> Engeloji

Translate

23 Aralık 2012 Pazar

CLEMENTINE



1980’li yılların çizgi filmi Clementine… O yıllarda çocuk olanlar bu çizgi filmi mutlaka hatırlar. Ben de kardeşlerim nedeniyle biliyorum.  Önce TRT 1’de yayınlanmıştı. Daha sonra da Show TV’de… Çizgi filmin konusu Clementine isimli tekerlekli sandalyede turuncu saçlı küçük bir kızın etrafında geçiyordu.
Clementine, Fransız ve Japon ortak yapımı bir çizgi filmdi. Türü fantezi, dram korku ve gerilimdi. Küçük çocuklar için korku ve gerilim dolu sahneleri vardı. Buna rağmen çok sevilen bir çizgi diziydi. Her bölümü korku, heyecan ve coşku ile seyrediliyordu.  Müziği de çok etkileyiciydi. O dönem bu çizgi filmi seyredenler bugünün korku ve gerilim filmlerini ilgiyle seyrediyor olmalı…
Clementine çizgi filminin konusuna gelince: Clementine’in 10 yaşlarında küçük bir kızdı. Babası Alex ise başarılı bir Fransız savaş pilotuydu. Bir gün Clementine’in yaşadığı şehre Molache adında bir sirk geliyordu. Bu sirk Malmoth denilen çok kötü ateşten bir yaratığın kontrolü altındaydı. Malmoth’u bir hizmetkarı olan Molache, Clementine’in babasıyla bindiği uçağı sabote edip düşürüyordu.
Clementine, bu kazadan sonra kendini kötü yaratık Malmoth’un mağarasında buluyordu.  Ama mavi bir balon içinde uçan Hemera adındaki bir peri onu kurtarıyordu. Hemera, topraktan yaratılmış, lila rengi uzun saçlara sahip iyilik timsali bir periydi. Yardımsever Hemera, Clementine’e onu zaman içinde yolculuklara çıkarmaya söz veriyordu. Hemera, o günden sonra Clementine için yakın bir arkadaş ve bir abla olacaktı...
 
Hastanede gözlerini açan Clementine acı gerçeği fark ediyordu. Artık yürüyemeyecekti… Çünkü çarpışmada bacakları felç olmuştu. Gündüzleri tekerlekli sandalyede yaşayacak, ama geceleri Hemera ile mavi balonun içine binip göklere yükselecek, zaman yolculukları yapıp maceralara atılacaktı. Ayrıca, Malmoth ve yaratıklarıyla savaşacaktı...
Clementine, çıktığı maceralarda yalnız değildi. Helix adında başında pervaneli şapkası olan konuşan kedisi ve gittiği ülkelerde edindiği arkadaşları da vardı. Çizgi filmin en güzel yanlarından biri her maceranın başka bir ülkede geçmesiydi. Clementine, dünyanın dört bir yanını hayal dünyasında geziyor. Japonya, Kanada, İtalya, Mısır ve daha pek çok ülkeye gidiyordu. Gittiği ülkelerin yerel kıyafetlerini de giyiyordu. Gittiği ülkenin kültürünü gösterdiği için eğitici oluyordu.
Hemera, Clementine’in korkularıyla başa çıkmasına yardım ediyor, gerçek hayatta ve hayal dünyasında yaşamanın yollarını gösteriyordu. Çok ilginçtir ki çizgi filmin yapımcısı Bruno Huchez bundan yola çıkarak engelli çocuklara yardım için Hemera ismini taşıyan bir vakıf kurmuştur.
Çizgi filmin başkarakteri Clementine olsa da Hemera’da en az onun kadar seviliyordu. Çocuklar için Hemera’nın mavi küresinin içinde Clementine’e yardım etmeye geliş anını seyretmek, paha biçilemezdi herhalde… Ne büyük bir sevinç, umut ve rahatlama anı… Her engellinin Hemera gibi bir arkadaşı olmalı galiba… Belki onunla engeli kalkmaz ama pek çok engeli aşmasında ona yardımcı olur!
 
