> Engeloji

Translate

22 Şubat 2015 Pazar

MANKENLİK VE ENGELLİLİK


Mankenlik ve engellilik yan yana gelmesi mümkün olmayan kavramlar… Ancak zaman zaman engelli mankenleri de podyumlarda görüyoruz. Bu yıl New York Moda Haftası’nda (New York Fashion Week) engelli mankenler podyuma çıktı. Tekerlekli sandalyeli, down sendromlu, protez bacaklı, ampute kollu mankenler… Moda dünyasının kalbinin attığı bu organizasyonda engelli mankenlerin podyumda yer alması farkındalık açısından oldukça etkili…

New York Moda Haftası, dünyaca ilgi gören bir organizasyon… Hep ilginç, farklı ve ses getiren gösteriler yer alıyor. Bu yıl da ilklerin gösterilerine yer verildi. İlk defa down sendromlu oyuncu Jamie Brewer model olarak yer aldı. Onun podyumda olması güzel tepkiler alınca, modacılar engelli modellerin yer aldığı özel bir defile düzenlendi. Bu defilede ise protez bacaklı Jack Evers dünyanın ilk erkek modeli olarak podyuma çıktı.

Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen engelli modeller ünlü tasarımcı Antonio Urzi’nin gösterisinde yer aldılar. Lady Gaga ve Beyonce gibi ünlüleri giydiren Urzi, bu yılki defilesinde engelli mankenlere yer verdi. Defilenin organizatörü Ilaria Niccolini “Bu benim moda kariyerimde en önemli andır” dedi. Herkesten övgü alan gösteri, omurilik yaralanmalarıyla ilgili çalışmalar yapan İtalya’daki bir vakıf ile ortak bir çalışma sonucu gerçekleştirildi.


İlk down sendromlu manken Jamie Brewer,  “American Horror Story” dizisinde “Nan” karakterini canlandırıyor. Brewer, “Podyum Modeli Değil Rol Modeli” isimli bir projeye destek vermek için podyumda yürüdü. Zihinsel engellilerin hakları için de çalışmalar yapan Brewer: “Genç kızlar ve kadınlar beni görünce ‘O yapabiliyorsa ben de yaparım’ diyorlar. Herhangi bir kadın için rol model olmaktan gurur duyuyorum, benim için çok önemli bir şey. Onları, kendileri gibi davranabilmek için cesaretlendirdiğimi ve gerçek benliklerini gösterebilmelerini sağladığımı düşünüyorum” diyor.

New York Moda Haftası’ndaki gösteride, 16 yaşında bir bacağını kaybeden Jack Evers da yer aldı. Evers, böylece dünyanın protez bacaklı ilk erkek modeli unvanını aldı. Podyuma çıkmadan önce bu projede yer alarak tüm engellilerin başarısını ve azmini sergilemek istediğini söyleyen Jack Evers, gösterisinde izleyicilerden ilgi gördü ve büyük alkış aldı. Defileden sonra ise “Bu gerçekten inanılmaz gerçekdışı bir deneyim. Podyumda protez bacakla yürümek mükemmel… Geçirdiğim kazanın engel olmadığını kanıtladım. Kendimi özel hissediyorum.” dedi.

Tüm dünya, New York Moda Haftası’ndaki gösteride mankenlerin bilinenin aksine kusursuz bedenlere sahip olmadığını görmüş oldu. Podyumlarda gördüğümüz kusursuz mankenler yerine; engelli mankenler olunca farklı bir algı oluşuyor. Engellilerin bu hayatın gerçeği olduğu anlaşılıyor. Onları orada görmek zihnimizdeki engelleri de yok ediyor. Engellilerde herkes gibi, farklılıklarıyla bu hayattalar… Onlarda bizden biri ve onları görmemezlikten gelemeyiz.

ALİYE YÜCEL

15 Şubat 2015 Pazar

BÜTÜN ELLER DUYSUN


Samsung’un işitme engelliler için görüntülü çağrı merkezi hizmetini anlattığı yeni reklam filminden etkilenmemek mümkün değil. “Duyan Eller” projesinin tanıtımı için işitme engelli bir gence çok çarpıcı bir sürpriz hazırlanmış… İzleyince insanı öyle bir yakalıyor ki… “Ne güzel bir çalışmaya imza atmışlar” dedirtiyor. Düşünenin, yapanın; ellerine, yüreğine sağlık… Eminim, bu reklam filmden etkilenen sadece ben değilim.

