> Engeloji

Translate

30 Ağustos 2015 Pazar

ONLAR AVRUPA ŞAMPİYONU


22-29 Ağustos 2015 tarihleri arasında İngiltere'nin Hereford şehrinde düzenlenen Görme Engelliler Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılan Türkiye Görme Engelli Futbol Takımı Avrupa Şampiyonu oldu. B1 Görme Engelli Futbol takımımız finalde Rusya'yı mağlup ederek bu şampiyonluğu elde etti. Onlar Avrupa'nın en büyüğü oldular. Daha ne olsun? Bu bizim çok önemli bir başarı... Bunu görmezden gelmemek gerekir.

Maçlarının sonucunu merakla takip ettiğim B1 Görme Engelli Futbol takımımız, Avrupa Şampiyonasında ilk olarak Almanya ile karşılaştı ve bu maçta golsüz berabere  kaldı. İkinci maçında Polonya'yı 6-0 mağlup etti. Üçüncü maçında da İtalya ile karşılaştı ve 3-0 kazandı. Sonra İngiltere'ye 2-1 mağlup oldu ve 7 puanla grubunda ikinci oldu. Yarı finalde ise İspanya'yı penaltı atışları sonucu 2-0 mağlup ederek final oynamaya hak kazandı. Son maçında ise Rusya ile karşılaşan millilerimiz onları 1-0 mağlup ederek şampiyon oldu.

Şampiyon olmakla kalmayan millilerimiz bu başarı ile aynı zamanda 2016 yılında Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinde düzenlenecek Paralimpik Oyunlarına yani Engelli Olimpiyatları'na da doğrudan katılmaya hak kazandı. Turkcell'in ana sponsorluğunu yaptığı Görme Engelli Futbol Milli takımımıza Türkiye Futbol Federasyonu'nu da "Türkiye Futbol Oynuyor" projesi kapsamında destek veriyor.


Görme engelliler futbolunun nasıl olduğuna gelince; Çıngıraklı top ile oynanan futbolda sporcular görme derecelerine göre B1, B2 ve B3 olarak sınıflandırılıyorlar. B1 sınıfı hiç görmeyen, B2 ve B3 grubu ise kısmen görmeyen oyunculardan oluşuyor. Karşılaşmalar tamamen görme engelli olan B1 grubundaki ya da kısmen görme engelli olan B2 ve B3 grubundaki oyuncular arasında oynanıyor.

B1 grubu (tamamen görme engelliler) için kurallar şöyle; Karşılaşmalar düz bir zeminde oynanır. Her bir takım 4 oyuncu ve bir gören kaleciden oluşur. Ofsayt kuralı yoktur. Oyunda kullanılan futbol topunun içerisinde zil (çıngırak) vardır. Top hareket ederken ses çıkartır. Böylece sporcular, bu sesi duyarak futbol oynayabilirler. Karşılaşmalar, sessizlik esasına göre oynanır. Az gören B2 ve B3 grubunun kurallar da B1 kategorisi ile aynıdır. Tek fark onlarda zilli top ile oynama mecburiyeti yoktur.

Bu yazıyı millilerimiz şampiyon olmasaydı yine de yazacaktım. Çünkü final maçı oynayacaklar, mağlup olsalar bile Avrupa 2.'sı olacaklardı. Bu bile çok önemli bir başarı... Peki bu başarıdan ve şampiyonluktan kaç kişinin haberi oluyor? Kaç kişi bunu biliyor? Maalesef çok az... Futbolun çok önemli olduğu ülkemizde engelli futbolu da her türlü ilgi ve desteği görmeli... Dileriz Ay-yıldızlı takımımız bu başarısını 2016 Paralimpik Oyunlarında da sürdürür ve olimpiyat şampiyonu olur. Biz de onlarla bir kez daha gurur duyarız.

ALİYE YÜCEL

23 Ağustos 2015 Pazar

ENGELSİZ TÜRKİYE PLATFORMU


Engelliler için pek çok önemli proje hayata geçiriliyor. Bunlardan biri de "Engelsiz Türkiye Platformu"... Engelsiz Türkiye Platformu, öncelikle engelliler olmak üzere bütün dezavantajlı gruplarla birlikte yaşama kültürünü hem Türkiye'de hem de yurt dışında yaygınlaştırmak amacıyla kurulan bir sivil toplum örgütü. Kısa adı ETP olan Engelsiz Türkiye Platformu, geçtiğimiz mayıs ayında Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ve eşi Sare Davutoğlu'nun yaptığı sergi açılışıyla hayata geçirildi.

