> Engeloji : Tekerlekli Sandalye

Translate

Tekerlekli Sandalye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tekerlekli Sandalye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2014 Pazar

STELLA YOUNG'UN ANISINA 2


Geçen hafta Engelli Aktivist, komedyen ve gazeteci Stella Young'tan bahsetmiş ve "Onunla ilgili yazacaklarım bitmedi. Haftaya..." demiştim. Engelliliği bu kadar kolay kabullenen, büyük bir özgüven sahibi ve bu konuda mizah yapabilen bu kadınla ilgili yazmak istediğim çok şey var. Bence çok farklı, çok özel biri... Bu farkındalığa nasıl ulaşmışsa artık, insan keşke bütün konuşmalarını dinleyebilseydim ve tanışma imkanım olsaydı diye düşünüyor. 

Young, Osteogenesis İmperfecta (Cam Kemik Hastalığı) hastası olarak dünyaya gelmiş. Kemiklerde kolayca kırılmalara yol açan bu genetik hastalık nedeniyle hayatını tekerlekli sandalyede sürdürmüş. Böyle bir durumda aile çok önemli... O daima yanında olan bir aileye sahipmiş. 15 yaşında iken yerel halktan biri onun Toplumsal Başarı Ödülü için aday gösterilmesini istemiş. Bunun üzerine ebeveynlerinin cevabı da:  "Çok hoş! Ancak bariz bir problem var. Kızımız hiç bir şey başarmadı ki..." olmuş.

Burada engelliye bakışta ailenin önemini görüyoruz. Anne ve babası çok haklı... Okula gitmiş, güzel notlar almış, okul sonrası annesinin kuaför salonunda bulunmuş ve dizilerini seyrederek zaman geçirmiş... Yaptıkları arasında sıradan şeyler dışında hiçbir şey yok. Engelini bir kenara bırakırsak, başarı sayılabilecek bir şey yapmamış... Ailesi de onu öyle kabul etmiş, normal yaşantısını sürdürmesinde bir olağanüstü durum görmemiş. Bu da Stella'ya özgüven olarak geri dönmüş...


Engelliler hakkındaki bazı yargılar Stella Young'a çok saçma gelmiş... Söylenenleri anlamsız bulmuş. Bir konuşmasında "Hayattaki en büyük engel kötü bakış açısıdır" cümlesini ele alıp: "Bu cümle beş para etmez. Çünkü gerçek değil ve engelli sosyal modeline aykırı. (Doğru cümleler şunlar:) 'Hiç bir gülümseme merdivenleri rampaya dönüştüremez!' " Bu konuşması (gülüşmeler ve alkışlar eşliğinde) şöyle devam ediyor: " 'Televizyon ekranına gülerek, duyma engelli bir insan için kapalı olan altyazıyı görünür kılamazsınız!' ve 'Kitapçıda saatler geçirmeniz ve etrafa pozitif sinyaller vermeniz o kitapları kabartma harfli (Braille Alfabesiile yazılan) kitaplara dönüştürmeyecektir!' " diyor. Farkındalığını görebiliyor musunuz?

Stella Young, pek çok engelli gibi engelli olmanın özel değil, normal kabul edildiği bir dünyada yaşamak istiyor. 15 yaşında kız çocuğunun yatak odasında Buffy the Vampire Slayer seyretmesinin bir şeyleri başarmak kabul etmediği bir dünyada yaşamak istiyor! Engelli birinden, sabah yataktan kalktığı ve ismini hatırladığı için tebrik edilmediği (beklentinin bu kadar düşük olmadığı) bir dünya istiyor! Melbourn'de bir lisede öğrencilerin, öğretmeninin tekerlekli sandalye kullandığını göründüğünde şaşırmadığı bir dünyada yaşamak istiyor!

Engellilerin ilham olarak gösterilmesine karşı çıkan küçük dev kadın, kendisinin engellilerden sürekli bir şeyler öğrendiğini, çünkü zekice fikirleri olduğunu belirtiyor. Ancak öğrendiklerinin birbirlerinin gücünden ve sabrından olduğunu, bedenlerinden ya da rahatsızlıklarından olmadığını açıklıyor. Söylediklerinin hepsi çok etkileyici, hepsi insanı düşündürüyor. Son olarak yine onun bir sözüyle bitirmek istiyorum. Şöyle diyor: "Engeller sizi özel kılmaz. Düşüncelerinizi sorgulamak sizi özel kılar!" Ne muhteşem değil mi?

ALİYE YÜCEL



14 Aralık 2014 Pazar

STELLA YOUNG'UN ANISINA


Engelli Aktivist, komedyen ve gazeteci Stella Young, geçtiğimiz hafta (6 Aralık 2014) 32 yaşında hayatını kaybetti. Bu küçük dev kadının fotoğraflarını hep görüyordum. Yaptığı bir konuşmayı izlemiş, çok etkilenmiştim. Her söylediğini yazmak istiyordum. Maalesef ölünce yazabiliyorum. Stella Young'un engele ve engelliye bakışı çok etkileyici, farklı ama olması gereken gibi... Her cümlesi insanı sarsıyor. Söylediklerinin hepsinin altına imzamı atmak isterdim.

Stella Young, 1982 yılında doğuştan bedensel engelli olarak dünyaya gelmiş. Hayatını tekerlekli sandalyede sürdürmüş. Anlattığına göre normal bir çocuk olarak yetiştirilmiş. Okula gitmiş, arkadaşlarıyla zaman geçirmiş, küçük kız kardeşleriyle kavga etmiş. Yani pek çok çocuk gibi büyümüş, engelli olması onu farklı kılmamış. Özgüveni öyle yüksek, kendisiyle öyle barışık ki  insan gıpta ediyor. Hayatı boyunca engele ve engelliye bakışın yanlışlığını anlatmış...

Stella Young, büyük bir salonda yüzlerce kişiye yaptığı  bir konuşmasında "Bir çoğunuzun gözünde engelli insanlar birer öğretmen, doktor ya da manikürcü olamıyor. Bizler gerçek bile değiliz. İlham olmak için buradayız. Aslında ben şu an bu sahnedeyim. Tüm bu konuşmayı tekerlekli sandalyede yapıyorum ve sizler benden size ilham olmamı bekliyorsunuz. Haksız mıyım? Değil mi? Bayanlar baylar, korkarım ki sizleri büyük hayal kırıklığına uğratacağım. Burada size ilham vermek için bulunmuyorum!" diyerek pek çok ezberi bozuyor.

İlham kaynağı olmak istemeyen ve bunu övgü olarak kabul etmeyen Stella Young, konuşmasında orada olmasının nedenini insanlara söylenen ve onlarında inandığı bir yalanı açıklamak için olduğunu söylüyor. Bu yalan, "Engelli olmak kötü bir şeydir. Engelle yaşamak sizi özel kılar." Doğrusu: "Engelli olmak kötü bir şey değil ve sizi özel  kılmaz." diyor. Sosyal medyanın son yıllarda bu yalanı propagandasını yaptığından şikayet ediyor.