ALİYE YÜCEL

16 Aralık 2012 Pazar

GÖRME ENGELLİLERİN İŞ VE MESLEK SEÇİMİ


 
Ülkemizde, engellileri de içine alan sistemli bir iş ve meslek analizi yapılmamıştır. Engellilerin sahip oldukları engelden kaynaklanan özellik ve nitelikleri dikkate alarak ne şekilde ve nasıl çalışacağı konusunda ciddi bir araştırma ve çalışma yoktur. Engelliler kendi kendilerine yaptıkları girişim ve çalışma deneyimleri meydana getirmişlerdir. Bireysel çabalarla bazı işlerde başarılı olmuşlardır.
 
Görme engellileri ele alalım… Görme engelliler hangi işleri yapabilir? Sorusu yanlış olur. Bu soru yerine; Bu kişi bireysel yetenekleriyle ne yapabilir? Bu iş, bu meslek hangi eğitim aşamasından geçtikten sonra yapılabilir? Hangi alt yapılar olursa görme engelliler bu işi yapabilir? Sektörlerde engelliler bu işi nasıl yapabilir? Alt yapı olarak ne sağlanmalıdır? gibi sorularının cevabını bilmemiz ve bütün bunların ayrıntılarını belirlememiz gerekir. Bu işe nasıl baktığımızla ilgili bir durum olmalıdır, engel grubuyla ilgili değil...
 
“Şu eğitimi almış kişi, şunları yapabilir”, “Bu mesleği öğrenen kişi, bunları yapabilir” diyebiliriz. Ancak, görme engelli şunu yapar, işitme engelli bunu yapar, ortopedik engelli şunu yapar diyemeyiz. Böyle bir ayrıma gidemeyiz. Böyle dersek yanlış bir noktaya gideriz. Ama maalesef ki hep bu noktadan gidilmiş ve engelliler iş alanında yanlış değerlendirilmiştir. Dünyada da en önemli sorun; engellilerin kendi yeteneklerinin altında çalıştırılmasıdır.
 
Görme engelliler de (herkes gibi) bir işi yapabilir hale gelmek için eğitime ihtiyaç duyarlar. Onların eğitim ortamı ve materyalleri görme engellilerin erişebileceği duruma uygun hale gelmelidir. Çünkü farklı eğitim materyallerine ihtiyaç duyduğu durumlar olabilir. Örneğin, dokümanların Braille alfabesiyle yazılması ya da seslendirilip, dinlenir hale getirilmesi gerekebilir. Görme engelli bireyin bilgisayar kullanmasını sağlayan yazılım ya da donanım olabilir.
 
 
 
 
Geçmişte, görme engelliler “Santral Operatörlüğü” ve “Paketleme” gibi belli işlere yönlendirilmişler ve bu işlerde bir yığılma olmuştur. Çünkü görme engellilerin sadece bu işleri iyi yapabileceği düşünülmüştür.
 
Günümüzde ise bu bakış açısı değişmeye başlamıştır. Görme engelliler doğru eğitim, destek ve yardım sağlandığında, birçok işi başarıyla yapabilmektedirler. Bir işin görme engelli tarafından yapılabilirliği (kişinin görme oranı, gördüğü ve aldığı eğitim, donanım ve destek, işin kişinin gereksinimlerine göre adapte edilip edilemeyeceği ve söz konusu engellinin o işi yapmayı isteyip istemediği gibi) birçok etkene bağlıdır.
 
Engelli bireyin iş yerinde başarılı olması için, kişinin bireysel eğitimi (mesleki, psikolojik ve sosyal açıdan), işverenin eğitimi (patron ve iş arkadaşlarının eğitimi) ve fiziki (mimari) şartlar önemlidir. Sonuçta, iş hayatı birçok sorunlar ve çözümlerini içerir ve bu engelsiz bireyler için de geçerlidir.
 
