> Engeloji

Translate

27 Ekim 2013 Pazar

ERİŞİLEBİLİRLİK...



Ülkemizde erişebilirlik tam anlamıyla anlaşılmış ve aşılmış değil! Maalesef pek çok bilinmeyen ve anlaşılmayan yönleri bulunuyor. Her engel grubunun farklı bir erişebilirlik sorunu var. Oysa engelli kimselerin toplumsal hayata katılmaları için erişilebilirlik şart... Aksi takdirde başkalarına muhtaç olmadan evlerinden çıkıp sosyal hayata katılmaları çok güç...

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü çok gerekli iki "Erişilebilirlik Bilgilendirme Filmi" hazırladı. Bunun amacı engellilerin toplumsal yaşama eşit olarak katılabilmeleri adına, yapılı çevrenin engelsiz hale getirilmesi için sorumluluğu bulunanlara neler yapacaklarını anlatmaktı. Filmin biri iç mekanlar, biri de dış mekanlar için...

20 Temmuz 2013 tarihinde 28713 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve yürürlüğe giren "Erişilebilirlik ve Demetleme Yönetmeliği" göre hayata geçecek "Erişilebilirlik İzleme ve Denetleme Komisyonları" erişilebilirlik tedbirlerinin alınıp alınmadığının takip ve denetimi başlayacak... Takip ve denetimi yapılacak yerler şunlar:
Resmi binalar ve ibadet yerleri,
Özel eğitim, özel sağlık tesisleri,
Sinema, tiyatro, opera, müze, kütüphane, konferans salonu gibi kültürel binalar,
Gazino düğün salonu gibi eğlence yapıları,
Otel, özel yurt, iş hanı, büro, pasaj, çarşı, alışveriş merkezleri gibi ticari yapılar,
Spor tesisleri, yüzme havuzu, genel otopark ve buna benzer umuma ait binalar,
Mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları,
Toplu taşıma araçları.


Şehirlerdeki pek çok kamuya açık yerlerin mimari planları engelsiz insanlar düşünülerek yapılmış… Sinema, tiyatro, alışveriş merkezleri, restoran gibi yerlerde rampa ve asansör yok. Aslında kamu binaların da bile rampa ve asansör yok. Binalardaki koridor, merdiven, rampa, asansör, tuvalet ölçülerinin ve zeminin bir kez daha gözden geçirilmesi, konuya gerekli hassasiyetin gösterilmesi ve düzenlemelerin mutlaka yapılması gerekiyor.

Erişilebilirlik için sadece rampa ve asansör yapmakla iş bitmiyor.... Dikkat edilecek pek çok ayrıntı var. Örneğin; otoparkta engelli araçları için ayrılan yer için bile, kullanan sürücünün tekerlekli sandalyesine rahatça inip binebilmesi için uygun alan olmalı... Hazırlanan filmlerde iç ve dış mekanlarda  erişilebilirliğin sağlanması için gerekli her şey tüm detaylarıyla anlatılıyor.

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü; kamuya açık binalar, tüm açık alanlar ve ulaşım araçlarının engelliler tarafından rahatlıkla kullanılmaları için erişilebilir bir çevre hedefliyor. Hazırlanan "Erişilebilirlik Bilgilendirme Filmi" ve "Açık Alanlar ve Binalar Erişilebilirlik Tespit Formları" ile kurum ve kuruluşlar erişilebilirlik konusundaki yapılacak tüm düzenlemelerin nasıl olması gerektiğini  öğrenebilirler... Umarız yetkili kişiler durumun hassasiyetini anlayacaklar... Sonra da olması gerekenleri yapacaklardır. Unutmayalım erişilebilirlik herkes içindir...

ALİYE YÜCEL

20 Ekim 2013 Pazar

GÖRME ENGELLİ AKUPUNKTURİST


Akupunktur, 3000 yıllık bir geçmişe sahip bir tedavi etme sanatıdır. Bilindiği gibi insanın bedeninin belirli noktalarına iğneler batırılmasıyla uygulanır. Bunu yapan kimsenin ehil ve çok dikkatli olması gerektiğini yazmaya gerek var mı bilmiyorum. Peki bunu görme engelli birini yapması çok ilginç değil mi? Evet görme engelliler bu konuda çok başarılı... İlk görme engelli akupunkturist (akupunktur uzmanı) Waichi Sugiyama isimli bir Japon.

