> Engeloji

Translate

9 Haziran 2013 Pazar

MESSİ VE BAĞDATLI MESSİ


“Bağdatlı Messi” filminden; Messi ve filmin küçük yıldızı Katar’da bir araya gelince haberdar oldum. Filmin varlığını öğrenip araştırınca, Bağdatlı Messi filminin 19 dakikalık kısa bir film olduğunu öğrendim. Filmin fragmanı hatta afiş fotoğrafı bile insanı etkilemeye yetiyor. Filmde, Irak’taki çatışmalarda bir bacağını kaybeden küçük bir çocuğun ünlü futbolcu Messi’ye olan hayranlığı anlatılıyor.

Film; 2009 yılında Irak’ta geçiyor. Sekiz yaşındaki Hamoudi tek bacağını Irak Savaşı’nda kaybetmiştir. Koltuk değnekleriyle hayatını sürdürmektedir. Ancak bu onun futbol tutkunu olmasını ve futbol oynamasını engellememiştir. Hamoudi ve arkadaşları Barcelona ve Manchester United arasında oynanan Şampiyonlar Ligi final maçını izlemek için televizyonun karşısına geçerler. Ama tam o sırada Hamoudi’nin televizyonu bozulur…

Ödüllü kısa filmde, koltuk değnekleriyle hayatını sürdüren, hatta futbol oynayan Hamoudi’nin mücadelesi çok etkileyici bir biçimde işlenmiş… Bağdatlı Messi, bir çocuğun gözünden savaşa ve futbola bakışı anlatıyor. Yönetmenliğini Sahim Omar Kalifa’nın yaptığı film; 2012 yılı Irak, Birleşik Arap Emirlikleri ve Belçika ortak yapımı… Filmde, Hamudi’yi küçük oyuncu Ali Raad Al-Zaidawy oynuyor.



Lionel Messi, geçtiğimiz günlerde Katar’da Bağdatlı Messi’nin çocuk oyuncusu Ali Raad Al-Zaidawy bir araya gelmiş... Bu önemli buluşma medyada yer aldı. Buluşmada çok duygulu ve unutulmaz anlar yaşanmış… Messi, küçük oyuncuya övgüler yağdırmış ve ona “Senin gibi bir oğlum olmasını isterdim” demiş… Bu özel anlar ve söylenen bu cümlenin Ali Raad Al-Zaidawy’yi ne kadar mutlu ettiğini tahmin etmek hiçte zor değil… Hayran olduğu oyuncu onunla tanışmak için geliyor ve ona övgüler yağdırıyor. Eminim pek çok çocuk, hatta yetişkinler bile Ali Raad Al-Zaidawy’nin yerinde olmayı Messi ile tanışmayı isterdi.

Dünyanın en iyi futbolcusu olarak kabul edilen Messi, daha önce de Barcelona Kulübü’nün engellilere destek için düzenlediği kampanyada Faslı bir çocuk olan Soufian Bouyinza ile kamera karşısına geçmişti. “Leo Messi engelli olsaydı…”adıyla gösterilen spot filmde Soufian’la futbol oynamıştı. Soufian da her iki bacağını kaybetmiş ve protez bacaklarla yürüyen futbol tutkunu bir çocuktu…

Nasıl bir organizasyon yapıldı? Messi, Katar’a neden gitti? Bağdatlı Messi’nin çocuk oyuncusuyla görüşmesi nasıl gelişti? Nasıl bir araya geldiler? Bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki; futbol birleştirici bir güç ve bir futbolcunun yaptığı örnek davranışlar da dikkat çekiyor… Barcelona’nın ünlü futbolcusu Messi’nin Ali Raad Al-Zaidawy’ye zaman ayırması çok güzel bir davranış… Lionel Messi’nin engelli çocuklara karşı duyarlılığı takdiri ve alkışı hak ediyor.