 
ALİYE YÜCEL
 

9 Aralık 2012 Pazar

SPASTİK ENGELLİ ORHAN


 
“Benim İçin Üzülme” dizisini seyredenler bilir. Dizide spastik engelli bir karakter var: Orhan… Orhan’ı oyuncu Ahmet Varlı canlandırıyor. Daha ilk bölümde küçük bir rolü olmasına rağmen hemen dikkat çekiyordu. Öyle güzel rol yapıyor ki oyuncunun gerçekten spastik olduğunu düşünmemek elde değil. Eminim ki seyreden pek çok kişi onun gerçekten engelli olduğunu düşünüyordur.
Rol olarak belli karakterleri yapabilirsiniz. Ama spastik birini bu kadar başarılı canlandırmak hiç kolay değil. Ahmet Varlı, spastik engellileri nasıl gözlemlemiş, nasıl da o role bürünmüş… Çok çarpıcı… Çok etkileyici… O spastiklere özgü el ve yüz hareketleri aynı… Konuşurken kasılması, kekelemesi, yüz ifadesi, yürüyüşü sanki gerçekten spastik engelli biri gibi… Öyle doğal ki insan söyleyecek bir şey bulamıyor.
Bir diziye böyle bir karakteri koymak takdire şayan bir durum…  Oyuncu seçimine ise söylenecek hiçbir şey yok… Hikayede böyle bir engelli rolü olması mı? Oyuncu seçimi mi? Yoksa seçilen oyuncunun bu kadar iyi rol yapması mı? Takdir edilmeli bilemedim. Belki de hepsi…
Orhan’ın sahneleri dizideki başrol oyuncularının sahnelerinden daha çok dikkat çektiği, daha çok ilgi gördüğü kesin… Orhan’ın ne söyleyeceğini, ne yapacağını ve nasıl bir sahnesi olacağını insan gerçekten merak ediyor. Çünkü insanın yüreğini titretiyor. İnsanı bir duygu seline sürüklüyor.
 
Orhan’ın sahnelerini bir başka izliyorum… Öyle etkileyici sahneleri var ki… Ahmet’in ölümünden sonra onun sevdiği kızın yanına gidip ona seslenişi, hiç görmediği babasına özlemini dile getirişi, ustasıyla olan diyalogları gibi pek çok müthiş sahne… Bu duygusal sahnelerden etkilenmemek ve gözyaşlarını tutmak çok güç oluyor.
Orhan karakteri aynı zamanda engelli birinin olumlu bir sunumu… Çünkü Orhan; duyarlı, sevgi dolu, anlayışlı… Çok güzel bir yüreği var. Ailesi ve çevresindekilerle ilişkileri çok güzel… Herkese sevgi dolu yaklaşıyor. Onu gerçekten tanıyan herkeste onu çok seviyor. Böylece seyreden herkesin gözünde onu sevilen bir karakter yapıyor.
Seyrettiklerimden anladığım şu ki; Mahsun Kırmızıgül’ün her karakteri çok etkileyici… Ama hayatın bir gerçeği olan engelli ve engellilik olgularını dizide de yansıtması beni bir başka etkiliyor. Halen yayınlanmakta olan “Hayat Devam Ediyor” dizisindeki kolundan engelli Malik karakterinden sonra, şimdi de “Benim İçin Üzülme” dizisinde spastik engelli Orhan ile engelli bir karakteri ekrana taşıyor.  Kendi adıma Orhan’ın sahnelerinin artmasını ve onu daha uzun süre izlemeyi istiyorum. 
 
