılmış… Böyle orijinal bir konunun, bir engelli hikayesinin bu kadar kötü çekilmesine üzülmemek elde değil… Kadrosu ünlü oyuncularla dolu olan film keşke daha seyredilebilir olsaydı…

Maddi imkansızlıklar olabileceğini düşünüyorum. Bir filmin ne zorluklarla çekildiğini biliyorum. Emeğe saygım da sonsuz… Ama maalesef olmamış… Dağınık konular, zorlama sahneler ve diyalogları kapatan bir müzik… Ayrıca, bazı sahneler gerçek dışı... Görme engelli birini tanımışlar mı? Görmüşler mi? Gözlemlemişler mi? Bir bilene danışmışlar mı? Cevap galiba hayır… Ancak yine de fazla bir beklenti taşımadan, sadece görme engellilerinde futbol oynayabildiklerini görmek için seyredebilir.

NOT:
Görme Engelliler Futbolu:
Filme adını veren çıngıraklı top ile oynanan futbolda sporcular görme derecelerine göre sınıflandırılırlar. Hiç görmeyenler ve kısmen görenler kendi aralarında mücadele ederler. Takımlar 4 oyuncu ve görebilen bir kaleciden oluşur. Futbol topunun içerisinde zil vardır. Top hareket ederken ses çıkarır. Böylece sporcular, bu sesi duyarak futbol oynarlar…


ALİYE YÜCEL

7 Nisan 2013 Pazar

ÖZÜRLÜ MÜ? ENGELLİ Mİ?




“Özürlü mü?” yoksa “Engelli mi?”, bu iki kavram yıllardır tartışılıp durdu. Kimi engelliyi uygun gördü, kimi de özürlüyü… Devletimizce kabul edilen de özürlüydü. Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS), Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi… Ben hep engelliyi daha doğru buldum. Sonunda devletimizde engelliyi doğru buldu ve yanlış düzeltildi. Böylece bazı isimler de değişti. Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS): Engelli Memur Seçme Sınavı (EMSS) oldu. Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü: Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oldu.

Sakat, özürlü, engelli… Aslında tabir ne olursa olsun. Alay, küçümseme ve hakaret olarak söylenmesin yeter… Ama özürlü kelimesi de hiç uygun değildi. Türk Dil Kurumu’nda “Özür” kelimesinin anlamına bakarsak: 1- Bir kusurun hoş görülmesini gerektiren sebep, mazeret. 2- Bir kusurun, bir suçun elde olmadan yapıldığını ileri sürme, mazeret. 3- Sakatlık, bozukluk, eksiklik veya elverişsizlik. 4- Kusur, defo. Görüldüğü gibi hep olumsuz anlamlar taşıyor. Aşağılayıcı, suçlayıcı, küçümseyici…

Halk arasında özürlü kelimesinin hakaret anlamında kullanıldığı ve aşağılayıcı bir anlam taşıdığı bir gerçek… Bir kelimeyi hakaret anlamında kullanıp, sonra da bir kısım insana sıfat olarak kullanırsak, maalesef çok iyi niyetli gibi görünmüyor! Mutlaka herkes bu anlamda kullanmıyor ve pek çok kişi de kötü niyetli değil… Ancak, bir düşüncesizlik olduğu ve söz konusu kişiyi ikinci sınıfa düşürdüğü de ortada…



Özürlü diyerek bir kusur aranıyormuş gibi kullanılan kavram yerine engelli olarak tanımlanmak daha doğru… Engelli terimi ilk bakışta kişide kusur olduğunu da düşündürmüyor. Sadece bir nedenle engel taşıdığını anlatıyor. Çünkü herkes herhangi bir sebepten dolayı engelli olabilir. Bulunduğu durum ve çevre kişiyi engelli veya engelsiz yapabilir.

Ne ilginçtir ki İngilizce’de de engelliler için “Disabled” veya “Handicapped” terimleri olsa da onların yerine “Differently Abled” tanımlaması kullanılabiliyor. Yani aynı tartışma orada da sürüyor. Çünkü “Differently Abled”;“Disabled” veya “Handicapped” terimlerine göre daha olumlu bir anlam taşıyor. Onlar gibi aşağılayıcı, suçlayıcı, küçümseyici bir anlam yüklemiyor. Bu nedenle tercih edilebiliyor.

