> Engeloji : Dilsiz

Translate

Dilsiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dilsiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mayıs 2013 Pazar

PİANO’YA BAKIŞ


Çok merak ettiğim, seyretmeyi ertelediğim, sonunda da seyrettiğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Piano’dan… Seyrettiğimde “Neden bu kadar geç kaldım” diye düşündüm. Sanırım herkesin böyle seyretmek isteyip, seyredemediği filmler vardır. Piano, 19. yüzyılda yaşayan Ada isimli konuşma engelli bir kadının hayatını anlatıyor.

Filmin özeti şöyle: Ada (Holly Hunter), o günün koşullarında bir evlilik anlaşmasıyla Yeni Zelanda’ya yeni kocasının yanına gider. Bu yolculukta yanında küçük kızı Flora (Anna Paquin) ve piyanosu da vardır. Kocası Steward (Sam Neill) ile başlayacağı yeni hayatı kötü başlar. Çünkü, Steward, Ada’nın piyanosunu onun haberi olmadan satar. Piyanoyu alan komşu George (Harvey Keitel) Ada’ya ona piyano dersi vermesi karşılığında, piyanoyu geri vereceğini söyler. İlişkileri böyle başlar, daha sonra farklı bir şekilde devam eder…

1993 yapımı romantik bir drama olan Piano, senaryosuyla eleştirilebilir ve sorgulanabilir. Ahlaki yönden, ırkçılık ve sömürgecilik açısından… Ama ben filme, tüm bunları bir kenara koyarak bir engelli hikayesi olarak baktım. Konuşma engelli güçlü bir kadın Ada’nın hikayesi olarak…

Ada, 6 yaşından beri konuşamayan, ancak kendini sessiz saymayan konuşma engelli bir kadın… Çünkü söyleyemediklerini piyanosuyla söylüyor. Piyanosu Ada’nın sesi oluyor. Tüm duygularını piyano ile ifade ediyor. Öyle güzel ve etkileyici çalıyor ki… Hayran kalmamak elde değil. Ada, işaret dilini çok iyi biliyor. Parmaklarıyla şakır şakır konuşuyor!  Çevresiyle anlaşmasında küçük kızı da yardımcı oluyor… Anne ve kızın ilişkisi çok çarpıcı…


Piano’da diyaloglar az… Başrol oyuncusu konuşma engelli olunca bu normal aslında… Müzikler ve görüntüler çok güzel… Film boyunca piyano dinliyorsunuz.  Bu ses ve eşsiz görüntülerler insanı fantastik bir dünyaya taşıyor. Yönetmenin ve oyuncuların başarılarından söz etmeye gerek var mı bilmiyorum. Piano, pek çok ödül alarak bunu zaten ispatlamış…

Filmde konuşma engelli biri için çok yardımcı olacak bir ayrıntıyı fark ettim. Ada, boynunda daima kolye olarak küçük bir defter ve kalem taşıyor. İşaret dilini bilmeyen birine rastlayınca; kızı da yanında yoksa, hemen bir sayfa yırtıyor ve söylemek istediğini hızlıca yazıp gösteriyor. Bu sahnelerde öyle seri ve usta ki, insan sanki sözle ifade etse bu kadar anlam taşımaz diye düşünüyor… Ada rolündeki Holly Hunter gerçek bir dilsiz gibi…

Filmde akıllarda yer eden pek çok sahne var. Sayfalarca yazılabilir. Herkes farklı şeyler görür ve alır... Belki hiç dikkat çekmeyecek, ama bana ilginç gelen bir diyaloğu yazmadan edemeyeceğim. Ada’nın yaşadığı yerdeki kadınlardan biri onun durumuna bakıp: “Dilsiz olmaktan daha kötü bir alın yazısı hayal edemiyorum!” diyor. Diğer kadın da: “Sağır olmak!” diye cevaplıyor… Böylece yıllardır engellilik insanlar arasında nasıl algılanıyor bir kez daha anlıyoruz. Alın yazısı olduğu kesin. Ama en kötü olduğu tartışılır…
  