ALİYE YÜCEL

2 Aralık 2012 Pazar

YARININ ÖNEMİ…



Yarın, 3 Aralık Dünya Engelliler günü… Önemi büyük… Tüm dünyada engellilerin sorunlarının dile getirildiği ve engellilerin hatırlandığı gün… Tam 20 yıl önce Birleşmiş Milletler, 1992 yılında aldığı bir kararla 3 Aralık gününü Uluslararası Engelliler Günü (International Day of Disabled Persons) olarak ilan etti. Bu karardan sonra Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu 5 Mart 1993 tarihli ve 1993/29 sayılı bildiri ile üye ülkelerce 3 Aralık gününün tanınmasını istedi.
Böylece ilk kez 1993 yılı 3 Aralık günü Uluslararası Engelliler Günü olarak anıldı ve kutlandı. Bugünün amacı, engellilerin topluma kazandırılması, engelliler adına pozitif ayrımcılık yapılması, insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanmasıydı.
3 Aralık günü ülkemizde de kutlanıyor. Türkiye’de de engelliler konusunda dikkat çekmek ve duyarlılığı sağlamak için çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Medyada bu konu ile ilgili çeşitli haberler yapılıyor. Engellilerin hayat şartlarını iyileştirme için yapılanlardan bahsediliyor. Ama engellilerin sıkıntıları her alanda devam ediyor. Eğitim, mimari engeller, istihdam, engellilere yönelik yanlış bakış…
Biliyoruz ki engellileri bir gün hatırlamak, bir tek gün onların sorunlarını görmek ve çözüm aramak yetmez. Toplumumuz ve yetkililer engellilerin sorunlarına karşı ilgisiz ve duyarsız. Her alanda ve el birliği ile bir şeyler yapılmalı… Yoksa 3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü demenin bir anlamı yok. Hele de sahte dilekler çok yersiz…
Engellilik uluslararası bir sorun… Etkili sonuçlar elde etmek çok zor. Özellikle de ülkemizde... 5378 sayı ve 01 Temmuz 2005 tarihli Özürlüler Kanunu göre, tüm Türkiye’de fiziki çevre düzenlemeleri ve ulaşılabilirliği için 7 yıl süre tanınmıştı. Bu süre, Temmuz 2012’de doluyordu. Ama maalesef bu sürenin bitimine çok az bir zaman kala, ek süre istendi. Bir yasa çıkıyor. 7 yıl süre veriliyor. Ama yine sonuç yok.
Bu arada engelliler adına iyi gelişmelerde olmuyor değil. Ülkemizde ilk kez bu yıl Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS) yapıldı. En önemlisi de “özürlü” ifadelerinin kanun ve yönetmeliklerden çıkarılarak, yerine “engelli” ifadesinin kullanılması talimatı oldu. Böylece bir anlamda engellilerden özür dilenmiş oldu!
Yarın engellileri fark etme günüdür! Empati kurup dünyaya onlar gibi bakma günüdür. Yarın için söylenecek söz çok... Ama bir şey yapamıyorsak hiç olmazsa engelli park alanlarına park etmeyelim, engelli rampalarının önlerini kapatmayalım, engellileri küçümsemeyelim ve onlara acımayalım. Zor olan hayatlarını daha fazla zorlaştırmayalım.
 
ALİYE YÜCEL


 

24 Kasım 2012 Cumartesi

CANIM ÖĞRETMENİM


 
Bazı özel günler büyük anlam taşır. Biz kutlasak da kutlamasak da… Bize birilerini hatırlatır! Bizi bir yerlere götürür! Öğretmenler Günü de böyledir.  “Bugün Öğretmenler Günü” cümlesini duyunca herkes öğretmenini ya da öğretmenlerini düşünür. Her öğretmenim benim için çok değerlidir. İlkokul, Ortaokul, Lise ve Fakültedeki tüm öğretmenlerim ve hocalarım… Bazısı ise çok özeldir. Lisedeki müzik öğretmenim Zümrüt Düvenci gibi... Müzik, çok sevdiğim bir dersti. Ama sevmesem de, o bu dersi bana sevdirirdi eminim.
1981 yılıydı. Mustafakemalpaşa Lisesi’nin Bursa’ya bir okul gezisi vardı. Bu geziye öğrencilerle beraber Zümrüt Hanım’da gitmişti. Dönüş yolunda otobüs kaza yapmıştı. Yaralılar vardı. Sevgili Zümrüt Hanım’da bunlardan biriydi… Başından büyük darbe almış, ağır yaralanmıştı. Hastaneye kaldırıldığında komadaydı. Hayatından endişe edilirken, çok şükür hayati tehlikeyi atlatmıştı.
Kazada başından çok ağır bir darbe aldığı için göz sinirleri kopmuştu. Defalarca ameliyat olmuştu. Ama gözleri görmüyordu. İlçemizde onun güzelliği dillere destandı. Mavi gözleri öyle güzeldi ki... Kazadan sonra görmediğini duyan herkes “Nazar değdi” demişti.
 
