> Engeloji

Translate

3 Haziran 2012 Pazar

PROTEZ BACAKLI MANKEN


Başlığı okuyunca inandırıcı gelmiyor. Hiç protez bacaklı manken olur mu? Ama olmuş işte… Aimee Mullins, mankenlik gibi fiziksel özelliklerin ön planda olduğu bir mesleği protez bacaklarla sürdürüyor. Zaman zaman çelik protez bacaklarla fotoğrafını gördüğüm bu güzel kadının hayat hikayesi ilgimi çekiyor.  

Amerika’da dünyaya gelen Aimee’nin doğuştan kaval kemikleri eksikti. Bu nedenle iki bacağı da henüz bir yaşında iken kesildi. Defalarca ameliyat geçiren Aimee, çocukluğundan beri protez bacaklarla yaşıyor. Aimee, yaşıtlarının alaylarıyla yüzleşince en büyük korkusu acınmak olmuş! Ailesinin çabaları ve desteğiyle mutlu bir çocukluk dönemi geçirmiş. Annesi, ona hep inanılmaz şeyleri yaşamak için yaratıldığını söylüyormuş… Tahmini doğru çıkmış…

Yükseköğretimini Dramatik Sanatlar dalında tamamladıktan sonra Uluslararası İlişkiler Bölümü için burs kazanmış… ABD Savunma Bakanlığı’nda 7 yıl çalışmış… Akademik başarılar ona yetmemiş… Engellilerle ilgili bir eğitime katıldıktan sonra “Tekerlekli sandalyede yaşayanlarla yarışmak, bana göre değil. Ben normal, iki bacağı olanlarla yarışmak istedim. Bunun için iki kattan daha fazla enerji sarf etmek gerekiyordu. Ama başardım” diyor.

Aimee Mullins, 1996 yılında 20 yaşında iken Atlanta’da düzenlenen Engelliler Olimpiyatları’na katılıyor. Protez bacaklarla 100 metre koşu ve uzun atlamada iki rekor kırıyor. Söylediğine göre, bu rekorların bir olay olarak algılanmasından memnun olmamış! Çünkü hayatı boyunca farklı olmamak için uğraşmış! Bu rekorlarla kendisini, kendi hariç kimseye kanıtlamak istememiş!

Aimee’nin hayatı, gelen sürpriz bir davetle değişmiş... Givency’nin tasarımcısı İngiliz Modacı Alexander McQueen ona modellik teklif etmiş... Aimee bu teklifi “Ancak, gözyaşı istemiyorum!” şartıyla kabul etmiş... Çünkü acıma duygusu uyandırmaktan korkmuş... Bir süre sonra Londra’daki bir defileye protez bacaklarıyla çıkmış ve podyumda herkesin beğenisini kazanmış…


McQueen’in, Aimee’ye modellik teklif ettiğini okuyunca, McQueen’in ne kadar cesur biri olduğunu düşünüp, takdir ettim. Öyle ya, kim engelli birini manken olarak düşünebilirdi. Böyle bir seçim herkesin harcı değildi! Ama o, Aimee’nin sakatlığını reklam aracı olarak kullanmakla suçlanmış…

McQueen,  Aimee’yi model yapmasını ve onu hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: “Aimee’nin diğerlerinden farkı yoktu. Engellilerin kendi imkanlarının bilincinde olmalarını, durumlarını daha pozitif görmelerini diliyorum. Aimee’yi görünümüne göre değil, kişiliğine göre seçtim! Vücuttaki değil, ruhtaki hasarı dikkate aldım! Aimee, inanılmaz derecede cesur ve yiğit biri. Engelliler Olimpiyatları’na katılmış büyük bir koşucu, atlet. Mizah duygusu çok güçlü… Ama benim daha çok sevdiğim yönü, hayatla yüzleşirken gösterdiği cesaret! Yeteneklerini çok iyi kullanıyor. Benim amacım insanları rahatsız etmek değil, onlara güzelliğin nerede olduğunu göstermekti! Dışarıda dolaşan bir sürü güzel görünümlü insan var. Ama başkalarına sunabilecekleri hiçbir şeyleri yok!”