Bu konu da yazılacak çok şey var. Ancak, sonuç olarak; engeli olan kişinin görmeye, yürümeye, konuşmaya, duymaya ya da düşünmeye engel olan bir durumu vardır. Bu nedenle, engelli terimi özürlü teriminden daha uygundur. Ayrıca var olan engele çözümler getirmeyi çağrıştırdığı ve kolaylaştırdığı için daha doğrudur! Böylece; engel durumlarının ortadan kaldırılmasına yapılan çalışmalara da yön verebilir… Engellerin kalkması için bir şeyler yapılabilir… Engelliler için daha yaşanılabilir bir hayat sağlanabilir…


ALİYE YÜCEL

31 Mart 2013 Pazar

HALİT ERGENÇ VE KARDEŞİ




“Muhteşem Yüzyıl” dizisinde Kanuni Sultan Süleyman karakterini canlandıran oyuncu Halit Ergenç Türkiye Beyazay Derneği Ankara Şubesi’nin “21 Mart Dünya Down Sendromu Günü” dolayısıyla düzenlediği programa katıldı. “Dünyanın Melek Yüzleri” adı verilen programda “Benim kardeşim zihinsel engelli… Down Sendromluların 21. kromozomlarında bir tane daha fazlası var. Onlar hayatı bizim görmediğimiz, yaşayamadığımız tarafından görüyorlar. Yakınlarında olan insanlara da aslında oradan görebilmeyi ve hayatın değerini anlayabilmeyi öğretiyorlar…” diye açıklama yaptı.

Halit Ergenç’in “Benim kardeşim zihinsel engelli…” diyerek bir açıklama yapmasından çok etkilendim… Çünkü genelde engelliler çevreden saklanıyor… Yakın çevresi hariç kaç kişi biliyordu bu gerçeği? Çok az… O hiç çekinmeden, her türlü olumsuz eleştiriyi hiçe sayarak bunu söyledi. Onun bu yaklaşımı pek çok engelli yakınının içine su serpmiş ve yalnız olmadıklarını hissettirmiştir. Bundan eminim...

Ünlü oyuncu Halit Ergenç’in bu açıklaması medyanın da dikkatini çekti. Muhteşem Yüzyıl’ın, muhteşem oyuncusunun engelliye bu yaklaşımı büyük ilgi gördü. Engellilerin saklandığı bir ülkede ünlü bir sanatçının bunu açıklaması, çekinmeden söylemesi ilginç geldi. Çünkü bu gerçekten alışılagelmemiş bir açıklamaydı. Hayatında saklı kalan bu gerçeği onun ağzından duymak etkileyiciydi. Bu nedenle herkesi şaşırttı.


Engelliyi dışlamak, küçük görmek sadece belli çevrelerde rastlanmıyor. Hemen hemen her çevrede bu tür tutumlara rastlanıyor. Engelliler sosyal olarak dışlandıkları için yakınları da bunu gizlemek durumunda kalıyorlar. Aileler engelli çocuklarını, engelli yakınlarını çevreden saklıyorlar. Dışarıya çıkarmaktan bile çekiniyorlar… Engelliler toplumun bu tutumu yüzünden eve hapsedilebiliyor.

Neden aileler çocukları engelli (özellikle de zihinsel ve psikolojik engelli) olduğunda onlardan utanırlar ve onları saklamak durumunda kalırlar? Kendilerini suçlarlar? Sanki bu bir suçmuş gibi… Sanki kendileri de suçluymuş gibi… Böyle hissedip, böyle davranılınca; ünlü ve başarılı birinin çıkıp “Benim kardeşim zihinsel engelli…” diye açıklama yapması ne büyük bir değer kazanıyor!

