> Engeloji

Translate

18 Ocak 2012 Çarşamba

TAHTA BACAK FRİDA!


Frida Kahlo’yu Salma Hayek’in filminden çok önce tanıdım. Yıllar önce bir gazetede ondan bahsederken “Küçük yaşta çocuk felci geçirmişti…” cümlesi yüzünden hayatı hep ilgimi çekti. Yaşadıkları, içinde bulunduğu durum, güçlü duruşu beni çok etkiledi. Sonrasında kendisini araştırdım ve takip ettim…  
Özel hayatındaki yanlışları, aykırılıkları, tasvip edilmeyebilir ve tartışılır. Ama benim için yaşama azmi çok önemliydi. Bana anlattığı veya çıkarmam gereken ders, tam bir “Yıkılmadım, ayaktayım kadını” oluşuydu! Özrüyle baş etmesini bilmesiydi!
Neler neler yaşamış… Küçük yaşta çocuk felci geçir sakat ol! Sonra gençliğinde trafik kazası geçir daha ağır bir sakat ol! Ne hayat! Öyle bir hayat hikayesi ki sanki başına gelmeyen kalmamış!
Frida Kahlo, 21. Yüzyılın en önemli kadın ressamlarından biri... Ünlü ressam Pablo Picasso bile kendisi için “Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” demiştir. Kahloism diye bir sanat akımı, Frida Kahlo diye bir moda akımı vardır. Frida, aykırı bir sanatçı, duygu ressamı, özgürlük öncüsü, militan ve de sakat bir kadındır!
Frida Kahlo, 1907 yılında Meksika’da doğmuş... Hayata şanssızlıkla başlamış… Annesi o bebekken hastalanmış ve onu emzirememiş bile… Altı yaşında çocuk felci geçirmiş, ölebilirmiş! Ölmemiş ve sağ bacağı felçli olmuş… Bacağının sakatlığını, inceliğini kafasına taktığı için hep uzun etekle dolaşmış… Ama yine de arkadaşları ona hemen bir lakap yapıştırmış: “Tahta Bacak Frida!”

Frida, çocukken geçirdiği hastalığı (Çocuk Felci) dünyadan silmek için tıp okumayı kafasına koymuş… O zamanlar Meksika’da bir tane tıp fakültesi varmış, onda da hiç kız öğrenci yokmuş… Ama o Tıp Akademisi olan Ulusal Hazırlık Okulu’na tarihindeki ilk kız öğrenci olarak kaydolmayı başarmış… Bu okulda sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlarla ilgilenmiş…
18 yaşında iken okul dönüşü erkek arkadaşı Alejandro ile otobüs kazası geçirmiş… Otobüsteki demir çubuk karnından girip, leğen kemiğini parçalamış, bel omurlarını dışarı çıkarmış, kaburgalarını kırmış… Ayrıca, sakat olan sağ bacağı da pek çok yerden kırılmış! Kaza yerinde öldü sanmışlar, sonra yaşadığı anlaşılmış ve param parça olan vücudu hastaneye getirilmiş… Doktorlar yaşamaz diye düşünseler de ellerinden geleni yapmışlar ve tam 32 ameliyat geçirmiş...
Evine döndüğünde ev eşyalarının olmadığını görmüş… Hepsinin bakım masrafları için satıldığını öğrenmiş… Sadece piyanosu ve kitapları duruyormuş… Annesi canı sıkılmasın diye yatağının üzerine gelecek şekilde tavana bir ayna asmış... Frida, gözlerini açınca ilk kendi resmini yapmış ve bu resmini sevgilisi Alejandro’ya hediye etmek istemiş… İstemiş istemesine de Alejandro’nun yatalak olduktan sonra onu terk ettiğini anlamış!
Geçirdiği bu kazadan sonra “Başıma gelen en iyi şey, acı çekmeye alışmaya başlamam!” diyerek yaşadığı bunca şeye bana mısın? Dememiş… Acıyı kısa süreli, geçici bir şey olarak görmemiş, acıyla barışık bir hayat sürmüş… Biyografisi öyle uzun ki… Bu nedenle şimdilik bu kadar… Önemli ayrıntılar devamında…