İşitme engelliler çağrı merkezinden yararlanamıyor. İşte bu nedenle Samsung, internet sitesinden işaret dili bilen çağrı merkezi çalışanlarıyla görüntülü servis hizmeti verecek… Çağrı merkezlerinde artık işaret dili bilen müşteri temsilcileri olacak ve işitme engelli müşterilerle onlar iletişim kuracak. Satış sonrası verilecek bu hizmet çok önemli ve gerekli… Firma da bunu Leo Burnett İstanbul ile çok güzel bir şekilde, çok güzel bir filmle tanıttı.

Samsung Türkiye, işitme engelli Muharrem’e öyle bir sürpriz hazırlıyor ki… Kamera şakası tadında… Önce Muharrem’i İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği aracılığıyla buluyorlar. Bir ay süren büyük bir organizasyon, gizli kameralar, işaret dili eğitimleri… Muharrem’in ablası da buna dahil oluyor. Herkes olayı biliyor. Bir tek Muharrem bilmiyor. Bir sabah ablasıyla Bağcılar’daki evinden çıkıyor. Muharrem yolda kime rastladıysa işaret dili biliyor. Onun için inanılmaz bir durum, rüya gibi bir dünya... Sonunda çok duygulu anlar yaşıyor ve gözyaşlarını tutamıyor. Tabii biz de…


Muharrem; çevresinde kendisiyle konuşan ve iletişim kuran kişilerle karşılaşınca yalnız olmadığını görüyor. Engelsiz bir gün yaşıyor. Olanlar karşısında çok duygulanıyor. Engelle yaşayan birinin kısa süre bile olsa engelini kaldırabilmek ve meydana gelen etkiyi görmek çok güzel… Aslında engelli, engelsiz fark etmiyor. Birine yardım etmek güzel… İnsanlarla doğru iletişimin onları ne kadar mutlu ettiği de bilinen bir gerçek… Ama unutuyoruz. 

“Yılın en duygusal sürprizi” adıyla yayınlanan ve süresi 3 dakika bile olmayan bu özel film önemli bir farkındalık sağlıyor. İnsani olan her şey gibi yüreğimizden yakalıyor. İşitme engelli birinin gün boyunca neler yaşayabileceğini bu kısa sürede çok iyi anlıyoruz. Hatta insana “İşaret dili öğrenmeliyim. Belki bir gün bir yerde Muharrem’e veya onun gibi işitme engelli birine rastlayabilirim” bile dedirtiyor.

“Duyan Eller” projesi sosyal sorumluluk açısından da önemli bir hizmet… Belki "Duygu sömürüsü var" diyenler olacaktır. Ama hedef kitlesine ulaşıyor mu? Ulaşıyor. Üstelik diğer kişilerinde dikkatini çekiyor mu? Çekiyor. Maalesef, bazen ancak böyle şeyler karşısında empati yapabiliyor ve harekete geçebiliyoruz. Bu nedenle engelleri aşmak için yapılan bu hizmet ve tanıtım alkışları hak ediyor. Muharrem’in her gününün, o günkü gibi olmasını diliyor. Bu projeye emeği geçen herkesi kutluyorum. 

ALİYE YÜCEL

8 Şubat 2015 Pazar

DAMLA İLE DERİN


Bu hafta size uzun zamandan beri yazmak istediğim bir konudan, Küçük Kırmızı Pabuçlar'dan bahsetmek istiyorum. Küçük Kırmızı Pabuçlar ne mi? Bir blogun ismi... Blogu Aytül Köktuna yazıyor. “Küçük Kırmızı Pabuçlar” ne güzel bir isim değil mi? Sanki bir masal adı gibi... Bir varmış, bir yokmuş diye başlamasam da anlatacaklarımda bir masal gibi zaten... İnanıyorum ki sonunda da onlar muradına erecek, bizler de kerevetine çıkacağız!

