> Engeloji : Görme Engelli

Translate

Görme Engelli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Görme Engelli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2016 Pazar

GÖRME ENGELLİ YARIŞMACI


"Kim Milyoner Olmak İster?" yarışma programı uzun yıllardır sürüyor ve ilgi ile izleniyor. Eminim pek çok kişi her bölümünü olmasa da bazı bölümlerini mutlaka izlemiştir. Ben de zaman zaman rastladığımda izliyorum. Geçtiğimiz günlerde fragmanında görme engelli bir yarışmacı olduğunu görünce merak ettim ve seyretmek istedim. Önce tanıyamadım. Sonra ismini duyunca emin oldum. Yarışmacı tanıdığım biri, Kürşat Ceylan'dı.

Kürşat'ı ağabeyi ile aynı projede beraber çalıştığım için tanıyorum. Seyredenler de anlattıklarından ve yarışmadaki başarısından sonra onu tanıdılar. Ancak, Kürşat'ın yaptıkları arasında yarışmadaki başarısı ne ki? Oradaki başarısını asla küçümsemiyorum. Tabii ki o da önemli... Hele de daha ilk sorularda elenen yarışmacıların yanında başarısı çok önemli... Ancak Kürşat Ceylan, daha pek çok başarılara imza etmiş bir genç...

Kürşat Ceylan, Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik mezunu. Boğaziçi Üniversitesi'nde okurken Young Guru Academy (YGA) ile tanıştı. YGA, sosyal bilinçli liderler yetiştirmek vizyonuyla 2000 yılında Türkiye'de kurulan uluslararası bir liderlik okuludur. 2 yıl Kör Liderler Projesi'nde gönüllü olarak çalıştı. 3000 görme engelli arasından seçilen 600 öğrenciden biri olarak programdan mezun oldu. Görme engelli ilköğretim öğrenciler için liderlik programları tasarladı. Görme engelliler için rol model oldu.



Kürşat, Gamze Sofuoğlu ile birlikte NTV Radyo'da "Başka Bir Gözle" programını yaptı. Uluslararası bir firma olan Roche'da yönetici olarak çalıştı. Daha sonra işinden ayrılıp YGA'da profesyonel olarak çalışmaya başladı. Ödüllü bir proje olan "Hayal Ortağım" projesinin liderliğini üstlendi. Hayal Ortağım sayesinde görme engellilerin sinemada sesli betimleme ile rahatça film izleyebilmesi için çalışıyor. Görme engellilerin hayatı için çok önemli olan bu adımdan sonra, şimdi de dünyadaki görme engellilerin hayatını kolaylaştırmak için yurt dışına açılıyor. Kürşat; kayak yapıyor, gitar ve klavye çalıyor. 

Kim Milyoner Olmak İster? yarışmasında 125 bin TL değerindeki 11. soruyu açtıran Kürşat, doğru cevabı bilmesine rağmen riske girmek istemedi ve çekildi. Yarışmadan 60 bin TL ödül kazandı. Onunla ilgili olarak "Kim Milyoner Olmak İster? tarihine geçti", "Görme engelli yarışmacıdan hayat dersi", "Kim Milyoner Olmak İster? Programına Damga Vuran Görme Engelli Yarışmacı", "Görme engelli Kürşat Ceylan başarısıyla herkesi kendine hayran bıraktı..." gibi övgü dolu haberler yapıldı.

Oysa, Kürşat'ın başarısına hiç şaşırmadım. Onun ve onun gibi görme engellilerin neler yaptığını, neleri başardığını gördüm. Onların yaptığı bazı işleri hiç bir engeli olmayan kişilerin yapamayacağını da çok iyi biliyorum. Benim şaşırdığım bunun bilinmemesi... Nasıl bir ön yargı varsa. Görme engelliler ne sanılıyorsa artık... Yarışmada bir kaç soruyu bilip, başarılı olunca şaşırılıyor. Bu duruma gülmek mi gerekiyor, yoksa ağlamak mı bilemedim.

ALİYE YÜCEL

10 Nisan 2016 Pazar

FOTOĞRAFTA NE VAR?


Gün geçmiyor ki sosyal paylaşım siteleriyle ilgili bir yenilik olmasın. Dünyanın en çok kullanılan sosyal medya platformu Facebook da görme engelliler için yeni bir uygulamayı hizmete sundu. Bu uygulama Automatic Alternative Text (Otomatik Alternatif Metin) adı verilen bir fotoğraf tanıma sistemi... Bu sistem yayınlanan fotoğrafları tarıyor ve gördüklerini sesli olarak söylüyor. Paylaşılan fotoğraflarda neler olduğu artık kelimelere dökülüyor. Böylece görme engelliler de paylaşılan görsellerde neler olduğunu öğrenebiliyor.

Her gün Facebook, Twitter, Instagram ve WhatsApp gibi sosyal paylaşım sitelerinde milyarlarca paylaşım yapılıyor. Bu paylaşımlar arasında da en çok ilgi görenler fotoğraflardır. Görme engelliler maalesef paylaşılan fotoğraflarda ne olduğundan haberdar olamıyordu. İşte artık olacaklar. Facebook'ta bu uygulamadan önce ekran okuma araçları görsel paylaşımlar için sadece "fotoğraf" deyip geçiyordu. Şimdi ise fotoğraflarda görünenler, yapay zeka teknolojisiyle kelimelerle etiketleniyor.

Fotoğraflara ait açıklamalar şimdilik çok az. 100 kelime kadar... Ancak bu da hiç yoktan iyidir. Etiketlerde; yüz tanıma yöntemiyle kaç kişi olduğu, çevredeki objelerin neler olduğu, ortamın dış mı, iç mekan mı olduğu bilgisi veriliyor. Önceden bir fotoğraf paylaşılıyor... Sonra herkes o fotoğraf hakkında yorumlar yapıyordu. Ancak o fotoğrafta neler olduğunu kimse yazmadığı için görmeyen biri  için çok anlamsız oluyordu.


Görme engellilerle ilgili teknolojilerle yakından ilgilenen bir arkadaşıma bu konuyu sordum. Bu uygulamayı Amerika'da yaşayan görme engelli bir arkadaşlarına denetmişler. Paylaşılan görsel bir grup kişinin yemek yedikleri bir fotoğrafmış... Facebook'taki yeni uygulama bununla ilgili olarak "16 kişi var. Kapalı bir alanda çorba içiyorlar..." gibi bir tanımlama yapmış. Bunları yaparken kesin ifadeler yerine, olabilir gibi ifadeler kullanılıyormuş. Bu da en doğrusu olmuş... Çünkü ne de olsa yapay zeka bir yanılma payı olmalı...

Görme engelliler için çok faydalı bu uygulama şimdilik iOS işletim sistemi kullanan telefonlarla ve İngilizce olarak var. Ancak Facebook bunu geliştirmeye devam ediyor. Yakın bir gelecekte Android telefonlar için hatta internet tarayıcılarında bile bu özellik bulunacak. Farklı dillerde de olacak. Gün gelecek fotoğraflarla ilgili her soruya cevap da alınabilecek. Bu arada buna benzer bir uygulamayı Twitter da kullanmaya başlamış... Onun da hakkını yemeyelim.