Platformun; üniversiteler, konfederasyonlar, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, özel kuruluşlar ve bunlara bağlı 314 dernek ve 1.100.000 üyeden meydana gelen oldukça geniş bir yapısı var. Bunlar;
Sivil Toplum Kuruluşları: Türk Kızılayı, Türkiye Ortopedik Engelliler Federasyonu (TOEF), Türkiye Basım Yayın Meslek Birliği (TBYM), Türkiye Aşçılar ve Pastacılar Konfederasyonu (TAŞPAKON), Yeni Dünya Vakfı
Yerel Yönetimler: Bağcılar Belediyesi
Üniversiteler: İstanbul Aydın Üniversitesi, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi
Özel Sektör: GENAR Araştırma, Nakkaş Akademi ve VEFA Yayın Yapım Grubu'dur.


Farkındalık oluşmuş bir topluluk ve dünya için var olmak misyonuyla yola çıkan platform, bütün dezavantajlı gruplarla birlikte yaşama kültürü konusunda farkındalığı yaygınlaştırma vizyonunu hedef alıyor. Engelsiz Türkiye Platformu; farklılıkları kabul edip aynı zaman birleştirici olmayı, başkalarını ötekileştirmemeyi, herkese güven vermeyi, toparlayıcı ve birleştirici olmayı, sahip olduğumuz insani değerleri muhafaza etmeyi ve  herkesin değerlerine saygılı olmayı ilke ediniyor.

Platform; başta engelliler olmak üzere yaşlılar, yetim çocuklar ve kadınlar için çeşitli faaliyetler yapmayı amaçlıyor. Ayrıca, bünyesinde bulunan sivil toplum kuruluşları arasındaki tanışma, dayanışma ve müzakere olanaklarını geliştirmek, yurt ve dünyadaki olaylara ortak tepki vermek, sahip olduğumuz değerlere topluma aktarmak için çaba göstermek amaçlarından bazıları... Bu amaçları gerçekleştirmek için gerekli eğitim, bilinçlendirme, sosyal ve kültürel etkinlikler için çalışmalarını sürdürecek...

Engelsiz Türkiye Platformu'nun faaliyet alanlarının çok geniş olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Birlikte yaşama kültürünün gelişmesi için yapılan her adım çok önemli ve değerli... Yapacakları faaliyetlerin, olaylara verilecekleri tepkilerin, eğitim çalışmalarının, oluşturacakları lobilerin, yapacakları seminer, panel ve kampanyaların, her türlü etkinliklerin örnek olmasını diliyor, başta Engelsiz Türkiye Platformu Başkanı Kenan Yabanigül olmak üzere tüm kurucuları ve yönetim kurulu üyelerini kutluyorum.


ALİYE YÜCEL  

16 Ağustos 2015 Pazar

İLGİNÇ DÖVME


Engelleri kaldıran önemli buluşlardan biri de biyonik kulak (koklear implant). Biyonik kulak, iç kulakta meydana gelen sorunları gidermeye yani iç kulağın fonksiyonunu yerine getirmeye yarayan tıbbı bir cihaz. Koklear implant, diğer işitme cihazları gibi seslerin şiddetini yükseltmek yerine beyne ses sinyallerini sağlayan iç kulağın görevini yapıyor. Koklear implant ameliyatı, 2-4 saat süren ağrısız bir işlem. Genel anestezi ile kulak arkasından hasarlı olan iç kulağa delik açılarak takılıyor. İç ve dış olmak üzere iki parçadan oluşuyor.