İlçemiz bu kaza ile çalkalanmıştı. Kazayı duyduğum an Zümrüt Hanım’ım ağır yaralanmasına çok üzülmüştüm. Sonra onun yaşadığını öğrenmiştim. “Gözleri görmüyormuş” dediler. Ben olsun yaşıyor ya, diye sevinmiştim. Engelli olarak yaşamak zor olsa da, o bunu başaracak güçteydi. Bunu çok iyi biliyordum. Ailece, eşi İsmail Ağabey’i (İsmail Düvenci) de tanıdığımız için, evine ziyaretine gitmiştik. Kapıyı küçük Ceyda açmıştı. Evet yanılmamıştım. Canım öğretmenim, çok güçlü olarak karşımdaydı. O engeliyle baş etmesini biliyordu.
Zümrüt Düvenci, mesleğini seven bir müzik öğretmeniydi. Kazadan sonra öğretmenlik yapmadı. Tüm öğrencileri ona hayrandı. Hem iç, hem dış güzelliği mükemmeldi. Bir insan bu kadar güzel, bu kadar şık, bu kadar alımlı olur da bu kadar mütevazı olabilir miydi? Zor... Çok zor… Ama Zümrüt Hanım böyle biriydi. Onun için ne yazsam az olabilir…
İlçemiz küçük olduğu için çevrede onunla ilgili pek çok haber ve yorumlar yapılıyordu. Ama o ve eşi İsmail Ağabey tüm olumsuz yorumlara rağmen, beraberce her şeyin üstesinden geldiler. Mutlu yaşamlarını ve beraberliklerini devam ettirdiler.
Kızı Ceyda Düvenci nedeniyle yıllardır medyada onunla ilgili haberleri görüyor, ilgiyle takıp ediyorum. Örgü örüyor, ev işlerini kendi yapıyor, saçını bile kendi boyuyordu.  Yanılmamışım, canım öğretmenim hiç engelli gibi yaşamıyordu.
Şimdi yollarımız ayrıldı. İstanbul’da olduğumuz halde görüşemedik. Birkaç yıl 24 Kasım’da aradım. Sonra irtibatımız koptu. Şimdi her 24 Kasım’da aramak istediğim ilk kişi o oluyor. O görmese de, ben onun gözlerinin ışıltısını hep hatırlıyorum.
 