ALİYE YÜCEL

2 Haziran 2013 Pazar

MERYEM İÇİN ÜZÜLÜYORUM


Salı akşamları A TV’de yayınlanan “Benim için Üzülme” dizisinde yer alan Meryem karakteri sonunda konuşmaya başladı. Dizi yayınlanmaya başlayalı 30 bölüm oldu. Meryem’in sesi hiç duyulmadı. Meryem; yıllar önce geçirdiği bir kaza sonrasında yürüyemeyen bu nedenle hayatını tekerlekli sandalyede sürdüren, kendini dış dünyaya kapatan, hiç kimseyle konuşmayan ve çevresinde olup biten hiçbir şeye tepki vermeyen bir kadın…

Meryem, kocası Şahin’in çocuğu olmadığı halde onun tarafından çocuğun olmuyor yalanlarıyla kandırılmış, bu yalanı ortaya çıktığı zaman Şahin tarafından merdivenlerden düşürülerek sakatlanmış... Meryem’in çilesi bununla da bitmemiş kocası yeniden evlenmiş ve her türlü tedavi imkanı da kocası tarafından engellenmiş… Yani, çile üstüne çile…

Meryem kocası Şahin ve yeni karısı Bahar ile aynı evde yaşamaya devam ediyor. İlk bölümlerde sakatlanma ve konuşmama nedenini bilmeden Şahin’i takdir edip; “Bak karısını bırakmamış, bakımını da sağlıyor…” diye düşünürken;  gerçekleri öğrenmeye başlayınca Şahin’e karşı çok büyük bir öfke duymaya başlıyor insan… Bir adam karısına bunca kötülüğü nasıl yapar, bu ne insafsızlık, diye…

Meryem karakteri sessiz ve hareketsiz bir rol… Ama bir derinliği var… Sahnelerinde korkularını, hüznünü, endişelerini ve yaşadığı acıyı çok güzel hissettiriyor. İnsan onun her sahnesinde merakla bir iyileşme, bir hareket, bir ses bekliyor. Her bölümde bir patlak verecekmiş gibi bir his veriyordu. Sonunda öyle de oldu.


Meryem karakterini Serpil Gül canlandırıyor. Serpil Gül, siyah beyaz dönemde başrollerde, daha sonra yan rollerde oynamış bir Yeşilçam oyuncusu… Gül, 1966 yapımı Çalıkuşu filminde Müjgan, Boş Çerçeve filminde Alev’in ablası Arzu, Mazi Kalbimde Yaradır filminde Murat’a aşık olan Nilgün, Karaoğlan Geliyor filminde Karaoğlan’ın annesi Sabiha Hatun, Sezercik Küçük Mücahit filminde Sezercik’i büyüten ayakkabıcı Salih Usta’nın karısı Ayşe gibi pek çok rolde oynamış…

Bu bir dizi karakteri ama Meryem için üzülüyorum. Dizi deyip geçmeyelim. Gerçekte hayatta da Meryem’in durumda olan kişiler yok mu? Bir şekilde engelli hale gelmiş; tedavisi yapılamamış veya yapılmamış… Tedavi imkanı varken olamamış… Gençliği böyle geçmiş… Maalesef ki böyle kişiler var. Bazı gerçekler filmlerde bile yok!

Evet, Meryem konuşmaya başladı. Dizi başladığından beri eminim ki pek çok seyirci bu anı bekliyordu. Başta foyası meydana çıkacak olan kocası Şahin olmak üzere herkes ne konuşacağını, ne diyeceğini çok merak ediyor. Neler söyleyecek… Başına gelenleri ve yaşadıklarını nasıl anlatacak... Bakalım Meryem’i gelecek bölümlerde neler bekliyor. Ben de merakla bekliyorum…

 ALİYE YÜCEL  

26 Mayıs 2013 Pazar

PİANO’YA BAKIŞ


Çok merak ettiğim, seyretmeyi ertelediğim, sonunda da seyrettiğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Piano’dan… Seyrettiğimde “Neden bu kadar geç kaldım” diye düşündüm. Sanırım herkesin böyle seyretmek isteyip, seyredemediği filmler vardır. Piano, 19. yüzyılda yaşayan Ada isimli konuşma engelli bir kadının hayatını anlatıyor.