Koklear implant takılan kişiler sesleri duyabiliyor. İşitince anlıyor ve konuşabiliyor. Böylece engeller kalkıyor. İşitme kaybı yaşayanlar için çok önemli bir cihaz... Ancak bunu kullanan küçük çocuklar için oldukça zor bir süreç... Çevresindeki kimsede olmadığını gören bir çok çocuk bunu takmak istemiyor. İşte bu nedenle Yeni Zellanda'da yaşayan bir baba, işitme engelli kızını yalnız bırakmamak için ona takılan biyonik kulağın aynısını başına dövme olarak yaptırmış... Böylece kızına büyük bir destek olmuş... Baba kızın yayınlanan fotoğrafları insanı gülümsetiyor.

Alistair Campbell, oldukça duyarlı baba... Şu an 6 yaşındaki olan Charlotte'ın genetik bir hastalık sebebiyle iç kulağında hasar var. Bu nedenle ağır bir işitme kaybı yaşıyor. 4 yaşından itibaren devamlı koklear implant kullanmak zorunda kalmış. O yaştaki bir çocuk için bunu kullanmak önemli bir problem... Charlotte'ın biyonik kulaktan rahatsız olduğunun gören babası, acıyı göze alarak başına dövme yaptırıyor. Acıyı diyorum. Çünkü dövme yapan ve yaptıranların ortak kanısına göre baş bölgesi en çok acı hissedilen yer...


Charlotte'nin hastalığı kalıtımsal. Annesi ve erkek kardeşinde de işitme kaybı var. Alistair Campbell, kızının yanında olmak ve ona destek olmak için bir dövme yaptırmaya karar veriyor. Önce saçlarını sıfır numara kazıtıyor. Sonra titreşim ve sesi saniye saniye hissederek  45 dakika süren bir zamanda kızının kullandığı gibi bir koklear implantı başına dövme olarak yaptırıyor. Böylece kızının biyonik kulağı taşıdığı gibi o da bu dövmeyi ömür boyu taşıyacak...

Yapılan bu dövme büyük ilgi görüyor. Alistair Campbell, yaptığının bu kadar ilgi göreceğini düşünmediği belirterek "Her şeyi kızıma olan sevgim nedeniyle, kızıma destek olmak için yaptım..." diyor. Acı hissedip hissetmediği sorulduğunda ise "45 dakikalık süreç biraz zordu. Acı hissettim. Ama bu başa çıkılmayacak bir şey değildi..." diyor. Yeni Zellanda'da "Kahraman Baba" olarak anılan Campbell, saçı uzadığında dövme görülmeyeceği için saçını tekrar kestireceğini söylüyor. Fedakar baba, bu zorlu yolculukta kızını yalnız bırakmamaya kararlı görünüyor. 

Aile olmak, ebeveyn olmak böyle bir şey... Bir baba, kızının kendini toplumdan dışlanmış hissetmemesi için onun başındaki gibi bir biyonik kulak dövmesi yaptırıyor. Ne ilginç ve etkili bir empati yöntemi... Belki Charlotte çok küçük olduğu için babasının yaptığı bu fedakarlığın değerini şimdi anlayamıyor. Ancak büyüdüğünde yapılanın ne kadar değerli olduğunu anlayıp, babasıyla gurur duyacaktır. Çünkü babası engeline çare olamasa da ilginç dövmesiyle ona büyük bir moral veriyor.


ALİYE YÜCEL

9 Ağustos 2015 Pazar

BEN BİTKİ DEĞİLİM


Hayat Çok Güzel (Life Feels Good) Polonya yapımı bir film. Orijinal adı Chce Sie Zyc, Lehçe "Yaşamak İstiyorum" anlamına geliyormuş. Film, beyin felci (Cerebral Palsy) geçiren ve dünya ile bağlantı kurmadan büyüyen Mateusz'un hikayesini anlatıyor. Konusu gerçek bir hayat hikayesinden alınmış. Bu etkiyi arttırıyor. Daha ilk sahnede bir engelli filmi olduğunu anlıyorsunuz. "O zaman seyretmek istemem.." derseniz, inanın çok şey kaçırmış olacaksınız. Bu filmi izledikten sonra "İyi ki blogum var. Film hakkında düşündüklerimi yazabileceğim..." dedim. 