Aimee ise bu konu ile ilgili şunları söylüyor: “İnsanların, sakatlığıma rağmen güzel olduğumu değil de, sakatlığımdan dolayı güzel olduğumu düşünmelerini istemiyorum! Şimdi insanların şu sorunun cevabı üzerine düşünmelerini istiyorum: Güzel nedir? Çirkin nedir?”

Bacaklarının protez olduğunu pek çok insanın fark etmediğini, bunu kendine güvenli yürüyüşü sayesinde başardığını söyleyen güzel top modelin hayatını kolaylaştıran 20 civarında farklı protez bacağı var! Gittiği yerlere bu farklı işlev ve boylardaki protez bacaklarını da götürüyor. Bunları farklı amaçlarla kullanıyor. Kimini davetlerde, kimini günlük yaşantısında, kimini de koşarken…

Ünlü isimlerle çalışan kozmetik devi L’Oreal de marka yüzü olarak iki bacağı olmayan Aimee’yi seçmiş! Aimee’nin seçilmesi ayrı bir anlam taşıyor. Çünkü o sadece güzelliği değil, güçlülüğü de temsil ediyor. Aimee, “Bacaklarımın olmamasına isyan etmediğimi söyleyemem. Ancak “yokluk” hırsa dönüştü. Bedenime hakim oldum. Farklı olmayı kabul etmedim ve kendimi sevdim” diyerek bize başarısının sırrını açıklıyor.


ALİYE YÜCEL


28 Mayıs 2012 Pazartesi

İŞ GÖRÜŞMESİNDE KAYBETMEMEK İÇİN...


Biliyoruz ki iş bulmadaki en önemli aşama iş görüşmesidir. İş görüşmeleriyle ilgili belirli kurallar vardır. Görüşmeye vaktinde gitmek, doğal olmak, görüşmeyi yaptığımız kişiyi dikkatli dinlemek ve sorularına net cevaplar vermek gibi… Ancak bir engelli olarak dikkat etmemiz gereken başka kurallar da var!

Bir engelli olarak iş görüşmesine giderken, öncelikle engelli olduğumuzdan dolayı olumsuz bir takım düşüncelerden arınmamız gerekir. Özgüveni koruyarak yapılacak iş görüşmesi çok daha olumlu olacaktır. Görüşmeyi yaptığımız kişiye potansiyelimizi, sorumluluk sahibi olduğumuzu, istekli olduğumuzu, öz güvenimizi, engelli bir birey olarak verilecek görevi en iyi yapabileceğimizi anlatabilmeliyiz. Özgüvenimizi işverene de yansıtmalıyız. Engellimizi değil, beceri ve deneyimlerimizi ön plana çıkartmalıyız.

Öncelikle engelli olduğunuz için fiziksel görünümünüzden dolayı, dikkat etsem de etmesem de engelliyim, mantığında kesinlikle uzak durmamız gerekir. Görünüşümüze, giyimimize özen göstermeli ve eğer mümkünse iş başvurusu yaptığımız şirkete uygun giysilerle gitmeliyiz.

Görüşmeye çağırıldığımız şirketin bize sağladığı ya da sağlayacağı imkanlar (ulaşım, bedensel engelliysek şirketteki mimarinin engelinize uygunluğu, yemek, sosyal güvence gibi) hakkında önceden bilgi edinmeli, neden o şirkette çalışmak istediğimiz sorulduğunda da uygun cevaplar vermeliyiz. Böylelikle orada çalışmaya istekli olduğumuzu karşımızdakine yansıtmalıyız.

İş görüşmesi sırasında engelli adaylara yöneltilen en yaygın sorulardan biri engellinin işveren için bir problem ya da özel bir talep getirip getirmeyeceğidir. Kesinlikle engellimizi duygu sömürüsü ya da duygusal bir beklenti aracı olarak kullanmamalı ve karşımızdakinin böyle anlamlar çıkarmaması için çok dikkat etmeliyiz. Engellimizi kullanarak ayrıcalık istememiz, duygu sömürüsü yapmamız, engellimizi ön plana çıkarmamız gibi yanlış anlaşılmalardan ya da ön yargıların meydana gelmesinden kesinlikle kaçınmalıyız.