Filmin özeti şöyle: Ada (Holly Hunter), o günün koşullarında bir evlilik anlaşmasıyla Yeni Zelanda’ya yeni kocasının yanına gider. Bu yolculukta yanında küçük kızı Flora (Anna Paquin) ve piyanosu da vardır. Kocası Steward (Sam Neill) ile başlayacağı yeni hayatı kötü başlar. Çünkü, Steward, Ada’nın piyanosunu onun haberi olmadan satar. Piyanoyu alan komşu George (Harvey Keitel) Ada’ya ona piyano dersi vermesi karşılığında, piyanoyu geri vereceğini söyler. İlişkileri böyle başlar, daha sonra farklı bir şekilde devam eder…

1993 yapımı romantik bir drama olan Piano, senaryosuyla eleştirilebilir ve sorgulanabilir. Ahlaki yönden, ırkçılık ve sömürgecilik açısından… Ama ben filme, tüm bunları bir kenara koyarak bir engelli hikayesi olarak baktım. Konuşma engelli güçlü bir kadın Ada’nın hikayesi olarak…

Ada, 6 yaşından beri konuşamayan, ancak kendini sessiz saymayan konuşma engelli bir kadın… Çünkü söyleyemediklerini piyanosuyla söylüyor. Piyanosu Ada’nın sesi oluyor. Tüm duygularını piyano ile ifade ediyor. Öyle güzel ve etkileyici çalıyor ki… Hayran kalmamak elde değil. Ada, işaret dilini çok iyi biliyor. Parmaklarıyla şakır şakır konuşuyor!  Çevresiyle anlaşmasında küçük kızı da yardımcı oluyor… Anne ve kızın ilişkisi çok çarpıcı…


Piano’da diyaloglar az… Başrol oyuncusu konuşma engelli olunca bu normal aslında… Müzikler ve görüntüler çok güzel… Film boyunca piyano dinliyorsunuz.  Bu ses ve eşsiz görüntülerler insanı fantastik bir dünyaya taşıyor. Yönetmenin ve oyuncuların başarılarından söz etmeye gerek var mı bilmiyorum. Piano, pek çok ödül alarak bunu zaten ispatlamış…

Filmde konuşma engelli biri için çok yardımcı olacak bir ayrıntıyı fark ettim. Ada, boynunda daima kolye olarak küçük bir defter ve kalem taşıyor. İşaret dilini bilmeyen birine rastlayınca; kızı da yanında yoksa, hemen bir sayfa yırtıyor ve söylemek istediğini hızlıca yazıp gösteriyor. Bu sahnelerde öyle seri ve usta ki, insan sanki sözle ifade etse bu kadar anlam taşımaz diye düşünüyor… Ada rolündeki Holly Hunter gerçek bir dilsiz gibi…

Filmde akıllarda yer eden pek çok sahne var. Sayfalarca yazılabilir. Herkes farklı şeyler görür ve alır... Belki hiç dikkat çekmeyecek, ama bana ilginç gelen bir diyaloğu yazmadan edemeyeceğim. Ada’nın yaşadığı yerdeki kadınlardan biri onun durumuna bakıp: “Dilsiz olmaktan daha kötü bir alın yazısı hayal edemiyorum!” diyor. Diğer kadın da: “Sağır olmak!” diye cevaplıyor… Böylece yıllardır engellilik insanlar arasında nasıl algılanıyor bir kez daha anlıyoruz. Alın yazısı olduğu kesin. Ama en kötü olduğu tartışılır…
  

ALİYE YÜCEL  

19 Mayıs 2013 Pazar

DEPREM VE ENGELLİLER



“Deprem” kelimesini her duyduğumda deprem ve engellilerle ilgili bir şeyler yazmak istiyordum. Ama yazmak istediğim depremde engelli olan kişiler değildi. Depremde engelli olanlar başlı başına bir konu… Ele almak istediğim deprem sırasında engellilerin neler yapması gerektiğiydi. Ancak bu konu beni aşıyordu. Mutlaka bir yardım gerekiyordu. Bu yardım geçtiğimiz günlerde AHDER’den geldi.

Kısa adı AHDER olan Afete Hazırlık ve Deprem Eğitimi Derneği çok geniş kapsamlı çalışmalar yapan bir dernek… Birçoğumuz derneği Ahmet Mete Işıkara namı diğer Deprem Dede sayesinde biliyoruz. Ahmet Mete Işıkara, Türkiye’ye deprem gerçeğini öğretmişti ve vefat ettiği zaman AHDER Yönetim Kurulu Başkanlığını yapıyordu.