Filmin konusu şöyle: Doğuştan, beyin felci geçirmiş olan Mateusz'a zekasında bir problem olmadığı halde zeka geriliği teşhisi konmuştur. Ailesinin ilgilenmesine rağmen yetişkin olunca  zihinsel engelliler kliniğine yatırılır.  Çevresinde olan biten her şeyin farkındadır. Ama kendini ifade edememektedir. Mateusz, kendini ispat etme çabası içindedir. "Bir bitki olduğunuzda sizi kimse anlamaz..." diyen Mateusz tam 25 yıl sonra zekasında bir problem olmadığını anlatmayı başarır...

Hayat Çok Güzel çok etkileyici bir film. Film, Mateusz'un gözünden hayata bakışı konu alıyor. Onun iç sesiyle anlattığı duygularını anlamaya çalışıyor, dünyayı onun gözüyle görüyoruz. Mateusz'un çocukluğunu Kamil Tkacz, yetişkinliğini Dawid Ogrodnik canlandırıyor.  Oyunculuklar muhteşem. Filmin yönetmeni Maciej Pieprzyca. Oldukça başarılı bir film ortaya koymuş. Biraz durağan bir film ancak Mateusz'un gelişimini merak ettiğiniz için sıkılmıyorsunuz. Ya da ben hiç sıkılmadan izledim. Hüzün ve espri bir arada... Ayrıca kurgusu çok iyi ve sahneler sıkmayacak uzunlukta... Uluslararası festivallerde aldığı ödülleri hak etmiş...


Film dokunaklı sahnelerle dolu... Sosyal hizmet uzmanının "Bir bitkiden farkı yok" dediğinde annenin ümitsizliğini görmeniz gerekir. Kız kardeşinin annesine "Sen de ondan utanıyorsun değil mi?" diye sorduğu soru pek çok engellinin evinde yüksek sesle söylenmese de akıllardan geçmiştir. Anne ve babasıyla paylaştığı bir çok sahnede boğazınıza bir yumruk oturuyor. Gönüllü olarak gelen kızın "Bana tepki veriyor" demesi... Buna itiraz eden görevliye de "Kelimelere ihtiyacın yok. Gözdeki bir bakış yeter..." dediği sahnede anlaşılmanın bir insan için önemini kavrıyorsunuz.

Filmin pek çok yerinde engellinin yaşadığı gerçeklerle karşılaşıyorsunuz. Annesi, babası, kardeşleriyle yaşadığı ilişki ve ilgi farklılıkları... Büyüdükçe ihtiyaçlarının artması gerçeği... Durumunu anlayamayan kişiler tarafından (geri zekalı muamelesi yapılıyor) gördüğü muamele... Sosyalleşme sürecinde yaşadığı zorluklar... Annesinin yaşlanması ve ona bakmakta zorlanması.... Her şeye rağmen hayatı sevmesi ve vazgeçmemesi gibi...

Film, engelliye nasıl bakıldığını ve engelli sorunlarına ne kadar ilkel bir yaklaşım içinde olduğumuzu bir kez daha ortaya koyuyor. Engelli olmanın en zor yanı kendini ispat zorunda olmaktır. Bu filmde bu çok güzel anlatılmış... İletişim herkes için ne kadar  önemli ve değerli... Engelliysen bu daha da önem kazanıyor. Mateusz, bu durumda bile "Hayat güzel, yaşamak istiyorum..." diyorsa, hayatının yolunda gitmediğini düşünenler bakış açısını değiştirmeli...

Not:

Sahne aralarında çeşitli semboller kullanılıyor. Bunların ne olduğunu merak ediyor. Öğrenince çok etkileniyorsunuz.

Film "Bitti..." deyip bırakmayın. Jeneriğin aktığı sahneyi  sakın kaçırmayın. Çok şey anlatıyor!


ALİYE YÜCEL

2 Ağustos 2015 Pazar

17. DÜNYA İŞİTME ENGELLİLER (SAĞIRLAR) KONGRESİ


17. Dünya İşitme Engelliler (Sağırlar) Kongresi 28 Temmuz - 1 Ağustos 2015 tarihleri arasında İstanbul'da yapıldı. Bu yıl yapılması planlanan bu organizasyona aday olarak üç şehir vardı. Bunlar; Berlin, Mexico City ve İstanbul'du. Yapılan oylamada Berlin 12, Mexico City 10, İstanbul ise 49 oy almıştı. Böylece bu şehirleri geride bırakan İstanbul, bu kongreye ev sahipliği yapmaya hak kazanmıştı.

