> Engeloji

Translate

25 Mart 2012 Pazar

TEK GÖZ İÇİN...


Bir adam düşünün sol gözü hariç tüm vücudu felç olmuş! Tek gözle hayata tutunuyor. Bu göz onun insanlarla, dünyayla ve hayatla tek bağlantısı... O, vücudunda hükmettiği tek organı ve tek iletişim kanalı olan gözünü kullanarak insanlara ulaşmayı başarıyor. Üstelikte gözüyle bir kitap yazıyor! “Kelebek ve Dalgıç” filmi tek bir gözle hayata tutunan bir adamın dramını anlatıyor.

Film, Elle Dergisi Editörü Jean-Dominique Bauby’nin gerçek hayat hikayesinden alınmıştır. Jean-Do, 1995 yılında 43 yaşındayken geçirdiği beyin kanaması nedeniyle derin bir komaya girmiş, çıktığında ise tıpta Locked-in Syndrome (içeride kilitli kalma sendromu diyebiliriz) adı verilen bir hastalıkla karşı karşıya kalmıştır. Sol gözü ve zihinsel yetenekleri hariç tüm vücut fonksiyonlarını kaybetmiştir.

Film, Türkiye’de “Kelebek ve Dalgıç” ismiyle gösterime girmiş… Ama kesinlikle “Kelebek ve Dalgıç Giysisi” olmalıydı! Çünkü yazarın anlattığı bu… Bildiğimiz dalgıç kıyafeti değil de; eskiden kullanılan, içinde hareket etmenin çok zor olduğu, ağır dalgıç giysisi… Kastedilen işte bu… Çünkü yazar böyle bir giysi içinde kaldığını ve onun içine hapsolduğunu anlatıyor… Ve bu benzetme anlatıma çok şey katıyor.

Peki “Kelebek”? Gelelim kelebeğe… Sadece sol gözünü kırpabilen Jean-Do ile iletişim kurmak için bir yöntem geliştirilmiş… Geliştirilen yöntem şu: Gözünü “Evet” kelimesi için 1 kere, “Hayır” için 2 kere kırpıyor… Alfabedeki tüm harfler, Fransızca’daki kullanım sıklığına göre oluşturulan bir sıralamayla Jean-Do’ya  tek tek okunuyor. Doğru harf söylenince gözünü kırpıyor. Bu göz kırpmasını da kelebeğin çırpınışlarına benzetiyor! Bu sayede kelimeler, cümleler ve inanılmaz ama bir kitap ortaya çıkıyor. Yazdığı “Kelebek ve Dalgıç Giysisi” isimli kitabının yayınlanmasından sonra 1997’de hayatını kaybediyor.

Filmin belki de en ilginç yanı, büyük bir bölümünü Jean-Do’nun sol gözünden izlememiz. Yani onun sol gözü bir kamera… Öyle ki göz kırpınca perde kararıyor, ağlayınca buğulanıyor… Kamera, gerçek bir göz gibi etrafa bakıyor. Böylece empati yapmak kaçınılmaz oluyor. Kendinizi “Bu hayat mı? Hayat bu mu? İçime kilitledi bedenim beni ve tek bir pencere açtı hayata dair…” diyen Jean-Do’nun yerinde buluyorsunuz.


Filmi seyrederken; sol gözü dışındaki her şeyi felç olan bir insan ne yapar? Onun için hayatın anlamı kalır mı? Diye düşünmeye başladığınızda Jean-Do “Kendime acımaktan vazgeçtim. Fark ettim ki gözümden başka iki şey daha var sahip olduğum: Hayal gücüm ve hafızam!” diyerek size çarpıcı bir cevap veriyor. Çünkü anlıyoruz ki ne durumda olursak olalım, bir şeylere tutunup, bir şeyler umut edip yaşıyoruz.