"Hayatta tek engel kötü yaklaşımdır", "Özrünüz kabul edilmiyor", "Vazgeçmeden önce dene!" gibi bazı engelli fotoğraflarına yazılan sloganların yanlışlığını vurgulayarak: "Bunlar sadece bir kaç örnek, bunlar gibi daha çok resim var. Bilirsiniz işte, elleri olmayan kızın ağzında kalem tutarak resim çizdiğini görmüşsünüzdür. Karbon fiber protez bacakla koşan çocuğu görmüş olabilirsiniz..."  diyor. Bu tür fotoğrafların bir grup insanı diğer bir grubun çıkarı için yani; Engelli insanları, engelsiz insanların çıkarı için nesneleştirdiğini düşünüyor.

Stella Young'a göre bu fotoğrafların amacı ilham vermek, motive etmek... Böylece fotoğraflara bakanlar "Yaşamım ne kadar kötü olursa olsun daha kötü olabilirdi. Bu kişi ben olabilirdim..." diye düşünecekler. Engeli olmayanlar onlara bakacak, haline şükredecek ve endişelerine bakış açısı getirecekler. Bana göre de en büyük yanlış bu... Stella Young, "Evet engelli bir insan olarak hayatın bazı zorlukları var. Bazı şeylerin üstesinden geliyoruz. Ancak üstesinden geldiğimiz şeyler sizin düşündüğünüz şeyler değil... Bizleri engelli kılan şey bedenlerimiz ve hastalıklarımızdan ziyade daha çok toplumun kendisi... " diyor.

Ünlü aktivist engelli bedenini sevdiğini, yapması gerekenleri yaptığını ve onu en üst kapasite de kullanmayı öğrendiğini söylüyor. Engellilerin yaptığının da bu olduğunu, sıra dışı bir şeyler yapmadığını belirtiyor. "Bu fotoğrafları paylaşarak onları nesneleştirmek hak mıdır?" diye soruyor. Stella Young'un anlattıkları insanı derinden etkiliyor. Engele, engelliye böyle bakan bir kadının hayata erken veda etmesine üzülmemek elde değil. Kim bilir söyleyecek ne çok şeyi daha vardı. Bu arada benim de onunla ilgili yazacaklarım bitmedi. Haftaya...


ALİYE YÜCEL

16 Kasım 2014 Pazar

ALİ'NİN HİKAYESİ



Ali, tekerlekli sandalyede bir çocuk... Ateşli bir hastalık geçirdiği için her iki bacağı da tutmuyor. Bu nedenle hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Bazı kimseler hayatını tekerlekli sandalyede geçiren kimseler için "tekerlekli sandalyeye mahkum" diyor. Oysa Ali bu tabirden hiç hoşlanmıyor. O hayatını tekerlekli sandalyede sürdürdüğünün bilinmesini istiyor.

Ali, küçük yaştan beri durumunun farkında ve bunu kabullenmiş bir çocuk... Yürüyemese de tekerlekli sandalyesiyle okula gidiyor. Günlük yaşantısında zaman zaman (mimari engellerden dolayı) zorlansa da yaşantısını sürdürüyor. Ailesi, arkadaşları ve öğretmeni onu çok seviyor ve yardımcı oluyorlar... Sınıfı okulun giriş katında, okulunun girişinde bir kaç basamak merdiven var. Bu nedenle Ali'nin okula başladığı yıl, tekerlekli sandalyesiyle rahatça girebilmesi için girişe rampa yapılmış... Ali, mutlu ve çok başarılı bir çocuk...

Genelde normal insanlar (!) bazen Ali'ye acıma ya da küçümsemeyle baksa da o kendisine  farklı bakmamalarını, ilk tanışmada herkese nasıl davranılıyorsa ona da öyle davranmalarını istiyor. Tekerlekli sandalyede yaşasa da ekstra bir ilgiyi ya da dışlanmayı istemiyor.



Tekerlekli sandalyede olduğu için “sakat, aciz" gibi etiketlerle, acıyarak yaklaşılmasını ve acıma hissi veren ses tonu ile konuşmalarını da istemiyor. Sonuçta birtakım engellere sahiptir olduğunu biliyor. Ancak o hasta ya da mutsuz olmadığının bilinmesini istiyor.

Ali, karşısında çok dikkatli ve özenli olmaya çalışanları hiç anlayamıyor. Diğer insanlarla nasıl konuşuluyorsa onunla da öyle konuşmalarını istiyor. Kelimeleri vurgulayarak veya yüksek sesle konuşmayı anlamsız buluyor, çünkü onun duyma sorunu yok! Ayrıca onun zeka ve algılama sorunu olduğunu ima eder gibi tane tane ve vurgulayarak konuşulmasını da istemiyor.

Tekerlekli sandalyede olduğundan dolayı ona yardım etmek amacıyla aniden atılmamalarını; onun yardım istemesini beklemelerini istiyor. Eğer yardım istiyorsa kendi söylüyor ve yardım edecek kişiyi kendi yönlendiriyor. Tekerlekli sandalyesine aniden yaslanılması ve dokunulması onu rahatsız edebiliyor.

Tekerlekli sandalyede olduğu için onunla konuşan kişinin tam karşısında, rahatlıkla göreceği şekilde durması gerekiyor. Sanıldığının aksine Ali engeliyle ilgili soru sorulmasından rahatsız olmuyor. Sadece soruyu samimiyetle, uygun bir dille sormalarını bekliyor. Kısaca Ali çok şey beklemiyor. Onu olduğu gibi kabullenmenizi istiyor.


ALİYE YÜCEL

21 Eylül 2014 Pazar

İLGİNÇ MEZAR


Dinimiz gereği biz de mezar taşlarının sade olması gerekiyor. Bu nedenle ülkemizde çok abartılı ve üzerinde heykel olan mezarlar yok. Ancak dünyada pek çok abartılı, ilginç mezarlar ve mezar taşları var. Bunlardan biri de  Amerika da Utah eyaletinin başkenti Salt Lake City'nin mezarlığında bulunuyor. Bu ilginç anıt mezar Matthew Stanford Robison isimli, küçük yaşta ölen bir çocuğa ait.

Matthew Stanford Robison 1999 yılında, 11 yaşında iken ölmüş... Matthew, bedensel engelli bir çocukmuş... Kısa yaşantısını tekerlekli sandalyede sürdürmüş. Mezarında da bir tekerlekli sandalyede ayağa kalkmış bir halde heykeli bulunuyor. Bir mezar için fazla abartılı olduğu düşünülebilir. Ancak kabul etmek gerekir ki bu mezar insanı duygulandıracak türden... Çok ilgi çekiyor. Bu mezarı görünce neden ve niçin yapıldığını... Orada yatan kişinin hayat hikayesini merak etmemek elde değil.

Matthew'in hayat hikayesi oldukça dokunaklı... Şimdi hayatta olmayan Matthew, 1988 yılında Salt Lake City'de doğmuş. Doğum sırasında oksijensiz kaldığı için beyin felci (Serebral Palsi) geçirmiş. Kısa hayatını da engelli olarak sürdürmüş... Matthew'in vücudunun felçli olmasının yanı sıra gözleri de görmüyormuş. Doğduğunda bir kaç saat yaşaması bekleniyormuş... Ancak kimin ne kadar yaşayacağını Allah'tan başka kim bilebilir? Matthew, 11 yaşına kadar yaşamış. O yaşına kadar da hayatını tekerlekli sandalyede geçirmiş. Ailesinin ve arkadaşlarının sevgisi ona güç vermiş...