Engellimizin bizi kısıtlayabileceği durumları bize sormadıkları sürece anlatmamalıyız. Bu ilk anda olumsuz bir ön yargı oluşturabilir. Ancak çalışma ortamında ihtiyaç duyabileceğiniz (görme engelliler için ekran okuma programı gibi) gereksinimlerimizi belirtebiliriz.

Engelli olarak sahip olduğumuz vasıflar ve verilecek görevleri göz önüne alarak bize sorulacak bir soruda ne kadar ücret talep ettiğimizdir. “Benim için fark etmez” ya da “Siz ne kadar takdir ederseniz” gibi cevaplar yerine, istediğimiz iş pozisyonuna farklı şirketlerde ne kadar maaş verildiğini öğrenip, işveren soruyu sorduğunda belirlediğimiz aralığı vermeliyiz.

Eğer uygun bir iş bulmuş ve görüşmeye çağırılmışsak bu fırsatı mutlaka en iyi şekilde değerlendirmeliyiz. Görüşme aşamasına kadar gelebilmişsek, kaybetmemek için çaba göstermeliyiz. Unutmayalım iş aramakta ve bulmakta zor…

ALİYE YÜCEL

20 Mayıs 2012 Pazar

BİR DOSTLUK HİKAYESİ


Geçen hafta gösterime giren bir film var: Can Dostum (Intouchables - 2011). Fransa’da gişe rekorları kıran bir film… Yamaç paraşütü yaparken kaza geçirip boyundan aşağısı felç olan zengin Philippe ve ona bakmak için gelen, hapishaneden yeni çıkmış Driss’in hikayesini anlatıyor. Filmin konusu gerçek hayattan alınmış…
Film, dostluk üzerine kurulu… Normalde yan yana gelemeyecek farklı sınıf ve kişilikteki iki insan bir araya gelerek dostluğu yakalıyorlar. İnsana önyargısız yaklaşmanın en güzel örneğini veriyorlar. Bu ilginç ve samimi dostluk öyle etkili anlatılmış ki… Seyrederken yüreğinizden yakalıyor ve çok hoşunuza gidiyor.
Herkes, Driss’in bakıcılık için uygun olmadığını düşünürken, Philippe, ona inanıyor ve kendisine acımaması nedeniyle şans veriyor. Driss, Philippe’in yanına bakıcı olarak gelmiş biri… Ama ilişkilerine bakınca sadece para için yanında olmadığını anlıyorsunuz. Sadece bakımıyla değil, her şeyiyle ilgileniyor. Özel hayatıyla bile… İnsan seyrederken böyle bir dostluğun varlığına inanmak istiyor! Öz bakımını bile kendisi yapamayan birinin yanında böyle bir dostun varlığı insanı derinden etkiliyor. Bir umut ve mutluluk duyuyor. İnsanın içini sımsıcak yapıyor. Kendini iyi hissettiriyor…
Can Dostum’a çeşitli açılardan bakılabilir ve yorum getirilebilir. Ama bence filmin en başarılı yanları, boyundan aşağısı felçli birinin merhamet edilmesi gereken biri olarak değil de tutkuları, kaygıları olan bir insan olarak gösterilmesi ve engelli olmanın diğer insanlarla dostça, arkadaşça ilişki kurmaya mani olmadığını anlatmasıydı.