Bu uygulamanın nasıl olduğunu merak ediyorum. Eminim görme engelliler için çok şey ifade edecek. İfade edecek etmesine de bu uygulama henüz çok yaygın değil. Bir kaç ülke ile sınırlı... Ülkemizde de henüz yok. Bakalım Türkiye'ye ne zaman gelecek? Bu yenilik mutlaka  yaygınlaşmalı... Facebook'ta çok sayıda görme engelli kullanıcı olduğunu tahmin etmek zor değil. İşte onlar bu erişim kolaylığından bir an önce faydalanmalı...


ALİYE YÜCEL

13 Eylül 2015 Pazar

YENİ BİR STANDART: EURECERT


"Eurecert" adını hiç duydunuz mu? Eurecert, bir ekonomi terimi değil! Bir erişebilirlik terimi, bir standart. Bu terimi yapılan bir yapılan Erişilebilirlik Sertifika Projesi sayesinde duydum. Eurecert, başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde "Engelleri Aşan Hizmetler" için verilen kalite sertifikasının adı. Bağcılar Belediyesi ile Türkiye Beyazay Derneği Avrupa'da faaliyet gösteren Eukoba Derneği ile birlikte erişilebilirlik eğitimi verdiler.

Bağcılar Belediyesi Engelliler Sarayı'nda sekiz gün süren bu eğitimde 27 katılımcı eğitim aldı. Bu eğitim hem teorik hem de pratik olarak verildi. Bu projenin en ilginç yönü katılımcıların engelli hale gelmesiydi. Uygulamalı olarak engelli oldular. Yani empati yeterli olmadı. Nasrettin Hoca'nın dediği gibi damdan düşerek, damdan düşenin halini anladılar. Katılımcılar, özel bir kıyafet (engel simülatörü) giyerek engelli hale geldiler. Böylece; bedensel engelli, görme engelli, işitme engelli oldular. Eğer bir engelli varsa da ikinci bir engeli yaşadılar.

Ortaklaşa gerçekleştirilen bu projede ilk kez erişilebilirlik kalite sertifikalandırma çalışması kapsamında görev alabilecek kişiler yetişti. Bu eğitim sonrası katılımcılar, Belgelendirme Yetki Sertifikası aldılar. Engelli olup; engelli gibi hareket ederek, engelli gibi hissederek mekanların engellilere uygunluğunu incelediler. Böylece bir mekanın engelliye uygun olup olmadığını anlayacak, eksikliklerin neler olduğunu, nasıl giderileceğini tespit edecek ve ona göre yönlendirecek... Erişilebilirliğini kontrol edip belgelendirme yapabilecekler.


Eurecert, Avrupa'daki tek bağımsız kalite kontrol kuruluşu. Eurecert Sertifikası; kanuni, tarafsız, bağımsız ve kendi içinde özel bir hukuk ile organize edilmiş sistem. Her alanda aranılan kaliteli, güvenilir hizmetlere; ürün ve yapılara ulaşmak için bu sertifika çok önemli. Eurecert kriterlerine göre incelenen mekanlar kanunların kriterlerine uygun oluyorlar. Yaptıkları hizmetlerin kalitesini Eurecert Sertifikası ile belgelendiren kurumlar da farklı ve rakiplerinin önünde oluyorlar.

Eurecert'in düşünce mimarı ve Eukoba (Avrupa Erişilebilirlik Yetki Merkezi) Genel Başkanı Patrick Dohmen yapılan bir röportajda şöyle diyor: "Eurecert, bir çok marka ve standardın birleştiği yerdir. Yani, kafa karıştıran bir çok standardı bir noktada birleştirdik ve ortak bir standart oluşturduk. Engelliler, çocuklar ve yaşlı insanlar için dünyayı öyle tasarlamalıyız ki, engelli engelsiz yaşanabilir ve kendilerinin karar verebileceği bir yaşamları olsun..."

Erişebilirlik denildiğinde akla hemen engelliler geliyor. Oysa herkes için kullanılabilecek bir kavram... Örneğin; yüksek bir basamak, bir engelli için olduğu kadar yaşlı, çocuk ve bebek arabası kullanan bir yetişkin için de sorun olabilir. Erişilebilirlik herkes için çok önemli... Ancak engelliler için ayrı bir önem taşıyor. Erişilebilirlik adına yapılan bazı uygulamalar engeli kaldırmaktan çok uzak... Örneğin; tekerlekli sandalye için yapılan bir rampa inip, çıkmak için hiç uygun olmayabiliyor. Biliyoruz ki erişilebilirlik tam anlamıyla anlaşılan bir kavram değil. Dileriz bu örnek çalışma ile bilinmeyen ve anlaşılamayan yönler tespit edilir. Sonra da yapılması gerekenler yapılır. Bu projede emeği geçen herkese teşekkürler...


ALİYE YÜCEL         


6 Eylül 2015 Pazar

BENİM GİBİ OYUNCAK


Sosyal medyadan change.org'u biliyorsunuzdur. Orada çok etkili kampanyalar başlatılıyor. Bunlardan biri de "Toy Like Me". İngiltere'de yaşayan üç anne, engelli çocuklarına onlara benzer oyuncak almak istiyorlar. Ancak istedikleri oyuncakları bulamayınca, "Benim Gibi Oyuncak" (Toy Like Me) adı altında bu ilginç projeyi başlatıyorlar. Anneler, engelli oyuncak bebekler tasarlayıp bunu  internette paylaşıyorlar. Yaptıkları oldukça ilginç değil mi? Oysa kolu, bacağı kopan oyuncak bebekler çöpe atılır!

Kızı tekerlekli sandalyede yaşayan işitme engelli gazeteci Melissa Mostyn, işitme engelli ve gözlerinde bozukluk olan gazeteci Rebecca Atkinson ve oğlu görme engelli olan eski oyun danışmanı Karen Newell bu etkili kampanyayı başlatan anneler... Onlar, ilk olarak işitme cihazı (Koklear İmplant) kullanan bir bebek tasarlayıp, bunu  internette paylaşıyorlar. Bu kampanya çok beğeniliyor ve ilgi görüyor.

Bu üç annenin bir amacı da; ayrımcılık ve dışlamaya karşı çıkmak... Bu proje ile oyuncak üreticilerine daha farklı ve kapsayıcı oyuncaklara da ihtiyaç olduğunu anlatmak istiyorlar. Yaptıkları beğenilip yayılınca da butik işler yapan bir oyuncak firması onlara destek veriyor. Engelli çocukları olan ebeveynler de sosyal medyada "toylikeme" etiketiyle tasarımlar paylaşıyorlar. Ailelerin seslerini duyan İngiliz oyuncak firması bunun üzerine engelli oyuncaklar üretmeye başladı.