Yaşantısı ve ölümü ailesinde büyük etki bırakmış. Ölümünden sonra babası Ernest Robison, Matthew için işte bu ilginç mezarı yaptırmış. Böylece oğlunun ayağa kalkabilme isteğini bu şekilde ortaya koymuş... Heykelde; Matthew'in hayattaki tüm sıkıntı ve yüklerden, tekerlekli sandalyenin üzerinden göğe doğru elini uzatarak kurtulduğu anlatılmış... Ölümünün üzerinden yıllar geçse de mezarındaki bu heykelin fotoğrafı tüm dünyada dolaşıyor. Böylece Matthew'in etkileyici hayat hikayesini merak edip öğrenmemizi sağlıyor.

Matthew, Serebral Palsi'li ilk çocuk değil, maalesef son da olmayacak. Bu durumda olan pek çok çocuktan haberdar olamıyoruz, olamayız. Bu duygusal heykel onun ve hayatının tüm dünya tarafından fark edilmesini sağlamış oldu. Yoksa küçük Matthew'in kim olduğunu, nerede, nasıl yaşadığını nasıl öğrenirdik? Matthew kısacık yaşantısında ailesinin hayatına dokunduğu gibi, yıllar sonra bu ilginç mezarıyla bizim hayatımıza da dokundu.

ALİYE YÜCEL


8 Haziran 2014 Pazar

TEKERLEKLİ SANDALYE VE ÖZGÜRLÜK


Tekerlekli sandalye, olumsuz bir klişe gibi görülse de, kullananlar için asla böyle değil. Onu kullananlar için tekerlekli sandalye özgürlüktür. Bunun böyle olduğunu çevremdeki tekerlekli sandalye kullanıcılarından biliyordum. Ancak Sue Austin'in videosunu izleyince iyice emin oldum. Sue Austin, sürekli ilerleyen bir hastalık nedeniyle, yıllar önce tekerlekli sandalye kullanmaya başlamış. Şimdi ise tekerlekli sandalyeyle su altına tüplü dalış yapıyor. Su altında bale yapıyor.

Sue Austin, deneyimlerini anlattığı bir konuşmasında: "Burada olmak, yolculuğum hakkında konuşmak, tekerlekli sandalyem hakkında konuşmak ve onun bana getirdiği özgürlük hakkında konuşabilmek muhteşem..." diye sözüne başlıyor. Tekerlekli sandalye kullanması onun dünyaya olan erişimini tamamen değiştirmiş. Tekerlekli sandalyeyi kullanmaya başlamak onun için yeni ve muazzam bir özgürlük olmuş...

Sue Austin tekerlekli sandalye hakkındaki düşüncelerini "Hayatımın sınırlandığını ve ellerimden kaydığını düşünürdüm. Devasa bir oyuncağa sahip olmuş gibiydim. Tekerleklerin "Vınnn" sesini duyar, rüzgarı yüzünde hissederdim. Sokağın dışına çıkmak bile başlı başına neşelendiriciydi. Bu yeni oyuncağımı ve özgürlüğümü bulmama rağmen,  insanların bana davranışları tamamen değişmişti. İnsanlarla aramıza görünmez bir perde inmişti ve beni artık görmüyor gibi davranıyorlardı. Beni kendi varsayımlarıyla algılayıp, tekerlekli sandalyede onlar ne görmek istiyorsa öyle olmam gerektiği yönünde davranıyor gibiydiler. İnsanlara soruyordum. "Tekerlekli sandalye sana neyi çağrıştırıyor?" Cevaplar genelde şöyleydi: "Sınırlama", "Korku", "Acıma", "Kısıtlanma"..." diye açıklıyor.


Sue Austin, bunun üzerine kendini başkalarının gözüyle ve onların bakış açısıyla gördüğünü tespit edip, bunun yanlış olduğunun farkına varıp, kimliğini yeniden oluşturmaya ve kendi hikayesini yazmaya karar veriyor. Bunun üzerine tekerlekli sandalye ile denizaltına dalıyor. Videonun devamında; tekerlekli sandalye ile denizaltında yaptığı gösteriyi görenlerin fikrinin nasıl değiştiğini uzun uzun anlatıyor.

Tamamını burada yazamayacağım sözlerinin bir bölümü şöyle: "... İşte bu anda bu insanların beni tekerlekli sandalye ile bunları yapabilirken gördüğü anda, artık tekerlekli sandalyeyle ilişkin önceki yargıları kalmıyor... Benim için bu, diğer insanların farklılıkların değerini, getirdiği eğlenceyi, görmelerini sağlamak, insanların fiziksel kayıplarına ve sınırlamalarına odaklanmak yerine dünyayı yepyeni heyecanlandırıcı bakış açılarıyla keşfetmenin getirdiği gücü ve neşeyi göreceğimiz anlamına geliyor. Benim için tekerlekli sandalye dönüşümün bir aracı. Hatta artık tekerlekli sandalyeye ben "portal" diyorum. Çünkü beni yepyeni bir varoluşa, yepyeni alanlara, yepyeni bir bilince taşıyor. Diğer bir noktada kimsenin daha önce su altı tekerlekli sandalyeyi görmemiş olması, yepyeni bakış açıları, varoluşlar, bilişler yaratıyor..."

Sue Austin'in, konuşmasının her cümlesi altı çizilecek kadar anlamlı ve deneyim dolu... Engelli, engelsiz herkes 10 dakikasını ayırıp, Sue Austin'in deniz altına dalış görüntüleriyle süslü videosunu mutlaka izlemeli... Seyreden herkes o andan sonra; eğer bu yapılabiliyorsa, çok şey yapılabilir diye düşünüp, hayata farklı bakacak... Tekerlekli sandalyeyle hareket etme özgürlüğünü görenlerin, tekerlekli sandalyeyle ilgili ön yargıları ortadan kalkacak...


ALİYE YÜCEL

16 Şubat 2014 Pazar

ENGELLİ DİSNEY PRENSESLERİ



Dünyaca ünlü illustrasyon sanatçısı ve moda eleştirmeni Alexsandro Palombo'nun her çalışması çok dikkat çekiyor. İtalyan sanatçı kendine özgü ilginç çizimleriyle sosyal mesajlar veriyor. Yaptığı her çalışmayla daima kendinden söz ettiriyor. Çizimleri konusunda ünlü bir isimden, resimden ve bir çok şeyden ilham alabilen Palombo, bu kez de Disney Prensesleri'nden ilham almış...

Alexsandro Palombo, Disney Prensesler serisini engelli olarak çizmiş... Bildiğimiz; Pamuk Prenses, Külkedisi, Uyuyan Güzel, Küçük Denizkızı, Rapunzel, Prenses Pocahontas hepsi engelli olarak tasarlanmış... Disney Prensesleri Palombo'nun, çizimleri sayesinde yeni bir görünüme sahip olmuşlar...  Prensesler bazısı tekerlekli sandalyede, bazısının kolu yada bacağı eksik, bazısı da  koltuk değneği kullanıyor...