Aytül Köktuna, blogger arkadaşım... Onu blogum sayesinde tanıdım. Birbirimizin blogunu takip ediyoruz. Yüz yüze görüşmesek de, yıllardır tanıyor gibiyim. Aytül Köktuna, Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyon, Sinema bölümü mezunu… Uzun yıllar televizyonda çalışmış, evlenince de reklam sektörüne geçmiş. Aytül’ün minik ikiz kızları var. Damla ve Derin. Öyle güzel, öyle sevimli, öyle tatlılar ki… Küçük Kırmızı Pabuçlar'da minik kızlarını ve yaşadıklarını anlatıyor.

Damla ve Derin, birer kas hastası. İkizler; kısa adı CMD olan, Merozin Negatif Konjenital Musküler Distrofi hastalığı taşıyorlar. CMD genetik bir kas hastalığı. Merozin proteini kas, sinir ve dokusunda bulunuyor. 6. kromozomlardaki bir gen tarafından üretiliyor. Bu protein üretilmeyince eklem sertlikleri meydana geliyor Özellikle de bilek, diz ve kalçada… Kaslar güçsüzleşiyor. Kullanılmayan kaslar kısalıyor. Eklemler sertleşiyor. Eğer fizyoterapi ile korunmazlarsa vücut deformasyona uğruyor.

Aytül; minik bebeklerinin bu hastalığı taşıdığını, kesin tedavisi olmadığını öğrenince, yapılması gereken ne varsa öğrenip yapmaya koyulmuş… Diyeceksiniz ki her anne baba bunu yapar. Ama bu o çok farklı… Bu konudaki çabası takdir edilecek düzeyde… Ne demek istediğimi blogundaki her satırı okuduğunuzda anlayacaksınız. Bu hastalıkta ailesinin çabası da kayda değer… Aytül’e eşi, annesi, babası, kayınvalidesi, kayınpederi, ağabeyi, ablası yardımcı oluyor. Biliriz ki böyle zamanlarda destek çok önemli… Blogunda kendisinin, ailesinin her çabasını ve kızlarının her gelişmesini paylaşıyor. Bu durumu yaşayanlar için de çok değerli bir paylaşım oluyor.


İkizler şimdi beş yaşında, henüz yürüyemiyor. Ama ben yürüyeceklerine gönülden inanıyorum. Damla ve Derin’i gerçekten merak ediyorum. Bu nedenle Küçük Kırmızı Pabuçlar'da yazılan her paylaşımı merak ve heyecanla okumaya çalışıyorum. Bazısı çok tanıdık geliyor. İşte bir örnek: Aytül, bir gün mağazada bir annenin 3-4 yaşındaki kızına ayakkabı aldığını görüyor. Ağlayarak mağazadan çıkıp eşine “Biz… Kızlarımıza hiç ayakkabı alamayacağız…” diyor. Onun o an ki ruh halini öyle iyi anladım ki… Okurken o sahnede Aytül’ün yerinde annem vardı! O da bu anları çok yaşadı. Bunu kız kardeşim ile yeğenime en güzel ve en pahalı ayakkabıları almasından biliyorum.

Yazdıklarımla Aytül’ü asla incitmek istemem. Ancak eminim ki pek çok kişi bu hastalığı duyunca “Aaa iki çocuk birden, ne kötü bir durum…” diye düşünmüştür. Bunu açıkça söylemese bile belli etmiştir. Evet, aile için bakımı ve uğraşması daha zor olabilir. Ancak ben bu konuda çok farklı düşünüyorum. Damla ve Derin açısından bakıyorum. Kendi gibi aynı durumda olan, aynı şeyleri yaşayan birinin daima yanında olması bence en büyük destek… Öyle ya empati yapmaya gerek bile kalmıyor! Her yönden birbirlerine verecekleri desteği kim onlara verebilir ki?

Aytül, bu hastalığı kızlarıyla beraber yenmeye çalışıyor. Kızlarını getirebileceği en yüksek seviyeye taşımak için çabalıyor. Bu onun misyonu… O, hayatta öğrenecekleri pek çok şeyi bu kısa sürede kızları sayesinde öğrendiklerini belirtiyor. Mutluluğu, hayata olumlu bakmayı, her koşulda gülümsemenin değerini… Kızlarını güçlü yetiştirmeye çalışıyor. Engelli ancak ruhen güçlü… Kızlarına da “Engeller bedende değil yüreklerde… Düşüncelerimizde… Sevgili kızlarım sizinle birlikte aştık bu duvarları…” diye sesleniyor. Damla ve Derin’den bir isteği daha var. Küçük Kırmızı Pabuçlar'ı bir gün onlara devredip, onların kaleminden okumak…