Filmdeki diyaloglar da çok şaşırtıcı… Philippe, Driss’e “Dört yanı felçli birini nerede bulabilirsin?” diye soru sorup, cevap olarak “Bıraktığın yerde!” diyerek içinde bulunduğu durumla ve kendisiyle dalga geçebiliyor. Başka bir sahnede ise ölen karısından bahsederken “Benim asıl engelim tekerlekli sandalyeye sahip olmam değil… Onsuz sahip olmam!” diyerek insanı derinden etkileyip, düşündürüyor. Asıl engelin, asıl zor olanın ne olduğunu sorgulatıyor!
Can Dostum’da oyunculuklarda çok mükemmel ve doğal… Philippe rolünde François Cluzet  felçli birini canlandırıyor ki, gerçekten tekerlekli sandalyeye bağımlı biri olduğuna inanıyorsunuz. Omar Sy’in Driss rolündeki sempatikliği, espritüelliği, serseriliği o kadar gerçek ki… Sanki kendi hayatını canlandırıyor!
Bu filmi çok sevdim. Afişine bakıp tekerlekli sandalye ve onu süren birini görüp yanılmayın! Sadece felçli bir adam ve ona bakıcılık yapan bir zencinin hikayesi değil... Çok şey anlatıyor. Üstelik bir engelli hikayesi, duygu sömürüsü olmadan ancak bu kadar eğlenceli anlatılabilir. Zaman zaman duygusal sahneler olsa da genellikle tebessüm ederek, gülerek izleniyor. İnsana dair, sıcak ve sıkılmadan seyredilecek bir film… Gerçek bir dostluk hikayesi...

ALİYE YÜCEL

13 Mayıs 2012 Pazar

BİR GÜNLÜK ASKERLİK HEYECANI


10-16 Mayıs Engelliler Haftası olarak kutlanıyor. Bu hafta içinde çeşitli kurum ve kuruluşlar engellilere yönelik pek çok etkinlik düzenliyor. Ama en anlamlılarında biri “Engelli Vatandaşlar İçin İsteğe Bağlı Temsili Askerlik Uygulaması”… Dünyada sadece ülkemizde yapılan bu uygulama ile silahaltına alınamayan engelliler askerliğini sembolik olarak yerine getiriyor ve bir günlüğüne de olsa askerlik heyecanını yaşıyor.

Engellilik ve askerlik yan yana olması imkansız iki kavram… Bunun bir günlüğüne de olsa birleştirildiğini görmek insanı etkiliyor. Askerlik pek çok engellinin içinde ukde olan bir durum… Askerliğe bakış çok önemli… Maalesef askerliğini yapmamış kişilere eksik, çürük, yarım gözüyle bakılıyor. Askere gidip “adam olsun” deniliyor. Askerliğini yapmayana “kız ve iş” verilmiyor. Amaç engelliyi bulunduğu çevre ile daha uyumlu bir hale getirmekse gerekli ve anlamlı bir uygulama… Türk Silahlı Kuvvetleri her yıl Engelliler Haftası’nda bu organizasyonu gerçekleştiriyor. Böylece engellilerin de birer vatandaş oldukları hatırlatılıyor.


Ordusu ile ün yapmış bir devlette, engelli oldukları için askere gidemeyenler için sembolik ve bir günlükte olsa o üniformayı giymek, selam durmak, yemin töreninde bulunmak ve o heyecanı yaşamak çok büyük anlam taşıyor. Askerlik yapamayan zihinsel, bedensel, görme, işitme engellilerin nizamiyeden içeri girmeleri bile büyük bir moral kaynağı… Kimi kol değnekleriyle, kimi beyaz bastonla, kimi de tekerlekli sandalyeyle gidiyor; törene katılıyor, komutanlardan katılım belgesi alıyor ve aileleriyle “askerlik hatırası” fotoğrafı çektiriyor. Pek çok şeyden mahrum kalmak zorunda kalan engellilerin mutlu bir anıları oluyor.

Bu uygulamaya katılım sadece engelliler için değil, aileleri ve yakınları için de çok önemli… Onlar için de bir gurur kaynağı… Oğullarının asker ocağına gitmesinin ve asker olmasının hayalini kuran pek çok anne ve baba yaşayamadıkları bu duyguyu kısa bir süre de olsa tadıyor. Tören geçişlerinde aileler çocuklarını alkışlarken mutlulukları ve gururları gözlerinden okunuyor. Engelliler ve aileleri arasında görülmeye değer duygusal anlar yaşanıyor.