Bütün prenseslerin engelinin ne olduğunu burada tek tek anlatmak uzun sürer... Çizimlerin hepsini görmeniz gerekir... Örneğin; Pamuk Prenses, daha önce hiç görmediğimiz gibi bir tekerlekli sandalyede ve prens onun sandalyesini itiyor... Pocahontas'ın bir bacağı yok ve koltuk değneği ile yürüyor... Külkedisi Sinderalla tekerlekli sandalyede ve bacağı takma... Bu durumuna göre, kaybolan ayakkabısı protez ayağına uyacak mı diye bakılıyor! Hepsi de oldukça ilginç...


Hiç bir Disney filminde engelli birini gördünüz mü? Tabii ki hayır... Çünkü engellilik oradaki kahramanlara uygun bir durum değil... Engelli bir kahraman olabilir mi? Hele de bu kahramanlar birer prenses iseler... Güzeller güzeli, kusursuz vücutlara sahip, ideal birer genç kız olan ve herkesin hayran olduğu prensesleri böyle görmek oldukça şaşırtıcı...

Çarpıcı çizimlerin sahibi Alexsandro Palombo, güzellikleriyle herkesi etkileyen prensesleri engelli olarak çizerek, dünyada insanları etkileyen bir soruna, engelliliğe dikkat çekiyor. Güzellik ve kusursuzluğu bir tezat olarak engellilikle göstermiş.... Bu mesajı çok dikkat çekici... Engellilik sorununa toplumsal bir farkındalık getirmek için bu çizimleri yapmış... Engelli ayrımcılı önemli bir sorun... Palombo bunu çizimleriyle gözümüze sokuyor. Geleneksel algıyı yıkıyor. Disney Prensesleri'ni böyle görmek bilinçlendirmeye yardımcı olabilir. Bu nedenle çok başarılı bir kampanya...

Engellilik hayatın bir parçası... Bir uzuv kaybı herkesin başına gelebilecek bir durum... Herkes kolunu yada bacağını kaybedebilir ve bu durumda yaşaması gerekebilir. Ama ne yazık ki pek çok kişi bunun, "gizlenmek zorunda olan bir çirkinlik" olduğunu düşünüyor. Şimdi şöyle bakalım... Bu karakterler böyle fiziksel engelli olsaydı, bu kadar popüler olur muydu? Onları böyle görmek ister miydik? Bu durumda olsalar bu kadar sevilirler miydi? Alexsandro Palombo, çizimleriyle sosyal dışlanmayı gözle görülür bir hale getirmiş... Bize de gözlerimizi açmak ve bunu görmek düşüyor!

ALİYE YÜCEL

2 Şubat 2014 Pazar

ÇOK ŞEY ANLATAN FOTOĞRAFLAR



Sosyal medyada Luka'nın fotoğraflarını görüp; hikayesini öğrenince çok etkilendim. Bir fotoğrafa bakınca sadece bir "an" görürsünüz. Ama bu fotoğraflar öyle değildi... Fotoğraflar sanki harekete dönüşmüştü... Sloven fotoğrafçı Matej Peljhan'ın çektiği fotoğraflar çok anlamlıydı... Ve ne çok şey anlatıyordu.

Fotoğrafları çekilen Luka, 12 yaşında kas erimesi (Müsküler Distrofi) hastası bir çocuk... Hastalığı nedeniyle kasları zayıfladığı için tek başına yapabilecekleri çok sınırlı... Luka; yürüyemiyor, giyinemiyor ve yardımsız yemeğini bile yiyemiyor. Hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Sadece parmakları hareket ediyor. Bu sayede tekerlekli sandalyesinin hareket kolunu kullanabiliyor. Eline kalem alıp resim yapabiliyor.

Fotoğrafçılığın yanı sıra klinik psikoloji alanında çalışan Matej Peljhan, projenin nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatıyor: "Konuşmalarımızdan birinde Luka benden yürürken, hareket ederken ve çeşitli etkinlikler yaparken fotoğraflarını çekmemi istedi..." Yani, bu fotoğrafları çekme fikri Luka'dan çıkıyor. Büyük bir hayal gücü olduğu kesin... Fotoğraflarda, kendini hareketli, yapamadıklarını yaparken görmek istiyor. Yapabilseydi nasıl görüneceğini bilmek istiyor...


Peljhan, önce bunun imkansız olduğunu düşünüyor. Sonra bu fikir ona da ilginç geliyor. Luka'nın çizdiği resimlerden esinlenen Matej Peljhan hareket hissini arttırmak için fotoğrafları kuşbakışı açıdan ve perspektifi değiştirerek çekiyor. Zemin üzerine renkli çarşaf ve çeşitli objelerden hayali bir dünya oluşturuyor. Oluşturduğu bu sahnelere, o sahnelere uygun kıyafetlerle Luka'yı yerleştiriyor. Fotoğraflarında fotoğraf hilesi, fotoshop kullanmıyor. Bu serinin adını da ünlü Fransız romanından esinlenip "Küçük Prens" (Le Petit Prince) koyuyor.  

"Küçük Prens" serinin ilk fotoğrafı Luka'nın balon çizmesiyle başlıyor. Sonra Luka balonla uçuyor, merdivenlerden çıkıyor, kaykaya biniyor, denize dalıyor, kayak yapıyor, basketbol oynuyor, koşuyor, breakdance yapıyor... Tüm bunları yapamasa da hep hayal etmiş... Böylece yapabilse nasıl olacağını görüyor. Fotoğraflarda hiç engellenmiyor... Matej Peljhan, Luka'yı böyle fotoğraflayarak Luka'nın engellerini kaldırıyor. Onun hayallerini gerçekleştiriyor.

Bu fotoğraflar küçük çocuk için çok mutluluk verici ve unutulmaz bir hatıra oluyor. Luka'yı iyi tanıyan Peljhan, onunla ile ilgili şunları söylüyor: "Luka, kendisine acınmasını, hatta empati kurulmasını istemiyor. Hayata pozitif bakmak ve sadece yapabileceklerine odaklanmak istiyor..."  Bunlardan anlıyoruz ki Luka engelini ve bu nedenle oluşan fiziksel kısıtlamaları hiçe sayarak "Ben de varım..." diyor. Fotoğrafları gören herkesin de yüreğine dokunuyor...

Fotoğrafların Tamamı İçin: http://mate.1x.com/gallery/144270

ALİYE YÜCEL

29 Aralık 2013 Pazar

BUNGEE JUMPİNGİN BÖYLESİ...


Bungee jumping, kişilerin yüksek bir yerden aşağıya atladıkları ve esnek bir halatla yukarıya çekildikleri çok heyecan verici bir etkinliktir. Seyrederken bile insanın yüreği ağzına gelir... Bungee jumping yapanların yaşadığını duyguları düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor. Adrenalinde doruk noktası olan bu etkinliği bir de tekerlekli sandalyede yaşayan biri yaparsa ne kadar şaşırtıcı olur değil mi?