Filmde pek çok çarpıcı sahne var. Yönetmene, senariste, oyunculara ve emeği geçen herkese bravo diyorsunuz… Babasıyla arasındaki telefon görüşmesinde; yaşlı babasının “İkimizde aynıyız aslında; sen vücuduna hapsolmuşsun, bense bu dört duvar arasına…” demesi insanı sarsıyor! Jean-Do’nun yanından ayrılmayan ve gözyaşı döken karısının yardımıyla hastalandıktan sonra kendisini görmeye hiç gelmeyen sevgilisine “Seni her gün bekliyorum!” dedirttiği sahne öyle dokunaklı ki… İnsan, Üzülsün mü? Kızsın mı? Bilemiyor. Bir duygu karmaşası yaşıyor.

Böyle duygusal bir hikayenin, görsel olarak da bu kadar güzel anlatılması insanı müthiş etkiliyor. Julian Schnabel’in 2007 yılında Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen Ödülü’nü almasının ve filmin adlarını buraya yazamayacağım kadar pek çok dalda ödül almasının nedenlerini iyi anlıyorsunuz!

Jean-Do bize “Gerçek doğamı bulmak için bir felaketin ışığı mı gerekiyordu?” sorusunu sorarak bazı şeyleri idrak etmek için geç kalmamak gerektiğini anlatıyor! Bir yandan insana elindekilerin değerini gösterip, şükretmesini sağlıyor; diğer taraftan hayatta her an her şeyin olabileceğini gösteriyor. Önemli olan hayattan kopmamak ve savaşabilecek güçte olmak… Her ne durumda olursa olsun tutunacak bir dal bulmak zorunda kalıyor insan… Her şeye rağmen yaşıyor, umudunu yitirmiyor.

Filmden etkilenmeyecek bir kimsenin olmayacağını düşünüyorum! “Kelebek ve Dalgıç” filmini seyrettikten ve film bittikten sonra tek bir gözümüz için bile şükür etmemiz gerektiğini bir kez daha idrak ediyoruz! Hayata bakışınızı değiştirmek… Ve tek bir göz için bile şükretmek için izleyin!


ALİYE YÜCEL




18 Mart 2012 Pazar

ONLAR DA YÜRÜYEBİLSİN...


Televizyonda,  gazetede veya internette, engelli olduğu için yürüme aparatı takılmış hayvanları görmüşsünüzdür. Ben onlara bakarken garip bir hoşnutluk hissederim! Bir gülümsemeyle bakarım… Evet! Belki onlar sakat kalmış ve engelli olmuşlardır. Ama takılan aparat sayesinde de yürümektedirler. Bu hoş bir durum değil mi? Diyelim ki kazada bacağını kaybetmiş ya da felç olmuş bir kedi var… Onu ölüme mi terk etmemiz gerekir?
Çeşitli şekilde sakatlanan veya kaza geçirip felç olan kişilerin, yürümelerine ve böyle yaşayabilmelerine yardımcı olacak önlemler alınabiliyor. Eğer bir uzvunu kaybetmişse ya da felç olmuşsa ortez (yürüteç) veya protez yardımıyla yürümesi sağlanıyor. Bu imkanlardan insanlar faydalanıyorsa, neden hayvanlar da faydalanmasın? Sonuçta insanların başına gelen sakatlanmalar ve kazalar hayvanların da başına gelebiliyor… Ve hayat bundan sonra da devam ediyor!
Sakatlıklarından dolayı günlük hayatlarını yürütemeyen hayvanlar için hazırlanmış ortez ve protezler çok faydalı… Bu yürüteçler hayvanlara, sürünmeden yaşama imkanı sunuyor. Eğer onlar takılmazsa, pek çok hayvanın bir köşede ölüme terk edileceğini unutmayalım!
Bu konu ile ilgili araştırma yaparken ortez veya protezler sayesinde yürüyen engelli hayvanlarla ilgili çok farklı hikayelere rastladım. Eskişehir’de Çapa Ortopedi ve Medikal Şirketi Sahibi Niyazi Çapa yaptığı ortez ve protezler sayesinde 500’den fazla hayvanı yürütmeyi başarmış… Niyazi Çapa, ilk kez bir arkadaşının, bacağı kopan kurt köpeğine protez bacak yapmış ve bu medyaya yansıyınca da Türkiye’nin her tarafından talep gelmiş…