ALİYE YÜCEL


7 Ocak 2012 Cumartesi

BU SINAV BİZİM İÇİN: ÖMSS


Özürlü istihdamıyla ilgili bir işte çalışıp ÖMSS’na kayıtsız kalmak mümkün mü? Özürlü Memur Seçme Sınavı bu yıl yapılacak… Umuyorum ki pek çok engelli arkadaşımız böylece bir iş sahibi olacak. Hem de kamu kurum ve kuruluşlarında…

ÖMSS ile ilgili akıllara pek çok soru geliyor. Bu konuyla ilgili olarak 03 Ekim 2011 Pazartesi günü Resmi Gazete’de yönetmelik ve 26 Aralık 2011 Pazartesi günü ÖSYM Başkanlığı tarafından da Basın Duyurusu yayınlandı. Bu iki açıklamaya göre akıllara takılan bazı sorular ve cevapları:  

ÖMSS hangi tarihte yapılacaktır?
ÖSYM Başkanlığı’nın yaptığı basın duyurusuna göre 2012 Özürlü Memur Seçme Sınavı (ÖMSS) 29 Nisan 2012 Pazar günü yapılacaktır.

ÖMSS’na başvuru tarihi ne zamandır?
ÖMSS İçin Başvuru Süresi: 20 Şubat - 2 Mart 2012
Sadece Kuraya Katılacaklar İçin Başvuru Süresi: 14 - 25 Mayıs 2012

Kimler ÖMSS’na girebilir?
Doğuştan veya sonradan; bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yetenekleri bakımından özür oranının % 40 veya üzerinde olduğunu sağlık kurulu raporuyla belgeleyenler girebilir.

ÖMSS hangi kurum tarafından yapacaktır?
2012 Özürlü Memur Seçme Sınavı, ÖSYM tarafından yapılacaktır.

ÖMSS için üst yaş sınırı var mıdır?
ÖMSS’na girmek için yaş sınırı yoktur. 50 yaşındaki bir engelli de sınava girebilir!

ÖMSS’nda refakatçi olacak mı?
İstekleri halinde özürlülere özür grubuna uygun refakatçi temin edilecektir.

ÖMSS her ilde yapılacak mıdır?
Evet. ÖMSS her ilde yapılacaktır.

Hangi eğitim düzeyindekiler sınava girecektir?
ÖMSS’na ortaöğretim (lise), ön lisans veya lisans düzeyinde eğitim veren kurumlardan mezun olan özürlüler girebilecektir.
İlköğretim (ilkokul ve ortaokul) mezunları ise ÖMSS’na başvuru yapacaklar ama sınav yerine noter huzurunda kura sistemiyle işe yerleştirilecektir.

ÖMSS’nin geçerlilik süresi ne kadardır?
ÖMSS sonuçları iki yıl süreyle geçerli olacak. Ancak bu süre içinde yeni bir sınav yapılmazsa sınav sonuçları bir sonraki sınava kadar geçerli olmaya devam edecektir. 

Son olarak; sınava ilişkin başvuru, başvuru merkezleri, başvuru koşulları, sınav, değerlendirme, yerleştirme gibi bilgiler ÖSYM tarafından açıklanacaktır. 

ÖMSS! İşte bu da bizim sınavımız! Bu sınavın sonucunda mutlu hikayeler bekliyoruz!