Toplum engellilere farklı yaklaşıyor. Engelliler küçük görülüyor, istenmiyor ve dışlanıyor. Böyle bir gerçek ve bir toplum baskısı var maalesef… Ancak bu tabuyu yıkmak gerekiyor. Muhteşem Süleyman’da olsan, muhteşem bir hayatın olsa da engellilik hayatın bir gerçeği… Bundan kaçamayız. Siz engelli olmayabilirsiniz. Ama çocuğunuz, eşiniz, kardeşiniz veya bir yakınınız engelli olabilir. Bunu asla unutmayalım…


ALİYE YÜCEL 

24 Mart 2013 Pazar

ŞÜKRÜ SÜRMEN’İ RAHMETLE ANARKEN…



İki yıl önce Mart ayında kaybetmiştik Şükrü Ağabey’i… Hayatta bazı insanlar için iyi ki tanımışım diye düşünürsünüz ya…  İşte Şükrü Sürmen’de benim için öyle biriydi… Efendi, kibar, mütevazı, samimi, hoşsohbet biriydi. Candan bir dosttu. Onu en son Herkes İçin Erişilebilir İstanbul kapsamındaki bir toplantıda görmüştüm. Vefatını duyduğumda bir dost kaybetmenin acısı içime işlemişti.

66 yaşında aramızdan ayrılan Şükrü Sürmen, 1945 yılında Trabzon’da doğmuştu. 19 yaşında iken ailesiyle birlikte bir trafik kazası geçirmişti. İşte bu kazada annesini ve babasını kaybetmiş, kendisi de engelli hale gelmişti. O günden sonra hayatını tekerlekli sandalyede sürdürdü. Kaza geçirdikleri yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümü birinci sınıf öğrencisiydi. Kaza sonrasında eğitimine uzun bir süre ara verse de daha sonra tekerlekli sandalyede eğitimini tamamlamış, İTÜ Mimarlık bölümünden mezun olmuştu.

Yüksek Mimar Şükrü Sürmen, Karayolları İdaresi’nde uzun yıllar kontrol mimarı olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nde teknik mimarlık yaptı. Yine İTÜ’de Özürlü ve Yaşlılar İçin Çevre Tasarımı dersleri verdi. Oradan emekli oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin özürlüler ile ilgili projelerinde de danışman olarak görev yaptı. Ömrünü engelsiz bir Türkiye ve engelsiz bir İstanbul için harcayan Sürmen’e, TBMM Üstün Hizmet Ödülü verildi. Son olarak Bakırköy Belediyesi’nde çevre standartlarının yükselmesi ve projelerin engellilere uygunluğu konusunda danışmanlık yapıyordu. Vefatından sonra Bakırköy Belediyesi, Şenlikköy’deki bir parka onun adını verdi.



Çok uzun yıllar tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren Sürmen, engellilerin çektiği sıkıntıları bizzat yaşıyor ve çok iyi biliyordu. Engelliler ve yaşlılarla ilgili mimari düzenlemeler, yaşlı yurtları, rehabilitasyon merkezleri ve hastaneler üzerine araştırmalar yapmıştı. Kamu projelerinin mimari açıdan engellilere uygun olup olmadığı konusunda danışmanlık yapıyordu. Caddelerde, sokaklarda ve ulaşımda ve sosyal hayatta yaşadığı sorunları fotoğraflı raporlarla yetkililere iletiyordu.

Engelliler ve yaşlıların hayatını kolaylaştıran şehir ve mimari çalışmalarıyla tanınan Mimar Şükrü Sürmen; Tekerlekli Koltuktaki İnsanların, Postacıyı Beklerken, Yaşlılar ve Yaşlılık Üzerine Dağınık Notlar, Tasarım Üzerine Söyleşiler ve Karışık Yazılar isimli kitapları yazmıştı. Ayrıca çeşitli yayın organlarında makale, inceleme ve araştırma yazıları bulunan Sürmen, Mimarist Dergisi danışma kurulu üyesiydi.

Şükrü Ağabey’in ibretlik bir hayat hikayesi olduğunu düşünürdüm. Mimarlık bölümü öğrencisi iken mimari engellere maruz kalması, bana ilginç gelirdi. Tekerlekli sandalyede mimarlık eğitimi görmek ve mimar olmak… Böylece en iyi o anladı bedensel engelli birinin mimari engeller yüzünden neler çektiğini… Çözümünü de o buldu. Yıllarca çalışmaları hep bu yönde idi... Engellilerin sorunlarına onların gözüyle baktı. Engelliler için modern standartların uygulanması en büyük çabasıydı. Son yıllarda engelliler adına önemli adımlar atılsa da yapılması gereken çok şey olduğunu söylerdi.