Ankara’da yangın sonucu iki ön ayağını kaybeden, kediye bir haftada ortez takılmış… Eskişehir’de hayvan barınağında kalan ve trafik kazası geçirip arka ayaklarından birini kaybeden sokak köpeğine protez bacak takılmış... Bursa’da tüfekle vurulan kediyi sahibi Çapa’ya getirmiş. Kediye uygun protez yapılmış ve çok rahat yürüyebilmiş... Yine balkondan düşüp bel kemiği kırılan başka bir kediye tekerlekli yürüteç yapılmış… Bunun gibi yüzlerce örnek var. Felç olan veya geçirdiği çeşitli kazalardan sonra yürüyemez hale gelen hayvanlar uyutulmadan (!) sürünmeden acı çekmeden yürüyebilmişler ve hayatlarına devam etmişler…
Türkiye’nin hayvanlara hizmet veren ilk ve tek ortez ve protez atölyesi, kedi ve köpek dışında; leylek, buzağı, güvercin gibi her türlü sakat hayvana da umut kaynağı olmuş… Üstelik Niyazi Çapa, bu ortez ve protezleri hiçbir ücret almadan hazırlıyor. Talepte bulunanlardan tek isteği var, o da bedeli kadar miktarın hayvan barınaklarına yardım olarak verilmesi...
Yıllardır engelli hayvanlara yönelik sosyal sorumluluk projelerine imza atan ve yürüttüğü her hayvanla birlikte büyük bir mutluluk yaşayan Çapa’nın haklı bir de sitemi var. Diğer üreticilere sesleniyor. Türkiye’nin pek çok ilinde ortez ve protez atölyesi olduğu halde hayvanlar için çalışma yapılmadığından, yakınıyor. Bir hayvan sever olarak tek isteği hayvanların acılarını dindirmek…
Her canlı daha iyi bir hayatı hak etmiyor mu? İnsanlar derdini anlatıp bir çözüm yolu bulabiliyor. Hayvanlar ise bunlardan yoksun… Onların durumları, vicdan sahibi insanlara kalmış… Eğer imkan varsa pek çok hayvanın acı sonla bitecek hikayesi ortez ve protez sayesinde devam etsin… Onlar da yürüyebilsin!

ALİYE YÜCEL


11 Mart 2012 Pazar

MUTLULUKTAN HAVALARA UÇMAK!


Engelli her işi yapabilir. “Bu nasıl olur? Olamaz! Çok zor diyenlere…” İşte en güzel örnek: Gözleri hiç görmeyen Pilot Miles Hilton Barber. Görme engelli bir kişi pilot olabiliyorsa, demek ki neymiş: Engelliler her işi yapabilirmiş! Önemli olan istemek ve şartları uygun hale getirmek!

Miles Hilton Barber, 18 yaşındayken pilot olmayı çok istemiş, ancak bu isteği görüşünün zayıf olması nedeniyle reddedilmiştir. Ama o yılmamış ve bundan tam 37 yıl sonra 2007 yılında; kendi değimiyle “Bu kez yarasa kadar kör” olduğu halde, dünyanın yarısının üzerinden uçabilme gibi harika bir fırsata ve ayrıcalığa sahip olmuştur.

Görme engelli İngiliz Pilot Miles Hilton Barber, saatte 600 Mil hıza ulaşabilen bir jeti kullanarak dünyanın yarısından fazlasını kat etmiş, Guinness Rekorlar Kitabı’na “En Hızlı Kör Pilot” olarak geçmiştir. Böylece de Körlere Yardım Örgütü’nün “Görmek İnanmaktır” projesine yardım toplamıştır.