ALİYE YÜCEL  

15 Nisan 2012 Pazar

HELEN KELLER'İN SESSİZ VE KARANLIK DÜNYASI


Yazıma başlamadan birkaç soru sormayı ve cevaplarını düşünmenizi istiyorum…

İşitme engelli birinin dünyayı algılarken kullandığı en önemli duyu nedir?
Cevap: “Görmek” olmalı…
Görme engelli biri dünyayı nasıl algılar?
Bunun cevabı da “Duyarak” olmalı…
Peki, hem görme, hem de işitme engelli olursa ne yapar? Nasıl algılar?
Bir an düşündünüz değil mi? Ben de Helen Keller'in hem kör, hem sağır, hem dilsiz olduğu öğrendiğimde uzun bir süre düşündüm. Dünyayı nasıl algılamış olduğunu çok merak ettim. Nasıl algılamış ve bu algısını nasıl aktarmış? Bir insanın, hem duymadığını, hem görmediğini ve hem de konuşamadığını düşününün…
Dünyaca ünlü Amerikalı pedagog Helen Keller, 1880 yılında sağlıklı bir çocuk olarak dünyaya geldi. Ama geçirdiği ateşli bir hastalık onu görme, işitme ve dolayısıyla konuşma engelli haline getirdi. Böylece sessiz ve karanlık bir dünyada kaldı. Çevresindekilerin konuştuklarını onların dudaklarına dokunarak fark etti. Ama ne onları anladı, ne de konuşabildi. İnsanlarla iletişim kurmak istiyor, kuramıyor ve çok sinirleniyordu.
Helen, eğitim çağına geldiğinde ailesi onun iyi bir eğitim almasını istedi ve Graham Bell ile temas kurdular. Graham Bell, telefonun icadından sonra kendini sağır çocukların eğitimine adamıştı. Bell sayesinde kendisini de görme engelli olan Anne Sullivan’dan eğitim almaya başladı. Anne Sullivan, Helen’in kontrolsüz davranışlarının insanlarla iletişim kurmasıyla düzeleceğine inandı ve hemen bu yönde çalışmaya başladı. İşaret dilini ve Braille Alfabesi’ni Helen’e öğretti. Helen’e nesneleri öğretmek için eline yazılar yazıyor, nesnelere dokunmasını ve böylece onların ne olduğunu algılamasını sağlıyordu. Helen öğrenmeye “su” sözcüğünden başladı. Öğretmeni Anne, Helen’i tulumbanın yanına götürüp tulumbadan su çekmiş, Helen’in elini oraya tutmuş ve hemen ardından eline “su” yazmıştı. Yani, suyu öğretmek için suya, toprağı öğretmek için toprağa dokunmasını sağladı. Helen, görme ve duyma duyularının yerine dokunma ve koklama duyularını kullanarak insanları, canlıları ve hayatı anlamaya çalıştı. Anne Sullivan, Helen’in gözü, kulağı ve sesiydi. İkisi daima beraberdi. Bu bize bir engelli için özel eğitimin, azmin ve sabrın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Helen, Körler Okulu’ndan sonra Sağırlar Okulu’na da gitti. Anne Sullivan, bu okulda da onun yanında olup tercümanlığını yaptı ve ona destek oldu. Öğretmenlerin anlattıklarını Helen’in ellerine çizerek anlamasını sağladı. Braille Alfabesi’yle yazdı, Helen bunları okudu. Öğrenmeye çok istekli ve zeki bir öğrenciydi. Doğuştan ve çok küçük yaşta sağır olanların çok zor öğrenebileceği konuşmayı bile öğrendi. Okulundan lisans derecesi alan, ilk kör ve sağır öğrenci olarak mezun oldu. Öğrendiklerini anlatmaya başladı ve hatta Braille Alfabesi’yle kendi hayatını yazdı. Bunu “Hayatımın Hikayesi” adı ile kitaplaştırdı ve kitap 50 dile çevrildi.
Helen, mezun olduktan sonra hayatını, engellilerin eğitimine ve onlara yaşama sevinci aşılamaya adadı. Engelliler için eğitimin çok önemli olduğunu ve eğitimle tüm zorlukların aşılacağını anlatan çalışmalar yaptı. Beş dil bilen, satranç oynayan, yüzen, bisiklet, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan Helen, binlerce engellinin hayata tutunmasına sebep oldu. Amerika ve davet edildiği deniz aşırı ülkelerde, konuşarak ya da işaret diliyle verdiği konferanslarda geniş kitleleri etkiledi. Helen Keller, felsefe alanında doktora yaptı ve hayatı boyunca pek çok üniversiteden onursal doktora derecesi aldı. Braille Alfabesi’yle makaleler yazdı, sözleri tüm dünyaya yayıldı ve 11 kitaba imza attı.
Helen Keller, 50 yıl boyunca hep yanında olup ona destek olan Anne Sullivan’a çok şey borçluydu. Helen’in bu örnek hayatı yapımcılardan da kaçmadı ve hayatı beyazperdeye de aktarıldı. Amerika’nın büyük ödülü Özgürlük Madalyası’nı aldı. 1968 yılında dünyadan ayrılan Helen Keller, 88 yıllık hayatına sayısız başarı sığdırdı. Helen Keller’in ölümünden bu yana 44 yıl geçmesine rağmen başardıkları, örnek hayatı ve mücadelesi onu efsaneleştirdi. Hikayesini ve yaptıklarını okuyunca kör, sağır ve dilsiz bir insan bunları nasıl yapabilir diye düşünmemek elde değil. Ama anlıyoruz ki engel gibi görünenler, engel olmayabilir! Sessiz ve karanlık bir dünyada bile çok şey yapılabilir!

ALİYE YÜCEL