Ünlü Barbie bebeklerinin yapım firması Mattel 1997 yılında Barbie'nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky'yi yapmıştı. Ancak bu bebekler çok çeşitli ve farklı formlarda... Bebeklerin hepsi birbirinden ilginç... Hemen hemen her engel türü var. Görmeniz gerekir. Solunum cihazıyla yaşayan, işitme cihazlı, protez bacaklı, tavşan dudaklı, tekerlekli sandalyeli, wolker ile yürüyen, kolu olmayan, saçları dökülmüş, kılavuz köpekle gezen, beyaz bastonla yürüyen ve hatta yüzünde doğum lekesi olan bebek bile yapılmış...

"Benim Gibi Oyuncak" kampanyası engellinin sunumuyla ilgili oldukça etkili... Farklı bir farkındalık şekli... Engelli çocuklar; daima kusursuz bebekleri görüp, kendilerini dışlanmış ve yalnız hissedebiliyorlar. Oysa oyuncak bebekler de engelli olabilir. Neden olmasın? Engelli ve kendine benzeyen bebeklerle oynayan çocuklar kendini daha iyi hissettirecektir. Bu oyuncaklar onları mutlu edecektir. Aslında engellisi ve engelsizi her çocuk bu tür oyuncaklarla oynamalı...

"Bu kampanya güzel, bu fikir iyi... Ama ben böyle bir bebeği çocuğuma almam derseniz..." diyecek bir şey yok! Saygı duymaktan başka... Kimseye zorla alın diyemeyiz. Bu bir tercih meselesi... Ancak hiç olmazsa kolu ve bacağı çıkıp, kaybolan bebekleri atmayalım. Çocukları bunlarla oynamaya teşvik edelim. Bununla oynamaya alışan çocuklar, çevresinde engelli birini gördüğünde onları dışlamasın!


ALİYE YÜCEL

24 Mayıs 2015 Pazar

ATLA TERAPİ


Ülkemizin çeşitli yerlerinde atla tedavi yapılan merkezler var. Geçtiğimiz günlerde bunlara bir yenisi daha eklendi. Türkiye Jokey Kulübü'nün (TJK) Veliefendi Hipodromu bünyesinde faaliyet gösterecek Atla Terapi Merkezi açıldı. Merkezin açılışında TJK Başkanı Yasin Kadri Ekinci, Genel Sekreter Necati Demirkol, engelli çocuklar ve aileleri bulundu.

TJK Başkanı Yasin Kadri Ekinci, Türkiye nüfusunun 12,29'unun engelli olduğunu ve yaptıkları çalışmanın bir sosyal sorumluluk olduğunu belirterek "Engelli kardeşlerimizin yaşadığı sorunlar yalnız kendilerinin değil, hepimizin sorunudur. Biz de TJK olarak bu sorumluluğumuzun bilinciyle Atla Terapi Merkezi'ni hayata geçirdik. Tedavisine fizyoterapist raporuyla izin verilen tüm engelli çocuklar bu merkezden ücretsiz olarak yararlanabilecek..." dedi.

Türkiye Jokey Kulübü Genel Sekreteri Necati Demirkol ise; atla terapinin yani hipoterapinin Türkiye'de yeterince gelişmemiş bir tedavi şekli olduğunu belirterek "Atın yürüyüşündeki ritmik ve dinamik hareketler özellikle engelli bireylerde, birçok sistem ve duyunun uyarılmasına yardımcı olacaktır..." diyerek konuşmasını sürdürdü.
Hipoterapi ismi Eski Yunancada "At" anlamına gelen Hippos kelimesinden geliyor. 


Tıpta "Hipoterapi" adı verilen atla terapi yöntemi, atın çok boyutlu hareketlerini kullanarak, engelli çocukların duygusal, zihinsel ve fiziksel gelişmelerine yardımcı olan alternatif ve tamamlayıcı bir tedavi yöntemi... Atla terapi hem zihinsel hem de bedensel engelli kişilerde; rehabilitasyon, ilaç ve cerrahi gibi tedavi yöntemlerin dışında onlara destek bir uygulama olarak yapılıyor. Atların hareket halindeki ritmik hareketleri vücut ısıları engelliler üzerinde çok olumlu etkiler yapıyor.

Atların tedavideki faydası daha MÖ 460 yıllarında fark edilmiş... Hipoterapinin; kasları normalleştirme, vücut dengesini sağlamak, baş ve gövde kontrolü, koordinasyon, konuşma, sosyalleştirme, psikolojide düzelmeler gibi pek çok faydaları bulunuyor. Atla terapi; Serebral Palsi (Beyin Felci), öğrenme bozuklukları, Otizm, Spina Pfida, zihinsel engellilik, işitme engellilik, Down Sendromu, görme engellilik, çeşitli ruhsal bozukluklar, Multiple Skleroz (MS), Spina Bifida, Parapleji, Kas Distrofisi, çeşitli felçler gibi pek hastalık ve engel grubunun tedavisinde kullanılıyor.

Veliefendi Hipodromu Atla Terapi Merkezinde; Apranti Eğitim Merkezi mezunu olan ve özel eğitim alan eğitmenler, özel çiftlikte yetişmiş 4 at, 1 atla terapi uzmanı ve 3 adaptif binicilik uzmanı bulunuyor. Merkez haftanın üç günü saat 10:30 ile 17:30 saatleri arasında ücretsiz olarak hizmet verecek. Atla terapinin ücreti, maliyetinden dolayı yüksek olduğu için bundan pek çok engellinin yararlanamayacağını düşünürsek, Türkiye Jokey Kulübü'nün ücretsiz yaptığı bu hizmet çok önemli... Engellinin engelini aşma yolunda yapılan her çalışma ise çok değerli...


ALİYE YÜCEL

1 Mart 2015 Pazar

GERİ NEYİ KALIR Kİ?


Tarkan’ın Filli Boya reklam filmini izlemeyen ve beğenmeyen kaldı mı bilmem? Filli Boya, bu reklamın farklı versiyonlarını 2012 ve 2013 yıllarında da yapmıştı. Ünlü besteci ve piyanist Fahir Atakoğlu piyanonun başındaydı. Kendisine eşlik eden ünlülere bu sloganı söyletiyordu. Şimdi yine Fahir Atakoğlu piyanonun başında ve bu kez Tarkan söylüyor. Çok da güzel söylüyor. İki farklı versiyonu yapılmış.  Alaturka ve pop… Her ikisi de birbirinden güzel… “Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?”

Daha önceki versiyonlarında da melodi çok hoş gelmişti. Ama sloganı beni rahatsız etmişti ve yazma gereği duymuştum. Sonra reklam filmi bir süre sonra yayınlanmayınca, tepki aldı bu nedeniyle diye düşünmüştüm. Ama demek ki öyle değilmiş… Belki tekrar bir yazı gibi olacak ama madem onlar tekrar etti. Üstelik çok daha etkili bir biçimde… Ben de tekrar yazacağım.