Barber, Londra’dan başladığı yolculuğa 19 ülkenin üzerinde geçerek 20 bin kilometreden daha fazla yol kat etmiş ve Sidney’e ulaşarak yolculuğunu tamamlamıştır. 55 gün süren denemesinde Barber’a iki asistan pilot yardım etmiş ayrıca Küresel Pozisyon Belirleme (GPS) uydu sisteminden de yararlanılmıştır. Rekor denemesini tamamlayıp, havaalanına indiğinde gazetecilere “…Ben bütün dünyadaki görme engelli insanlara, istedikten sonra neler başarabileceklerini gösterdim. Çok mutluyum…” demiştir.

Görme engelli pilot, sadece uçuş rekoru kırmakla kalmamış; birçok dünya rekoruna da imza atmıştır. Anlaşılacağı gibi tam bir maceraperesttir. Sahra Çölü boyunca 150 kilometre yürümüş, Himalayalar’a ve Kililmanjaro’ya tırmanmış, dünya üzerindeki en sıcak ve en soğuk maratonları tamamlamış, Gobi Çölü’nde maraton koşmuş, 78 saatte hiç durmadan Katar Çölü’nü geçmiş, rafting yapmış, köpekbalıklarının bulunduğu kafese dalmış ve okyanusta tekne kullanmıştır.


Barber, buraya yazılanlardan çok daha fazla inanılmaz başarılara imza atmıştır. Kedine ait web sitesinde yaptıklarını okuyunca “Bu kadarı da olamaz!” diyorsunuz… Yaptıklarının birçoğu engeli olmayan biri tarafından dahi yapsa bile hayret verici ve etkileyici olurdu. Hatta bazıları rekor bile olurdu. Miles ise engeline rağmen tüm bunları başararak pek çok insanı, hayallerini gerçekleştirmeleri için teşvik etmiş ve hayatımızdaki sınırları sadece kendimizin koymamız gerektiğini göstermiştir!

Bir düşünelim. Bir şeyi çok istiyorsunuz. Ancak bir engeliniz var ya da bir şekilde engelleniyorsunuz! Ama yılmıyorsunuz ve başarıyorsunuz.  İşte Miles’te öyle yapmış… Hiç yılmamış, yıllar sonra pilot olma isteğini gerçekleştirmiş ve mutluluktan havalara uçmuş!


ALİYE YÜCEL


4 Mart 2012 Pazar

MALİK MİNA'YI SEVİYOR!


Hayat Devam Ediyor dizisinin ilk bölümünü seyrettiğimde Malik’in hikayesiyle ilgili bir şeyler yazma isteği duymuş ve yazmıştım. Birkaç bölümden sonra, Malik’in hayatındaki gelişmelere göre tekrar yazarım, diye düşünmüştüm. Ama olmadı... Dizinin 16. bölümü yayınlandı.

Seyredenler bilir, dizide pek çok sosyal yara ele alınıyor. Çok eşlilik, kuma, çocuk gelin, ağalık, töre cinayetleri, töre kurbanları, göç, ekonomik sorunlar, işsizlik, sınıfsal farklılıklar gibi… Bir çok hikayenin gölgesinde kalan bir engelli hikayesi, yani Malik’in hikayesi de göze fazla çarpmadan devam ediyor… Hatırlatmak için: Malik sol kolundan engelli biri… Malik, karakterini de genç oyuncu Serkan Şenalp canlandırıyor. Öyle güzel canlandırıyor ki… Daha öncede belirttiğim gibi, İnsan gerçekten bir elinin çolak olduğuna inanıyor!

Hayat Devam Ediyor dizisinde her karakterin ilginç bir hikayesi var. Malik’te engelli birinin hikayesini yaşatıyor. Her bölümde Malik’in sahnelerini farklı bir gözle izliyorum. Malik’in diyaloglarını çok dikkatli dinliyorum. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemiyorum. Malik, ezilmiş bir karakter… Sakin görüntüsünün altında zaman zaman patlamalar da yaşıyor. Belki de tüm yaşadığı acıları, hor görülmeleri, küçümsenmeleri böylece dışa vuruyor!