Takip etmek isteyenler için:
http://kucukkirmizipabuclar.blogspot.com.tr/


ALİYE YÜCEL         

1 Şubat 2015 Pazar

DOSTLUĞA DAİR


Çok merak ettiğim “Sen, Sen Değilsin” filmini sonunda izledim. Bu film bana "Dostluk var!" dedirtti. Evet, dostluk var ve bu insanlar için çok önemli... Dost olmak için de; sosyal statü, ekonomik güç, kişilik yapısı gibi çeşitli özelliklerin aynı olması gerekmiyor. Gerçek dostlukta bütün bunların hiçbir önemi kalmıyor, bunu görüyoruz. Filmde, iki farklı kadının birbirleriyle iletişimi ve dostluğu öyle güzel aktarılmış ki… “Dost olmak demek, bu olsa gerek” dedirtiyor.

Sen, Sen Değilsin ( You’re Not You) filmi 2014 yapımı bir dram… Filmin yönetmeni George C. Wolfe. Başrollerini Hilary Swank, Emmy Rossum, Josh Duhamel ve Ali Larter paylaşıyor. Film, engelli bir kadın ve ona bakmak için gelen genç kız arasındaki dostluğu çok güzel bir biçimde anlatıyor. Sen, Sen Değilsin; Can Dostum (Intouchables-2011) filmine benziyor. Can Dostum’da da bir engelli ve onun bakıcısı vardı. Ancak aralarında bir fark var cinsiyetleri…

Filmin konusu şöyle: Kate, başarılı bir yazardır. Eşiyle çok mutlu bir hayatı varken, bir gün ALS teşhisi konur. Bu hastalık nedeniyle günlük aktivitelerini yerine getirmekte zorlandığı için bir yardımcıya ihtiyacı vardır. Yardımcı olarak bir gün üniversite öğrencisi Bec gelir. Bec, beceriksiz, kaba ve sorumsuz bir genç kızdır. Kate’in kocasıyla sorunları vardır. Bec’in de ilişkileri kötü gitmektedir. Bec, öz bakımını bile kendisi yapamayan Kate’e yardımcı olurken çok iyi birer dost olurlar…


Filmde; geçen yıl yapılan Ice Bucket Challenge (Bir Kova Buz) kampanyasıyla dikkati çeken ALS hastalığı çok etkileyici bir biçimde anlatılmış… ALS hastalığı; merkezi sinir sisteminde hücrelerin kaybı ile ortaya çıkıyor. Bu nedenle kaslarda güçsüzlük başlıyor. Kasların zayıflığı önce ellerde başlıyor. Sonra sıra bacaklara, ağza ve dile geliyor. Ve en sonunda tüm vücut etkileniyor. Filmde de bu süreç çok güzel aktarılmış…

Sen, Sen Değilsin; ALS hastalığına farkındalığı arttırmak için çok etkili bir film… Kate rolündeki Hilary Swank büyük bir performans sergiliyor. Bir ALS hastasını nasıl gözlemlediyse artık, insanı gerçekten bu hastalığa yakalandığına inandırıyor. Yaşadığı psikolojiyi öyle güzel aktarıyor ki etkilenmemek elde değil. Filmin insana kattıkları çok fazla… Bir engelliye yaşadığı, zorlandığı, çaresiz kaldığı anları anlatıyor. Engeli olmayanlara ise empati yapmalarını sağlıyor. Herkese de kaderin önüne geçilmeyeceğini bir kez daha idrak ettiriyor.

Filmin sloganı “Hayat, bizi nefessiz bıraktığı anların çokluğuyla ölçülür…” Sadece dostluğa değil; hayata, aile kavramına, aşka, sevgiye dair de çok çarpıcı ayrıntılar var. Duygu yüklü bu filmden kim ne kadar etkilenir bilemem. Ama bu film beni ağlattı. Gözyaşlarımı tutamadım. Filmi izlerken mutsuz iki kadının aralarındaki yakınlığı ve samimiyeti anlıyor ve görüyorsunuz. Ancak bir sahne geliyor ki dostluklarının ne kadar büyük olduğunu yüzünüze çarpıyor. İşte o zaman arkadaşlığın, dostluğun her şeyden önde olabileceğini anlıyorsunuz. Etkisi öyle büyük oluyor ki sizi yüreğinizden yakalıyor.