Dünyadaki işitme engelliler arasında önemli bir bilgi alışverişi sağlayan İşitme Engelliler Kongresi 4 yılda bir yapılıyor. Her kongre de döneme ve şartlara göre bir tema belirleniyor. İnsan çeşitliliğinin bir parçası olarak işitme engelli bireylerin kabul edildiği eşit bir dünya için, bu yıl "İnsan Çeşitliliğinin Güçlendirilmesi" temasıyla gerçekleştirildi. Kongreyi; İşitme Engelliler Federasyonu, Cumhurbaşkanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Türkiye Sakatlar Konfederasyonu destekledi.

Bu yıl  WFD üyesi 100'ü aşkın ülkeden gelen binlerce işitme engelli, uzman, akademisyen, bu alanda hizmet veren katılımcılar görüş, fikir ve deneyimlerini paylaştı. İstanbul Kongre Merkezi'nde yapılan organizasyonda  "2015 - 2019 Küresel İşitme Engelli Toplumu Politikaları" belirlendi. Böylece işitme engellileri ilgilendiren; erişilebilirlik, farkındalık, teknoloji, farklı işaret dilleri, eğitim, sağlık, insan hakları, istihdam, sanat gibi pek çok konu ele alındı.


Her ülkenin dili ve alfabesi farklı olduğu için işaret dilleri de farklı oluyor. Uluslararası organizasyonlardaki sunumlarda ise bulunduğu ülkenin işaret dili de kullanıldığı için17. Dünya İşitme Engelliler Kongresi'nin resmi dili İngilizce ve Türkçe olarak belirlenmiş. Ancak katılımcı olan ülkeler kendi işaret dili tercümanları ile çeviriler de yaptırdı. Bu nedenle kongrede pek çok işaret dili tercümanı görev aldı.

Dünya İşitme Engelliler Kongresi; işitme engellilerin sorunlarının tartışılması, ihtiyaçlarının belirlenmesi, haklarının bilinmesi ve hayat kalitelerinin arttırılması konusunda çok önemli bir organizasyon. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 600 milyon, Türkiye'de ise 3 milyon civarında işitme engelli olduğu biliniyor. İşitme engellilerle ilgili her konu işitme engellinin ailesini ve yakın çevresini de ilgilendirdiğini düşünürsek bu sayı daha fazlalaşıyor.

Engelsiz bir dünya için atılan her adım çok önemli... Özellikle de böyle büyük organizasyonlar... Bu nedenle Türkiye İşitme Engelliler (Sağırlar) Milli Federasyonu'nun girişimleri ile bu yıl Türkiye'de yapılan 17. Dünya İşitme Engelliler Kongresi'nde ele alınan konular, paylaşılan fikirler, sorunların çözümünde gidilecek yollar ve alınan kararlar büyük önem taşıyor. Umarız kongreden çıkan sonuçlar, Türkiye ve dünyadaki bundan sonra yapılacak çalışmalara yön verecek ve işitme engellilere büyük katkı sağlayacaktır.

Not: Genelde 17. Dünya Sağırlar Kongresi olarak geçiyor. Ancak Dünya İşitme Engelliler Kongresi olarak tercih ettim.

ALİYE YÜCEL                          

26 Temmuz 2015 Pazar

KÜFÜRDE BİLE SÖYLENMEZ


Geçtiğimiz hafta Haber Türk'te yayınlanan Tarihin Arka Odası'na Prof. Dr. İskender Pala konuk oldu. Ünlü edebiyatçımız; çalışma saatlerini ve sistemini anlatı. Dinleyince bunca eser vermesinin ve başarısının tesadüf olmadığını anlıyorsunuz. Programda genel olarak; edebiyat tarihimiz,  aşk ve geçmişin bayramları konuşulsa da, daha pek çok konu ele alındı. "Küfür etmek" de konuşulan konulardan biriydi. Bunca güzel konu içinden neden küfür etmek konusunu seçtiğimi okuyunca anlayacaksınız!