Waichi Sugiyama, ilk görme engelli akupunktur uzmanı olmasının yanı sıra, günümüzde kullanılan ve iğne ile yapılan akupunturu 16. yüzyıl ortalarında ilk bulan kişidir. Waichi Sugiyama, 18 yaşında iken akupunkturist olmaya karar veriyor. Dönemin en ünlü üstadı Takuchi Yamaseyi'den beş yıl ders alıyor. Fakat hocası onda ilerleme göremiyor ve umduğunu bulamıyor. Onun başarılı bir akupunkturist olamayacağını söylüyor. Böylece Waichi Sugiyama onun yanından ayrılıyor...

Sugiyama, sıkıntılı bir dönemden sonra ilahi bir ilham beklemek için, bir yeraltı mağarasına kapanıyor. Orada aç kalarak üç hafta dua ediyor. Üç haftanın sonunda beklemekten vazgeçiyor. Mağaradan dışarı çıkarken ayağı tökezliyor ve düşüyor. Düştüğü yerde bir çam ağacının iğnesi bacağına batıyor. Birden çam ağacı iğnelerinin daha az acı verdiğini fark ediyor. O güne kadar akupunktur bambu kamışıyla yapılırken, Sugiyama çam ağacının iğneleriyle yapmaya başlıyor.


Böylece bu farklı yöntem sayesinde çok başarılı bir akupunktur uzmanı oluyor. Döneminin shogunu Tsunoyoshi Tokugawa ciddi bir hastalığa yakalanıyor. Sugiyama, Tokugawa'yı iyileştirince, shogun ona bir arazi bağışlıyor. Bu arazinin üzerine görme engelliler için bir okul inşa ediyor. Waichi Sugiyama, Japonya'da 45 görme engelli akupunktur okulunun kurulmasını sağlıyor. 84 yaşında ölen, Waichi Sugiyama'nın hayat hikayesi tıbbi tarihi metinlerde yer almıştır.

Bugün Japonya'da akupunkturistlerin % 30'u görme engelli... Japonya'da akupunktur okullarında üç yıl eğitim veriliyor. Okula başlamak isteyen herkes görme engelli olsa da olmasa da bir testten geçiriliyor. Görme engellilerin eğitiminin farkı Braille alfabesiyle olması ve özel uygulama metotlarının kullanılmasıdır. 

Engellilerin de yeteneği olduğuna inanıp, onlara fırsat verilmesi gerekiyor. Japonlar işte bunu yapmış... Akupunktur gibi yapılması özen ve dikkat isteyen bir alanda bile buna imkan sağlamışlar... Hem de 16. yüzyılda... Profesyonel bir alanda önemli olan işini iyi yapmaktır. Engelli olmak yada olmamak önemli değildir. Bu tür gereksiz sınırlandırmalardan uzak durmak gerekir. Yıl olmuş neredeyse 2014, biz hala engelliye nasıl bakıyor ve onu nasıl görüyoruz!


ALİYE YÜCEL

13 Ekim 2013 Pazar

KAFALARDA İŞARET DİLİ!


Okan Bayülgen'in programlarını seyredenler işitme engelliler için işaret dili ile tercüme yaptırdığını bilirler... Program sırasında tüm konuşmalar işaret dili bilen bir tercüman tarafından işitme engelliler için anında çevriliyor. Bu çok önemli uygulamanın yeteri kadar duyulduğunu sanmıyorum. Eminim pek çok kişi program yayınlanırken görmüştür. Bu uygulamanın olduğuna dair çok az haber gördüm. Oysa medyada daha fazla yer alması, duyurulması ve takdir edilmesi gerekiyordu.

Başarılı televizyoncu, geçen yılın Şubat ayından bu yana hazırlayıp sunduğu programlarda işaret dili çevirmeni bulunduruyor. Bu yıl da Show TV'de üç gece program yapan Okan Bayülgen; Muhallebi Kafa, Çıplak Kafa ve Makina Kafa programlarında yine işaret dili ile tercüme yaptırıyor. Ekranın sağ alt köşesinde işaret dili tercümanı bulunuyor.  Böylece programlarını işitme engelliler de izleyebiliyor. İşitme engellilerin bunca kanal ve program arasında hiç olmazsa takip edebildikleri bir program oluyor.

Programlarda iki işaret dili tercümanı var. Uzun süren programları dönüşümlü olarak işitme engelliler için işaret diliyle anlatıyorlar. Onlarla yapılan bir röportajdan, her ikisinin de ailesinde işitme engelli olduğunu ve bu yüzden sular seller gibi işaret dili konuştuklarını öğrenmiştim. Yaptıkları çevirilerde öyle içten ve samimiler ki, yaptıkları bu işi ne kadar sevdiklerini hissedebiliyor insan...