Not: Bu filmi bana da bir dostum tavsiye etmişti. Ona çok teşekkür ediyorum...


ALİYE YÜCEL

25 Ocak 2015 Pazar

GÖZÜM OL


Teknoloji ve teknolojik gelişmelerle pek fazla ilgilenmiyorum. Ancak engelliler için yapılan teknolojik gelişmeler ister istemez ilgi alanıma giriyor. Ayrıca teknolojinin engelliler alanında kullanılması çok da hoşuma gidiyor. Eyes Robocat’in görme engelliler için yaptığı “Be My Eyes” dikkatimi çekti. Danimarkalı firmanın buluşu olan uygulama, görme engellilerin hayatını kolaylaştırmak üzere tasarlanmış…

Be My Eyes, gören kişilerin görme engellilere yardımcı olması amacıyla oluşturulmuş. Gören kişiler ile görme engelliler arasında uzaktan canlı video görüntüsüyle köprü oluyor. Bu uygulama çok basit aslında… Şöyle çalışıyor: Telefonunda bu uygulama bulunan görme engelli kullanıcı kamerasını açıyor ve görmek istediği şeye doğru tutuyor. Bu arada gören kullanıcı da gördüklerini anında söylüyor. Bu uygulama gönüllük sistemine göre telefona indiriliyor. Uygulama telefona yüklenirsen “Görüyor musun?” ve “Görme Engelli misin?” diye soruyor. Kişiler durumlarına göre bunu indiriyor. Kimi yardım alıyor, kimi de yardım ediyor.

Bu uygulama örnekle şöyle: Görme engelli bir kişinin bir markette olduğunu düşünelim. Bu uygulama ile kamerayı tutup “Elimdeki sütün son kullanma tarihi geçmiş mi?”, “Bu ürünün fiyatı nedir?”, “Elimdeki konservede ne var?”, ya da çevreye tutup “Kozmetik reyonu ne tarafta?” diye gönüllü birini bulup soruyor. Gören kişi o an için görme engellinin gözü oluyor. Videoya bakıp sorularının cevabını anında veriyor. Böylece gönüllü kişinin birkaç dakikasını alacak bu durum, görme engellinin işini çok kolaylaştırıyor.


Uygulamayı indiren gönüllüler sisteme kayıt olup, bir görme engellinin kendilerinden yardım istemesini bekliyor. İstek geldiğinde elinden geldiğince bilgi verip yardımcı oluyor. Görme engelli de bir şeyin ne olduğunu öğrenmek için birinin gelmesini beklemiyor. Anında kendilerine yardımcı olacak birini buluyor. İlk anda bunun suiistimal edilebileceği aklıma geldi. Ama bunu onlar da düşünmüş olacaklar ki önlem alınmış. Sistem kötü amaçlı kullanımlarda kişiyi ağ dışında tutuyor.

Be My Eyes uygulamasını düşünenleri, yapanları kutlamak gerekir. Çok faydalı bir buluş olduğu kesin… Danimarka’da piyasaya çıkınca hemen ilgi görmüş… İlgi görmesi de gerekiyor. Çünkü ne kadar çok gören kullanıcı tarafından yüklenirse o kadar çok işe yarayacak. Şimdilik her telefonda yok. Ama yakında olacağı kesin… Birlikte yaşama kültürüne katkı sağlayan bu uygulama umarım Türkiye’de de yaygınlaşır.

Son olarak şunu belirtmek istiyorum. Akıllı telefonlarına pek çok gereksiz belki de bir kez kullanacakları çeşitli uygulamaları indirenler. Umarım bu uygulamayı da indirirler. Bunun için biraz duyarlı olmaları yeterli olacak. Günün birinde kendilerine ihtiyaç duyacak bir görme engelli çıkabilir. Böylece pek çok gören kişi bir sosyal sorumluluk projesini cepte taşımanın gururunu yaşar, birkaç dakikalığına da olsa birinin gözü olurlar!