ALİYE YÜCEL

18 Kasım 2012 Pazar

HAYAT BİR YARIŞ


 
Alessandro (Alex) Zanardi’yi, 2012 Paralimpik Oyunları’nda “El Bisikleti” dalında altın madalya kazandığında izlerken, onun neden engelli olduğunu bilmiyordum. Zanardi, ünlü Formula 1 pilotuymuş ve 2001 yılında otomobil yarışında geçirdiği trajik kazada her iki bacağını da kaybetmiş… Kaza ile ilgili haberlere baktığımda dehşete düştüm. O araçtan nasıl sağ çıkabilmiş anlamak mümkün değil. Ama biliyoruz ki, öldürmeyen Allah öldürmez!
Sonradan engelli olan kişiler için en zor şeyin önceden yapabildiği şeyleri yapamaması olduğunu düşünürüm… Zanardi’yi üzen şeyin de bacaklarını kaybetmesi değildir; onu en çok üzen şeyin, tutkunu olduğu yarışlarda olamaması ve o heyecandan uzak kalacak olmasıydı, diye düşündüm. Ancak hayatına bakınca onun bu heyecandan hiç uzak kalmadığını öğrendim. Ona göre hayat bir yarıştı... Ve o her durumda, her koşulda yarıştı!
Alex Zanardi, 2001 yılında Almanya’daki Champ Car yarışında lider bir durumda iken otomobilinin kontrolünü kaybetmiş ve ona çarpan bir yarışçı onun otomobilini ikiye bölmüş… Bu korkunç kazada herkes İtalyan pilotun öldüğünü düşünmüş… Çünkü vücudundaki kanın dörtte üçünü kaybetmiş… Hastaneye bu halde yetiştirilen Zanardi’nin kalbi tam yedi kere durmuş ve elektroşokla tekrar tekrar çalıştırılmış… Doktorlara göre yaşayamaz denilen Zanardi hayatta kalmış…
 
Bizi ilgilendiren hikayesi de buradan sonra başlıyor! Evet, hayatta kalıyor. Ancak otomobil Zanardi’nin bacaklarının olduğu bölmeye çarptığı için her iki bacağı da dizinden itibaren kopuyor. Bir hafta sonra gözlerini açtığında eşi ona sakin bir şekilde “bacaklarını kaybettiğini” söylüyor. Zanardi, o an “Bacaklarım olmadan yapmak istediğim onca şeyi nasıl yapacağım?” diye düşünüyor. Sonra hemen “Bacaklarımı kaybettim, ama beynim yerinde!” diyerek hayata tutunuyor.
Zanardi, yarış tutkusundan asla vazgeçmiyor. İnsan azmine ve motivasyonuna inanamıyor. Çünkü o bacaklarının kaybettikten sadece birkaç yıl sonra yarışlara geri dönüyor. Normal otomobili kullanamayacağından BMW’nin kendisi için özel düzenekler koyarak ürettiği otomobille World Touring Car Championship’te (Dünya Binek Otomobiller Şampiyonası) yarışıyor. Daha önce kullandığı yarış otomobillerinin gaz ve fren pedallarına ayaklarıyla hükmeden Zanardi, bu kez direksiyonda bulunan gaz ve fren kollarına çabucak alışıyor. WTCC’de sağlamken kazanamadığı başarıları elde ediyor.
Bu arada el bisikletine ilgi duymaya başlıyor. 2009’da WTCC’den emekli olup tamamen el bisikletine odaklanıyor. 2009 yılında Venedik’te, 2010 yılında Roma’da, 2011 yılında ise New York Maratonu’nda elleriyle çevirdiği pedallarla yarışlar kazanıyor.
Zanardi, son olarak 2012 Paralimpik Oyunları’nda İtalya’yı temsil etti ve iki altın madalya kazandı. O, “Geçirdiğim kaza sayesinde Paralimpik Oyunları’nda yarışıyorum. Ben şanslı bir adamım! Kazadan sonra bile ne yapmak istediğimi seçebilecek kadar talihliyim. Öyleyse niye hala burada oturmuş, parmaklarımı çevirmiyorum?” diyor. Azmin ve inancın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Yarışlardan, hayattan, hayat yarışından hiç kopmuyor.
 
ALİYE YÜCEL

11 Kasım 2012 Pazar

FİLM DİNLEMEK!