AHDER, 10-16 Mayıs Engelliler Haftası kapsamında deprem ve engelliler konusunun altını bir kez daha çizmiş… Yapılan çalışma tam da olması gereken gibi, yani her engel grubu ayrı ayrı ele alınmış… Bedensel, görme, işitme ve zihinsel engelliler ayrı ayrı incelenmiş… “Farklı engelli gruplarına göre deprem anında ve sonrasında yapılması gerekenler” başlığı altında depremde engellilerin yapması gerekenlerle ilgili çok ayrıntılı bilgiler verilmiş…

Deprem anında herkes gibi engellilerin de bilinçli olması gerekiyor. “Deprem bu ne yapılır ki? Elden ne gelir?” dememek, elimizden gelen tedbiri almamız lazım. Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz “Deveni sağlam kazığa bağla, sonra Allah’a tevekkül et” demişler. Bu nedenle uzmanların yaptığı uyarı ve önlemlere dikkat etmeliyiz. Çünkü bunlar uzun araştırmalar ve çalışmalar sonucunda ortaya çıkmaktadır.


Her engel gurubuna göre durum farklılık gösterse de; engelliler deprem anında daha güç durumda kalabilir ve çok daha zorlanabilir. Engelli olarak deprem anında neler yapacağımızı biliyor muyuz? Peki, deprem anında yanımızda engelli biri varsa, ona nasıl yardım edeceğimizi biliyor muyuz? Belki bazı şeyleri bilsek bile bu konuda çok bilinçli olduğumuz söylenemez.

Deprem sırasında herkesin yapması gerekenler; soğukkanlı olmak, panik yapmamak, gidebileceğimiz en güvenli bölgeye geçmek ve temel bazı hareketleri yapmaktır. Ancak engelli kişilerin çok daha farklı olarak yapması ve uyması gereken kurallar vardır. İşte AHDER yetkilileri engelli ve engelli yakınları için bu konuda eğitim amaçlı bölümler hazırlamışlar.

AHDER’in hazırladığı ‘Engelliler İçin Afet Bilinci ve Hazırlık Projesi’nin amacına ulaşması için hem engelli hem de engelli yakınlarının bunları okuyup, bilmesi gerekiyor. Aslında bunları herkes okumalı… Engelli ya da engelli yakını olmayabiliriz. Ama yanımızda ve yakınımızda engelli biri olabilir. Ona yardım etmemiz gerekebilir. Çünkü depreme nerede ve nasıl yakalanacağımızı bilemiyoruz…

AHDER’in bu konudaki çalışmalarını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:



ALİYE YÜCEL

12 Mayıs 2013 Pazar

YILIN ANNELERİ



Her yıl çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından “Yılın Annesi” seçilir. Bana göre her “engelli annesi” yılın annesi ve her “engelli anne” yılın annesidir. Biliyorum ki, engelli çocukları olan annelerin ve kendisi engelli olan annelerin bu unvanı hak etmek için çok yerinde ve önemli sebepleri var.

Bir anne eğer engelli çocuğa sahipse hayatını ona adar… Engelli çocuk büyütmek, normal bir çocuk büyütmekten çok daha fedakarlık ister. Çocuğu görmüyorsa gözü, duymuyorsa kulağı olur. Tutmayan eli ayağı olur. Diğer anneler, çocuklarını en fazla iki yaşına kadar o da zaman zaman kucağında taşır. Halbuki yürüme engelli çocuğu olan bir anne ise uzun yıllar çocuğunu kucağında, sırtında taşır. Çocuğu zihinsel engelli ise fedakarlık kat kat artar.

Engelli çocuğu olan anneler, kendi çektikleri sıkıntı, üzüntü, dışlanma, zorluk (hele de kocası duyarsızsa) gibi pek çok şeye göğüs gererler. Bu durumun psikolojik, sosyal, maddi ve manevi her türlü zorluğuna katlanırlar. Engelli çocukları uğruna mücadele ettikleri, savaştıkları birçok şey vardır. Bizlerin aklına bile gelemeyecek pek çok şey…


Gelelim engelli olup, anne olan kadınlara… Engelli kadınların yardıma muhtaç ve aciz olduğunu düşünmek yanlıştır. Anne olmak onların da en doğal hakkıdır ve onlar da anne olabilir. Tanıdığım işitme, görme ve bedensel engelli pek çok anne var. Onlar engellerine rağmen anne olup engelleri aşmışlardır.