Okan Bayülgen'in programları entelektüel düzeyi çok yüksek programlar... Bu yüzden çevirmenlerin yaptıkları iş oldukça zor. Seyrederken bazı kelimeleri duyunca bunu nasıl çevirebildi, nasıl anlatabildi diye düşünüyorum. Özellikle de soyut ve felsefi kavramları... Ama onlar her şeyi anlatmanın bir yolunu buluyor. Hatta şarkı sözlerini bile çeviriyorlar...

Televizyon hayatımızın vazgeçilmezi...  Bunun aksini söyleyemeyiz. Ancak işitme engeliniz varsa bundan mahrum kalıyorsunuz. İşitme engellilerin sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Peki işitme engellilerin izleyebileceği kaç program var? Televizyonla onlar arasında neden engel var? Onları bu kadar önemli bir iletişim aracından mahrum etmek doğru mu? Hiç olmazsa her kanal işitme engellilere uygun bir kaç program yapamaz mı? Televizyon seyretmek onlarında hakkı değil mi?

Bu nedenle Okan Bayülgen'in yaptığı programlarda işaret dili bilen tercüman bulundurması çok çok önemli... Programlarında zaman zaman engelli sorunlarını ele alan Bayülgen bu alandaki eksikliği görmüş olmalı ki programlarında işitme engellilere de seslenmek için bu yöntemi uyguluyor. Geçen yıl başlatılan bu uygulama diğer kanallar ve programlara örnek olur diye düşünmüştüm. Ama maalesef bunu yapan olmadı. İşitme engelliler için yapılan programların artması dileğiyle...


ALİYE YÜCEL

6 Ekim 2013 Pazar

BAKANLAR DA AĞLAR



Ağlamak bir duygu paylaşımıdır.  Bazen üzüntüden, bazen söylenecek söz kalmadığından, bazen bir şeylerin içini acıtmasından, bazen çaresizlikten, bazense sevinçten ağlanır... Biliyoruz ki ağlamak sadece gözyaşı dökmek değildir. İnsanın içini boşaltmasının bir yoludur. Bazen bir başkasının yanında yapılınca ayıp sayılır ya da yanlış anlaşılabilir... Ancak elde değildir. Birden akıverir...

Ağlamak insana özgü normal bir durum... Ancak bakanlar ağlayınca haber oluyor... Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'in bir sosyal sorumluluk projesinde, göz yaşlarına engel olamayıp ağlaması medyada geniş yer aldı. Her iki bakanı ağlatan ise işitme engelli iki çocuğun düeti ve slayt gösterisiydi.

Haberi televizyondan ve bir kaç farklı kanaldan izleme şansım oldu. Bakanların ağlamasıyla dikkat çeken; bu ağlamalar olmasa belki de haberdar olamayacağımız projeden de bahsetmek gerekir. Proje gerçekten çok önemli bir sosyal sorumluluk projesi... İki bakanlık bir araya gelerek "Ulaşımda, İletişimde Hayatın İçerisinde Ben de Varım" isimli istihdam projesini hayata geçirdi. İletişim ve GSM firmaları da bu projeye destek veriyordu. Bu proje kapsamında "Sessizliğe Kulak Vermek" etkinliği düzenlendi.


Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından yürütülen proje kapsamında işitme engellilerin istihdamına yönelik "Sessizliğe Kulak Vermek" etkinliği Ankara'da yapıldı. Engellilerin hazırladığı programı başta Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin olmak üzere çok sayıda davetli izledi.

"Sessizliğe Kulak Vermek" etkinliğinde işitme ve konuşma engelli Naz ve Tufan sahneye çıktı. İki çocuk "Bana Bir Masal Anlat Baba" şarkısının sözlerini işaret dili ile seslendirdi. Çocuklar elleriyle şarkıyı söylerken, bu sessiz düet Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile birlikte protokolde bulunan bir çok kişiye duygusal anlar yaşattı... Çoğu göz yaşlarını tutamadı. Daha sonra engelli çocukların hayatlarından kesitlerin bulunduğu slayt ekranlara gelince, bu kez sessiz düette iyice dolan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım da ağlamaya başladı.

Programın sonunda her iki bakan da çocuklara sarılarak, onları kutladı. Binali Yıldırım konuşmasında ağlamasına değinerek "Biz de insanız. Ağlamasını unutan, göz pınarları kurumuş insanlar; topluma, ülkelerine bir şey veremezler..." diyerek bu ağlamanın merhametten geldiğini ve yürekten süzülüp aktığını çok güzel anlattı. Ağlamak insani bir davranış, bakanlar da ağlar...