Şimdi slogana dikkat edelim! “Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?” Gerçekten; renk giderse hayattan geriye bir şey kalmaz mı? Hayat sadece renk midir? Hayatı böyle görmek anlamsız… Görme engelliler için renk kavramı olmadığına göre; onlar için geriye hiç bir şey kalmıyor, diye mi düşüneceğiz? Biraz empati yapmak gerekiyor. Görme engelli biri olsanız, bu sloganı duyunca ne hissederdiniz? İşte bu açıdan bakınca oldukça talihsiz bir slogan…


Renk, bir boya reklamı için en önemli unsur. Bunu vurgulamak istediklerini anlıyoruz. Boya için renk, tamam. Ama hayat için bu asla söylenemez. Bunu vurgularken bir kesimi, görme engellileri hiç düşünmemişler. Eminim ki pek çok görme engelli bunu duyunca, komik bulmuş ve saçma olduğunu düşünmüştür. Hiç birinin bu sloganı duyduğunda “Eyvah! Renk olmayınca geriye bir şey kalmıyormuş! Şimdi ne yapacağım?” dediğini sanmıyorum. Ancak sonuç ne olursa olsun. Bir reklam filmi hazırlanıyor ve görme engelliler hiç dikkate alınmıyor.

Görme engelliler hayatta yokmuş gibi ya da görme engellilerin hayatı yokmuş gibi davranmak büyük bir yanılgı. “Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?” dediklerine ve böyle bir reklam filmi hazırladıklarına göre, görme engellilerin hayatının renksiz olduğunu da düşünüyorlar demek ki... Oysaki hayatı ve renkleri görmeden yaşayanlar var. Renkler olmasa bile görme engellilerin hayatları öyle renkli ki… Renk olmasa da hayat var ve hayat onlar için devam ediyor. Onlar; görmediği halde kitap yazıyor, beste yapıyor, hatta hatta resim yapıyor.

“Hayattan rengi alın… Geri neyi kalır ki?” Ne mi kalır? Ses kalır, koku kalır, his kalır… Daha pek çok şey kalır. Yani vurgulanmak istenildiği gibi renkler olmadan hayat bir şey ifade etmez, geriye hiç bir şey kalmaz demek doğru değil. Bahsettiğim reklam filmi de; bol ışıklı, ışıltılı ve çok renkli falan ama sonunda pek çok kişiyi de, beni de etkileyen melodisi ve Tarkan’ın sesi oldu. Demek ki hayatta rengin önüne geçen şeyler var… Ve hayat, renkler olmadan da sürüyor!

Bu konudaki bir diğer yazım:
Hayattan Rengi Alın
http://aliyeyucel.blogspot.com.tr/2012/04/hayattan-rengi-alin.html

ALİYE YÜCEL


25 Ocak 2015 Pazar

GÖZÜM OL


Teknoloji ve teknolojik gelişmelerle pek fazla ilgilenmiyorum. Ancak engelliler için yapılan teknolojik gelişmeler ister istemez ilgi alanıma giriyor. Ayrıca teknolojinin engelliler alanında kullanılması çok da hoşuma gidiyor. Eyes Robocat’in görme engelliler için yaptığı “Be My Eyes” dikkatimi çekti. Danimarkalı firmanın buluşu olan uygulama, görme engellilerin hayatını kolaylaştırmak üzere tasarlanmış…

Be My Eyes, gören kişilerin görme engellilere yardımcı olması amacıyla oluşturulmuş. Gören kişiler ile görme engelliler arasında uzaktan canlı video görüntüsüyle köprü oluyor. Bu uygulama çok basit aslında… Şöyle çalışıyor: Telefonunda bu uygulama bulunan görme engelli kullanıcı kamerasını açıyor ve görmek istediği şeye doğru tutuyor. Bu arada gören kullanıcı da gördüklerini anında söylüyor. Bu uygulama gönüllük sistemine göre telefona indiriliyor. Uygulama telefona yüklenirsen “Görüyor musun?” ve “Görme Engelli misin?” diye soruyor. Kişiler durumlarına göre bunu indiriyor. Kimi yardım alıyor, kimi de yardım ediyor.

Bu uygulama örnekle şöyle: Görme engelli bir kişinin bir markette olduğunu düşünelim. Bu uygulama ile kamerayı tutup “Elimdeki sütün son kullanma tarihi geçmiş mi?”, “Bu ürünün fiyatı nedir?”, “Elimdeki konservede ne var?”, ya da çevreye tutup “Kozmetik reyonu ne tarafta?” diye gönüllü birini bulup soruyor. Gören kişi o an için görme engellinin gözü oluyor. Videoya bakıp sorularının cevabını anında veriyor. Böylece gönüllü kişinin birkaç dakikasını alacak bu durum, görme engellinin işini çok kolaylaştırıyor.


Uygulamayı indiren gönüllüler sisteme kayıt olup, bir görme engellinin kendilerinden yardım istemesini bekliyor. İstek geldiğinde elinden geldiğince bilgi verip yardımcı oluyor. Görme engelli de bir şeyin ne olduğunu öğrenmek için birinin gelmesini beklemiyor. Anında kendilerine yardımcı olacak birini buluyor. İlk anda bunun suiistimal edilebileceği aklıma geldi. Ama bunu onlar da düşünmüş olacaklar ki önlem alınmış. Sistem kötü amaçlı kullanımlarda kişiyi ağ dışında tutuyor.

Be My Eyes uygulamasını düşünenleri, yapanları kutlamak gerekir. Çok faydalı bir buluş olduğu kesin… Danimarka’da piyasaya çıkınca hemen ilgi görmüş… İlgi görmesi de gerekiyor. Çünkü ne kadar çok gören kullanıcı tarafından yüklenirse o kadar çok işe yarayacak. Şimdilik her telefonda yok. Ama yakında olacağı kesin… Birlikte yaşama kültürüne katkı sağlayan bu uygulama umarım Türkiye’de de yaygınlaşır.

Son olarak şunu belirtmek istiyorum. Akıllı telefonlarına pek çok gereksiz belki de bir kez kullanacakları çeşitli uygulamaları indirenler. Umarım bu uygulamayı da indirirler. Bunun için biraz duyarlı olmaları yeterli olacak. Günün birinde kendilerine ihtiyaç duyacak bir görme engelli çıkabilir. Böylece pek çok gören kişi bir sosyal sorumluluk projesini cepte taşımanın gururunu yaşar, birkaç dakikalığına da olsa birinin gözü olurlar!

ALİYE YÜCEL


18 Ocak 2015 Pazar

RENK NEDİR BİLMEDEN


Bir proje için Eşref Armağan'ın telefonu gerekiyormuş, benden istediler. Güncel numarası olmadığı için bir arkadaşımdan aldım. Bulunca da hemen aradım. Görmez ressam Eşref Armağan'ı yıllar öncesinden tanıyorum. Aradığımda uzun yıllar görüşmediğimiz için kendimi hatırlatma gereği duydum. Buna hiç gerek yokmuş aslında... Hemen geçmişi konuşmaya başladık. Eski günleri, Yaşama Sevinci Dergisi'ni, Faruk Bey'i (Öztimur), ilk sergisini... Eşref Ağabey her zaman ki gibi yine esprili, sevecen ve içtendi. Hep onu yazmak istiyordum. Bu görüşme sebep oldu.