Bungee jumping, ekstrem bir spor, sınırsız bir heyecan ve eğlence için yapılıyor. Yapanların adrenalinin doruğu olarak tanımladığı bu etkinliği Riley Martin, tekerlekli sandalyeyle deniyor. Tekerlekli sandalyedeki kişilerin çeşitli sporlar ve dans etkinlikleri yaptığını biliyor ve görüyoruz. Ancak bungee jumping yapmak çok cesurca...

Kanadalı Riley Martin, geçirdiği bir trafik kazası sonucu genç yaşta felç oluyor. O günden sonra da hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Bir gün bir arkadaşı ona bungee jumping yapanların videosunu gösteriyor. Böylece Riley Martin, macera severlerin tutkusu olan bungee jumpingi denemek istiyor. Martin, 21 yaşında iken tekerlekli sandalyesiyle bungee jumping yapmaya karar veriyor. Kanada'nın Britanya Kolumbiyası eyaletinde yaklaşık 170 metre yüksekliğinde bir köprüden tekerlekli sandalyesiyle atlıyor.


Riley Martin, bu atlayışın fotoğraflarını da bir sosyal paylaşım sitesinde paylaşıyor. Bu fotoğraflar görenlerin çok ilgisini çekiyor. Ona pek çok soru soruyorlar... En önemli soruda "Bu atlayışı neden tekerlekli sandalyede yaptığı..." oluyor. Riley Martin bunun cevabını şöyle veriyor: "Tekerlekli sandalyede hayatımı sürdürdüğüm için bunun daha kolay olacağı söylendi... Ben de kendimi böyle daha rahat hissedeceğimi düşündüm... Ve böyle atladım..."

Üniversite öğrencisi olan Riley Martin; basketbol, tenis ve rugby gibi spor dallarıyla ilgileniyor. Yarış arabası da sürüyor. Riley Martin'in bungee jumping yaparken paylaştığı fotoğraflar çok etkileyici...  İpler tümüyle sağlam olsa da tekerlekli sandalyeyle bunu denemek bir kat daha cesaret istiyor... Atlayış yaptığı platformda geldiğinde ne düşündü, atlarken ne hissetti merak etmemek elde değil...

Bu tür etkinlikler Riley Martin için engeline karşı bir başkaldırış biçimi... Bu atlayışı bir farkındalık yaratmak için, kendi potansiyelini başkalarına ispat ve kendini kendine ispat için yapmış... Çok da iyi yapmış... Bir şeyler başarmak istedikten sonra hangi şartlarda olursa olsun, bunun yapılabileceğini bize gösteriyor.


ALİYE YÜCEL

22 Aralık 2013 Pazar

MİNİK AHSEN'İN HİKAYESİ


Ahsen, tekerlekli sandalyede bir kız çocuğu... Ateşli bir hastalık geçirdiği için her iki bacağı da tutmuyor. Bu nedenle hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Bazı kimseler hayatını tekerlekli sandalyede geçiren kimseler için "tekerlekli sandalyeye mahkum" diyor. Oysa Ahsen bu tabirden hiç hoşlanmıyor. O hayatını tekerlekli sandalyede sürdürdüğünün bilinmesini istiyor...

Ahsen, küçük yaştan beri durumunun farkında ve bunu kabullenmiş bir çocuk... Yürüyemese de tekerlekli sandalyesiyle okula gidiyor. Günlük yaşantısında zaman zaman (mimari engellerden dolayı) zorlansa da yaşantısını sürdürüyor. Ailesi, arkadaşları ve öğretmeni onu çok seviyor ve yardımcı oluyorlar... Sınıfı okulun giriş katında, okulunun girişinde bir kaç basamak merdiven var. Bu nedenle Ahsen'in okula başladığı yıl, tekerlekli sandalyesiyle rahatça girebilmesi için girişe rampa yapılmış... Ahsen, mutlu ve çok başarılı bir çocuk...

Genelde normal insanlar (!) bazen Ahsen'e acıma ya da küçümsemeyle baksa da o kendisine  farklı bakmamalarını, ilk tanışmada herkese nasıl davranılıyorsa ona da öyle davranmalarını istiyor. Tekerlekli sandalyede yaşasa da ekstra bir ilgiyi ya da dışlanmayı istemiyor.


Tekerlekli sandalyede olduğu için “sakat, aciz" gibi etiketlerle, acıyarak yaklaşılmasını ve acıma hissi veren ses tonu ile konuşmalarını da istemiyor. Sonuçta birtakım engellere sahiptir olduğunu biliyor. Ancak o hasta ya da mutsuz olmadığının bilinmesini istiyor.

Ahsen, karşısında çok dikkatli ve özenli olmaya çalışanları hiç anlayamıyor. Diğer insanlarla nasıl konuşuluyorsa onunla da öyle konuşmalarını istiyor. Kelimeleri vurgulayarak veya yüksek sesle konuşmayı anlamsız buluyor, çünkü onun duyma sorunu yok! Ayrıca onun zeka ve algılama sorunu olduğunu ima eder gibi tane tane ve vurgulayarak konuşulmasını da istemiyor.

Tekerlekli sandalyede olduğundan dolayı ona yardım etmek amacıyla aniden atılmamalarını; onun yardım istemesini beklemelerini istiyor. Eğer yardım istiyorsa kendi söylüyor ve yardım edecek kişiyi kendi yönlendiriyor. Tekerlekli sandalyesine aniden yaslanılması ve dokunulması onu rahatsız edebiliyor.

Tekerlekli sandalyede olduğu için onunla konuşan kişinin tam karşısında, rahatlıkla göreceği şekilde durması gerekiyor. Sanıldığının aksine Ahsen engeliyle ilgili soru sorulmasından rahatsız olmuyor. Sadece soruyu samimiyetle, uygun bir dille sormalarını bekliyor...

 ALİYE YÜCEL

8 Aralık 2013 Pazar

"SADECE SEN" Mİ? "ONLY YOU" MU?


Geçtiğimiz Ekim ayında Uğur Yücel’in yönettiği ve başrollerinde Beren Saat ve Uğur Yücel’in oynadığı Benim Dünyam filmi gösterime girdi. Filmde; Beren Saat, görme ve işitme engelli biri rolündeydi. Bu film Bollywood yapımı Black filminin uyarlamasıydı ve dünyaca ünlü Amerikalı pedagog Helen Keller’ın hayat hikayesini anlatıyordu. Beren Saat, Benim Dünyam filminde görme ve işitme engelli Helen Keller'ı canlandırıyordu.

Bizim senaristlerimiz özgün bir engelli hikayesi bulamıyorlar mı nedir? Engelli hikayesini anlatan bir uyarlama film daha beyazperdeye geliyor. Bu kez de Güney Kore yapımı "Only You" (2011) filminin uyarlaması olan "Sadece Sen" filmini izleyeceğiz. Bu filmde de görme engelli bir genç kız var. Bu kızı Belçim Bilgin Erdoğan oynuyor.

Film tam bir romantik dram... Yapımcılığını Boyut Film'in yaptığı filmin yönetmeni ise Hakan Yonat. Konusu kısaca şöyle: Hazal (Belçim Bilgin Erdoğan) görme engelli bir genç kızdır. Ali (İbrahim Çelikkol) ise geçmişi karanlık eski bir boksördür. Ali, karanlık geçmişi ile hesaplaşırken bir yandan da Hazal ile aşk yaşamaktadır.