ALİYE YÜCEL


1 Ocak 2012 Pazar

KAHRAMANLARI ENGELLİ BİLGİSAYAR OYUNU



Günümüzde oyun denilince akla hemen bilgisayar oyunları geliyor. Bilgisayar oyunları o kadar çok çeşitli ki… Değil çocukları, biz büyükleri bile cezp ediyor. Artık hemen hemen her yaştaki kişinin, farklı amaçlarla oynamayı tercih ettiği bilgisayar oyunları var. Bu nedenle oyunların hayatımızdaki yerini görmekten gelmek imkansız gibi…
Bu oyunlar arasında bir de kahramanları engelli olan bilgisayar oyunu var! Bunu öğrendiğimde bu oyunu merak ettim ve nasıl bir oyun olduğunu araştırdım. Engellileri konu alan ilk bilgisayar oyununun adı: “Handigo The Game”. Oyunun kahramanları engellilerden seçilmiş…

Handigo The Game, 10-14 yaş arasındaki çocuklara, engelliler konusundaki duyarlılığını arttırmak ve empati kurabilmelerini sağlamak amacıyla; Avrupa Birliği’nin Fransa, Almanya, Belçika, Lüksemburg ve İngiltere ile ortaklığıyla geliştirilmiş… Bu da farklı bir sosyal sorumluluk projesi!

Oyunun üç ana kahramanı var. Her biri farklı engel gurubundan olan üç oyuncu: Ortopedik Engelli ve Tekerlekli Sandalyede Spidigo, Görme Engelli Rigoligo ve Zihinsel Engelli Rochongo. Kahramanlar günlük yaşantılarındaki gibi rastladığı engellerle (düşüncesiz yayalar, otomobiller) uğraşıyor…



Üç mini oyundan oluşan oyununu oynayan çocuklar, kendilerini engelli birinin yerine koyarak aşamaları geçmeye çalışıyorlar… Böylece oyuncuların; engelli kişilerin engellilik gerçeklerinin yanı sıra, günlük yaşamda karşılaştıkları belki de diğer insanların hiç fark etmediği gerçekleri görmeleri sağlanmış oluyor… Engelliler tarafından yaşanan zor yaşam koşullarını öğreniyorlar. Handigo The Game, çocukları bilinçlendirmek için çok zevkli bir uğraş!

Oyunlar çocukları eğlendirmek için değil, aynı zamanda eğitmek için olabilir. Bu nedenle çocukların hayatında olumlu bir rolü de var. Bu oyun da eğlendirmek için tasarlansa da aynı zamanda engellilerin her gün yaşadığı zorlukları görmek, onları anlamak, farklı engel çeşitlerinin zorluklarını öğrenmek ve belki de ”Onlara nasıl faydalı olabilirim?” düşüncesini yaratmak için etkili bir deneyim…

Bir güzel gelişmede bu oyunu hazırlayan Ubisoft firmasının hazırladığı oyunlara alt yazı koymaya karar vermiş olması… Firma çıkaracağı tüm oyunları işitme engellilere uygun alt yazı desteği ile çıkaracak… Böylece işitme engellilerde bu oyunları oynayabilecek… Engellilerin de oyun oynayabilmesi açısından umarız diğer firmalara da örnek olur. Bütün bunlardan sonra da bize de bu oyunu bulup oynamak kalıyor, öyle değil mi?


ALİYE YÜCEL

24 Aralık 2011 Cumartesi

BEN ÖLDÜKTEN SONRA...



“Ben öldükten sonra…” Bu cümleyi öyle çok duydum ki… Pek çok özürlü çocuk, özellikle de kendi hayatını yardımsız yürütemeyen ve öz bakımını bile kendi yapamayan çocuk annesi bunu söyler. Yüksek sesle söyleyemeyenler de mutlaka aklından geçirir. Ne büyük bir çaresizlik cümlesi… “Ben öldükten sonra…”
Bunun için sosyal olarak bir şeylerin yapılması ya da çocuğun yakınları, kardeşleri olması yetmez bir anne için… O hep içinde bir yaradır. “Ben öldükten sonra çocuğum ne olacak?” “Ben öldükten sonra ona kim bakacak?” “Çocuğum bensiz ne yapacak?” der durur. Çünkü bilir ki tüm bunlara bir anneden başkası dayanamaz! Kimse ne kadar mükemmel olursa olsun, anne gibi çocuğa bakamaz! 