Eşref Armağan'ı ilk tanıdığımda ve onun resimlerine baktığımda; önceleri gördüğünü, daha sonra görme yeteneğini kaybettiğini düşünüyordum. Çünkü ömrü boyunca hiç bir şey, hiç bir renk görmeyen birinin bunları yapabilmesi imkansızdı! Sonra bu resimleri nasıl yaptığını anlatmıştı. Ailesinden ve çevresinden nesnelerin nasıl olduğunu ve renklerini soruyordu. Bazılarının maketlerini buluyor, yaptırıyor ve onlara dokunarak öğreniyordu. Resimlerinin önce konturlarını çiziyor, sonra içlerini boyuyordu. Renkleri bir sıraya koyduruyor ve sıraya göre alıyordu. Fırça yerine de parmaklarını kullanıyordu.

Resimlerinin hepsi çok güzel ve çok etkileyici.... Denizi, baharı, çiçeği, böceği, kuşu görmeden resimlerini yapabilmek insanı şaşırtıyor. Ancak bence en ilginç olanı portre resimlerinin benzerliği idi. Bazı nesneler tarif ve maket yardımı ile yapabilir belki. Ama portre böylesine nasıl benzetilir? İnsan hayrete düşüyor. Tansu Çiller, Süleyman Demirel ve başka  bir çok ünlünün resimleri öyle çok benziyor ki... Pek çok kişinin görerek yapamayacağı resimleri o hiç görmeden yapabiliyor. Çok şaşırtıcı..


Eşref Armağan'ın doğuştan görme engelli bir ressam olması, yani hiç görmediği halde resim yapması dünyanın da ilgisini çekti. Bu ilginç durumu nedeniyle, dünya çapında bir üne sahip oldu. Harvard Üniversitesi'nde beyin fonksiyonları incelenmiş ve bir nesneye dokunduğunda beyinde görülen cisimlerin algılanması ile ilgili bölümün hareket geçtiği görülmüştür. İngiliz bilim dergisi New Scientist'te hakkında makale yayınlanmıştır. Discovery Channel'da da onun için yapılan The Real Superhumans (Gerçek Süper İnsanlar) isimli belgesel gösterilmiştir.

1953 yılında İstanbul'da doğan Eşref Armağan, uzun süre İstanbul'da yaşadı. Şimdi kendi gibi görme engelli eşiyle Ankara'da yaşıyor. Eşref Ağabey'e "Sizi blogumda yazmak istiyorum. Ama sizinle ilgili öyle çok haber yapıldı ki, sizinle ilgili her şey yazıldı. Ben artık ne yazayım? Farklı bir şey var mı?" dediğim de "Evet farklı bir şey var! Dişlerimi yaptırdım..." diye espri yaptı. Bilmeyenler için en önemli bir diğer özelliği de espritüelliğidir. Konuşmalarını, anlattıklarını mutlaka bir espri ile süsler. Telefon konuşmamızda da böyleydi.

Kardeşim ve ben Eşref Armağan'ın ilk sergisinin hazırlık aşamasında bulunmuş ve sergiden bir tablosunu almıştık. "Allah'a Dua (1991)" isimli bir tablo... Kardeşimle bu tabloyu paylaşmadık. Şimdi benim duvarımı süslüyor. Tablosuna her baktığımda ondan büyük bir güç alıyorum. Her baktığımda o tablo bana pek çok şey anlatıyor. Mücadeleyi, gücü, yılmamayı, şükrü ve daha bir çok şeyi... Eşref Ağabey, bakmadan görmüş ve renk nedir bilmeden ressam olmuş... Yani çok özel biri... Yoksa insan hiç görmediği halde nasıl resim yapabilir öyle değil mi?

ALİYE YÜCEL

30 Kasım 2014 Pazar

PSV'DEN GÜZEL BİR ÇALIM



Futbol en çok sevilen ve takip edilen spor dallarının başında geliyor. Her kesimden pek çok fanatiği oluyor. Futbol sevgisi engel de tanımıyor. Görme engelliler de maçları sahada takip ediyor. İşte PSV Eindhoven Kulübü bunu iyi bildiği için, sahasında görme engelli futbolseverler için bir tribün oluşturmuş. Hollanda'nın ünlü futbol takımı görme engelli taraftarlarını burada ağırlıyor. Bu özel tribün dünyada bir ilk...

Bu uygulama şöyle; PSV Eindhoven Kulübü takımının iç saha maçlarını oynadığı Philips Stadyumu'nda görme engelli taraftarlar için tribünde özel bir bölüm oluşturmuş. Onları bu özel bir bölüme alıyorlar. Orada hepsine birer kulaklık veriliyor. Onlarda maçı anlatan birinden bu kulaklıklarla dinliyorlar. Bu bizim; televizyon yokken, maçları radyodan dinlediğimiz durumun aynısı...

PSV Eindhoven Kulübü'nün dünyada ilk defa uygulamaya koyduğu bu uygulama ile görme engelliler maçı takip ederken, stadyum atmosferini de yaşamış oluyor. Şimdi bu uygulamayı gereksiz bulanlar da olacaktır. Buna eminim. "Nasılsa görmüyor, sahada olmasının ne anlamı var?" diyecekler. Ama aslında öyle değil. Neden görme engellilerde maça gitmesin? Görmüyor diye bu atmosferi neden tatmasın? Görmüyor diye bu büyük heyecanı ortamında neden hissetmesin?


Tribünde özel bölüm bir uygulaması geç kalınmış bir uygulama... Daha önce neden düşünülmedi, neden yapılmadı acaba? Görme engelli arkadaşlarımdan biliyorum maça giderlerken ve yanlarında da bir radyo götürürlerdi. Maçı naklen anlatan radyoyu açıp kulaklarına dayayarak bir taraftan dinlerken, bir taraftan da maçın atmosferini yaşarlardı. Bu arada fanatik görme engellilerin maça gittiğini ve yakınlarının da onlara maçı anlattığı haberlerini medyada görüyoruz. Ama böyle bir özel tribün bizde de olsa hiç bunlara gerek kalmazdı.

Bu takdir edilecek ve örnek uygulamayı bizde de Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi büyük Türk kulüpleri de yapsa ne kadar anlamlı olur. Bu hem bir gereklilik olduğu için faydalı, hem de çok anlamlı bir sosyal sorumluluk projesi olacaktır. Futbolu sadece kariyer, kazanç, şöhret olarak görmemek gerekir. Şimdi merakla bekliyorum. Bu uygulama bizde de yapılacak mı? Yapılırsa da ilk önce hangi kulüp yapacak?

ALİYE YÜCEL

23 Kasım 2014 Pazar

"DUR"


Bir kaldırıma görme engelli yolu yani hissedilir zemin uygulaması yapılır ve bu yolun tam ortasına da bir "Dur" işaret levhası konulursa ne düşünürsünüz? Bu şaka gibi olay Zonguldak'ın Ereğli İlçesi'nde olmuş... Karayolları; Ereğli'de, Kepez Mahallesi ile Gülüç Beldesi arasında bakım onarım çalışmaları sırasında kaldırımları da düzenlemiş. Bu düzenlemede görme engelliler için yürüyüş yolu da yapılmış. Yapılmış yapılmasına da tam ortasına da sürücüler için bir uyarı olan "Dur" işaret levhası konulmuş!