Only You filmi izleyiciden büyük beğeni almış bir film... Hikayesi sadece romantik film sevenleri değil, dövüş sahneleriyle aksiyon meraklılarını da ilgilendiren türden... Sadece Sen filmi (filmin adı bile aynı...) Only You filminden uyarlandığına göre seyirciyi hem çok romantik ve hem de aksiyon dolu sahneler bekliyor.

Biliyoruz ki filmlerdeki engelliler genellikle acınacak, zavallı ve alay edilen kişiler oluyor. Engelli kimse; sağlam bir kimseye aşık olamıyor, olsa da onunla evlenemiyor. Oyuncu tekerlekli sandalyedeki veya gözleri görmeyen sevgilisini görünce ne yapacağını bilemiyor ve kaçıp gidiyor... Bu filmde de gözleri görmeyen bir sevgili var... Ancak bu filmde öyle olmuyor... Bunun için bile seyredilmeye değer...

Benim Dünyam, konusu itibariyle herkesin ilgisini çekecek olsa da engelli dünyasını anlatıyordu. Ancak işitme engelliler için altyazı, görme engelliler için sesli betimleme uygulaması yoktu. Umarım Sadece Sen filmi için bu hataya düşülmez... Engellilere de ulaşması sağlanır. Film vizyona girdiğinde işitme engelliler ve görme engelliler sinema salonuna gidip bir koltuğa oturup izleyebilirler...

Bu hafta fragmanı yayınlanan Sadece Sen filmi 2014 yılının Mart ayında gösterime girecek. Fragmanından duygusal, sürükleyici ve insanı içine alan bir film olduğunu anlıyoruz. Beren Saat, engelli birini başarıyla canlandırmış ve rolünün üstesinden gelmişti. Şimdi Belçim Bilgin Erdoğan'ın görme engelli biri olarak performansını merak etmemek elde değil... Filmin önceden yapılmış başarılı bir örneği olması da beklentiyi yükseltiyor. Şimdi de bakalım "Sadece Sen" mi? "Only You" mu?

ALİYE YÜCEL

2 Haziran 2013 Pazar

MERYEM İÇİN ÜZÜLÜYORUM


Salı akşamları A TV’de yayınlanan “Benim için Üzülme” dizisinde yer alan Meryem karakteri sonunda konuşmaya başladı. Dizi yayınlanmaya başlayalı 30 bölüm oldu. Meryem’in sesi hiç duyulmadı. Meryem; yıllar önce geçirdiği bir kaza sonrasında yürüyemeyen bu nedenle hayatını tekerlekli sandalyede sürdüren, kendini dış dünyaya kapatan, hiç kimseyle konuşmayan ve çevresinde olup biten hiçbir şeye tepki vermeyen bir kadın…

Meryem, kocası Şahin’in çocuğu olmadığı halde onun tarafından çocuğun olmuyor yalanlarıyla kandırılmış, bu yalanı ortaya çıktığı zaman Şahin tarafından merdivenlerden düşürülerek sakatlanmış... Meryem’in çilesi bununla da bitmemiş kocası yeniden evlenmiş ve her türlü tedavi imkanı da kocası tarafından engellenmiş… Yani, çile üstüne çile…

Meryem kocası Şahin ve yeni karısı Bahar ile aynı evde yaşamaya devam ediyor. İlk bölümlerde sakatlanma ve konuşmama nedenini bilmeden Şahin’i takdir edip; “Bak karısını bırakmamış, bakımını da sağlıyor…” diye düşünürken;  gerçekleri öğrenmeye başlayınca Şahin’e karşı çok büyük bir öfke duymaya başlıyor insan… Bir adam karısına bunca kötülüğü nasıl yapar, bu ne insafsızlık, diye…

Meryem karakteri sessiz ve hareketsiz bir rol… Ama bir derinliği var… Sahnelerinde korkularını, hüznünü, endişelerini ve yaşadığı acıyı çok güzel hissettiriyor. İnsan onun her sahnesinde merakla bir iyileşme, bir hareket, bir ses bekliyor. Her bölümde bir patlak verecekmiş gibi bir his veriyordu. Sonunda öyle de oldu.


Meryem karakterini Serpil Gül canlandırıyor. Serpil Gül, siyah beyaz dönemde başrollerde, daha sonra yan rollerde oynamış bir Yeşilçam oyuncusu… Gül, 1966 yapımı Çalıkuşu filminde Müjgan, Boş Çerçeve filminde Alev’in ablası Arzu, Mazi Kalbimde Yaradır filminde Murat’a aşık olan Nilgün, Karaoğlan Geliyor filminde Karaoğlan’ın annesi Sabiha Hatun, Sezercik Küçük Mücahit filminde Sezercik’i büyüten ayakkabıcı Salih Usta’nın karısı Ayşe gibi pek çok rolde oynamış…

Bu bir dizi karakteri ama Meryem için üzülüyorum. Dizi deyip geçmeyelim. Gerçekte hayatta da Meryem’in durumda olan kişiler yok mu? Bir şekilde engelli hale gelmiş; tedavisi yapılamamış veya yapılmamış… Tedavi imkanı varken olamamış… Gençliği böyle geçmiş… Maalesef ki böyle kişiler var. Bazı gerçekler filmlerde bile yok!

Evet, Meryem konuşmaya başladı. Dizi başladığından beri eminim ki pek çok seyirci bu anı bekliyordu. Başta foyası meydana çıkacak olan kocası Şahin olmak üzere herkes ne konuşacağını, ne diyeceğini çok merak ediyor. Neler söyleyecek… Başına gelenleri ve yaşadıklarını nasıl anlatacak... Bakalım Meryem’i gelecek bölümlerde neler bekliyor. Ben de merakla bekliyorum…

 ALİYE YÜCEL  

21 Nisan 2013 Pazar

FİLİSTİNLİ FOTOĞRAFÇI



Şartlar uygun olduğunda bir engellinin hemen hemen her mesleği yapabileceğini gördüm. Önemli olan şartları uygun hale getirmek… Şartlar uygun olunca ve engeller yok olunca pek çok şey başarılıyor. Belki bazı meslekler biraz daha zorlayabiliyor. Ama yapılabiliyor mu? Kesinlikle “Evet” yapılabiliyor.

Her engel gurubunun zorlandığı durumlar birbirinden çok farklı… Bazı meslekler bedensel engelliyi zorlayabiliyor. Bedeni bazı sınırlamalar getirebiliyor. İşte fotoğrafçılıkta bunlardan biri… Tekerlekli sandalyede fotoğrafçı olmak, fotoğrafçılık yapmak hiç kolay iş değil… Ancak Filistinli Moamen Qreiqea bunu başarıyor.

Sosyal medyada, küçük bir kız çocuğunun fotoğrafını çekmeye çalışan tekerlekli sandalyede birini görünce çok etkilendim. Bu genç adamın Filistinli serbest fotoğrafçı Moamen Qreiqea olduğunu öğrendim. Bir fotoğrafçı arkadaşı, Moamen Qreiqea’yı kendi evinin önünde kızının fotoğrafını çekerken yakalamış… Öyle güzel bir kare ki görmeye değer… Hele de baba ve kız olduklarını öğrenince etkilenmemek mümkün değil…



Moamen Qreiqea, 2008 yılında Gazze’nin doğusunda fotoğraf çekerken, İsrail’in gerçekleştirdiği hava saldırısında yaralanmış… Bunun sonucu olarak her iki bacağını da kaybetmiş… İki çocuk babası Moamen, o günden sonra da hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor.