ALİYE YÜCEL


18 Ocak 2015 Pazar

RENK NEDİR BİLMEDEN


Bir proje için Eşref Armağan'ın telefonu gerekiyormuş, benden istediler. Güncel numarası olmadığı için bir arkadaşımdan aldım. Bulunca da hemen aradım. Görmez ressam Eşref Armağan'ı yıllar öncesinden tanıyorum. Aradığımda uzun yıllar görüşmediğimiz için kendimi hatırlatma gereği duydum. Buna hiç gerek yokmuş aslında... Hemen geçmişi konuşmaya başladık. Eski günleri, Yaşama Sevinci Dergisi'ni, Faruk Bey'i (Öztimur), ilk sergisini... Eşref Ağabey her zaman ki gibi yine esprili, sevecen ve içtendi. Hep onu yazmak istiyordum. Bu görüşme sebep oldu.

Eşref Armağan'ı ilk tanıdığımda ve onun resimlerine baktığımda; önceleri gördüğünü, daha sonra görme yeteneğini kaybettiğini düşünüyordum. Çünkü ömrü boyunca hiç bir şey, hiç bir renk görmeyen birinin bunları yapabilmesi imkansızdı! Sonra bu resimleri nasıl yaptığını anlatmıştı. Ailesinden ve çevresinden nesnelerin nasıl olduğunu ve renklerini soruyordu. Bazılarının maketlerini buluyor, yaptırıyor ve onlara dokunarak öğreniyordu. Resimlerinin önce konturlarını çiziyor, sonra içlerini boyuyordu. Renkleri bir sıraya koyduruyor ve sıraya göre alıyordu. Fırça yerine de parmaklarını kullanıyordu.

Resimlerinin hepsi çok güzel ve çok etkileyici.... Denizi, baharı, çiçeği, böceği, kuşu görmeden resimlerini yapabilmek insanı şaşırtıyor. Ancak bence en ilginç olanı portre resimlerinin benzerliği idi. Bazı nesneler tarif ve maket yardımı ile yapabilir belki. Ama portre böylesine nasıl benzetilir? İnsan hayrete düşüyor. Tansu Çiller, Süleyman Demirel ve başka  bir çok ünlünün resimleri öyle çok benziyor ki... Pek çok kişinin görerek yapamayacağı resimleri o hiç görmeden yapabiliyor. Çok şaşırtıcı..


Eşref Armağan'ın doğuştan görme engelli bir ressam olması, yani hiç görmediği halde resim yapması dünyanın da ilgisini çekti. Bu ilginç durumu nedeniyle, dünya çapında bir üne sahip oldu. Harvard Üniversitesi'nde beyin fonksiyonları incelenmiş ve bir nesneye dokunduğunda beyinde görülen cisimlerin algılanması ile ilgili bölümün hareket geçtiği görülmüştür. İngiliz bilim dergisi New Scientist'te hakkında makale yayınlanmıştır. Discovery Channel'da da onun için yapılan The Real Superhumans (Gerçek Süper İnsanlar) isimli belgesel gösterilmiştir.

1953 yılında İstanbul'da doğan Eşref Armağan, uzun süre İstanbul'da yaşadı. Şimdi kendi gibi görme engelli eşiyle Ankara'da yaşıyor. Eşref Ağabey'e "Sizi blogumda yazmak istiyorum. Ama sizinle ilgili öyle çok haber yapıldı ki, sizinle ilgili her şey yazıldı. Ben artık ne yazayım? Farklı bir şey var mı?" dediğim de "Evet farklı bir şey var! Dişlerimi yaptırdım..." diye espri yaptı. Bilmeyenler için en önemli bir diğer özelliği de espritüelliğidir. Konuşmalarını, anlattıklarını mutlaka bir espri ile süsler. Telefon konuşmamızda da böyleydi.

Kardeşim ve ben Eşref Armağan'ın ilk sergisinin hazırlık aşamasında bulunmuş ve sergiden bir tablosunu almıştık. "Allah'a Dua (1991)" isimli bir tablo... Kardeşimle bu tabloyu paylaşmadık. Şimdi benim duvarımı süslüyor. Tablosuna her baktığımda ondan büyük bir güç alıyorum. Her baktığımda o tablo bana pek çok şey anlatıyor. Mücadeleyi, gücü, yılmamayı, şükrü ve daha bir çok şeyi... Eşref Ağabey, bakmadan görmüş ve renk nedir bilmeden ressam olmuş... Yani çok özel biri... Yoksa insan hiç görmediği halde nasıl resim yapabilir öyle değil mi?