Engelli çocuk annesi, kendi çektiği sıkıntı, üzüntü, dışlanma, zorluk (hele de kocası duyarsızsa) gibi pek çok şeye göğüs gerer… Bu durumun psikolojik, sosyal, maddi ve manevi her türlü zorluğuna katlanır… Savaştığı ne çok şey vardır. Bizim aklımıza bile gelemeyecek ne çok şey… Kendi için her şeye razıdır da, kendisi olmadan çocuğunun ne yapacağını düşünür!

En ilginci de içi yanarak, yüreği parçalanarak “Benden sonraya kalmasın!” diye dua eder! Bu ne inanılmaz bir duadır! Canını vermeye razı olan ve evladına bir zarar gelecek aklı çıkan anne böyle bir dua eder! Ne demektir bir evlat için böyle bir dua edebilmek! Buradaki hassasiyet ve inceliği anlayabilmek çok önemli… Bir anneye bunu dedirten ruh halini anlayabilmek! Bir annenin en büyük duası “Bana evlat acısı gösterme…” diye ettiği dua değil midir? O ruh halinden bu ruh haline gelebilmek kolay mıdır? Yine sadece evladını düşündüğü için böyle dua eder.



Yemek yeme, giyinme gibi normal bir çocuğun rahatlıkla yapabildiği şeyleri yapabilmesi bile anneyi öyle mutlu eder ki… “Kendine bakabilse, kendi işini kendi görse bile yeter…” diye düşünür. Bu konudaki her adımı, her gelişimi en büyük mutluluğudur. Belki kendisi olmadan da yaşayabilecektir!

Bu konuda yazacak çok şey var. Sayfalarca da yazılabilir. Bu yazılanlardan sonra tüm bunları da sosyal politikalara bağlamak ve Türkiye’de neler yapılabildiğine getirmek gerekir. Ama ne yapılırsa yapılsın maalesef ki “Ben öldükten sonra…” cümlesi daha çok annenin aklından geçecek… Geçmeye devam edecek…

Sonuç olarak; engelli evlat sahibi olmanın büyük bir imtihan olduğunu bilmek her şeyden önemli! Olaya böyle bakmak, bunu idrak etmek gerekir. Bizim onlar için yapmamız gerekense, yapabileceğimiz her konuda yardımcı olmamız ve en önemlisi onlar için bol bol dua etmemizdir. Allah bu annelerin yar ve yardımcıları olsun…

ALİYE YÜCEL


16 Aralık 2011 Cuma

ENGELLER YOK OLUR


Televizyon izlerken reklam girdiğinde uzaktan kumandayı alıp kanal kanal gezmeyen var mıdır? Bilmiyorum! Ama son günlerde yayınlanan bir reklam var ki kolaysa başka kanala geç ve seyretme! Türk Telekom’un yeni reklamından bahsediyorum. “Bizde de ne kadar güzel reklamlar yapılıyor” dedirten kısa film tadında bir reklam filmi…
Bir sosyal sorumluluk projesinin reklamı bu kadar mı kaliteli olur! Müzik, seslendirme, çekim, oyuncular hepsi çok etkileyici... Hedef kitlesi görme engelliler olan reklam filmi işitsel olduğu kadar, görsel zenginliklerle de dolu. “Bir fark yaratsak yeter, Türkiye’ye değer” demişler ve değmiş doğrusu!
Türk Telekom ve Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Merkezi (GETEM) işbirliğiyle gerçekleştirilen “Telefon Kütüphanesi” projesinin anlatıldığı reklam filminde ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanından bir bölüm ele alınıyor… Ve en etkileyici roman karakterlerinden Raskolnikov’un evden çıkışını, merdivenlerden inişini ve sokakta yürüyüşünü görüyoruz… Sesli kitap dinleyen bir görme engelli, kahvesini yudumlarken dinlediği bu romanı zihninde canlandırıyor. Bizi de bu anlara şahit ediyor. Defalarca seyrettim. Her seyredişimde sanki orada bitmeyecek ve devamı gelecekmiş gibi bir his duyuyorum… Ve öyle etkileyici ki arayıp devamını da dinlemek istiyorum. Reklam Ajansı Publicis Yorum ve yönetmen Gürkan Kurtkaya’yı kutlamak gerekir.

