Sıkı bir yabancı dizi izleyicisi değilim. Ama zaman zaman oyuncuları
ya da konusu ile ilgimi çeken diziler oluyor. Hele de yazın televizyonda
seyredilecek bir şey olmayınca izliyorum. Bu yıl yayınlanan "The Act"
bunlardan biri... Dizideki fotoğrafta tekerlekli sandalyedeki genç kızı görünce
seyretmeden olmazdı. "The Act", Munchausen by Proxy sendromlu bir
anne ve kızının hikayesini anlatıyor. Dizi, Netflix gibi internet üzerinden
video yayın hizmeti veren web bir sitesi olan Hulu'da yayınlanıyor. Hulu'nun yeni suç dizisi The Act'in en önemli özelliği gerçek hayattan alınması...
Munchausen by proxy sendromu (MBPS) özel bir çocuk istismarı durumu... İlk kez 1977'de Meadow tarafından tanımlanmıştır. Anne ya da koruyucu kimse çocukta bir hastalık varmış gibi yapmakta ya da hastalık semptomlarını kendi uydurmaktadır. Böylece "sözde hasta" olan çocuğu doktora götürmektedir. Anneler, çocuğun her zaman yanında olabilmek için onun hasta olmasına ihtiyaç duyuyor, çocukları sevgi adı altında kendine muhtaç ediyorlar. Bu kişiler herkesin güvenini kazandıkları ve çocuğun en yakınında oldukları için şüphelenmek, suçlamak zor. Bu durumda yakalanmaları da imkansız gibi... Böyle bir hastalık varlığını bilmek, tanı koymak güç... Belki de ancak çocuğun başına bir şey geldiğinde anlaşılır olması en korkuncu...
Munchausen by proxy sendromu (MBPS) özel bir çocuk istismarı durumu... İlk kez 1977'de Meadow tarafından tanımlanmıştır. Anne ya da koruyucu kimse çocukta bir hastalık varmış gibi yapmakta ya da hastalık semptomlarını kendi uydurmaktadır. Böylece "sözde hasta" olan çocuğu doktora götürmektedir. Anneler, çocuğun her zaman yanında olabilmek için onun hasta olmasına ihtiyaç duyuyor, çocukları sevgi adı altında kendine muhtaç ediyorlar. Bu kişiler herkesin güvenini kazandıkları ve çocuğun en yakınında oldukları için şüphelenmek, suçlamak zor. Bu durumda yakalanmaları da imkansız gibi... Böyle bir hastalık varlığını bilmek, tanı koymak güç... Belki de ancak çocuğun başına bir şey geldiğinde anlaşılır olması en korkuncu...
The Act'ın konusuna gelirsek şöyle: Aşırı koruyucu bir anne olan
Dee Dee Blanchard, tekerlekli sandalyedeki küçük kızı Gypsy Rose'u ağır
hastalıklar, evsizlik ve Katrina kasırgası gibi bir çok güçlüğe karşı
korumuştur. Biz yeni geldikleri şehirdeki yeni yaşantılarını izlerken annenin
hiç kimsenin görmediği hastalıklı, karanlık ve korkutucu yüzünü de görmeye
başlıyoruz. Gypsy
Rose annesinin en yakın arkadaşı olmadığını ve ona yaptıklarının anladığı zaman
işler değişiyor. Annesiyle arasındaki zarar veren ilişkiden kurtulmak isterken
bir cinayet ortaya çıkıyor...
Dizi 8 bölüm halinde yayınlandı. Dizide anne Dee Dee Blanchard'ı
ünlü oyuncu Patricia Arquette, kızı Gypsy Rose'u ise genç oyuncu Joey King
canlandırıyor. Diğer rollerde ise Calum Worthy, Betty Lynn Allison, Steve
Coulter ve Juliette Lewis yer alıyor. Patricia Arquette ve Joey King rollerinde
çok başarılılar. Joey King'in oyunculuğuna hayran kalıyorsunuz. Patricia
Arquette'de ise nedense hep Hülya Avşar'ı gördüm. Yerli versiyonu çekilirse o
oynamalı diye düşündüm. Bu arada anne ve kızının hikayesi anlatan 2017 yılında HBO'da
yayınlanan "Mommy Dead and Dearest" isimli bir belgesel de var.
Diziyi izlerken bir çok sahnede irkilmemek imkansız. Çok sarsıcı
ve rahatsız edici... İnsan bir an bu sahnelerin bir çoğunun gerçekten yaşanmış
olduğuna inanamıyor. İnanmak istemiyor. Gerçek hayatın bir dizi senaryosundan
çok daha kötü ve korkunç olması gerçeği insanı derinden sarsıyor. "Dizi
bu... Film işte..." diyerek kendinizi rahatlatamıyorsunuz. Diyelim ki dizide
bazı sahneler abartıldı. Ama bir gerçek var ortada...
Annenin yıllar boyunca kızına yaptıklarına şaşırıp kalmamak mümkün
değil. Dee Dee'nin kızının üzerinden çeşitli kişi ve kuruluşlardan para yardımı
alması, çevredeki herkese hatta doktorlara bile hasta olduğunu düşünmeye ikna
etmesi, gereksiz tedavilere tabi tutması, başını daima traş etmesi, yemek
yemeğe bir engeli olmasa da karnından tüple beslemeye zorlaması, zekasında
problem olmadığı halde öyleymiş gibi yansıtması, yürüyebildiği halde hayatının
tekerlekli sandalyede geçirmesini istemesi inanılır gibi değil. Bu nasıl bir
anne diye düşünüp dehşete düşüyorsunuz.
Bu arada gerçek hayatta Gypsy Rose, annesinin ölümünden ikinci derecede
cinayet ile suçlanıp on yıl hapis cezası alıyor. Sevgilisi Nick ise ömür boyu
hapse mahkum oluyor. Ruhsal sorunları olan Nick'in rehabilite edilmesi
gerekiyordu. Bu kadar ceza almasını anlayamadım. Halbuki ona bunu yaptıran Gypsy
on yıl alıyor. Hikaye çok şaşırtıcı... Gerçek olmasa "Böyle bir hikaye
yazan bir senarist olabilir miydi acaba?" diye düşünüyor insan. Yabancı
dizileri seviyorsanız mutlaka seyredin. Dizinin bu yılın seyredilmesi gereken
dizilerinden biri olduğu kesin...
ALİYE YÜCEL