“Engelli Vatandaşlar İçin İsteğe Bağlı Temsili Askerlik Uygulaması” medyada da çok yer alıyor ve ilgi görüyor. Yurdun çeşitli il ve ilçelerinde gerçekleştirilen temsili askerlik törenlerinde yaşananlar ekranlara da taşınıyor. Engelliler ve ailelerinin kısa sürelerde de olsa kışla ortamında bulunması ve bu hazzı tatması çok etkileyici… Hepsinin gözleri pırıl pırıl… Seyrederken insanın boğazı düğümleniyor… Gözleri yaşarıyor… Onların askerlik heyecanı bizlere de yansıyor.

ALİYE YÜCEL

6 Mayıs 2012 Pazar

BİR SINAV BÖYLE GEÇTİ


Geçen Pazar günü (29 Nisan) Özürlü Memur Seçme Sınavı yapıldı. Engelliler için ilk defa düzenlendiği için önemli bir sınavdı. Ama maalesef yetkililer sınavı geçemedi! Engelliler için özel olarak düzenlenen ÖMSS’de bile merdiven engeli ortaya çıktı! Asansör ve rampa olmadığı için adaylar salona ulaşmakta zorluk çekti. Mimari engellerden dolayı sınav salonlarına ulaşmak bedensel engelliler için eziyete dönüştü.
Bu durum haberlere de konu oldu. Tekerlekli sandalyede oldukları için merdivenleri görevlilerin, polislerin veya yakınlarının yardımıyla güçlükle çıkan adaylar… Koltuk değnekleriyle yüksek merdivenleri çıkmak zorunda kalanlar… Merdiven çıkamadıkları için karga tulumba taşınanlar… Anlaşılan o ki bedensel engelli adayları sınavdan çok merdivenler ve sınav salonlarına ulaşmak yordu.
Bir sınavdan sonra; sorular kolay mı, zor mu, yanlış soru var mı gibi konular konuşulur ve tartışılırken; Özürlü Memur Seçme Sınavı’ndan sonra sınav salonlarına ulaşmadaki zorluklar konuşuldu. Bedensel engelli adayların çektiği sıkıntılar dile getirildi. Çünkü burada en önemli şey unutulmuştu! Sınava gireceklerin engelli olduğu…
Özürlü Memur Seçme Sınavı’na girecek aday tekerlekli sandalyede ya da kol değnekleriyle çok zor yürüyor. Ama sınav salonu 3. katta… Şaka gibi… Bu nasıl unutulur? Bu kişiler başvuru sırasında Özürlü Raporu ile başvurmadılar mı? Bu sınav için 9 aydır çalışılmıyor muydu? Bunu düzenlemek çok mu zordu?

ÖMSS’ye başvuru sırasında da pek çok zorluk yaşanmıştı. O zorluklar bir şekilde aşıldı. Ancak bu çok daha kötü bir durum… Bir yanda sınava girmenin psikolojisi bir yanda, erişebilirlik problemi… Kucaklarda taşınmak zorunda kalmak… Çık çık bitmeyen merdivenler… Ne büyük bir stres… Yaşamayan bilemez! Sınav öncesi sıkıntı çekmek ve yorgun düşmek ne kötü… Kendimden biliyorum. O merdivenleri çıkmak, oturup soru çözmekten daha zor olabiliyor!
81 ilde gerçekleştirilen bu sınav için toplam 968 bina tahsis edilmiş… Biliyoruz ki sınav merkezi olan pek çok bina ortopedik engellilerin erişimine uygun değil. Rampası ve asansörü olan bina yok denecek kadar az… Pek çok yerde bunu düzenlemek çok güç, hatta imkansız. Ama en azından ortopedik engelli adayların sınav salonları giriş katında olabilirdi. Bunun mutlaka düşünülmesi gerekiyordu. Bunu düzenlemek çok mu zordu?
Engelliye sınav stresi dışında başka stres daha yaşatan bir sınav böyle geçti. Dileriz bir sonraki sınavda gerekli çalışmalar yapılır ve bu sorunlar tamamen ortadan kalkar. Özür gruplarına göre farklı sınav uygulamalarının gerçekleştiği Özürlü Memur Seçme Sınavı’nda bedensel engellilerin erişim konusu unutulmaz!