Gelelim hizmete… Yapılan hizmet en az reklamı kadar güzel! Türk Telekom ve Boğaziçi GETEM işbirliğiyle Türkiye’nin ilk “Telefon Kütüphanesi” hizmeti görme engellilere binlerce sesli kitabı ev telefonlarından ücretsiz dinleme olanağı sunuyor.
Uygulama,  0800 219 91 91 numaralı telefon üzerinden hizmet veriyor. Sadece ev telefonları üzerinden faydalanılabilen hizmette kullanıcılar; dilediği kitabı seçme, sonraki aramada kaldığı yerden devam etme, ileri–geri gidebilme gibi özelliklerinden faydalanabiliyorlar.
Hizmetten faydalanmak için GETEM’e en az % 40 görme engelli raporuyla başvurup üye olup olmak gerekiyor. Üyeler alınan kullanıcı adı ve şifreyle istedikleri kitapları dinleyebiliyorlar. Ayrıca, basılı kaynaklardan faydalanamayan felçli, disleksi gibi engellilerde raporlarıyla başvurduklarında bu hizmetlerden yararlanabiliyorlar. Aksi takdirde hizmet ücretli!
GETEM’in arşivine baktığımızda pek çok çeşitli kitaplar var. Reşat Nuri Güntekin, Elif Şafak, Necip Fazıl Kısakürek, Orhan Pamuk, William Shakespeare, Jules Verne, Amin Maalouf, Charles Dickens, Emile Zola, Agatha Christie gibi binlerce yazarın kitapları bu sayede konuşuyor! Engeller yok oluyor!

ALİYE YÜCEL

7 Aralık 2011 Çarşamba

BARBIE VE TEKERLEKLİ SANDALYEDEKİ ARKADAŞI


Oyuncaklara karşı büyük ilgi duyuyorum. Cinsiyet gereği özelliklede bebeklere… Bunun galiba çocuk olmakla, yaşla da alakası yok. Her türlü oyuncak bebeği hala severim. Bu nedenle gördüğüm her bebeği ilgiyle incelerim. Bir kaç yıl oluyor. Bir gün internette gezinirken tekerlekli sandalyede oturan oyuncak bir bebek gördüm. Çok ilginç geldi. Hemen fotoğrafını kaydettim.

Geçenlerde aklıma geldi ve hikayesini araştırdım. Bu bebeğin Barbie’nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky olduğunu öğrendim. Ünlü Barbie bebeklerinin yapım firması Mattel 1997 yılında Barbie'nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky'yi piyasaya sürmüş…

Barbie, Amerikalı Ruth Handler’in kızı Barbara için yetişkin bir kadını model alarak tasarlamasıyla 1959 yılında doğmuş! Barbie’nin günümüze gelene kadar kardeşi, erkek arkadaşı, çok çeşitli arkadaşları üretilmiş... Bilindiği gibi Barbie’ler, sadece oyuncak olarak kalmadı. Filmleri, dergisi, çantası, defteri, nevresimi, tişörtü ve akla gelebilecek pek çok şeyi yapıldı.