Kolunun engelli olması nedeniyle, Malik çevresindekiler tarafından hep yarım insan olarak görülmüş... Oysa Malik; merhametli, hassas, yardımsever, vicdanlı, sağduyulu, aile değerlerini her şeyden önde tutan biri… Maalesef, Malik’in bu yönlerini sadece annesi, babası, dedesi ve öz kardeşleri görüyor. Diğerleri için hep yarım biri! Bu kadar iyi özelliklere sahip bir karakterin sadece kolundaki sakatlık nedeniyle hor görülmesi, aşağılanması ve hakarete uğraması bir engelli olarak içime dokunmuyor değil! Ah! Şu şekilcilik! Ah! Keşke herkes, hep yarım insan gözüyle bakılan Malik kadar tam olabilse!

Daha önceki yazımın sonunda “Umarım Malik rolünde engellinin olumsuz değil de, hep olumlu sunumlarıyla karşılaşırız” demiştim. Çünkü buna ihtiyaç olduğunu biliyorum! Malik’in hikayesinin devamında da güzel gelişmeler bekliyordum… Ve Malik, bir kıza aşık oldu! Ama ne yazık ki kardeşiyle aynı kıza!  Hem de karşılıksız olarak…

Malik’in aşık olduğu Mina ise, Malik’in kardeşi Bekir’e aşık oldu. Mina, Bekir’e aşık olmasaydı. Çok üzerinde durmaz… “Sonuçta aralarında sosyal farklar var! Kız ne yapsın!” derdim. Ama neden Malik’i değil de, kardeşi Bekir’i seçti ve Bekir kazandı?  Anlamak zor… Keşke Mina, Bekir yerine Malik’e karşı bir şeyler hissetseydi ve ona aşık olsaydı… Bekir’e de; senin sevdiğin kız, kardeşini yarım (!) insan olarak görmüyor. “Bak! Onu seviyor” denilebilseydi! Böylece sevdiği kızın; hor gördüğü kardeşine değer vermesi ve kendisi yerine onu tercih etmesi, yıllardır Malik’e yaptığı aşağılamalara karşı güzel bir cevap olurdu!


ALİYE YÜCEL

26 Şubat 2012 Pazar

KARANLIKTA OKUYABİLMEK


Bir düşünsenize karanlıktasınız, hiçbir şey görmüyorsunuz, parmaklarınızı bir kağıt üzerinde gezdiriyorsunuz ve okuyabiliyorsunuz! Ne kadar ilginç değil mi? Evet! Görme engelliler Braille Alfabesi ile yazılmış yazıları parmak uçlarıyla dokunarak okuyabiliyorlar. Gerçekten çok ilginç…

Bu noktalı yazı; görme engellilerin bilgilenmeleri, gelişmeleri ve hayatları için çok önemli bir araç… Braille Alfabesi, engelliler alanında yapılmış en önemli buluşlardan biri! Görme engelliler de bunu Louis Braille’e borçlu… Braille Alfabesi 3 yaşında iken, bir kaza sonucu görme yeteneğini kaybeden Louis Braille tarafından geliştirilmiştir. Louis Braille bu yöntemi bulmasaydı, görme engelliler okuma kavramından uzak olacaktı!

Louis Braille’in hikayesi şöyle: Louis (1809 - 1852), atlara koşum takımı yapan babasının dükkanında keskin bir aletle gözünü yaralamış ve yaralanan gözünde iltihap oluşmuştur. Sonra da bu iltihap diğer gözüne de geçmiş ve görme yeteneğini kaybetmesine yol açmıştır. Eğitimi için körler okuluna giden Louis’in okulda dersleri sadece dinleyerek çok başarılı olması ve iyi piyano çalması dikkat çekmiştir. Çok meraklı ve zeki bir çocuk olan Louis görmeden okuyabilmenin yollarını aramış ve bugün kendi soyadıyla bilinen alfabeyi yapmıştır.