ALİYE YÜCEL

29 Nisan 2012 Pazar

SAKATLIK İZDİVACA MANİ...


Eski Türk filmlerindeki engelliler; hep acınacak, zavallı, dışlanması gereken veya alay edilen kişilerdi. Öyle kötü bir durumdaydılar ki yaşamaları bile gereksizdi! Türk filmlerindeki sakat kalan oyuncular eşi veya sevgilisi tarafından mutlaka terk edilirdi. Ya da bir vesile ile sağlamlaşırdı! Çünkü aksini düşünmek imkansızdı. Yani sakat biri ile sağlam biri asla sevgili olamaz, evlenemezdi. Sakatlık “izdivaçlarına mani” olurdu! Hiçbir yerli filmde kör görmeden, kötürüm yürümeden “Son” yazmazdı!

Oyuncu, tekerlekli sandalyedeki veya gözleri görmeyen sevgilisini görünce ne yapacağını şaşırır, ne söyleyeceğini bilemez ve kaçar giderdi… İşin en garip yanı ise; çevresindekilerin sakatlanan kişiyi zavallı ve acınacak biri olarak görmesi değil, bu durumu yaşayan kişinin de böyle düşünmesiydi! Yani, kanıksanmış çaresizlik vardı!

“- Ben artık yarım bir insanım!”
“- Ben kör bir gencim. Rica ederim duygularımla oynamayın!”
“-Sakat bir kıza gönderilen çiçeğin şefkatten başka ne anlamı olabilir?”
“- Ben bu sakat halimle seni mutlu edemem! Sen git…”

Bu örnekler sayfalarca uzatılabilir… Filmde bu replikler, böyle bir trajedi olunca biz de şunu anlardık: Kör, koltuk değnekli ya da tekerlekli sandalyedeki bir kişiyle evlenmek ve onunla yaşamak karşı tarafı “bedbaht etmek” için yeterli bir sebeptir! Eşinden, sevgilisinden mutlaka kaçıp gitmesi ve “bu bahsi burada kapatması” gerekir! İşte Yeşilçam’ın engelliye bakışı budur!


Film izlerken pek çok kişi kendini oyuncunun yerine koyar, kendini onlarla özdeşleştirir. Gelin, şimdi Türk filmlerini izleyen engellileri bir düşünelim. Kendini yerine koyduğu kişi bir zavallı! Terk edilmeye mahkum, yaşaması bile suç! Sakat olan kişi asla sevilemez, evlenemezdi! Ancak mucizevi bir iyileşme olursa bu hakka sahip olabilirdi! Senaristler, yapımcı ve yönetmenler engellilere hep bunu gösterirdi! Bu engelliler için ne büyük bir yıkım…

Bu nedenle şimdi her seyrettiğim film ve dizilerde engelliler varsa onların nasıl sunulduğu beni çok ilgilendiriyor. Maalesef engelli olup, seyrettiğimizde mutlu olacağımız filmler çok az… Engelliyi toplumda aşağılanan, küçük görülen, acınan biri olmaktan çıkarabilmek ve olumlu bir duygu beslememizi sağlayabilmek çok önemli...

Eski Türk filmleri çok sevilir ve seyredilir. Ama engellilerin bu olumsuz sunumunu da herkes bilir. Böyle senaryo yazdıklarına ve böyle film yaptıklarına göre böyle düşünülüyor demek ki... Ne sakat bir düşünce! Oysa engelliler de herkes gibi normal bir yaşam sürdürebiliyor. Milyonlarca insan ömür boyu engelli olarak yaşıyor. Bu nedenle artık bunu yansıtan filmler ve diziler çekilmeli… Oyuncu engelliyse sevdiğinden ayrılmamalı… Sakatlık izdivaca mani olmamalı…

ALİYE YÜCEL

21 Nisan 2012 Cumartesi

YAŞAMA SEVİNCİ BİTTİ!