ALİYE YÜCEL 

29 Eylül 2013 Pazar

KONU "TOPAL ÖYKÜLER" OLUNCA...


Yazarının yakın bir arkadaşım olması sebebiyle ayrı bir merak ile okudum Topal Öyküler’i… Kitapta bedensel engellilerin başından geçen ilginç hatıralar yer alıyor. Kimi güldürüyor, kimi hüzünlendiriyor. Ama hepsi de düşündürüyor! Konu Topal Öyküler olunca çok tanıdık cümleye, olaya ve duyguya rastladım. Okuduklarım; bana yaşadığım ve pek çok engellinin de yaşadığını tahmin ettiğim durumları hatırlattı.

Topal Öyküler kitabının yazarı Ayhan Bahçeli, küçük yaşta geçirdiği ateşli bir hastalık sonucu bedensel engelli olmuş ve kol değnekleriyle yürüyor. Yıllardır tekerlekli sandalye basketbolu oynayan milli bir basketbolcu...  Evli ve bir çocuk babası olan Bahçeli,  halen bir kamu kuruluşunda yönetici olarak çalışıyor.  Engellilerle ilgili sivil toplum kuruluşlarında çalışmalar yapıyor ve engellileri çok iyi tanıyor. Kitabında da bir çok engellinin hayatından kesitler anlatıyor.

İlmek Yayınları’ndan çıkan Topal Öyküler; parlak kırmızı renkli kapağıyla çok güzel bir kitap... Kapakların kitapları sevdirmekte çok etkili olduğunu düşünür ve bu yüzden kitap kapaklarını çok önemserim. Topal Öyküler,  nesne olarak da beğenilecek ve sevilecek bir kitap... İnanıyorum ki Topal Öyküler'i kitapçıda, kitap vitrininde görseniz eliniz gidiverir ve almak istersiniz.


Kitabın arka yüzünde “Bu kitap, toplumda tam olarak adını alamamış, çok bilindik, çok tanıdık ve yıllarca hep yanlış tanıtılmış, farklı insanların ve bu farklı insanlarla birlikte yaşayan insanların “kimi zaman mizah kimi zaman düşündüren kimi zaman da hüzünlendiren yaşanmış öykülerini” anlatıyor…” yazıyor. “Neler Dediler?” bölümünde; Beşiktaş Spor Kulübü Fahri Başkanı Süleyman Seba, Televizyon Programcısı ve Yazar Kenan Işık ve Kaliteli Yaşam Danışmanı Dr. Haluk Saçaklı'nın kitap hakkında görüşleri yer alıyor.

Kitapta anlatılan kısa hikayelerin bazısı yazarın başından geçmiş, bazılarını da çevresindeki kendi gibi bedensel engelli olanlardan dinlemiş. Hepsi de gerçek yaşanmış öyküler... Topal Öyküler'de anlatılanlardan anlıyoruz ki; toplum engelliyi tanımıyor, onlara nasıl davranacağını bilmiyor. Bu nedenle kitap bir rehber olma özelliğini de taşıyor. Böylece okuyucu engellinin araba kullandığını, spor yaptığını, evlendiğini, siyasette var olduğunu öğreniyor.

Kısa kısa yaşanmış hikayelerden oluşan kitapta toplumun engelliye bakışını görüyoruz. Engellilere bakışımız çok önemli... Hem görmek amacıyla bakışımız, hem de bakış açımız... Engelliye yanlış baktığımız sürece onların hayatını zorlaştırıyoruz. Onlar günlük hayatta yaşadığı her türlü zorluğun üstesinden gelebiliyor. Ama toplumun bu bakışı engellilerin hayatını zorlaştırıyor.

Düşünün bir kolunuz veya bacağınız yok ya da koltuk değneği ile yürüyorsunuz. Biri size çok dikkatli, meraklı ya da alaycı bir şekilde bakıyor. Ne hissedersiniz? Görme engelliler galiba daha şanslı... Çünkü onlar bu bakışları görmüyor! Fiziki görünümün bu kadar önem taşıdığı dünyamızda bedensel engellinin neler yaşadığını bu kitap sayesinde öğreniyorsunuz.

ALİYE YÜCEL

22 Eylül 2013 Pazar

YAZIK, ÇOK YAZIK!