Şaşırmamak elde değil... Bunu görenler de büyük şaşkınlık yaşamışlar, bir anlam verememiş ve büyük tepki görmüş. Haberi de yapılınca işaret levhası Karayolları tarafından hemen kaldırılmış... Trafik işaret levhasının "Dur" olması da manidar! Başka bir trafik işaret levhası da olabilirdi. Uyarı sürücülere... Ancak bu yolu takip ederek yürüyen görme engelliler de ister istemez duracak! Umarız bu arada zarar gören bir görme engelli olmamıştır.

Görme engelli yolu yani hissedilir zemin görme engellilerin dokunma duygusuna hitap ediyor; yönlendirmek ve engeller konusunda uyarmak için zeminde tasarlanmış kabarma dokulu yüzeylerden meydana geliyor. Görme engelliler bunu ayak tabanları ve beyaz bastonlarıyla hissedebiliyor. Böylece rahatça yürüyebiliyor. Bu yol ilk kez 1965 yılında Japonya’da bulunmuş ve 1967 yılında Okayama Görme Engelliler Okulu’nun yanındaki bir yolda uygulanmış... Avrupa Birliği normlarına göre; bu yollarda uzun çizgiler yolun devam ettiğini, yuvarlak kabartmalar ise yolun bittiğini gösteriyor.


Ereğli İlçesi'nde yapılan bu yanlış durumun haberini görünce, bu konuyu bir daha ele almak istedim. Belki de kasıt yok. Çünkü bu konu yeterince bilinmiyor. Eğer bilinse oraya görme engelli biri için bir tuzak olan o işaret levhası konulabilir mi? Bunu yapan kişilere bu yolun ne için yapıldığını, o taşların süs olarak değil de, bir anlam taşıdığı için konulduğunu anlatmak gerekiyor. Bu yolların görme engelliler için yapıldığını; onların yürümesini ve bağımsız hareketini kolaylaştırdığını... Bu yüzeylerin üzerine bir şey konulduğunda ya da kapatıldığında onların hayatını zorlaştırdığını, hatta hayati tehlikeye soktuğunu bilseler yaparlar mı? Sanmıyorum...

Bundan sonra herkes bu konuda biraz daha dikkatli olmalı... Görme engelliler de herkes gibi ve herkesle birlikte, yaşamın tüm alanlarındaki hak ve hizmetlere ulaşabilmeli... Bu nedenle bunlardan yararlanabilmesi için, hissedilir yüzeyler de her yerde olmalı... Bu yollar üzerine engeller konulmamalı ve park edilmemeli... Görme engellilerde sokağa çıkıp rahatlıkla yürümeli… Sosyal hayata katılmaları kolaylaşmalı… Bu yanlışa "Dur" demeli...


ALİYE YÜCEL


7 Eylül 2014 Pazar

GÜLPERİ'NİN GÖZLERİ...


Televizyon kanallarının yeni yayın dönemi başladı. Her kanalda pek çok yeni dizi başlıyor. Hepsini seyretmek mümkün değil. Aslında gerek de yok. Ama hiç olmazsa neler başlayacak diye bakarken ATV'de yayınlanan bir fragman dikkatimi çekti. Tanıtımda beyaz baston vardı. Bu beyaz baston bir genç kızın elindeydi. Bilindiği gibi beyaz bastonu görme engelliler kullanıyor. Renginin beyaz olması rahatlıkla görülmesini sağlar. Bu bastonu kullanan görme engelliler de özgürce yürürler. Yani beyaz baston hem görme engelliler için büyük bir kolaylıktır, hem de çevresindekiler için bir uyarıcı işlevi görür.

Dizinin adının Üç Arkadaş olduğunu görünce bunun bir yerli filmin dizi uyarlaması olduğunu düşündüm. Dizi ile ilgili haberlere bakınca "Yeşilçam klasiklerinden Üç Arkadaş filmi dizi oluyor" yazıyordu. Üç Arkadaş filmini hatırlarsınız. Hülya Koçyiğit bu filmde görme engelli bir genç kızı canlandırıyordu. Yönetmenliğini Memduh Ün'ün yaptığı filmin diğer rollerinde Kadir İnanır, Halit Akçatepe ve Müşfik Kenter oynuyordu. 1971 yapımı bu film televizyon kanallarında defalarca yayınlandı.

Üç Arkadaş filminin daha eski bir versiyonu da var. 1958 yılı yapımı Siyah-beyaz bu filmin yönetmenliğini yine Memduh Ün yapmıştır. Bu filmde ise görme engelli fakir kız rolünü Muhterem Nur oynamış, diğer rollerde ise Fikret Hakan Salih Tozan ve Semih Sezerli oynamıştır. Bu film eleştirmenlerce çok beğenilmiş ve Türk sinemasında yapılmış en iyi filmler arasına girmiştir.


Anlıyoruz ki Üç Arkadaş filmlerinin her ikisi de çok başarılı bulunmuş ve çok beğenilmiş. Filmler beğenilince dizi oluyor. Bunun bir çok örneği var. İşte şimdi de Üç Arkadaş dizi oluyor. Dizinin başrollerinde Hakan Yılmaz (Murat), Leyla Feray (Gülperi), Burak Hakkı, Bülent Seyran, Anıl İlter, Mehmet Gürhan ve Ayçin İnci oynuyor. Yönetmen ise Tarkan Karlıdağ.

Dizinin konusu gelince: Murat, Mustafa ve Salih birbirlerinden hiç ayrılmayan çok iyi anlaşan üç arkadaştır. Bir gün sokakta görme engelli bir genç kız olan Gülperi'ye rastlarlar.  Gülperi, anne ve babasının trafik kazasında kaybetmiş ve yalnız kalmıştır. Bu arada ev sahibi tarafından da sokağa atılmıştır. Murat, Gülperi'den hoşlanır. Üç arkadaş kendilerini Gülperi'ye zengin olarak tanıtırlar. Gülperi'nin gözlerinin açılma ihtimalinin olduğunu öğrenince hemen para bulup ameliyatı yaptırmaya karar verirler. Ancak bu kolay olmayacaktır. Murat, çaresizlikten ilaç parasını isteyen doktora ilaç bulmak için ecza deposunu soymaya kalkar ve yakalanır. Onu kurtarmaya patronunun kızı Meral gelir. Meral'in bir şartı vardır. Murat'ın onunla birlikte olması... Üç arkadaş mecburen bu teklifi kabul ederler. Gülperi ameliyat olur ve görmeye başlar...

Diziyi buraya kadar seyretmeyi düşünüyorum! Bundan sonrası ilgimi çekmedi. Çünkü bir engelli hikayesi olmaktan çıktı! Şaka bir yana... Gönül ister ki bu hikaye Gülperi'nin gözleri açılmasa da sürse... "Aaa... Neden?" diyenleri duyar gibiyim. Evet görmesi güzel bir durum, tamam. Ancak görme engelli olup hayatı boyunca böyle yaşayanlar da var. Neden onların hikayesi de dizi olmuyor. Bir diziye kahraman olmak için mutlaka engelsiz mi olmak gerekiyor?

ALİYE YÜCEL


20 Temmuz 2014 Pazar

DÜŞMEDEN KOŞMAK


- Ne yapmak istiyorsun?
- Koşmak... Ama düşmeden!