Barbie bebekler Türkiye’de de çok yaygın... Hemen hemen her kız çocuğunun en az bir Barbie'si var. Barbie bebek sahibi olmak nedense kız çocukları için çok önemli… Kız çocuğu olanların da, Barbie bebeklere ilgisiz kalmaları imkânsız bir durum…

Barbie’ler vücut hatlarını ve bütün bir yaşam biçimini çocuklara dayatıyor diye pedagojik bakımdan hep sakıncalı bulunmuş, çok eleştiri almış ve çocuklara kötü örnek olduğu hep kamuoyunu meşgul etmiştir. Bütün çeşitleriyle çocuklar için uygun bir oyuncak olmadıklarını ortaya koyan tartışmalar açılmıştır. Barbie’nin vücut ölçüleri en çok eleştiri alan kısmı olmuştur.  Barbie bebeklerinin gerçekçi olmayan bir vücut imajı yarattığı ve genç kızları anoreksik olmaya özendirdiği söylenmiştir.



Pedagoglar ne der bilemem! Ama ben tekerlekli sandalyedeki bebek fikrinin çocuklar için faydalı olacağını düşündüm. Dış görünüşü ve hayat biçimiyle çocuğun düş gücüne hitap ediyorsa, belki de tekerlekli sandalyedeki Becky olumlu bir sunum…

Gerçek hayatta böyle bir durum varsa çocukların da bunu bilmesi ve tanıması daha uygun değil mi? Çocuklar engelli olgusunu iyi bilmiyor. Bununla ilgili ailede ve çevrede bir örnek görmemişse, okullarda da bu öğretilmeyince (Bildiğim kadarıyla, okullarda engellilik kavramıyla ilgili bir müfredat yok ve öğretmelerin de bu anlamda bir eğitimi yok…) çocuklar engelli biriyle karşılaştıklarında çok şaşırıyor. Engelliyle nasıl konuşacaklarını ve onlara nasıl davranacaklarını bilemiyor.

İşte Becky çocuğu engelliliğin bir çeşidi olan ortopedik engellilikle tanıştırıyor. Bu hoş bir durum değil mi? Böyle bir bebekle oynayan çocuk tekerlekli sandalyede birini görse yadırgar mı? Engellilik kavramını ve engelli gerçeğini öğrenmez mi? Ayrıca, tekerlekli sandalyedeki çocuklar için de tıpkı onlar gibi bir bebek olması çok uygun bir durum değil mi?

Barbi’ler kusursuzluklarıyla çocukların sevgi ve merhamet gibi duygusal yeteneklerini olumsuz etkiliyorsa Becky tam tersi yönde bir etki yapmaz mı? Çocukların kendilerine hem fiziksel hem de kültürel olarak bu bebeğin yaşam biçimini model alıyorsa Becky belki de Barbie’lerin en faydalısı! Çünkü çocukların psikolojik deneyimlerini de farklılaştırıyor.

"Tekerlekli sandalye" olumsuz bir klişe gibi görülse de hayatın bir gerçeği… Bu tür oyuncakların olumlu bir etkisi olacağını düşünüyorum. Bu bebek engelli insanları tanımak ve onlarla ilgili tutumları değiştirmek için tasarlanmışsa, amacına ulaşmıştır. Çocuklar geleceğimizse engellilik olgusuyla küçük yaşta tanışması gerekir. Sonuçta; engellisi engelsizi sosyal hayatı hep beraber paylaşıyoruz.

Not:
Bu arada, Becky’nin hikayesini araştırırken bir gerçeği de öğrendim. Barbie'nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky ilginç bir durumla da karşılaşmış! Omurilik felçli Kjersti Johnson’ın bebeği Becky, Barbie’nin 100 dolar değerindeki Barbie Bebek Evi’nin asansörüne sığmamış! Bu şikayet üzerine Mattel firması evi tekrar tasarlayacaklarını duyurmuş… Bir engellilik gerçeği olan “mimarı engeller” ilginçtir ki bu noktada da ortaya çıkmış…


ALİYE YÜCEL

2 Aralık 2011 Cuma



"3 ARALIK DÜNYA ENGELLİLER GÜNÜ"

3 Aralık gününün "Herkes bir engelli adayıdır!" sözünün söylenmeyeceği bir gün olmasını diliyorum!