Bir milletvekilinin engellilere ve engelli ailesine bakış açısından bahsetmek istiyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin engelliler için yaptığı çalışmaları anlatmaya çalışırken; engellileri rencide eden, onlara hakarete varan sözler sarf eden  bir düşünceden... Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut'un engelliler için söylediği sözleri şaşkınlıkla ve üzülerek okudum.

Haberi bilmeyenler için: Tekirdağ Çerkezköy'de Müjgan Serkan Karagöz Mesleki ve Özel Eğitim Merkezi'nin açılış töreninde konuşan AK Parti Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut, hükümetin engelliler için çıkardığı yasaları hatırlatarak "Bu insanlar sokağa çıkamıyorlardı, evlerde saklanıyorlardı. Anneleri babaları bu insanları sokağa çıkarmaya sıkılıyordu, utanıyordu. Ama hükümetimizin 2005 yılında çıkardığı yasa ile biz engellileri insan yerine koyduk, adam yerine koyduk. Bazıları 'Eskiden evimizdeki engelli, yatalaklar bir an önce ölse de kurtulsak diye Allah'a yalvarırdık' diyordu. Şimdi 'Aman ölmesin, evimizin bereketi bu. Ben onun yüzünden devletten 450-500 lira bakım ücreti alıyorum, aman ona bir şey olmasın diye bakıyoruz' diyorlar. İşte zihniyet değişikliği bu..." dedi. (17 Eylül 2013)

Milletvekilinin, engellilerle ilgili yaptığı bu konuşmasına öyle çok yorum yazılmış ki... Ziyaeddin Akbulut AK Parti Milletvekili, ancak bunu bir siyasi tartışma için yazmıyorum. Engelliler bunlara alet edilse de, engellilik bunların üstünde bir kavram... Ben başka bir şey söylemek istiyorum. Bir milletvekili engelliye böyle bir bakış açısıyla bakabilir mi? Böyle bir zihniyet olur mu? Vekil böyle düşünürse milletten ne beklenir?

Bu ne talihsiz bir açıklama... Yazık, çok yazık! Adam yerine koymak, insan yerine koymak ne demek? Bunlar aslında insan değillerdi... Eee... Peki önceden bunlar neydi? Bunu açıklasaydı da bilseydik. Ne üzücü… Nereden bakarsak bakalım çok kötü... Engelliler için söyledikleri çok acı... Aileleri soktuğu durum içler acısı...


Engelliyi istemeyen aile, para için isteyebiliyor. Böyle bir şey olur mu? Vekilin söylediklerinden ne gibi bir zihniyet değişikliği olmuş, onu da anlamak mümkün değil. Bakıma muhtaç bir engelinin ölmesi için dua eden bir zihniyetle, engelliyi geçim kaynağı gören bir zihniyet arasında nasıl bir fark var? Ne ile gurur duymuş onu da anlayamadım. Böyle bir zihniyeti para ile beslemek övünülecek bir şey de değil ki... Bu olsa olsa utanılacak bir durum olur.

Söylenecek ne çok şey var… Engelliler toplumda hep normal dışı olarak algılanıyor. Bize hep engellilerin başarısız ve trajik bir yaşam sürdükleri anlatılıyor. Normal olmanın ve normal bir hayat sürdürmenin “engelli olmamaktan” geçtiği empoze ediliyor. Engellileri küçük düşüren ve rencide edenleri bu düşüncelerden ne zaman kurtulacağız. Engelliler pozitif ya da negatif ayrımcılık yapılmadan, olduğu gibi kabullenilemez mi?

Akbulut “Yanlış anlaşıldım..." demiş... Ama, maalesef bu talihsiz söyler onun ağzından çıkmış... Zihniyetini ortaya koymuş... Bizler engelinin ayrımcılık görmemesi, olumsuz sunulmaması için uğraşalım… Bunun mücadelesini verelim… Bir milletvekili böyle düşünsün... Bırakın böyle düşünmeyi, konuşmasında da anlatsın... Herkesin, ama özellikle de yetkililerin ağzından çıkanları kulaklarının duyması gerektiğine inanıyorum.

Bu yazıyı kötü sözlerin % 50'sini içimde tutarak yazdım. Bir Tekirdağlı okur mu bilemem. Ama onu insan yerine koyup milletvekili seçenlere seslenmek istiyorum. Kime oy verdiğimize dikkat edelim. Artık insan yerine konulduğum için daha fazla yazmıyorum, burada susuyorum!