ALİYE YÜCEL

11 Ocak 2015 Pazar

ÖSYM'DEN ENGELLİLERE FARKLI UYGULAMA


Bu yıl; Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) engelliler için özel bir düzenleme yapıyor. Sağlık veya engel durumu nedeni ile bir alet, araç gereç ve cihazla sınava girmeleri gereken adayların, sınav konforunu temin etmek ve daha rahat koşullarda sınavlarını gerçekleştirmelerini sağlamak amacıyla, cihazlarıyla sınava girmelerine izin verilecek. Engelliler için çok gerekli bu uygulama ilk defa yapılacak.

Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi; Yükseköğretime Geçiş Sınavı'nda (YGS), sağlık ve engel durumu nedeniyle sınav güvenliğini zedeleyecek nitelikte alet, araç gereç ve cihaz kullanmak zorunda olan adayları, dışarıyla iletişimi kesilmiş yüksek güvenlikli, her türlü kablolu ve kablosuz iletişimi kesilmiş binalarda sınava alınacaklar. Bu binalarda giriş ve her salonda sınav uygulaması kamerayla kayıt edilecek.

Böylece adaylar; ÖSYS sınavlarında sağlık veya engel durumu nedeniyle gözlük tipi işitme cihazı, işitme cihazı, biyonik kulak, tekerlekli sandalye, atel, elektronik büyüteç, oksijen tüpü, masa lambası, koyu renk camlı gözlük, bilgisayar, braille daktilo, kalp pili, kağıt torba, insülin iğnesi, insülin kalemi, enjektör, şırınga, şeker ölçüm cihazı, protez, ortez, diren, kateter, boyunluk veya destek malzemesi, eldiven, havlu, peçete, bez, hasta bezi, bere, şapka, bandaj, saç tokası, astım ilacı ve spreyi, göz damlası, ek gıda, oturma simidi, yastık, maske, pant, dizlik gibi araç ve gereçleri kullanabilecek.


Adaylar başvuru süresi içerisinde kullanmak istedikleri cihazların resimlerini ve özelliklerini içeren dilekçelerini ÖSYM'ye iletecek. Ayrıca sınavlarda şimdiye kadar kullanılan 14 punto soru kitapçığına ilave olarak, sınavda 18 veya 22 punto soru kitapçıkları da olacak. Görme kaybı olan adaylarda isterlerse bu kitapçıklardan isteyebilecekler.

Buraya kadar yazılanlardan bu uygulamanın çok gerekli ve örnek bir uygulama olduğu tartışılamaz. Ancak bundan sorası tam bir fiyasko! Neden derseniz... Şöyle: 2015 - ÖSYM kılavuzunda yer alan bilgiye göre, ÖSYM tarafından her türlü kablolu ve kablosuz iletişimi kesilmiş binalar sadece Ankara'da hazırlanacak. Yani bu uygulama sadece Ankara'da olacak. Bu tür alet, araç gereci kullanan adaylardan Ankara'da sınava girmek istemeyenler ise; diğer tüm adayların sınava alındığı binalarda, ilgili alet, araç-gereç ve cihazı kullanma izni verilmeden sınava girecekler!

Bir arkadaşımın bana gönderdiği bu habere okuduğumda, inanamadım. Yanlışlığını nasıl anlatsam, nereden başlasam bilemedim. Ankara dışında sınava girenler çok büyük bir haksızlığa uğrayacaklar. Bu kesin... Sınav için Ankara gitmeye kalksalar bu hiç de kolay değil. Üstelik engelliler için... Bunu düzenleyenler bunu nasıl düşünemedi? Anlamak çok zor... Neden Ankara? "Peki İstanbul mu olsun?" derseniz. Hayır! Sadece İstanbul'da olmasın. Ama her il ve ilçede olamazsa bile en azından her bölgede en az iki ilde olmalı. Bu gerekli uygulama sadece Ankara'da yaşayan ya da Ankara'ya gelebilecek engellilerle sınırlı olmamalı... Umarım kısa zamanda bu yanlıştan dönülür. Böylece bir çok engelli aday da haksızlığı uğramaz...


ALİYE YÜCEL