Braille Alfabesi’nin tüm harfleri “6 Nokta” sistemiyle gösterilir. Temel olarak üç sıralı nokta ve iki dikey sütundan meydana gelir. Bu noktalar sistemi, lego oyuncaklarındaki gibi girinti ve çıkıntılar şeklinde özel kağıda yazılır. Braille ile yazılmış yazıların görüntüsü, bir kalemi kalın bir kartona delmeme şartıyla sertçe bastırdığımızda arka tarafına çıkan kabartılar gibidir. Görme engelliler buna parmaklarıyla dokunduklarında, bu 6 noktanın sayısına ve yerine göre harfleri anlayıp, okuyabilirler. Böylece, biz gözlerimizle, onlar ise parmaklarıyla okurlar!

Braille sisteminde harflerin yanı sıra, sayılar ve noktalama işaretleri de kullanılabilmektedir. Görme engelliler için, Braille Alfabesi’yle yazılmış gazete, dergi ve kitaplar vardır. Bu alfabe 1821 yılından bu yana dünyanın dört bir tarafına yayılmıştır. Günümüzde bile yaygın olarak kullanılmaktadır. Türkçede Braille Alfabesi “Körler Alfabesi” ve yazılan yazılar da “Kabartma Yazı” olarak adlandırılır.

Bildiğimiz önemli bir gerçek var ki pek çok buluş ihtiyaçlardan, hayatımızı kolaylaştırmak amacıyla doğmuştur. İşte Braille Alfabesi de bunlardan biridir. Louis, okuma ihtiyacı duymasaydı böyle bir buluş yapılabilir miydi? Görme engelliler karanlıkta okuyabilir miydi?


ALİYE YÜCEL

17 Şubat 2012 Cuma

GURUR DUYUYORUM


Bu hafta için başka bir yazı hazırlamıştım. Onu koymayı planlıyordum. Ama medyada Engin Ardıç’ın Şafak Pavey için yazdıkları nedeniyle, bu konu ile ilgili bir şeyler yazmak istedim.
Bilmeyenler için kısaca; Engin Ardıç, Şafak Pavey için “… Hem özürlü, hem CHP’li…” demiş… Bu konu da öyle çok şey yazılmış ki… İsteyenler bu konuyla ilgili ünlü veya ünsüz pek çok kişinin yazdıklarını bulup okuyabilir. Ben burada bunları yazmak istemiyorum. Siyasi tartışmalara girmeyi hiç istemiyorum. Engellilik ve engelliler bunlara alet edilse de, engellilik bunların üstünde bir kavram... Ben başka bir şey söylemek istiyorum. Bir gazeteci, bir köşe yazarı bile, kimliği ne olursa olsun bir engelliden böyle bahsediyorsa vay bizim çaldığımız havalara!
Engin Ardıç’a sorsan “Yanlış anlaşıldım. Ben özürlü olduğu için ona basının ilgisi için demiştim…” gibi laflar edebilir. Sonuç ne olursa olsun maalesef bu talihsiz sözü söylemiş! Bizler de engelinin ayrımcılık görmemesi, olumsuz sunulmaması için uğraşalım… Bunun mücadelesini verelim… Bir gazeteci bile; bırakın bunu düşünmeyi köşesinde yazabiliyorsa, ben diğerlerinin bilinçaltını düşünmek bile istemiyorum. Ne üzücü… Ne acı…
Söylenecek ne çok şey var… Engelliler toplumda normal dışı olarak algılanmış ve medyada da genellikle böyle sunulmuştur. Gördüğümüz baskın görüntüler, engellilerin başarısız ve trajik bir yaşam sürdükleri ya da başarılarının çok abartılıyor olması… Normal olmanın ve normal bir hayat sürdürmenin “engelli olmamaktan” geçtiği! Engelliler pozitif ya da negatif ayrımcılık yapılmadan, olduğu gibi kabullenilemez mi?
Bazıları; Engin Ardıç, Şafak Pavey’den özür dilesin falan demiş. Dilese ne olur? Özrü kabahatinden büyük olur! Aslında Şafak Pavey bu sözü bizler kadar önemsememiş! “…İltifat kabul ediyorum… Gurur duyuyorum...” demiş! Doğru diyor… İnsan bazen öyle engelsiz insanlarla karşılaşıyor ki… Engelli olmaktan gurur duyabiliyor!