ALİYE YÜCEL

15 Eylül 2013 Pazar

CENNETİN RENGİ'Nİ GÖRMEK



Biliyorum hiç belli olmayacak. Ancak yazarken en çok duygulandığım yazı bu olacak... 1999 yapımı "Cennetin Rengi" filminden bahsetmek istiyorum. Bu filmdeki duygular öyle gerçekçi ki... Bir film insanı bu kadar etkileyebilir. Yazarken bile filmin bazı sahnelerini düşündükçe içim parçalanıyor. Yönetmen, muhtemelen bu çarpıcı etkiyi yaratmak istemiş ve çok güzel başarmış...

Cennetin Rengi, görme engelli bir çocuk olan Muhammed'in hikayesini anlatıyor. Tahran'daki körler okulunda yatılı eğitim gören Muhammed, yaz tatili için ailesinin yanına gelir. Babaannesi ve iki kız kardeşi onu sabırsızlıkla beklerken; babası onu almaya bile geç gelmiştir. Annesi öldüğü için, babası yeniden evlenecektir. Ancak Muhammed kör olduğu için, onu bu evliliğe engel olarak görür ve ondan kurtulmayı ister....

Görme engelli bir çocuğun dünyası bu kadar güzel anlatılır. Muhammed'i canlandıran çocuk oyuncu Mohsen Ramezani de görme engelli... Yani rol yapmıyor, kendini oynuyor. Öyle güzel oynuyor ki... Bazı sahneleri gerçek hayatında da yaşadığını anlıyorsunuz.  Bunu bilmek sanki insanı çok daha derinden etkiliyor. Hani bir an, "Film icabı, rol icabı işte..." dersiniz ya... İşte burada diyemiyorsunuz!

Muhammed ve babaannesi Aziz'in sevgileri görülmeye değer... Her sahnesi akıllarda kalacak kadar etkili... Babaannesi ona okumasını öğütlerken "... Senin durumunda meslek sahibi olmuş pek çok insan var. Tek engel cehalettir..." diyor. Yaşlı, eğitim almamış, köylü bir kadının ferasetine hayran kalıp "İnsan olmak başka bir şey..." diyorsunuz.


Bir sahnede Muhammed, elinden tutan babaannesine "Senin ellerin bembeyaz Aziz..." diyor. Babaannesi "Ne beyazı, iş yapmaktan nasırlaşmış, kırışık kuru bir el işte..." diye cevaplıyor. Muhammed bunun üzerine "Sen çok iyi birisin. Senin ellerin bembeyaz..." diye karşılık veriyor. Anlıyoruz ki Muhammed'e göre iyiliğin ve iyilerin rengi beyaz!

Filmde öyle dokunaklı sahneleri var ki... Hele Muhammed'in ağladığı sahne insanın içini koparıyor. Yanında kaldığı marangoz ustasına "Kimse beni sevmiyormuş. Ben ona ağlıyorum. Ama sebebini biliyorum. Beni kör olduğum için istemiyorlar. Öğretmenimiz Allah'ın körleri sevdiğini söyler. Ben de bir keresinde "Madem seviyor neden bizi kör etti? Neden kendisini görmemize izin vermedi? diye sormuştum. Öğretmen de Allah'ın görünmez olduğunu söylemişti. Ama O'nu her an her yerde hissedebilirmişiz. Ellerimizi uzatırsak O'na ulaşabileceğimizi söylemişti. O günden beri her yerde Allah'ı arıyorum. Ellerimi uzatıp O'na ulaşmayı bekliyorum." dediği sahne için bile seyredilir.

Cennetin Rengi'nin sade, duygu yüklü, sürükleyici ve etkileyici bir anlatımı var. Yönetmen Mecid Mecidi çok başarılı... Senaryo da kendisine ait... Filmde oyunculuk, müzik, görsellik hepsi mükemmel... Yer yer belgesel tadında görüntüler var. Aldığı ödülleri fazlasıyla hak ediyor. İran sinemasını takdir etmemek mümkün değil... Onlar bu işi biliyorlar.

Cennetin Rengi'ni görmediyseniz mutlaka seyredin. Film, gören görmeyen herkese bir şeyler söylüyor. Bu filmi seyrederken bir kez daha anladım ki, engelliyi engeli değil; engeli nedeniyle istenmemek, işe yaramaz görülmek ve sevilmemek üzüyor... Muhammed engeli ile barışık, sevgi dolu bir çocuk. Onu üzen ve zorlayan engeli değil. İstenmemesi ve sevgiden mahrum kalışı...


ALİYE YÜCEL