1989 yılıydı, Yaşama Sevinci Dergisi’nin çıktığını öğrendiğimde çok sevinmiştim. Engelliler için hazırlanan derginin ilk sayısını almış ve abone olmuştum. Bir gün derginin sahibi A. Faruk Öztimur’la tanıştım. Bir dergiye yazı yazdığımı söylediğimde “Gel bizim dergide çalış…” demişti. Bu teklif beni çok mutlu etti. Hemen kabul ettim ve dergide çalışmaya başladım. Derginin ofisinde aynı zamanda hedef kitlesi engelliler olan ve TRT’de yayınlanan “Her Şeye Rağmen” programının çalışmalarını da yapıyorduk. İlk işimdi ve benim için çok önemli günlerdi.
Geçtiğimiz Salı günü ölüm haberini aldığım Faruk Bey’in yanında 2 yıl kadar çalıştım. İlk patronumdu. Kendisiyle barışık ve hayat dolu bir insandı. İyi kötü ne günlerimiz oldu! Bana engellilik bilincini aşılayan, bu alanda aşılacak çok yol olduğunu gösteren o oldu. Bugün hala bu konu da bir şeyler yapmaya çalışıyorsam onun sayesindedir.
Kendisi de bedensel engelli olan Ahmet Faruk Öztimur, engellilik ve engelli hakları denilince akla gelen ilk isimdi. Engelli sorununu gündeme taşıyan ve engellilik hareketini ilk başlatanlardandı. Türkiye’de engelli hakları konusunda bir şeyler yapılıyorsa onun sayesindedir. Engellilere yönelik “Her Şeye Rağmen” programını hazırladı ve sundu, engelliler için hazırlanan ilk dergi olan “Yaşama Sevinci Dergisi”ni çıkardı. Dergide Braille Alfabesi’yle yazılmış bölüm de bulunuyordu. Türkiye’de ilk kez engellileri spora yönelten bir çalışma yaparak “Yaşama Sevinci Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı”nı kurdu. Engelliler için pek çok organizasyonlar düzenledi.

Faruk Öztimur, siyasetçiler tarafından tanınır ve sevilirdi. 1994 yılında Türkiye Sakatlar Konfederasyonu Başkanlığı'na seçildi ve 2007 yılına kadar tam 13 yıl bu görevi sürdürdü. 1999 genel seçimlerinde ANAP’tan milletvekili adayı oldu. Ancak seçilemedi. Dönemin Başbakan Yardımcısı ve ANAP Genel Başkanı tarafından önerilerek Başbakanlık Müşaviri oldu ve 2006 yılına kadar bu görevde kaldı.
Ahmet Faruk Öztimur, Antalya’da otomobilinin denize düşmesi sonucu boğularak 51 yaşında hayatını kaybetti. Bu haber medyada çok farklı şekillerde yer aldı. “Konfederasyon Başkanı Göz Göre Göre Öldü”, “Ahmet Faruk Öztimur Otomobille Denize Uçtu”, “Engelli Bir Yaşam Sulara Gömüldü”, “Kaza Değil, Ölüme Sürdü”, “Engellilerin Eski Başkanı İntihar Etti” gibi çok çeşitli manşetler atıldı. İntiharı için de, lösemi teşhisi kondu buna dayanamadı, ekonomik sorunları vardı, hayatın yükünü taşıyamadı gibi sebepler yazıldı.
Hayatını engelli haklarına adayan biri olan Faruk Öztimur’a ne kadar teşekkür etsek azdır. Mekanı cennet olsun. Allah ona rahmet eylesin ve yakınlarına da sabırlar versin. Ölümü başka bir sebeple de olsa yine çok üzülürdüm. Ama böylesi çok sarsıcı oldu ve daha acı geldi. İnsan inanamıyor. Dergideki önsözünü “Yaşama sevinciniz artsın, eksilmesin” diye bitirirdi. “Her Şeye Rağmen” ve “Yaşama Sevinci” diyen biri intihar eder mi? Yaşama sevinci bir gün biter mi?

ALİYE YÜCEL