İskender Pala, küfür etmek konusunda öyle ilginç bir ayrıntıdan bahsetti ki şaşırıp kalmamak elde değildi. Programda anlattıklarınla yetinmeyip, bu konu hakkında söylediklerini de okudum. Ünlü edebiyatçının anlatımına göre; Sözün 5 katmanı varmış. Bunlar; Kelam (Allah sözü), Hadis (Peygamber sözü), sonra söz, sözden aşağı laf (laf-ı güzaf) ve son olarak yozlaşmamış küfür gelirmiş. Hayata şiirden bakan atalarımızın küfür etmesi bile bir sanat değeri taşıyormuş!

Pala, küfür etmek ile ilgili şöyle devam ediyor: Kötü söz (küfür) her dilde vardır. Eskiler küfürü şiir diliyle ederler, küfür sözcüklerini özenle seçerlerdi. Küfürü öfkeyle değil, kişinin hatasını düzeltmek için söylerler, karşısındakini incitmemeye özen gösterirlerdi. Küfürlerinde edep ve latife bulunur idi. Hatta küfürün sözcüklerini seçemeyenler için bazı kişilerce özel dükkanlar kurulurdu. O dükkanların biri de Eyüp Sultan'daydı.


Vaktiyle Eyüp Sultan'da birçok helvacı dükkanı varmış. Helva, kelime anlamı itibariyle şeker demektir. Yani eskiler bugün kullandığımız şeker sözcüğünün helva biçiminde kullanırlardı. Bu helvacılardan bir tanesi var ki şeker satmanın yanında küfür de satarmış. Biri başka birine küfredeceği vakit bu adamdan küfür satın alırmış. Küfür satan adam, bir müşteri geldiğinde onun dükkana helva için mi küfür için mi geldiğini gözünden tanır ve ona göre davranırmış. Mesela, küfür satacaksa hokka ve divitini alır. Müşteriye, "Okuma yazman var mı?" diye sorar. Eğer, okuma yazma bilmiyorsa kimsecikler duymasın diye müşteriyi kulağına yaklaştırır gelen adam söyler. Küfürü yazar ve söyleyen kişiye telif ücretini verir imiş.

Başka bir müşteri geldiğinde ise maksadının helva ile alakalı olmadığını küfür için geldiğini anlar ve "Alıcı mısın? Satıcı mısın?" diye sorar. "Alıcıyım" derse. "Gel kardeş. Otur söyle..." der. Küfürü satmadan önce birkaç sual sorar. O sualler şöyledir:
1- Küfürü kime edeceksin?
2- Küfür etmeni gerektirecek ne yaptı?
3- Toplum içindeki itibarı ve görevi nedir?
4- Küfür edeceğin kişinin bedenen bir arızası (sakatlığı) var mı?
Evet... Bu soruları cevapladıktan sonra tüccar, uygun olan küfürü alıcıya verirdi...

Söyleşilerinde bunları anlatan Pala, programda da "Kişinin bedenen bir arızası (sakatlığı) varsa o yönde küfür yazılmaz ve söylenmezdi..." diye ilave etti. Ne büyük bir hassasiyet ve incelik değil mi? Öyle ya, küfür insana söylenecek en kötü sözdür. Orada bile engelli kişi düşünülerek hareket edilmiş. Engellileri küçük düşüren ve rencide edenler kullanmamış. Oysa halk arasında; kör, topal, sağır, deli, şaşı, kambur gibi engellileri niteleyen kelimeler rahatlıkla söyleniyor. Bunlar lakap olarak veriliyor. Bunlar söylenerek alay ediliyor. Yani küfür için bile tercih edilmeyen, küfürde bile söylenmeyen sözler rahatlıkla sarf ediliyor. Küfürde bile söylenmeyen sözler duymamak dileğiyle...

ALİYE YÜCEL



19 Temmuz 2015 Pazar

KULAÇ ATMADAN YÜZMEK


Gerilerek açılmış iki kolun parmak uçları arasındaki uzaklığa kulaç denir. Kulaç atmak ise; yüzerken kolları, sırayla üstten ileriye doğru atıp suyu arkaya doğru çekmektir. Yani, kulaç yüzme için kullanılan belki de en önemli terimdir. Peki bir kişi kulaç atmadan yani kolları olmadan yüzerse? Bu çok büyük bir başarı değil midir? Dünyada ve ülkemizde kulaç atmadan yüzmeyi başaran, kolsuz yüzücüler var. İşte bunlardan biri de Beytullah Eroğlu.