Biraz araştırınca Moamen Qreiqea'nın arkadaşları tarafından çekilmiş birçok fotoğrafına rastladım. Fotoğrafçı Moamen Qreiqea’yı arkadaşları pek çok farklı yerde fotoğraflamışlar... İsrail hapishanelerindeki Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını isteyen protestocuların fotoğrafını çekerken, kardeşinin yardımıyla evinden çıkarken, spor salonunda egzersiz yaparken… Öyle güzel, öyle etkileyici fotoğraflar ki… Birçoğunda da Moamen Qreiqea’nın elinde fotoğraf makinesi var…

Moamen Qreiqea, engelli hale geldikten sonra çok sevdiği mesleğine veda etmiyor. Tüm engellere rağmen kariyerine devam etmeye karar veriyor. Mesleğini sürdürüyor. Filistin, Gazze gibi bir yerde savaşın ortasında fotoğrafçı olmak hiç kolay değil. Ama o bunu başarıyor. Fotoğraf çekme tutkusundan hiç vazgeçmiyor.

Her geçen gün Filistin’de, Gazze’de çatışmalar oluyor. Bu çatışmalarda pek çok kişi ya ölüyor ya da yaralanıyor. Yaralıların birçoğu engelli hale geliyor. İşgal altındaki Filistin’de ne çok engelli vardır bilemiyoruz. Moamen Qreiqea’yı fotoğrafçı arkadaşları sayesinde tanımış olduk… Oysa kim bilir? Ne çok engelli hikayesi vardır. Filistin, ne çok engelli hikayesini barındırır…


ALİYE YÜCEL

24 Mart 2013 Pazar

ŞÜKRÜ SÜRMEN’İ RAHMETLE ANARKEN…



İki yıl önce Mart ayında kaybetmiştik Şükrü Ağabey’i… Hayatta bazı insanlar için iyi ki tanımışım diye düşünürsünüz ya…  İşte Şükrü Sürmen’de benim için öyle biriydi… Efendi, kibar, mütevazı, samimi, hoşsohbet biriydi. Candan bir dosttu. Onu en son Herkes İçin Erişilebilir İstanbul kapsamındaki bir toplantıda görmüştüm. Vefatını duyduğumda bir dost kaybetmenin acısı içime işlemişti.

66 yaşında aramızdan ayrılan Şükrü Sürmen, 1945 yılında Trabzon’da doğmuştu. 19 yaşında iken ailesiyle birlikte bir trafik kazası geçirmişti. İşte bu kazada annesini ve babasını kaybetmiş, kendisi de engelli hale gelmişti. O günden sonra hayatını tekerlekli sandalyede sürdürdü. Kaza geçirdikleri yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık bölümü birinci sınıf öğrencisiydi. Kaza sonrasında eğitimine uzun bir süre ara verse de daha sonra tekerlekli sandalyede eğitimini tamamlamış, İTÜ Mimarlık bölümünden mezun olmuştu.

Yüksek Mimar Şükrü Sürmen, Karayolları İdaresi’nde uzun yıllar kontrol mimarı olarak çalıştı. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nde teknik mimarlık yaptı. Yine İTÜ’de Özürlü ve Yaşlılar İçin Çevre Tasarımı dersleri verdi. Oradan emekli oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin özürlüler ile ilgili projelerinde de danışman olarak görev yaptı. Ömrünü engelsiz bir Türkiye ve engelsiz bir İstanbul için harcayan Sürmen’e, TBMM Üstün Hizmet Ödülü verildi. Son olarak Bakırköy Belediyesi’nde çevre standartlarının yükselmesi ve projelerin engellilere uygunluğu konusunda danışmanlık yapıyordu. Vefatından sonra Bakırköy Belediyesi, Şenlikköy’deki bir parka onun adını verdi.



Çok uzun yıllar tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren Sürmen, engellilerin çektiği sıkıntıları bizzat yaşıyor ve çok iyi biliyordu. Engelliler ve yaşlılarla ilgili mimari düzenlemeler, yaşlı yurtları, rehabilitasyon merkezleri ve hastaneler üzerine araştırmalar yapmıştı. Kamu projelerinin mimari açıdan engellilere uygun olup olmadığı konusunda danışmanlık yapıyordu. Caddelerde, sokaklarda ve ulaşımda ve sosyal hayatta yaşadığı sorunları fotoğraflı raporlarla yetkililere iletiyordu.

Engelliler ve yaşlıların hayatını kolaylaştıran şehir ve mimari çalışmalarıyla tanınan Mimar Şükrü Sürmen; Tekerlekli Koltuktaki İnsanların, Postacıyı Beklerken, Yaşlılar ve Yaşlılık Üzerine Dağınık Notlar, Tasarım Üzerine Söyleşiler ve Karışık Yazılar isimli kitapları yazmıştı. Ayrıca çeşitli yayın organlarında makale, inceleme ve araştırma yazıları bulunan Sürmen, Mimarist Dergisi danışma kurulu üyesiydi.

Şükrü Ağabey’in ibretlik bir hayat hikayesi olduğunu düşünürdüm. Mimarlık bölümü öğrencisi iken mimari engellere maruz kalması, bana ilginç gelirdi. Tekerlekli sandalyede mimarlık eğitimi görmek ve mimar olmak… Böylece en iyi o anladı bedensel engelli birinin mimari engeller yüzünden neler çektiğini… Çözümünü de o buldu. Yıllarca çalışmaları hep bu yönde idi... Engellilerin sorunlarına onların gözüyle baktı. Engelliler için modern standartların uygulanması en büyük çabasıydı. Son yıllarda engelliler adına önemli adımlar atılsa da yapılması gereken çok şey olduğunu söylerdi.

Sürmen, kitabında “Ölüme ise birçok insandan daha fazla hazır olduğumu sanıyorum. Demek ki bazı sakatlar için asıl korkutucu olan yeni ve daha ileri bir sakatlıktır…” yazmıştı. Ama korktuğu olmadı… Hasta olup yatmadan, yolda giderken aniden kalp krizinden aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin… Nur içinde yatsın.

ALİYE YÜCEL

3 Mart 2013 Pazar

TÜRK HAWKING KİMDİR?