Bir adam ile görme engelli küçük bir çocuk arasında geçen ve beni derinden etkileyen bu diyalog 2008 yılında gösterime giren "Hayattan Korkma" isimli filmde geçiyor. Film, aynı kasabada yaşayan üç yakın arkadaştan birinin çocuğunun görme engelli olma tehlikesiyle karşı karşıya kalması ve bunun üzerine yapılan çabaları anlatıyor.

Filmin konusu şöyle: Mandıracılık yapan Talat, tavuk yetiştiren Bedrettin ve fırıncı Rıfkı çocukluktan beri çok samimi arkadaştır. Her üçü de Balıkesir'in Gömeç ilçesinde yaşamakta ve kendi ürettiklerini satarak, geçinip gitmektedir. Bir gün Talat'ın küçük oğlunun gözlerinde görme kaybı olduğu ortaya çıkar. Götürdükleri doktor Murat'ın ameliyat olması gerektiğini, olmadığı taktirde görme yeteneğini tamamen kaybedeceğini söyler. Ancak tedavi için çok para gereklidir. Bunun üzerine de üç arkadaş ve aileleri birlik olup, ameliyat için gerekli parayı bulma çabasına girişirler...

Filmin yönetmeni Berrin Dağçınar. Hayattan Korkma; televizyon dizileriyle tanınan Dağçınar'ın ilk sinema filmi, senaryo da kendisine ait. Filmin oyuncu kadrosu ise oldukça zengin. Zeki, Alasya, Haldun Boysan, Tarık Pabuççuoğlu, Hakan Boyav, Zeynep Eronat, Suzan Aksoy, Ceren Soylu, Mehtap Anıl, Sedef Avcı, Mert Fırat ve çocuk oyuncu Fırat Can Aydın. Ancak oyuncu kadrosu beklentinizi yükselmesin. Oyuncuların hepsi de birer masal kahramanı gibi, naif bir karakteri canlandırıyorlar.


Hayattan Korkma, sıcak ve içten bir aile dramı... Ana hikayenin yanı sıra pek çok sayıda yan hikaye var. Filmde; dostluk, arkadaşlık, aile, anne-çocuk, dayanışma, sevgi, aşk gibi pek çok sosyal ve insani değer eğlenceli bir dille anlatılmış... Eski Türk filmlerine benziyor. Onlardaki sıcaklık var. Zaman zaman ana hikaye ve filmin kahramanı küçük çocuk unutulsa da (!) hoşça vakit geçirtiyor.

Film, günümüzde anlamını kaybeden pek çok değeri ortaya koyarken; kah duygulandırıyor, kah hüzünlendiriyor, kah güldürüyor. Sıkıntılar ve sorunlar karşısında yılmayınca bir çözüm yoluna ulaşılabileceği gösterilmiş. Tabii ki bu arada; ümit ve dayanışma ile zorlukların aşılabileceğini, bu nedenle hayattan korkmamak gerektiğini de hatırlatıyor.

Tüm engellilerin bir şeyler yapmak istemesini, yapmak istediklerini yapabilmesini, bu imkanı ve bunun yolunu bulabilmesini çok önemsiyorum. Filmde pek çok etkileyici ve çarpıcı sahneler var. Ancak yazımın başında verdiğim replik; bence filmde geçen en anlamlı sahne... Sadece o sahne, o replik ve devamı için bile seyredilmeye değer. Sanırım bu yüzden afişte bile o sahne var. Babasının arkadaşı olan Bedrettin (Hakan Boyav); özel durumundan etkilenip küçük Murat'a ne yapmak istediğini soruyor. Sonra da çok  şaşırtıcı bir cevapla karşılaşıyor. Görme engelli küçük çocuğun istediği şey ise, ne kadar doğal ve ne kadar masumca: Düşmeden koşmak!


ALİYE YÜCEL

30 Mart 2014 Pazar

ENGELLİ DOSTU BELEDİYELER


Bugün Türkiye'de yerel seçimler yapıldı. Seçim sürecinde belediye başkan adayları çeşitli vaatlerde bulundu. Pek çoğu engellilere çeşitli hizmetler vereceklerini ve engelsiz bir şehir yapacaklarını vurguladılar. Bazısı engelli seçmenleri ziyaret etti. Yurdumuzdaki il ve ilçe belediyelerinde engelliler için pek çok çalışmalar yapılıyor. Bunu görüyor ve biliyoruz... Yapılan bu çalışmalar engelliler için çok büyük önem taşıyor. Engellilerin yaşam kalitesini yükseltmek için çalışmalar yapan belediyelere de "Engelli Dostu Belediye" unvanı veriliyor.

Engelli haklarına göre; belediyeler engellilere uygun düzenlemeleri standartlara uygun yapmak zorundalar... 5378 sayılı ve 2005 tarihli Engelliler Kanunu'na göre, tüm Türkiye'de fiziki çevre düzenlemeleri ve ulaşılabilirliği için 7 yıl süre tanınmıştı. Bu süre 2012 yılında doldu. Ancak düzenlemeler yetişmediği için süre uzatıldı. O süre de bitince durum ne olacak? Çok merak ediyorum. Çünkü engellilere uygun düzenlemelerin yapılmasının zor olduğunu anlıyoruz. Belki yeni yapılan binalar için bunları yapmak daha kolay, ancak eski binaların düzenlenmesi zor olabiliyor.

Kamuya açık yerlerin çoğunun mimari planları hep engelsiz insanlar düşünülerek yapılmış… Engelliler hep göz ardı edilmiş... Sinema, tiyatro, alışveriş merkezleri, kafe, restoran gibi yerlerin çoğunda rampa ve asansör yok. Hatta kamu binalarında bile rampa ve asansör yok... Görme engelliler için hissedilebilir yüzey düzenlemeleri yapılmıyor. İşaret dili bilen kimse yok. Pek çok yerde kimsenin aklına engelliler gelmiyor.


Binalardaki koridor, merdiven, rampa, asansör, tuvalet ölçülerinin ve zeminin bir kez daha gözden geçirilmesi, konuya gerekli hassasiyetin gösterilmesi ve gerekli düzenlemelerin mutlaka yapılması gerekiyor. Kamu kurum ve kuruluş binaları, kamuya açık alanlar ve toplu taşıma araçları mutlaka engellilerin kullanımına uygun hale getirilmelidir. Konuyla ilgili en büyük görev de yerel yönetimlere düşüyor.

Bütün belediyeler; engellilerin sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda hayata katılmalarını sağlayacak önlemler almalı, bu yönde çalışmalar yapmalıdır. Engelliye yapılan hizmetlerin yardım olarak görülmesi de büyük yanlış... Bu hizmetler ve erişilebilirlik engelli bireyin de hakkı değil mi? Her vatandaşın hizmetlerden eşit şekilde yararlanması gerekmez mi? O halde bu bir sosyal yardım değil, haktır...