Bedensel engelli yüzücü Beytullah Eroğlu'nun hayatı çeşitli zamanlarda haber yapılmıştı. Yüzmede çeşitli başarılara imza atan Beytullah, son olarak geçtiğimiz günlerde Uluslararası Paralimpik Komitesi (IPC) Dünya Yüzme Şampiyonası'nda kendinden söz ettirdi. İskoçya'nın Glasgow kentinde düzenlenen şampiyonada erkekler 50 metre kelebekte 4. oldu. Erkekler 50 metre sırtüstünde ise 3. oldu ve bronz madalya kazandı.

Beytullah Eroğlu, 1995 yılında Kahramanmaraş'ta engelli olarak dünyaya gelmiş. Doğuştan iki kolu yok ve bir bacağı da diğerinden tam 12 santimetre kısa... O, el ile yapılması gereken her şeyi ayaklarıyla yapıyor. Yazmayı, yemeği, içmeyi... Beytullah, 2001 yılında küçük yaşında yüzme ile tanışıyor. Kolları olmadığı halde yüzmeyi başarıyor. O gün bu gündür de yüzüyor. 2004 yılında profesyonel oluyor. Bu alanda Türkiye ve dünyada çeşitli başarılar elde ediyor.


İlk defa 2007 1. Karadeniz Oyunları'nda yarışıyor. 50 metre serbest yüzmede 1. oluyor ve büyük takdir kazanıyor. 2010 yılında Almanya'da yapılan Dünya Şampiyonası'nda erkekler 50 metre kelebek ve erkekler 50 metre sırtüstünde gümüş madalya alıyor. Yine 2010 yılı Ağustos ayında Hollanda'da yapılan Dünya Şampiyonası'nda dünya 6.'sı oluyor. 2011 yılında yapılan Berlin Avrupa Şampiyonası'nda 50 metre kelebekte altın madalya ve 200 metre karışıkta gümüş madalya alıyor. Milli yüzücü, 2012 yılında yapılan Londra Paralimpik Olimpiyatları 50 metre kelebekte 7. oluyor.

Beytullah, bacağının biri kısa yani engelli olmasına rağmen kendi durumuna uygun bir klasman olmadığı için her iki bacağı da sağlam olan kişilerle yarışmış... Şu anda 7 branşta Türkiye rekorlarını elinde tutuyor. Bunlar; 50 metre serbest, 50 metre kelebek, 50 metre sırtüstü, 100 metre kurbağalama, 100 metre serbest, 200 metre serbest ve 200 metre karışık. Türkiye'nin yüzme yarışmalarında pek başarılı olmadığını düşününce, ayrıca önemli bir başarı elde ettiğini görüyoruz.

Şampiyon yüzücü, aynı zamanda bir şampiyonun yeğeni... Amcası Şeref Eroğlu, Türk güreş tarihinin en büyük rekortmenlerinden biri... Defalarca önemli başarılar elde etmiş, dünya şampiyonu ve Olimpiyat 2.'si olmuş... Amcası onun için en büyük örnek... Onun omuzlarda taşınmasında çok etkilenen Beytullah, "Ben de 2016 yılında Rio'da yapılacak Paralimpik Oyunları'nda kürsüye çıkıp, amcam gibi omuzlarda taşınmak istiyorum..." diyor.

Engelli yüzücü; azmi, çabası, başarıları ve özgüveniyle hayranlık uyandırıyor. Bir röportajında "Kollarına ne oldu? Kolların nerede?" diyenlere "Kollarımı evde unuttum!" dediğini anlatacak kadar da kendiyle barışık biri... Beytullah, bu özgüveni ailesi ve yüzme sporuna borçlu olduğunu söylüyor. Umarız dileği yerine gelir ve 2016 yılında yapılacak Paralimpik Oyunları'nda tarih yazar. Biz de onun başarısıyla bir kez daha gurur duyarız.


ALİYE YÜCEL