Sürmen, kitabında “Ölüme ise birçok insandan daha fazla hazır olduğumu sanıyorum. Demek ki bazı sakatlar için asıl korkutucu olan yeni ve daha ileri bir sakatlıktır…” yazmıştı. Ama korktuğu olmadı… Hasta olup yatmadan, yolda giderken aniden kalp krizinden aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin… Nur içinde yatsın.

ALİYE YÜCEL

17 Mart 2013 Pazar

İŞİTME ENGELLİLERİ DUYUN!



Turkcell’in işitme engellilere yönelik ve hikayesi gerçek hayattan alınan reklam filmi çok etkileyici… Turkcell, kayınvalidesi işitme engelli olduğu için işaret dili öğrenen bir çalışanının; bunu gelen müşterilerle iletişim kurmak için kullandığını öğrenince, çalışanlarının işaret dili öğrenmeleri gerektiğini düşünüp, bunu bir proje halinde uygulamaya koymuş…
Reklamda gelin-kaynana ilişkisi hoş bir şekilde anlatılmış… İşitme engelli bir kayınvalide ve işaret dili bilen bir gelin var. Bir gelinin kayınvalidesi için işaret dili öğrenmesi çok şaşırtıcı ve ayrıca takdir edilmesi gereken bir durum… Bazıları aynı dili konuşurken bile anlaşamazken, bir gelinin kayınvalidesiyle anlaşmak için işaret dilini öğrenmiş olması insanı hayrete düşürüyor… “Demek ki önemli olan anlaşmayı istemekmiş…” diye düşündürüyor.
Yayınlanan reklam filminde işitme engelli birinin Turkcell İletişim Merkezi’ne geldiğinde isteğini anlatmaya çalışırken yaşadığı zorluklar anlatılıyor. İşte Turkcell bu zorlukları görüp, çözüm için “Turkcell’in Parmakları Konuşuyor” projesini gerçekleştiriyor. Türkiye İşitme Engelliler Federasyonu ile işbirliğiyle hayata geçirilen projede önce işitme engelli müşterilerin ihtiyaçlarını daha iyi karşılamak için ürün ve servislerin tanınmasını sağlayan bir müfredat oluşturuluyor. Bu daha sonra işaret diline çevriliyor.
 
Türkiye’nin çeşitli Turkcell İletişim Merkezleri’nde çalışan 225 kişi de işaret dilini öğreniyor. Proje ilk olarak İstanbul’daki üç Turkcell İletişim Merkezi’nde başlatılıyor. İşaret dili öğrenen personel buralarda hizmet veriyor. Daha sonra da 125 Turkcell İletişim Merkezi’nde hizmet verilmeye başlanıyor.  Verilen bilgiye göre bu uygulamanın tüm yurtta yaygınlaştırılması planlanıyor…
Parmaklar konuşmaya başlayınca Turkcell’e gelen işitme engelli ziyaretçi sayısı da artmış… Bu beklenen bir durum… Hizmeti nasıl ve nereden alabiliyorsak orada olmamız çok doğal… Karşında seni anlayan, iletişim kurabileceğin birilerinin bulunduğu yerden hizmet almayı kim istemez?
Turkcell, işitme engelli müşterilerine işaret diliyle hizmet sunmak için gerçekleştirdiği bu projesiyle Dünya Perakende Ödülleri’nde dev markalarla yarışmış… “Turkcell’in Parmakları Konuşuyor” projesi çok büyük ilgi görmüş ve “Yılın En Sorumlu Perakendecisi” kategorisinde 6 finalistten biri olmuş…
İşitme engellilere yapılan bu tür hizmetlerin yaygınlaşması gerektiğine inanıyorum. Aslında tüm büyük şirketler bu duyarlılığı göstermeli ve işitme engellilerle iletişimini kolaylaştıran projeler yapmalı… Buna gerçekten çok ihtiyaç var. Hayat aynı dili paylaşınca güzel! İşitme engelliler de kendini anlatabilmeli, işitme engellileri de birileri duymalı!
 
ALİYE YÜCEL