Yerel yönetimlerin başarısı, engelliye verdiği değer ile ölçülürse hiçte yanlış olmaz...  Umarız seçim sürecinde verilen vaatler yerine getirilir. Engelliler seçimden önce hatırlanan, sonra da unutulan bir kesim olmaz. Kim kazanırsa kazansın. Tüm belediyeler "Engelli Dostu Belediye" olmak için yarışsın... Daha yaşanılabilir şehirler yapılsın... Böylece engelliler kazansın!

ALİYE YÜCEL  


9 Şubat 2014 Pazar

OLAĞANÜSTÜ BİR ŞEY YOK


Geçtiğimiz günlerde İngiltere'nin (Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı) Ankara Büyükelçisi Richard Moore, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e güven mektubunu sunmak için gelmişti... Bu kabulde gazeteciler, "Sorumuz olabilir mi?" demiş... Cumhurbaşkanı Gül de bunun üzerine "Olağanüstü bir şey mi var ki?" diye cevap vermişti...

İngiltere Büyükelçisi'nin güven mektubunu Cumhurbaşkanı'na getirdiği sırada  geçen bu konuşma olmasaydı, diğer haberler içinde dikkatimi çekmeden geçip gidecekti... Gazeteci arkadaşlar "Sorumuz olabilir mi?" dediğinde izin çıksaydı neler soracaktılar, bilemem... Ama ben görüntüler ekrana gelip; Büyükelçi Richard Moore ve görme engelli eşini görünce aklımdan pek çok soru geçti. Belki olağanüstü bir şey yoktu. Ama ilgimi çeken bir şey vardı. O da büyükelçinin görme engelli eşi...

Büyükelçi Richard Moore ve eşi Maggie, Abdullah Gül ile kısa süreli Türkçe konuştular... Kabuldeki görüşmede ve fotoğraf çekimlerinde İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi'nin görme engelli eşine, köşk personeli yardımcı oluyordu. Maggie Moore, elinde beyaz bastonu ile Çankaya Köşk'üne, Abdullah Gül'ün makamına gelmişti. Bayan Sefire; güzel, zarif ve şıktı. O da eşi gibi çok samimi ve güler yüzlüydü.


Büyükelçi ve eşi Maggie'nin hayat hikayelerini çok merak ettim. Özellikle de Maggie Moore'ın nasıl ve ne zaman görme engelli olduğunu... Araştırdığımda da fazla bilgiye rastlamadım. Görme engelli olduğu beyaz bastonundan ve Sayın Büyükelçi'nin Twitter hesabındaki fotoğraftaki rehber köpeğinden anlıyoruz. O fotoğrafta; Büyükelçi, eşi Maggie ve rehber köpeği Star var.  İstanbul uçağına binmeyi beklerken çekilen bu fotoğrafta çok mutlu görünüyorlar... Büyükelçi ve eşi, görme engellilere rehberlik etmek için yetiştirilen Star'a "Yıldız Hanım" diyorlarmış...

İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore ve eşi, daha önceki yıllarda ülkemizde bulunmuşlar... Moore; 1990 yılında İngiltere'nin Ankara Büyükelçiliği'nde, 1991-1992 yıllarında da İngiltere'nin İstanbul Konsolosluğu'nda görev yapmış... Bu yüzden Büyükelçi ve eşi Türkçeyi güzel konuşuyorlar... Türkiye'yi çok seviyorlar... Çiftin iki çocukları var. Kızları Türkiye'de dünyaya gelmiş...

Ülkemizde daha önce bulunmuş olsalar da, Büyükelçi Richard Moore; bu göreve çok yeni başladı. Haklarında çok az bilgi var. Onlarla yapılmış fazla röportaj yok... Dilerim bu konuyu benden başka birileri de merak eder... Böylece Richard Moore ve eşi Maggie ile röportajlar yapılır. Ben de  bu konuda merak ettiklerimi öğrenebilirim. Çünkü, görme engelli sefirenin hayat hikayesini çok merak ediyorum.


ALİYE YÜCEL

12 Ocak 2014 Pazar

YILDIZLAR ENGEL TANIR MI?



"Yıldızlar Engel Tanımaz" kitabını yeni çıktığında bir arkadaşım hediye etmişti. Kitap engelli sahabelerin hayatını anlatıyordu. Kitabı elime alıp; Hadis-i Şerif’lerde ve siyer kitaplarında zaman zaman okuduğumuz engelli sahabelerin isimlerini, engellerini ve hayatlarını toplu halde görünce "Ne güzel bir çalışma... Keşke bu çalışmayı ben yapabilseydim..." diye düşünmüştüm.

Kitabın adı bile başlı başına çok şey anlatıyordu. Yıldızlar Engel Tanımaz... Biliyoruz ki; Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V) döneminde yaşayan sahabelerin hepsi birer yıldızdır. Hepsi bizlere yol gösterir. Bu yıldızların içinde elbette ki engelli olanları da vardı. İşte Prof. Dr. Ali Seyyar yaptığı bu çalışma ile onları tek tek ele almış ve anlatmıştı.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) döneminde engellilerin sayısı oldukça fazlaydı. Çünkü o dönemde hastalıklar ve savaşlar sebebiyle el, kol, ayak, bacak ve göz gibi organlarını kaybedenler çoktu. Yıldızlar Engel Tanımaz'da biri kadın (Ümmü Ümare Nesibe (R.A)) olmak üzere, tam yirmi sekiz engelli sahabenin hayatından kesitler var. Her birinin hikayesi çok etkileyici ve ibret dolu...


Yıldızlar Engel Tanımaz, Prof. Dr. Ali Seyyar'ın engelliler üzerine yazdığı ilk kitabı değil... Seyyar, engelliler konusunda pek çok araştırma yapmış ve eser meydana getirmiş bir bilim adamı... Prof. Dr. Ali Seyyar, halen Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde Öğretim Üyesi... Engelliler konusunda yaptığı çeşitli çalışmalarla da bu konuda bilirkişi sayılacak düzeyde... Aslında yaptıkları sadece bilimsel değeri olan çalışmalar olarak görülmemeli; aynı zamanda engellilere sabır, güç ve özgüven aşılayan çalışmalar...

Kitap, iki bölüm halinde ele alınmış; ilk bölümde Ortopedik (Bedensel) Engelli Sahabeler, ikinci bölümde ise Görme Engelli Sahabeler var. Kitabı okuyup, engelli sahabelerin yaptıklarına ve örnek hayatlarına baktığımızda; o devirde engellilere verilen önem ve değeri görmek çok etkileyici... Engelliler, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V) döneminde negatif bir ayrımcılık görmemiş... İnsan sadece insan olarak kabul edilmiş... İmamlık, valilik, peygamber katipliği yapmış ve engelli olduğu halde savaşa katılmış sahabeler var.

Kitapta yazılanlardan engelli sahabelerin hiç bir engeli olmayan pek çok kişiden daha önemli işler başardığını görüyoruz. Onların örnek hayatları engellilere büyük bir moral kaynağı olacak türden... Yıldızlar, gerçekten de engel tanımamış... Kitabı okuyan engelli ya da engelsiz herkes, farklı dersler ve sosyal mesajlar çıkaracak... Ayrıca, çevresindeki engellilerle olan ilişkilerini de bir daha gözden geçirecek...

ALİYE YÜCEL