Prof. Dr. Onur Güntürkün tekerlekli sandalyede hayatını sürdüren çok başarılı bir bilim adamı… Bu nedenle bilim çevrelerince “Türk Hawking” adını almış… Güntürkün, insan beyninin çok önemli bir sırrını çözüp; beynin iki yarısının farklı çalıştığını kanıtlayarak, geçtiğimiz Aralık ayında Almanya’nın en büyük ödülü Leibniz Bilim Ödülü’nü kazandı. Böylece Nobel adayları arasına girdi.
1958 yılında doğan Onur Güntürkün engelli olma hikayesi 4 yaşında iken o yıllarda çok yaygın olan çocuk felci geçirmesiyle başlıyor. Bir gece ateşleniyor ve tüm vücudu tutmaz hale geliyor. Görüyor, anlıyor, konuşuyor. Fakat hareket edemiyor. O günden sonra da hayatını tekerlekli sandalyede sürdürüyor. Ama başardıklarını görünce bu durumun onun hayatını asla olumsuz etkilemediğini anlıyoruz.
Güntürkün tedavisi için Almanya’ya gidiyor. Tedavisi yapılırken bir yandan da eğitimini sürdürüyor.  Okulundaki tek engelli ve tek Türk öğrenci olan Güntürkün küçük yaşlarda bilime ilgi duyuyor. Arkadaşları koşup oynarken o zamanının çoğunu kitap okuyarak geçiriyor. Hayvanlar üzerine çeşitli deneyler yapıyor. Ortaokulu Almanya’da bitiriyor, oturma izinleri bitince Türkiye’ye dönüyorlar. Liseyi İzmir’de okuyor. Lise son sınıfta TÜBİTAK’ın Bilimsel deneyler yarışmasında balıkların siyah beyaz gördüğünü kanıtlayarak finale kalıyor. Liseyi birincilikle bitirip üniversite eğitimi için tekrar Almanya’ya dönüyor.
 
Lisans eğitimini Psikoloji üzerine yapıyor. Ancak bitirme tezinin konusu “Beyin” olarak seçiyor. Çünkü en merak ettiği konu insan beyninin nasıl çalıştığı oluyor. Bu konudaki her türlü yayını okuyor. İnsan beynine benzeyen güvercin beyni üzerine çeşitli çalışmalar yaparak öğrenme ve davranışlarda beynin sağ ve sol yarısını farklı çalıştığını buluyor. Üniversiteyi pekiyi derece ile bitirip yardımcı araştırmacı olarak doktoraya başlıyor.
Onur Güntürkün, 35 yaşında Almanya’nın en genç profesörü oluyor. 39 yaşında ise mesleğinin zirvesine yükseliyor ordinaryüs profesör oluyor. Şu anda ise Almanya RUB Üniversite’sinde Psikoloji bölümünde dekan olarak görev yapıyor. Üniversitenin sayfasındaki kariyer basamaklarına baktığınızda inanamıyorsunuz. Bu kadar yıla sığdırılamayacak kadar başarı… Birçok önemli buluş, pek çok ödül…
Türk Hawking, çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor. İnsanı tanımaya ve hafızayı anlamaya çalışıyor. Unutkanlığı tarih yapmak için uğraşıyor. Sadece kariyer yapmakla kalmayan Prof. Dr. Güntürkün mutlu bir aile babası… İş dışında bütün vaktini eşi ve çocuklarıyla geçiriyor.
Prof. Dr. Güntürkün’ün bilim tutkusunun engelinden mi kaynaklı olduğunu düşünüyor insan… O da bunu düşünmüş ve bu soruyu kendine sormuş, cevap olarak “Bu durumda olmasam da bilimle ilgilenirdim” diyor. Engelini ve tüm engelleri aşarak büyük bir başarı hikayesinin mimarı oluyor. Başarının hangi şartlarda olursa olsun, istenirse nasıl elde edilebileceğinin en canlı örneği oluyor. Kim bilir belki de bir gün Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan ilk Türk olacak…
 
ALİYE YÜCEL

10 Şubat 2013 Pazar

İÇİMDE DANS EDİYORUM


Engelli filmleriyle ilgili en merak ettiğim şey bir engellinin engeliyle nasıl baş ettiği, engeline rağmen neyi başardığı ve bunun nasıl anlatıldığı olmuştur. “İçimdeki Dans" filminde dayanışmanın ve tüm engellere rağmen bağımlı olmadan yaşamayı başarmanın önemi anlatılmış… Film ülkemizde İçimdeki Dans, ismiyle gösterime girmiş, ancak “İçimde Dans Ediyorum” çok daha uygun… Dans etmesi mümkün olmayan birinin, hayalinde dans etmesi ancak böyle anlatılır. Ama seyredince anlıyoruz ki, kahramanlar içlerinde dans etmekten çok daha fazlasını yapıyorlar!

İçimdeki Dans, engelli iki arkadaş Michael (Steven Robertson) ile Rory’nin (James McAvoy) hikayesi… Michael, engelliler için özel olarak yapılan bir bakımevinde kalmaktadır. Bir gün kısa bir süre orada kalmak için Rory gelir. Asi ruhlu Rory ile Michael arasında bir dostluk başlar ve o günden sonra ayrılmazlar. Hatta bakımevinden ayrılıp beraberce bir eve çıkmanın yollarını arar ve bulurlar…
Michael ile Rory yollarına birlikte devam etseler de çok zıt karakterde iki gençtir.  Her ikisinin de farklı hayat deneyimleri vardır. Aslında tek ortak özellikleri engelli olmalarıdır. Michael, sakin, durumunu kabullenmiş ve uyumlu biridir. Rory ise deli dolu, kurallara uymayı sevmeyen ve özgür ruhludur. Olumsuz özellikleri olsa da; ağır engeline rağmen Rory’nin özgüvene imrenmemek elde değil…
Engellerine gelince; Michael beyin felci geçirmiştir. Tekerlerli sandalyede yaşamaktadır. Kol ve ellerini zor hareket ettirmektedir. Konuşması zor anlaşılmakta daha doğrusu anlaşılmamaktadır! Söylemek istediği kelimeyi ancak harfleri tek tek göstererek anlatabilmektedir. Hiç kimsenin anlayamadığı konuşmalarını Rory anlayabilmiş ve bir anlamda onun tercümanı olmuştur. Rory ise kas erimesi hastasıdır. Vücudunu hareket hiç ettirememektedir. O da tekerlekli sandalye de yaşamaktadır. Sadece başı ve bir elinin iki parmağı hareket edebilmektedir. Rahat konuşabilmektedir. Her ikisinin de zeka problemi yoktur.
Filmde engelliler dünyasından çarpıcı tespitler ve çok etkileyici sahneler var. Michael’in onu engelli olduğu için terk eden babasını buldukları sahne çok çarpıcı… Ev ararken emlakçının onları merdivenli bir eve götürmesiyle; engelli birinin durumunun nasıl dikkate alınmadığı ve neye gereksinimi olduğu bilinmediği çok güzel anlatılmış… Kendi başına yaşama izni ve ödeneği için başvuru sırasında yaşananlar, engellilere nasıl bakıldığını gösteriyor. Michael’in bakıcı kıza duyduğunun aşk mı, minnet mi olduğu tartışılır. Ama bu duygu yüklü sahnelerden etkilenmemek elde değil.
Engelli kişilerin dünyasını ve engellilik konusunu eğlenceli bir dille anlatan filmin oyuncuları da çok başarılı… Oyuncuların gerçek hayatta da engelli olduğunu düşünenler olmuştur. Engelli olmayan kişileri nasıl etkiler bilemem ama seyredilmeye değer bir film olduğu kesin… Bu film, belki de engellilere bakış açınızı değiştirmenize yardımcı olabilir.

ALİYE YÜCEL