Çok merak ettiğim, seyretmeyi ertelediğim, sonunda da seyrettiğim
bir filmden bahsetmek istiyorum. Piano’dan… Seyrettiğimde “Neden bu kadar geç
kaldım” diye düşündüm. Sanırım herkesin böyle seyretmek isteyip, seyredemediği
filmler vardır. Piano, 19. yüzyılda yaşayan Ada isimli konuşma engelli bir kadının
hayatını anlatıyor.
Filmin özeti şöyle: Ada (Holly Hunter), o günün koşullarında bir
evlilik anlaşmasıyla Yeni Zelanda’ya yeni kocasının yanına gider. Bu yolculukta
yanında küçük kızı Flora (Anna Paquin) ve piyanosu da vardır. Kocası Steward (Sam
Neill) ile başlayacağı yeni hayatı kötü başlar. Çünkü, Steward, Ada’nın
piyanosunu onun haberi olmadan satar. Piyanoyu alan komşu George (Harvey
Keitel) Ada’ya ona piyano dersi vermesi karşılığında, piyanoyu geri vereceğini
söyler. İlişkileri böyle başlar, daha sonra farklı bir şekilde devam eder…
1993 yapımı romantik bir drama olan Piano, senaryosuyla eleştirilebilir
ve sorgulanabilir. Ahlaki yönden, ırkçılık ve sömürgecilik açısından… Ama ben
filme, tüm bunları bir kenara koyarak bir engelli hikayesi olarak baktım.
Konuşma engelli güçlü bir kadın Ada’nın hikayesi olarak…
Ada, 6 yaşından beri konuşamayan, ancak kendini sessiz saymayan
konuşma engelli bir kadın… Çünkü söyleyemediklerini piyanosuyla söylüyor. Piyanosu
Ada’nın sesi oluyor. Tüm duygularını piyano ile ifade ediyor. Öyle güzel ve
etkileyici çalıyor ki… Hayran kalmamak elde değil. Ada, işaret dilini çok iyi
biliyor. Parmaklarıyla şakır şakır konuşuyor!
Çevresiyle anlaşmasında küçük kızı da yardımcı oluyor… Anne ve kızın
ilişkisi çok çarpıcı…
Piano’da diyaloglar az… Başrol oyuncusu konuşma engelli olunca bu
normal aslında… Müzikler ve görüntüler çok güzel… Film boyunca piyano
dinliyorsunuz. Bu ses ve eşsiz
görüntülerler insanı fantastik bir dünyaya taşıyor. Yönetmenin ve oyuncuların
başarılarından söz etmeye gerek var mı bilmiyorum. Piano, pek çok ödül alarak
bunu zaten ispatlamış…
Filmde konuşma engelli biri için çok yardımcı olacak bir ayrıntıyı
fark ettim. Ada, boynunda daima kolye olarak küçük bir defter ve kalem taşıyor.
İşaret dilini bilmeyen birine rastlayınca; kızı da yanında yoksa, hemen bir sayfa
yırtıyor ve söylemek istediğini hızlıca yazıp gösteriyor. Bu sahnelerde öyle
seri ve usta ki, insan sanki sözle ifade etse bu kadar anlam taşımaz diye
düşünüyor… Ada rolündeki Holly Hunter gerçek bir dilsiz gibi…
Filmde akıllarda yer eden pek çok sahne var. Sayfalarca
yazılabilir. Herkes farklı şeyler görür ve alır... Belki hiç dikkat çekmeyecek,
ama bana ilginç gelen bir diyaloğu yazmadan edemeyeceğim. Ada’nın yaşadığı
yerdeki kadınlardan biri onun durumuna bakıp: “Dilsiz olmaktan daha kötü bir
alın yazısı hayal edemiyorum!” diyor. Diğer kadın da: “Sağır olmak!” diye
cevaplıyor… Böylece yıllardır engellilik insanlar arasında nasıl algılanıyor bir
kez daha anlıyoruz. Alın yazısı olduğu kesin. Ama en kötü olduğu tartışılır…
ALİYE YÜCEL