Bir anne düşünün gözü görmüyor, bir başkasının kulağı duymuyor, bir başkası tekerlekli sandalyede; hepsi de yavrularına en iyi şekilde bakmak için çabalıyor. Gözleri görmese de, kulakları duymasa da, çocuklarıyla el ele koşmasalar da onlar da anne… Üstelik engelli anneler çocuklarını büyütürken engeli olmayan annelere göre çok daha dikkatli ve tedbirli olmak zorundadır.

Engelli oldukları için hamilelikte, doğumda ve büyütürken ne çok zorluk çekerler. Engel gruplarına göre çektikleri sıkıntılar çok farklıdır. Bedensel engelli anneler farklı, işitme engelli anneler farklı, görme engelli anneler farklı zorluklar yaşar…  Hepsinin sorumlulukları da farklıdır. Ancak en büyük korkuları çocuklarına bakıp büyütmek değil; ya çocuğum benden utanırsa, ya arkadaşlarıyla beni tanıştırmak istemezse olur.

Engelli annelerin çocukları da, engelli çocukların anneleri de kendi buldukları çözümler sayesinde büyürler ve yetişirler. Bu zorlu sınavlarda hepsinin birbirinden çok farklı ve etkileyici hikayeleri vardır. Tüm bunlardan dolayı engelli çocukların anneler ve engelli olan anneler en büyük takdiri hak etmektedir. Çünkü onlar sevgi, şefkat ve sabrın en önemli simgesidirler. Hepsi yılın annesidir…

ALİYE YÜCEL

 

5 Mayıs 2013 Pazar

ÜÇ KELİME YOK!



Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden engellileri ilgilendiren önemli bir açıklama yapıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kanunlardaki “özürlü”, sakat” ve “çürük” ifadelerinin “engelli” olarak değiştirilmesini öngören kanunu onayladı.

Cumhurbaşkanı, 6462 sayılı “Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Yer Alan Engelli Bireylere Yönelik İbarelerin Değiştirilmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’u yayımlanmak üzere Başbakanlık’a gönderdi.

Böylece artık kanunlarda “özürlü”, sakat”, “çürük” ifadeleri olmayacak. Ayrımcılık yapan, onur kırıcı ve toplum tarafından hoş karşılanmayan ifadelerin çıkarılmasına çok yerinde bir uygulama oldu. Askerlik Kanunu’nda yer alan “çürük” kelimesi yerine de “askerliğe elverişli olmayan” ifadesi yer alacak. Çok daha iyi olacak…

Biz özürlü mü, engelli mi üzerinde kafa yorarken askerlik kanunundaki çürük ibaresine ne demeli? Bir engeli yüzünden askerlik yapamayacak kişiye çürük demek çok yersiz ve inciticiydi. “Çürük” kelimesi insanda çöpe atılacakmış gibi bir anlam yüklemiyor mu? Çürük meyve ve sebze işe yaramaz çöpe atılır. Çürük diş çekilir... Çürük çok kötü bir ifade… Neyse ki artık çürük denilmeyecek…


Bu kanunun onaylanmasıyla birlikte; Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, Dernekler Kanunu, Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, Terörle Mücadele Kanunu, Emekli Sandığı Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Sosyal Hizmetler Kanunu, Karayolları Trafik Kanunu, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda aralarında bulunduğu tam 87 kanun ve 9 kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapıldı.

Böylece; Özürlüler Kanunu: Engelliler Kanunu, Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS): Engelli Memur Seçme Sınavı (EMSS), Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü: Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü oldu.

Bu arada açıklanan önemli bir konuda şu; engelliler daha önce ilgili mevzuata göre aldıkları sağlık kurulu raporlarına istinaden yararlandıkları haklardan raporun geçerlilik süresince yararlanmaya devam edebilecekler. Engellilerin durumlarını niteleyen belge, kimlik, kart ve benzeri belgelerin yenilenmesi gerekmeyecek.