“Film Dinlemek” başlığını görünce bunu yanlış yazılmış bir başlık olarak düşünmeyin. Evet, film dinleniyor! Görme engelliler film dinliyor ve bir filmi böyle seyretmiş oluyor. Sinema görsel bir sanat ama görmeyenler de “sesli betimleme” ile film izleyebiliyor. Görme engelliler sesli betimleme olmadan da film izliyorlardı. Ama bazı görsel boşluklar ve ayrıntılar anlaşılamıyordu. Sesli betimleme filmi doğru anlamayı sağlıyor.
Sesli betimleme (Audio Description), filmlerdeki diyalog ve ses olmayan görsel bölümlerin sesli olarak anlatılması anlamına geliyor. Görme engelliler konuşma olmayan bölümlerde olan gelişmeleri takip edemeyeceği için gören birinin anlatmasına ihtiyaç duyarlar… Yoksa bir kopukluk olur. Bu durumda görmeyen kişiye; o sahneyi, mekanı, kişilerin yaptığı hareketleri ve sessiz gelişen çeşitli olayları dış ses anlatır. Bu uygulama sayesinde görme engelliler de bir başkasına ihtiyaç duymadan filmi anlayabilirler.
Her filmde bir hikaye, diyaloglar, efektler ve müzikler vardır. Filmde bir sahne düşünelim, müzik var ama konuşma yok. Görmeden o sahnede neler olabileceğini tahmin etmek çok güçtür. O anda biri gelir, biri gider veya o sahnede çeşitli hareketler olabilir. Görmüyorsak ve biri bize bunu anlatırsa sorun kalmaz. Tamamen görsel olarak anlatılan bir sahneyi görme engelli anlayamaz. Örneğin; “Kadın kapıyı açtı. Yerde bir zarf duruyordu. Zarfı aldı ve açtı…” gibi…
Önceden filmlerin çoğu diyalog ağırlıklı olduğu için görmeyenler tarafından da daha kolay anlaşılabiliyordu galiba. Günümüz filmleri teknolojideki gelişmeler ve sinemadaki değişmelerle daha görsel bir durumda… Bu görme engellilerin filmleri anlamasını daha zorlaştırıyor. İşte sesli betimleme bu noktada devreye giriyor. Görme engellilerde böylece daha kolay anlıyor.
 
Sesli betimlemenin temeli, görme engelli yakınlarının çevrelerinde bulunanları onlara anlatmasıyla ortaya çıkmıştır diyebiliriz. 1970 yılında Amerikalı bilim insanı Prof. Gregory Frazier şahit olduğu bir betimlemeden çok etkilenmiş böylece görsel medyanın görme engellilere aktarımıyla ilgili ilk çalışmayı yapmıştır. 1980’lerde yine Amerikalı bir bilim insanı olan August Coppola ile birlikte çeşitli uygulama alanları araştırmış ve sesli betimlemeyi ilk kez 1989 Cannes Film Festivali’nde tanıtmıştır.
Günümüzde Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde televizyon kanallarında sesli betimlemeli filmler yayınlanmaktadır. Birçok sinema salonu da gösterimdeki filmleri ses ve kulaklık düzenekleri sayesinde görme engelli seyircilerine ulaştırmaktadır.
Ülkemizdeki sesli betimleme çalışmaları 2006 yılında Sesli Betimleme Grubu tarafından başlamıştır. Sesli Betimleme Grubu, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi ile Boğaziçi Engelliler Komisyonu ve Engelsiz Erişim Grubu’nun ortak girişimiyle gönüllü öğrencilerin katılımıyla meydana gelmiştir.  Bu grup ilk olarak Umut Aral’ın Çarpışma isimli ödüllü kısa metrajlı filmini betimlemiştir. Sesli Betimleme Grubu, bu filmin ardından çeşitli filmlerin sesli betimlemesini yapmaya başlamıştır. Sesli Betimleme Grubu, 2010 yılında dernekleşti ve Sesli Betimleme Derneği adı altında çalışmalarını sürdürüyor.
Yapılan bu çalışmalardan sonra artık satılan bazı DVD’lerde dil tercihleri gibi sesli betimleme seçeneği de bulunuyor. Dileğimiz bu sayının artması… Ayrıca, sinema salonlarına da gereken ses ve kulaklık düzeneklerinin yapılması… Böylece, Türkiye’deki görme engelli seyirciler de sinema sanatını takip edip, ondan keyif alabilsinler…
 
ALİYE YÜCEL