ALİYE YÜCEL

12 Şubat 2012 Pazar

TÜRK FİLMİNE TÜRKÇE ALTYAZI


Başlığı okuyunca, “Bu ne için? Neden?” diyenler olabilir. Bu gereklilik işitme engelliler için… İşitme engelliler sinema bileti alıp, yerli yapım filmleri sinemada izleyemiyor! Çünkü Türk filmlerinde altyazı yok! Altyazı olmayınca sessiz film izlemiş gibi oluyorlar!
Düşünsenize sinemada yabancı bir film izliyorsunuz dublaj yok, altyazı yok… Görüntülerden ve hareketlerden bir şeyler anlıyorsunuz fakat yeterli değil. İşte işitme engelliler için altyazısız filmlerde böyle!
Geçtiğimiz günlerde “Fetih 1453” filminin sinemalarda Türkçe altyazılı olarak vizyona gireceğini öğrendim. Hatta, fragmanı da Türkçe altyazılı olarak verilmişti. Bunun işitme engelliler için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha düşündüm.  
Ülkemizde engelliler birçok problemle karşılaşıyorlar. Bunlardan biri de kültürel faaliyetlerden yararlanamamalarıdır. Ortopedik engelliler mimari engellerden dolayı, görme engelliler betimleme filmlerin olmamasından, işitme engellilerde altyazılı filmlerin olmamasından dolayı sinemaya gidemiyor. İşitme engelliler de Türk Filmi izlemek için sinemaya gitmeli, sinemada film izleme heyecanını mutlaka yaşamalı...
Beyazperdede Türkçe altyazılı olarak hazırlanmış çok fazla film yok. İşitme engelliler daha önce; Başka Dilde Aşk, No Ofsayt ve Atlıkarınca filmlerini sinema salonlarında Türkçe altyazılı seyretme şansını yakalamışlar. DVD seçeneklerinde Türkçe altyazı seçeneği olan bazı filmler var. Ancak yeterli değil. Her hafta bir ya da birkaç yeni yerli film vizyona giriyor. Ama altyazısız olarak!
Sinema Destekleme Kurulu’nun 21 Nisan 2009 yılında Ankara’da gerçekleştirilen toplantısında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türkçe altyazı seçeneği kullanılması yönünde aldığı karar tavsiye niteliğinde olduğu için yapımcılar filmlerine Türkçe altyazı koymuyorlar. Standart olması gereken Türkçe altyazı az da olsa bir maliyet gerektiriyor ve maalesef ekstra harcama olarak görülüyor.
İşitme Engelliler ve Aileleri Derneği, sinemada film izleyemeyen işitme engellileri için Türkçe Altyazı Film Kütüphanesi oluşturmuş. Bu konuda büyük bir çaba gösteriyorlar. Ama yeterli değil! Bu konuda olabilecek en doğru şey bir yasanın ya da yönetmeliğin çıkması ve yerli filmlere altyazı konulmasıdır.
Şimdi de Fetih 1453 filmi sinemalarda altyazılı olarak gösterilecek... Bunu sosyal sorumluluk amaçlı olarak ele alan, bu konuda duyarlılık gösteren herkese teşekkürler… Bu konudaki duyarlılığın artması dileğiyle…

ALİYE YÜCEL