Uzun zamandır devam eden yeni anayasa çalışmalarında gerginlik ve sıkıntılar devam ederken iktidar ve muhalefet mevcut anayasadaki engellilerle ilgili ifadelerin düzeltilmesi için uzlaşma sağlandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tebrikler ve tüm engelliler adına teşekkürler…


ALİYE YÜCEL

28 Nisan 2013 Pazar

İKİ GÜN’ÜN ANLATTIKLARI



Yıllar önce okumuştum. Kütüphanemi yerleştirirken elime geçti. Şöyle bir bakınca tekrar okuma isteği duydum. Dikkatlice seyrettiğim bir filmi bir daha kolay kolay seyredemem. Ama kitap öyle değil. Hele de bazı kitaplar... Bazı kitaplar vardır okuduğunuzda çok tanıdık duygu ve düşünceler barındırır. Kambur’da benim için öyleydi. Bana göre az bilinen muhteşem hikaye kitaplarından biridir Kambur… Ve müthiş bir edebiyatçıdır Necati Tosuner.

Necati Tosuner, Kambur’da yer alan “İki Gün” adlı hikayeyle 1971 yılında TRT Öykü Başarı Ödülü’nü aldı. İki Gün’de küçük yaşta kaza sonucu bacağı kısa kalan ve bu yüzden aksayan bir adamın ruhi acılarını anlatmıştı. Bu hikayede kamburunu anlatan Necati yerine topallığını anlatan bir Remzi vardı. Hiç unutmam. Hikayeyi okuduğumda kendimle özleştirmiştim. İçim ezilmişti. Yine okudum, ne garip yine aynı hisler… Yine nasıl içimi acıttı, nasıl içimi yaktı bazı cümleleri… Yine ne çok şey anlattı bana bu hikaye…

Necati Tosuner  bu hikayede “ Ben büyük bir yazar olacaktım. Ve sakat insanları anlatacaktım, kendimi yani…”, “Bir şeye çok dikkat ederken, birçok şeyi kaçırıyorum. Ben insanların bakışlarına ve ayağımı onlardan gizlemeye dikkat ettim hep.”, “Oturur roman yazarız… Yaşadıklarımızı ve yaşayamadıklarımızı… Yazarız. ‘Bir Topal’ın Serüvenleri’. İşte adını koyduk bile. Ya da “Topal Evleniyor.” Şöyle de biter: ‘… dediysek de inanmayın.’ İyi mi?” diyordu...

Tosuner, dört yaşından bu yana omurilik eğriliği (kamburluk) ile yaşayan bir yazar... Bu nedenle kambur ya da sakat bir kişiden yola çıkarak bedensel takıntıları çok doğru anlatabilen bir edebiyatçı… Genellikle eksikliğinden kaynaklanan sıkıntılarını anlatıyor. Kanayan yanlarını gösteriyor. Bedensel engeli yazılarına acı olarak, yalnızlık olarak yansıyor. Ancak bunu bir sızlanma şeklinde yapmıyor.  Bunu yaparken duygu sömürüsü ve acındırma da yok.


Eserlerinde engellilik konusunu sosyal ve toplumsal olarak işlemiş Necati Tosuner... Yalnızlığı, sevgisizliği, çaresizliği, mutsuzluğu, acıyı, öfkeyi ve düş kırıklıklarını anlatmış... Onun anlattıkları kendi deyimiyle; bir eksik adamın gündelik ve ruhsal yaşantılarını konu alıyor. Belki de edebiyatımızda hiç kimse engelli olmanın kişiye getirdiği duygu ve düşünceleri onun kadar güzel anlatamamıştır.

Tosuner bir röportajında “Yazarlığa heves edişim kendimi anlatma isteğinden tabii. Yaşadıklarından çıkardığı şeyleri yazan birisiyim. Elbette her şeyle kendisini anlatıyor da değilim. Yazarlığa heveslendiğim zamanlara dönersem bunu daha iyi anlatabilirim. O zamanlar 20 yaşlarında toplumun içinde sakat adam diye damgalanmış bir genç olarak bu değer yargılarına karşı koymanın sanki benim için tek yoluymuş gibi yazarlığa heveslendim. Yine de ancak 3. kitabımın adını “Kambur” koyabildim.” diyor.

Birçok ödül kazanan Tosuner’in yazdıkları öyle etkileyici ki… Hemen hemen her cümlesi altını çizecek kadar, sosyal medyada paylaşılacak kadar değerli… Umarım bir gün biri, bir film olur… Eserlerini okumayan kişiler tarafından da bu sayede tanınır… Herkesin onun bir kitabını okumalarını isterdim. Eksik insanlara tam bakabilmeleri için… En çokta engellilerin okumasını isterim. Ne eksik anlamaları için…


ALİYE YÜCEL